26 Ağustos 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. FETİH (15 - 15) (162-A)






Sevgili Kur’an dostları tefsirimize fetih suresinin 14. ayetinden itibaren, geçen derste kaldığımız 15. ayetle başlıyoruz. Geçen ders işlediğimiz ayetlerde Hudeybiye anlaşmasının gerçekleşmesiyle sonuçlanan İslam tarihinde ki o önemli sürecin ayrıntılarını nakletmiştik. İşte Hudeybiye anlaşma sürecinin bağlamını oluşturan ve ama sadece o çağla değil bütün çağlarla, bütün zamanlarla, bütün zeminlerle ve bütün insanlarla ilgili temel bir takım anahtarlar veren ayetleri, pasajları bugün de dersimizde işlemeye devam edeceğiz.




15-) Seyekulül muhallefune izentalaktüm ilâ meğanime lite'huzûha zeruna nettebi'küm* yüriydune en yübeddilu kelamAllâh* kul len tettebi'ûna kezâliküm kalAllâhu min kabl* feseyekulune bel tahsüdunena* bel kânu lâ yefkahune illâ kaliylâ;

Bu geri bırakılanlar, ganimetleri almak için gittiğinizde: "Bırakın biz de sizinle gelelim" derler. Onlar, Allâh kelâmını (sözünü) değiştirmek istiyorlar! De ki: "Siz bize asla uyamazsınız; daha önce Allâh böyle buyurdu (hükmetti)"... Bu kez şöyle derler: "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz"... Bilakis onlar, anlayışı kıt kimselerdir! (A.Hulusi)

15 - Yakında diyecek ki o geri bırakılanlar - sizler bir takım ganimetlere koştuğunuz vakit onları almak için - «bırakın bizi arkanızdan gelelim», Allahın kelâmını tebdil etmek isteyecekler, de ki: siz bizim arkamızdan asla gelmeyeceksiniz, hakkınızda bundan evvel Allah böyle buyurdu, ona da diyecekler ki: hayır bizi kıskanıyorsunuz, hayır ince anlamazdırlar anlayışları az. (Elmalı)


Seyekulül muhallefune izentalaktüm ilâ meğanime lite'huzûha zeruna nettebi'küm yakın gelecekte ilerde ki sîn ve sevfe, tesrif edatları denir bunlara geleceği, biri yakın geleceği, diğer orta ya da uzak geleceği ifade ederler. Yakın gelecekte ganimet vaad eden bir savaşa çıktığınızda şimdi geride kalanlar; Bırakın bizi de arkanızdan gelelim diyecekler.

Bedevilik bir bakış açısı. Bunu söyleyenlerin yukarıda 11. ayette bedeviler olduğunu daha önce öğrenmiştik. Bedevilik bir zihniyet meselesi. Yani kişinin nerede oturduğu ile alakalı değil, nasıl düşündüğü ile alakalı. Bizde belki; “Köylülük” tabiriyle karşılanan bir tabir bu. Köyde yaşamakla köylülük ayrı bir şey. İnsan şehirde yaşar, fakat düşünme tarzı köylücedir. İnsan köyde yaşar, düşünme tarzı şehirlicedir, yani medenidir. İşte bu çerçeve de bedevinin düşünme tarzını buradan anlıyoruz.

Bu ayet aynı zaman da mucizevi bir haber, gelecekten bir haber veren bir ayet. Birkaç ay sonra gerçekleşecek, tam olarak 3 ay sonra gerçekleşecek, İslam tarihinin, nübüvvet tarihinin en büyük zaferlerinden ve gün dönümlerinden biri olan Hayber’in fethine işaret ediyor. Bu yönü ile bu ayet gelecekten ihbardır, mucizevi bir ihbar.

Vaktiyle Hayber’lilerin Medine’den götürdükleri servetler Hayber zaferi ile geri Medine’ye gelmişti. Çünkü Hayber’i Medine den ihanet ettikleri için sürülen Yahudi kabileleri doldurmuştu. Beni Kaynuka, Beni Nadîr kabileleri peygamberimize anlaşmaya ihanet ederek suikast düzenlemeye kalkmışlar, sözleşmeyi bozmuşlar, bunun üzerine Medine’den sürülmüşlerdi. İlk gittikleri yer Hayber olmuştu. Çoğunluk itibarıyla Hayber’e yerleştiler ve beraberlerinde servetlerini de götürdüler. Yani bir bakıma Medine’nin servetini kaçırdılar. Çünkü bu serveti faizcilikleri sayesinde elde etmişlerdi. Ama Hayber zaferiyle, ki kansız bir zaferdir bu, Hemen hemen hiç kan dökülmeksizin Hayber Mü’minlerin eline geçti. Hatta Hayber içerisinden yardımcı olan birilerinin vasıtasıyla Hayber İslam’a teslim oldu.

Bu teslim oluş öylesine bir gönüllülük taşıyordu ki, Resulallah’ın vergi amiri Hayber’e varıp ta şehri teslim eden anlaşma gereği tüm yıllık mahsulün yarısını galiplere, fatihlere verme üzerine şehri teslim etmişlerdi. Bu anlaşma icabı yıllık mahsul paylaştırmaya gelinince Resulallah’ın temsilcisi de demişti ki,

- İsterseniz ben ikiye ayırayım, siz istediğiniz yarıyı alın, isterseniz siz ikiye ayırın ben istediğim yarıyı alayım.

Hayber’liler galiplerin, fatihlerin bu hassasiyeti karşısında;

- Bi haza kametissemavati vel ard. Gökler ve yer işte bu adalet sayesinde ayakta duruyor diye itiraf etmek zorunda kalmışlardı. İşte Hayber’in fethini haber veren bir ayetle karşı karşıyayız.

yüriydune en yübeddilu kelamAllâh Allah’ın sözünü böylece değiştirmeye kalkmışlardı, değiştirmek istemişlerdi, isteyecekler.

Allah’ın sözünden kasıt ne olabilir diye bir soru akla gelir. Savaş ahlakını yok eden ve ortaya gözünü ganimet hırsı bürümüş, kural tanımaz savaşçılar çıkaran geleneksel ganimet anlayışını değiştiren ayetlerdi Allah’ın sözü. Geleneksel ganimet anlayışı, gerçekten de savaş anlayışını kökten yok ediyordu. Savaş adaletini kökten yok ediyordu. Savaş ahlakını kökten yok ediyordu ve ortaya gözünü ganimet hırsı bürümüş, kural tanımaz savaşçılar çıkarıyordu. Çünkü geleneksel ganimet anlayışında kim eline neyi geçirirse o onundu. Hiç kimse karışamaz ve ulaşamazdı. Onun içinde eline bir şey geçirmek için insanların savaşta işlemeyecekleri kötülük yoktu. Yani tıpkı elbisesi için adam öldürmek, içinde ki bir eşya için ev yakmak neyse, işte böyle bir büyük ahlaksızlık irtikap edilirdi geleneksel ganimet anlayışında.

Elbise için elbisenin içinde ki yok edilir mi? Yani bilezik için kol kesilir mi? Gerdanlık için gerdan kesilir mi. Klasik ganimet anlayışı buydu ve bu anlayışın temelinde de kim eline geçirmişse o onundur mantığı yatıyordu. İşte bu mantığı yere seren ayetler geldi. Bu ayetlerde Enfal/1 ayeti;

Yes'eluneke anil enfal* kulil enfalü Lillâhi verRasûl. (Enfal/1) ganimetler veya fazlalıklar, veya ziyadeler kime ait diye sorarlar, ganimetlerden sorarlar. De ki; Onlar Allah’a ait, Resulüne ait. Yani artık eline geçirenin değil, vuranın değil. İşte bu ve buna açıklayan aynı Enfal/41. ayeti klasik ganimet anlayışını yok etmişti ki, Allah’ın sözü ile kasıt bu olsa gerek.

Yine İslam’da savaş ganimet için değil, Allah için yapılırdı. Yani savaşın mantığını değiştirmişti vahiy. Savaşın gerekçesini değiştirmişti. Savaşın konseptini değiştirmişti. Klasik zamanlarda savaş farklı sebeplerle icra edilirdi. Kutsal bir amaca hizmet etmezdi. Dolayısıyla kutsalın içine karışmadığı bir savaşın da herhangi bir sınırı yoktu. Herhangi bir hududu yoktu. Çünkü yasağı yoktu. Savaş adeta her şeyin mübah olduğu bir zemin gibi anlaşılırdı. Adı üstünde savaş varsa hiçbir yasak yok gibi anlaşılırdı. Ama kutsal işin içine girince, işini içine ilkeler girince, işin içine sınırlar girince savaş ahlakı ortaya çıktı. Çünkü vahiy savaşta da muhataplarına çizdiği sınırları, kırmızı çizgileri geçmemelerini emrediyordu. Yani bir savaş ahlakı ancak savaşın bir anlamı, savaşın bir kutsi, ulvi amacı olmasıyla mümkin olabildi.

Dolayısıyla Allah adına ilayi kelimetullah için, İslam’la insan arasına gerilen engeli kaldırma uğruna yapılan savaş mutlaka ahlaki bir savaş olmalıydı. Bunun ahlakını Kur’an çizdiği kırmızı çizgilerle koymuştu.

kul len tettebi'ûna onlara de ki, yani ganimet vaad eden bir savaşa girdiğinizde bırakında bizi arkanızdan gelelim, katılalım size diyenlere de ki: Hayır. Bu kez asla bizimle gelmeyeceksiniz. Bu kez diye çevirmemin gerekçesi bir sonraki ayet, 16. ayettir, 16. ayetin zımninden anlıyoruz ki bu yasak sadece Hayber’le sınırlıdır. Çünkü onlara daha sonra çok güçlü toplumlarla savaşılacağı ve onlarda eğer bu sefer yaptıklarını yapmazlarsa Allah’ın kendilerine büyük ödüller vereceği müjdeleniyor 16. ayette.

kezâliküm kalAllâhu min kabl bu böyledir zira Allah ganimet hakkında daha önce konuşmuştu. Biraz önceki cümlenin bir açılımı gibi adeta. Daha önce ganimet hakkında Allah’ın konuşması Enfal/1 ve onu açıklayan 41. ayetlerine ve bunun gibi ayetlere atıf olsa gerek.

feseyekulune bel tahsüdunena siz bu cevabı verince bu geride kalan bedeviler, yani Allah Resulünün hacca gitme, umre için, Kâbe ziyareti için davetine tehlike gerekçesiyle kaçan, ama ganimet vaad eden bir savaşa koşmaya kalkan bu adamların feseyekulune bel tahsüdunena siz böyle cevap verince onlar diyecekler ki Hayır, siz aksine bizi hasetliyorsunuz, kıskanıyorsunuz diyecekler. bel kânu lâ yefkahune illâ kaliylâ Yoo..! bilakis onlar kıt anlayışlı kimselerdir.

Evet, değerli dostlar burada insanlıkla yaşıt iki tavır var. 1 – Arıların tavrı, 2 – Sineklerin tavrı. İnsanlıkla yaşıt bu iki tavır. Arılar ve sinekler, eğer teşbihte hata yoksa. Arıların tavrı üretenler, iş yapanlar, işe koşanlar, bedel ödeyenler. Kim onlar? Allah Resulü gördüğü rüya üzerine Kâbe yi ziyaret için olanca tehlikesine rağmen davet çıkardığında hiç tereddüt etmeden; Lebbeyk ya Resulallah deyip, sırtlarına ihramlarını geçirip, bellerine bir tek kılıç kuşanarak düşman bir çevrenin ortasında Resulallah’ın arkasında yürümek. Arkasına bakmamak. Hiçbir hesap yapmamak, küçük düşünmemek, Allah ve Resulü yeter demek. Bunlar arılar.

Bir de sinekler var. Onlar ne yapıyorlar? Tehlikeli olan davete gelmiyorlar. Risk almıyorlar, üretmiyorlar, bedel ödemiyorlar. Ama ucunda ganimet olan, ganimet vaad eden, ganimet getirmesi kesin olan Hayber gibi bir sefer olacak olursa ona gitmek için öne koşuyorlar. İlk sırada yazılmak istiyorlar. Yani aş bulunca öne düş, iş görünce sıvış sözünde olduğu gibi sineklik yapıyorlar. Ganimete koşuyorlar, fakat biate koşmuyorlar, itaate koşmuyorlar. Arılık yapmıyorlar, arılara karışmıyorlar. Arıların ürettiği bala konuyorlar. Yani üretimine katkıda bulunmadıkları balı paylaşmaya kalkıyorlar. Bu tarihin iki yatağı.

İşte burada da aslında insanoğlunun bu temel iki niteliği ortaya çıkıyor. Bir tarafta üretenler, öbür tarafta tüketenler. Bir tarafta bal yapanlar, öbür tarafta bal yapımına katkıda bulunmadığı halde başkalarının yaptığı bala sahip çıkanlar, ortak olanlar, tüketenler.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
162. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder