Sevgili Kur’an dostları
tefsirimize fetih suresinin 14. ayetinden itibaren, geçen derste kaldığımız 15.
ayetle başlıyoruz. Geçen ders işlediğimiz ayetlerde Hudeybiye anlaşmasının
gerçekleşmesiyle sonuçlanan İslam tarihinde ki o önemli sürecin ayrıntılarını
nakletmiştik. İşte Hudeybiye anlaşma sürecinin bağlamını oluşturan ve ama
sadece o çağla değil bütün çağlarla, bütün zamanlarla, bütün zeminlerle ve
bütün insanlarla ilgili temel bir takım anahtarlar veren ayetleri, pasajları
bugün de dersimizde işlemeye devam edeceğiz.
15-) Seyekulül muhallefune izentalaktüm ilâ
meğanime lite'huzûha zeruna nettebi'küm* yüriydune en yübeddilu kelamAllâh* kul
len tettebi'ûna kezâliküm kalAllâhu min kabl* feseyekulune bel tahsüdunena* bel
kânu lâ yefkahune illâ kaliylâ;
Bu geri
bırakılanlar, ganimetleri almak için gittiğinizde: "Bırakın biz de sizinle
gelelim" derler. Onlar, Allâh kelâmını (sözünü) değiştirmek istiyorlar! De ki: "Siz bize asla
uyamazsınız; daha önce Allâh böyle buyurdu (hükmetti)"... Bu kez şöyle derler: "Hayır, bizi
kıskanıyorsunuz"... Bilakis onlar, anlayışı kıt kimselerdir! (A.Hulusi)
15 - Yakında
diyecek ki o geri bırakılanlar - sizler bir takım ganimetlere koştuğunuz vakit
onları almak için - «bırakın bizi arkanızdan gelelim», Allahın kelâmını tebdil
etmek isteyecekler, de ki: siz bizim arkamızdan asla gelmeyeceksiniz,
hakkınızda bundan evvel Allah böyle buyurdu, ona da diyecekler ki: hayır bizi
kıskanıyorsunuz, hayır ince anlamazdırlar anlayışları az. (Elmalı)
Seyekulül muhallefune izentalaktüm ilâ meğanime
lite'huzûha zeruna nettebi'küm yakın gelecekte ilerde ki sîn ve
sevfe, tesrif edatları denir bunlara geleceği, biri yakın geleceği, diğer orta
ya da uzak geleceği ifade ederler. Yakın gelecekte ganimet vaad eden bir savaşa
çıktığınızda şimdi geride kalanlar; Bırakın bizi de arkanızdan gelelim
diyecekler.
Bedevilik bir bakış açısı. Bunu
söyleyenlerin yukarıda 11. ayette bedeviler olduğunu daha önce öğrenmiştik.
Bedevilik bir zihniyet meselesi. Yani kişinin nerede oturduğu ile alakalı
değil, nasıl düşündüğü ile alakalı. Bizde belki; “Köylülük” tabiriyle
karşılanan bir tabir bu. Köyde yaşamakla köylülük ayrı bir şey. İnsan şehirde
yaşar, fakat düşünme tarzı köylücedir. İnsan köyde yaşar, düşünme tarzı
şehirlicedir, yani medenidir. İşte bu çerçeve de bedevinin düşünme tarzını
buradan anlıyoruz.
Bu ayet aynı zaman da mucizevi
bir haber, gelecekten bir haber veren bir ayet. Birkaç ay sonra gerçekleşecek,
tam olarak 3 ay sonra gerçekleşecek, İslam tarihinin, nübüvvet tarihinin en
büyük zaferlerinden ve gün dönümlerinden biri olan Hayber’in fethine işaret
ediyor. Bu yönü ile bu ayet gelecekten ihbardır, mucizevi bir ihbar.
Vaktiyle Hayber’lilerin
Medine’den götürdükleri servetler Hayber zaferi ile geri Medine’ye gelmişti.
Çünkü Hayber’i Medine den ihanet ettikleri için sürülen Yahudi kabileleri
doldurmuştu. Beni Kaynuka, Beni Nadîr kabileleri peygamberimize anlaşmaya
ihanet ederek suikast düzenlemeye kalkmışlar, sözleşmeyi bozmuşlar, bunun
üzerine Medine’den sürülmüşlerdi. İlk gittikleri yer Hayber olmuştu. Çoğunluk
itibarıyla Hayber’e yerleştiler ve beraberlerinde servetlerini de götürdüler.
Yani bir bakıma Medine’nin servetini kaçırdılar. Çünkü bu serveti faizcilikleri
sayesinde elde etmişlerdi. Ama Hayber zaferiyle, ki kansız bir zaferdir bu,
Hemen hemen hiç kan dökülmeksizin Hayber Mü’minlerin eline geçti. Hatta Hayber
içerisinden yardımcı olan birilerinin vasıtasıyla Hayber İslam’a teslim oldu.
Bu teslim oluş öylesine bir
gönüllülük taşıyordu ki, Resulallah’ın vergi amiri Hayber’e varıp ta şehri
teslim eden anlaşma gereği tüm yıllık mahsulün yarısını galiplere, fatihlere
verme üzerine şehri teslim etmişlerdi. Bu anlaşma icabı yıllık mahsul
paylaştırmaya gelinince Resulallah’ın temsilcisi de demişti ki,
- İsterseniz ben ikiye ayırayım, siz istediğiniz yarıyı alın,
isterseniz siz ikiye ayırın ben istediğim yarıyı alayım.
Hayber’liler galiplerin,
fatihlerin bu hassasiyeti karşısında;
- Bi haza kametissemavati vel ard. Gökler ve yer işte bu
adalet sayesinde ayakta duruyor diye itiraf etmek zorunda kalmışlardı. İşte
Hayber’in fethini haber veren bir ayetle karşı karşıyayız.
yüriydune en yübeddilu kelamAllâh
Allah’ın sözünü böylece değiştirmeye kalkmışlardı, değiştirmek istemişlerdi,
isteyecekler.
Allah’ın sözünden kasıt ne
olabilir diye bir soru akla gelir. Savaş ahlakını yok eden ve ortaya gözünü
ganimet hırsı bürümüş, kural tanımaz savaşçılar çıkaran geleneksel ganimet
anlayışını değiştiren ayetlerdi Allah’ın sözü. Geleneksel ganimet anlayışı,
gerçekten de savaş anlayışını kökten yok ediyordu. Savaş adaletini kökten yok
ediyordu. Savaş ahlakını kökten yok ediyordu ve ortaya gözünü ganimet hırsı
bürümüş, kural tanımaz savaşçılar çıkarıyordu. Çünkü geleneksel ganimet
anlayışında kim eline neyi geçirirse o onundu. Hiç kimse karışamaz ve
ulaşamazdı. Onun içinde eline bir şey geçirmek için insanların savaşta
işlemeyecekleri kötülük yoktu. Yani tıpkı elbisesi için adam öldürmek, içinde
ki bir eşya için ev yakmak neyse, işte böyle bir büyük ahlaksızlık irtikap
edilirdi geleneksel ganimet anlayışında.
Elbise için elbisenin içinde ki
yok edilir mi? Yani bilezik için kol kesilir mi? Gerdanlık için gerdan kesilir
mi. Klasik ganimet anlayışı buydu ve bu anlayışın temelinde de kim eline
geçirmişse o onundur mantığı yatıyordu. İşte bu mantığı yere seren ayetler
geldi. Bu ayetlerde Enfal/1 ayeti;
Yes'eluneke
anil enfal* kulil enfalü Lillâhi verRasûl. (Enfal/1) ganimetler veya
fazlalıklar, veya ziyadeler kime ait diye sorarlar, ganimetlerden sorarlar. De
ki; Onlar Allah’a ait, Resulüne ait. Yani artık eline geçirenin değil, vuranın
değil. İşte bu ve buna açıklayan aynı Enfal/41. ayeti klasik ganimet anlayışını
yok etmişti ki, Allah’ın sözü ile kasıt bu olsa gerek.
Yine
İslam’da savaş ganimet için değil, Allah için yapılırdı. Yani savaşın mantığını
değiştirmişti vahiy. Savaşın gerekçesini değiştirmişti. Savaşın konseptini
değiştirmişti. Klasik zamanlarda savaş farklı sebeplerle icra edilirdi. Kutsal
bir amaca hizmet etmezdi. Dolayısıyla kutsalın içine karışmadığı bir savaşın da
herhangi bir sınırı yoktu. Herhangi bir hududu yoktu. Çünkü yasağı yoktu. Savaş
adeta her şeyin mübah olduğu bir zemin gibi anlaşılırdı. Adı üstünde savaş
varsa hiçbir yasak yok gibi anlaşılırdı. Ama kutsal işin içine girince, işini
içine ilkeler girince, işin içine sınırlar girince savaş ahlakı ortaya çıktı.
Çünkü vahiy savaşta da muhataplarına çizdiği sınırları, kırmızı
çizgileri geçmemelerini emrediyordu. Yani bir savaş ahlakı ancak savaşın bir
anlamı, savaşın bir kutsi, ulvi amacı olmasıyla mümkin olabildi.
Dolayısıyla Allah adına ilayi
kelimetullah için, İslam’la insan arasına gerilen engeli kaldırma uğruna
yapılan savaş mutlaka ahlaki bir savaş olmalıydı. Bunun ahlakını Kur’an çizdiği
kırmızı çizgilerle koymuştu.
kul len tettebi'ûna onlara de ki,
yani ganimet vaad eden bir savaşa girdiğinizde bırakında bizi arkanızdan
gelelim, katılalım size diyenlere de ki: Hayır. Bu kez asla bizimle
gelmeyeceksiniz. Bu kez diye çevirmemin gerekçesi bir sonraki ayet, 16.
ayettir, 16. ayetin zımninden anlıyoruz ki bu yasak sadece Hayber’le
sınırlıdır. Çünkü onlara daha sonra çok güçlü toplumlarla savaşılacağı ve
onlarda eğer bu sefer yaptıklarını yapmazlarsa Allah’ın kendilerine büyük
ödüller vereceği müjdeleniyor 16. ayette.
kezâliküm kalAllâhu min kabl bu
böyledir zira Allah ganimet hakkında daha önce konuşmuştu. Biraz önceki
cümlenin bir açılımı gibi adeta. Daha önce ganimet hakkında Allah’ın konuşması
Enfal/1 ve onu açıklayan 41. ayetlerine ve bunun gibi ayetlere atıf olsa gerek.
feseyekulune bel tahsüdunena siz bu
cevabı verince bu geride kalan bedeviler, yani Allah Resulünün hacca gitme,
umre için, Kâbe ziyareti için davetine tehlike gerekçesiyle kaçan, ama ganimet
vaad eden bir savaşa koşmaya kalkan bu adamların feseyekulune bel tahsüdunena siz
böyle cevap verince onlar diyecekler ki Hayır, siz aksine bizi hasetliyorsunuz,
kıskanıyorsunuz diyecekler. bel kânu lâ yefkahune illâ kaliylâ Yoo..! bilakis
onlar kıt anlayışlı kimselerdir.
Evet, değerli dostlar burada
insanlıkla yaşıt iki tavır var. 1 – Arıların tavrı, 2 – Sineklerin tavrı.
İnsanlıkla yaşıt bu iki tavır. Arılar ve sinekler, eğer teşbihte hata yoksa.
Arıların tavrı üretenler, iş yapanlar, işe koşanlar, bedel ödeyenler. Kim
onlar? Allah Resulü gördüğü rüya üzerine Kâbe yi ziyaret için olanca
tehlikesine rağmen davet çıkardığında hiç tereddüt etmeden; Lebbeyk ya
Resulallah deyip, sırtlarına ihramlarını geçirip, bellerine bir tek kılıç
kuşanarak düşman bir çevrenin ortasında Resulallah’ın arkasında yürümek.
Arkasına bakmamak. Hiçbir hesap yapmamak, küçük düşünmemek, Allah ve Resulü
yeter demek. Bunlar arılar.
Bir de sinekler var. Onlar ne
yapıyorlar? Tehlikeli olan davete gelmiyorlar. Risk almıyorlar, üretmiyorlar,
bedel ödemiyorlar. Ama ucunda ganimet olan, ganimet vaad eden, ganimet
getirmesi kesin olan Hayber gibi bir sefer olacak olursa ona gitmek için öne
koşuyorlar. İlk sırada yazılmak istiyorlar. Yani aş bulunca öne düş, iş görünce
sıvış sözünde olduğu gibi sineklik yapıyorlar. Ganimete koşuyorlar, fakat biate
koşmuyorlar, itaate koşmuyorlar. Arılık yapmıyorlar, arılara karışmıyorlar.
Arıların ürettiği bala konuyorlar. Yani üretimine katkıda bulunmadıkları balı
paylaşmaya kalkıyorlar. Bu tarihin iki yatağı.
İşte burada da aslında
insanoğlunun bu temel iki niteliği ortaya çıkıyor. Bir tarafta üretenler, öbür
tarafta tüketenler. Bir tarafta bal yapanlar, öbür tarafta bal yapımına katkıda
bulunmadığı halde başkalarının yaptığı bala sahip çıkanlar, ortak olanlar,
tüketenler.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
162. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder