28 Ağustos 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. FETİH (18 - 22) (162-C)



B sayfasından devam

18-) Lekad radıyAllâhu 'anilmu'miniyne iz yubayi'ûneke tahteşşecereti fe'alime ma fiy kulubihim feenzelessekiynete aleyhim ve esâbehüm fethan kariyba;

Andolsun ki Allâh, o ağacın altında sana biat ettiklerinde iman edenlerden razı oldu, onların kalplerinde olanı bildi de, üzerlerine sekine (huzur) inzâl etti ve kendilerine feth-i kariyb (yakîn açıklığı) verdi. (A.Hulusi)

18 - Hakikaten Allah o müminlerden râzı oldu, ağacın altında sana biy'at ederlerken, ki kalplerindekini bildi de üzerlerine o sekî neti indirdi ve kendilerine bir yakın fethi sevap verdi. (Elmalı)


Lekad radıyAllâhu 'anilmu'miniyne iz yubayi'ûneke tahteşşecereh doğrusu Allah o ağacın altında sana biat edenlerden razı olmuştur.

Bu ayetin arka planını surenin girişinde ki özette aktarmaya çalışmıştım kısaca hatırlayalım. Resulallah Hudeybiye’ye geldiğinde, ki Mekke’ye 20 Km. Mesafede, Cidde tarafına, Cidde Mekke arasında bir yere düşer. Demek ki Resulallah sahile doğru gittiler ve oradan aşağıya indiler. Yani, istikamet değiştirdiler. Bunu da Halid Bin Velid müfrezesinde, komutanlığında 200 kişililik bir atlı birliğin saldırmak için gelmesi üzerine Resulallah böyle sürprizlerle karşılaşmamak için ve Mekke’lilerle savaşmak için gelmediğini onlara göstermek için uzaklaşmış ve kafileyi aşağı kaydırmıştı, daha aşağı tarafa.

Dolayısıyla burada bir arka plan var. Hudeybiye’de Hz. Osman’ı Mekkelilere yolladı; Git onlara de ki; Bakın görüyorsunuz ben de ihramlıyım ve sadece bir kılıçla çıktık yola. Yani maksadımız savaşmak değil, maksadımız sizi yatağınızda vurmak değil. Maksadımız sadece ve sadece sizin şimdiye kadar haksızca engel olduğunuz hakkımızı almak, yani Allah’ın beytini ziyaret. Biz bunun için, ibadet için geldik. Savaş için gelmedik. De onlara diye göndermişti. Hz. Osman’ı göndermesinden maksat onun ailesinin Mekke’de güçlü olması ve onu koruyacakları düşüncesi idi.

Hz. Osman gelince dediler ki bu olmaz. Bu teklifini kabul edemeyiz. Sonra bize Araplar ne der. Ele güne karşı biz ne cevap veririz. Biz sanki baskı altında kalmış ta, korkmuş ta buna evet demişiz anlamı çıkar. İstiyorsan sen gel beyti tavaf et. Gel umreni yap. Dediler. Hz. Osman’ın cevabı kesin ve netti. Allah resulü Kâbe yi tavaf etmeden ben asla etmem.

Bunun üzerine, bunu bir meydan okuma olarak aldılar ve Hz. Osman’ı tutukladılar, salmadılar. Bu tutuklama Hudeybiye yakınlarında ki kafileye, Hz. Osman’ın öldürüldüğü yönünde bir haber olarak ulaştı. Bu haber gelince Resulallah ve beraberinde ki mü’minler sanki gök üzerlerine, yer yüzünün tavanı üzerlerine çökmüş gibi çok büyük bir ağırlık hissettiler ve Resulallah işte orada kanlarının son damlasına kadar Allah yolunda savaşacaklarına ve bağlı kalacaklarına dair biat aldı. Bu biat bu surede de adlandırıldığı gibi Bey’at-ur Rıdvan olarak adlandırıldı. Allah’ın razı olduğu biat.

Beyhaki, Şabi’den şöyle rivayet naklediyor. Vehb Bin Muhsan diye bir sahabe 1400 kişilik bir kafile içinde. Geldi ver elini ya Resulallah, sana bey’at edeceğim dedi. Ne üzerine bey’at edeceksin dedi Resulallah ona. Sahabenin cevabı gerçekten Allah Resulüne olan bağlılığının büyüklüğünü gösteriyordu. Kalbinde ne varsa onun üzerine Ya Resulallah. İçinde taşıdığın şey üzerine ya Resulallah ve sırasıyla bey’at ettiler.

Hz. Ömer zırhını kuşanmak için gitmişti ki Bey’at edildiğini duydu, geldiğinde Resulallah’ın eli yorulmuştu. Elini tuttu, önce bey’at etti sonra sonuna kadar elinin altına destek oldu ve bu bey’at Rıdvan ağacının altında gerçekleşti. Bu bey’at’ın yapıldığı yer bir ağaç altıydı o ağaca da Rıdvan ağacı ismini verdi sahabe.

Hatta ilginç bir anekdot var İbn Sa’d Tabakat’ında nakleder. Hz. Ömer’in kulağına hilafeti döneminde; sahabe oradan geçerken yolculuk sırasında yolu oraya uğrayanlar o ağacın altında 2 rekat namaz kılmayı adet edinmişlerdi. Teberrüken namaz kılıyorlardı. Yani bir tür ağaç mescit haline dönüşmüştü. Hz. Ömer bunu haber aldığında çok kızmış, yasaklamış, bunu yapanları azarlamış ve o ağacı kökünden söktürmüştü.  Hz. Ömer’in hassasiyetini de buradan anlıyoruz.

fe'alime ma fiy kulubihim üstelik O, onların kalbinden geçenleri çok iyi bilmekteydi. Allah onların kalbinden geçenleri iyi bilmekteydi. Yani biat ediyorlardı elbet, ama melek değillerdi onun içinde kalplerinden bin bir düşünce geçiyordu. Biat ettik ama ne olacak 1400 kişi, bir avuç insan. Kendi vatanlarından, karargahlarından çok uzakta. Yani yaklaşık 400 Km. uzaktalar. Evet, Medine’den 400 Km. uzaktalar ve nasıl olacak geri dönüp silahlanmaya kalksalar bu iş olmaz. Eğer bir baskın yeseler belki bine kadar kırılacaklar. Ama buna rağmen Resulallah’a biat ediyorlar. İşte bin bir türlü düşünce geçiyordu içlerinden Ama onlar vesveseye yenik düşmediler. Allah onların içinden geçen düşünceleri biliyordu diyor.

feenzelessekiynete aleyhim ve esâbehüm fethan kariyba işte bu yüzden onlara iç huzuru indirdik ve kendilerini yaklaşan bir fetihle ödüllendirdik. Evet, Onların elleri biat ediyordu ama bir çoğunun içi titriyordu tabii ki. İnsandılar, bir avuçtular. Eğer Mekkeliler üzerlerine yürüseler bir şey yapamayacak durumdaydılar. Fakat Allah onlara ordu indirir gibi içlerine bir huzur indirdi. Kur’an buna sekinet diyor. Sükûnet bıçağa da Arapçada sittiyn derler kesip ayırdığı için. İnsanla korkunun arasını kesip ayırdığı için sekinet denilmiştir. Endişe, korku bıçakla kesilmiş gibi yürekten kesilip atılmıştır inen sekinetle.

Fethan kariyba diye bitiyor ayet. Yakın fetih, yaklaşan fetih. Hayber demişler buna bazı müfessirler. Fakat bu fetih Mekke ile başlayıp 30 yıl içinde batı Avrupa büyüklüğünde bir coğrafyayı kucaklayacak kadar genişleyen İslam’ın gönül fethi olsa gerektir, yürek fethi olsa gerektir. Ki gerçekten de Resulallah Hudeybiye ile açılan süreci Allah’ın kendisine en büyük ikramı olarak görmüştü. Bu bir savaş değildi, bu bir barış anlaşmasıydı. Ama barış anlaşması üzerine inen surenin adı fetih suresi idi. Bu gerçekten ilginçti. Resulallah’a fetih nedir sorusunun cevabı ilahi vahşi ile veriliyordu. Fetih gönüllerin imana açılmasıdır deniliyordu zımnen ve Resulallah da bunu böyle anladı ve sahabeyi böyle eğitti.

Kendisi Ben Azuri’nin naklettiği bir haberde beldeler savaşla ele geçer, ama Medine feth olunmuştur diyordu. Medine’ye girerken Resulallah hiç kimsenin bir tek kılıcı kalkmadı oysaki. O zaman bir gönüllü olarak yüreklerin imana açılmasını Resulallah’ın fetih olarak anladığını görüyoruz.

Bunu sahabede de görüyoruz. Amr İbn ül As Filistini aldığında ordusuyla beraber Mısır’ı da İslam topraklarına katmak için Mısır’ın üzerine yürüdü ve aynı zamanda Medine’de ki halife Ömer’e bir mektup yazdı ve mektubunda izin istedi. Halife Amr’a yazdığı cevabi mektupta. Eğer bu mektubumu aldığında Mısır’a girmedin ise, hemen geri dön. Asla girme. Diye cevap vermişti. Amr yolda mektubu aldığı halde Hz. Ömer’in nasıl düşündüğünü çok iyi bildiği için açmadı. Mısır’ı aldı ondan sonra açtı. Yani artık aldık demeye getirdi.

Neydi derdi Hz. Ömer’in? Tek derdi vardı, eğer gönüller İslam’a açıldıktan sonra girerse İslam ordusu, Mısır İslamlaşır. Yok gönüller İslam’a açılmadan girerse İslam Mısırlılaşır. Derdi buydu. Yine aynı halife büyük komutan ‘Alâ-a El Hadrami’ye, Bayreyn’in komutanıydı, bir takım harami ve savaş kaçkınlarını kovalama bahanesi ile çağın iki süper gücünden biri olan İran üzerine sınırdan girdi ve bir kısmını girer girmez fethetti. Önüne hiçbir engel çıkmadı.

Hz. Ömer Ala-a El Hadrami’ye nasıl muamele yaptı sizce? Düşünebiliyor musunuz bir devletin komutanı eğer bir süper gücün topraklarının bir kısmını hiçbir bedelsiz, yani kan dökmeden eğer kendi devletine katmışsa bu ödüllendirilir değil mi? Bu madalyalık bir kahramanlıktır. O mareşal ilan edilir, rütbe verilir.

Peki Hz. Ömer sizce ne yaptı? Haberi ilk aldığında Ömer’in tepkisi şudur; Eyvah..! çok ilginç, yürek fethi işte bu. Eyvah..! Bir devlet başkanı topraklarına katılan yeni araziler için eyvah çeker mi? Ama Ömer eyvah diyordu. İşte Ömer’in kaygısı buydu. İnsanların yüreği topraklarından önce açılmalıydı. Ya da eğer bir fütuhat gerçekleşecekse önce o insanlara iman götürülmeliydi. O insanlarla İslam arasında ki engel kaldırılmalıydı. İşte bu anlayışı Resulallah böyle yerleştirmişti.


19-) Ve meğanime kesiyreten ye'huzûneha* ve kânAllâhu 'Aziyzen Hakiyma;

Onları, alacakları birçok ganimetlere de nail etti... Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

19 - Bir çok da ganîmetleri ki onları alacaklar ve Allah bir azîz, hakîm bulunuyor. (Elmalı)


Ve meğanime kesiyreten ye'huzûneha bir de elde edecekleri sayısız ganimetle ödüllendirecektir. Yukarıda ki ayete bir ilave bu aslında. Bir önceki ayetle de arasında lâm elif var zaten, yani durmaksızın geçebilirsiniz anlam devam ediyor anlamına Ve meğanime kesiyreten ye'huzûneha yani kendilerini yaklaşan bir fetihle ödüllendirir, bir de elde edecekleri sayısız ganimetle. Adeta yaklaşan fetih gerçek ödül, ganimetse teşbihte hata olmasın “Promosyon”. O yanında verilecek bir hediye adeta.

ve kânAllâhu 'Aziyzen Hakiyma ve zaten Allah sonsuz hikmet sahibi bir ulular ulusudur.


20-) Veadekümullâhu meğanime kesiyreten te'huzûneha fe'accele leküm hazihi ve keffe eydiyenNasi 'anküm* ve litekûne ayeten lilmu'miniyne ve yehdiyeküm sıratan müstekıyma;

Allâh, size elde edeceğiniz birçok ganimetler vadetmiştir... Bunu da size pek çabuk verdi ve insanların ellerini sizden vazgeçirdi ki, bu iman edenler için bir işaret olsun ve sizi sırat-ı müstakime hidâyet etsin. (A.Hulusi)

20 - Size Allah bir çok ganîmetler vaad buyurdu, onları alacaksınız, şimdilik bunu size pişîn verdi ve sizden o nâsın ellerini çekti ki mü'minlere bir âyet olsun ve sizi doğru bir caddeye çıkarsın. (Elmalı)


Veadekümullâhu meğanime kesiyreten te'huzûneha Alla size elde edeceğiniz daha bir çok ganimet vaad etti. fe'accele leküm hazihi ve keffe eydiyenNasi 'anküm Evet, nitekim O, size olan bu ikramını önceledi, öne aldı, ta’cil etti yani. Te’cil etmedi. Her zaman ikramını te’cil ederdi, ahirete bırakırdı, şimdi ise ta’cil etti, öne aldı. Adeta ahirette ki ikramını göstermek için onun küçük bir numunesini dünyada sundu. Ve insanların elini üzerinizden çekti.

Aslında Allah’ın adeti ahirette vermektir. Adetullah budur. Mü’min hak ettiğinin gerçek karşılığını ahirette alır. Çünkü İman Allah’a güvenmektir. İmanın Allah’a güvenmek olduğunun ifadesi de budur zaten. Mü’min ahirette almak üzere iman etmiştir karşılığını. Sözleşmenin karşılığı ahirettedir. Dünyada alıp almayacağına dair bir garantisi yoktur. Bu konuda herhangi bir pazarlığa da asla girişemez. Ama ahirette alacağına imanı kesindir. Allah’ın adeti de budur zaten. Fakat bu kez dünyaya taşıdı Allah ödülü. Yani ödülün bir kısmını dünyada verdi. Ama ahirettekini asla azaltmadan.

Burada el çekmeden söz ediliyor. Allah onların elini sizin üzerinizden çekti. Yani sizi onların elinden aldı. Halid Bin Velid’in Abbad bin Bişr ile karşılaşması var Hudeybiye sırasında. Halid Bin Velid 200 kişilik süvari birliği ile saldırmak için geldi. Resulallah ona karşı Abbad bin Bişr’i gönderdi. Gönderdi ama ne gönderiş, sırtlarında ihramlar, ellerinde sadece bir kılıç. Ne miğfer var, ne zırh var, ne kargı var, ne kama var, ne ok var, ne var, ne var,.. vs. hiçbir şey yok, hiçbir şey. Ayakları yalın başları açık ellerinde yalın bir kılıç sırtlarında elbise bile yok, ihram. Böyle bir savaş dengesi olabilir mi.

Peki ne oldu, nasıl el çektirdi Allah? Halid gerçekten belki saldırsa maddi ve fiziki olarak dayanamayacak gibi gözüken bu gruba saldıramadı. Nedendir bilinmez, etrafında döndü, döndü, döndü, ne düşündüğünü bilmiyoruz, ama Allah el çektirdi. Allah’ın orada yardımını görüyoruz. Ve 200 silahlı, tam donanımlı zırhlı ve atlı süvari müfrezesiyle çekti gitti. İşte Allah’ın el çektirmesi. Gözüne ne gösterdi onu bilmiyoruz. Ama biz biliyoruz ki el çektiren Allah’tır.  Birilerinin kalbine sekinet, sükûnet indiriyorsa, birilerinin kalbine de korkuyu indiren Allah’tır. Adeta Mü’minlerin kalbinden aldığı korkuyu kafirlerin kalbine indiriyor. Böylece yardım ediyor, hem de çift boyutlu yardım ediyordu onu görüyoruz burada.

ve litekûne ayeten lilmu'miniyne ve yehdiyeküm sıratan müstekıyma ki hem mü’minler için bir belge olsun, hem de sizi dosdoğru bir yola yöneltmiş olsun.


21-) Ve uhra lem takdiru aleyha kad ehatAllâhu Biha ve kânAllâhu alâ külli şey'in Kadiyra;

Henüz onlara gücünüzün yetmediği daha başka şeyler de vadetti ki, onları Allâh (içten ve dıştan) ihâta etmiştir. (Zaten) Allâh her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)

21 - Bir diğerini daha ki ona henüz eliniz irmedi, fakat Allah onu ihata buyurmuştur, daha da Allah her şeye kadir bulunuyor. (Elmalı)


Ve uhra lem takdiru aleyha kad ehatAllâhu Biha ama bir ikramı daha var ki Allah’ın, bir diğer ikramı, onu sizin havsalanız almasa da Allah onu sonsuz ilmiyle kuşatmıştır.

Bu ikramı ilerde ki elde edilecek ganimetler, Hayber ganimetleri ve diğerlerine yoranlar olmuş. Fakat ben ayetin iç örgüsünden ve kelime yapısından, söz diziminden bunun dünyada ki bir nimetten bahsetmediğini düşünüyorum. Bambaşka bir şeyden bahsediliyor ayete. Hatta benim aklıma Secde/17. ayetini getiriyor. Öyle ki Allah’ın daha başka bir ikramı var ki onu sizin havsalanız almaz ama Allah’ın ilmi onu kuşatmıştır diyor. İnsanın havsalasının almadığı bir nimet dünya değil ahiret nimetidir. Ve secde/17 nin tam yeridir;

Fela ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a'yün (Secde/17) Cennette mü’mini hangi göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini kimse tahayyül ve tasavvur dahi edemez. İşte bu. Yani insan bilgisi cennette kendisini bekleyen nimetleri kuşatamaz.Yani tahayyül dahi edemez, bilemez, asla bilinemez. Bana bu ayeti hatırlatıyor Fetih suresinin 21. ayeti.

ve kânAllâhu alâ külli şey'in Kadiyra ve zaten Allah’ın kudreti her şeyi yapmaya yeter. Yani insana aklının, tasavvurunun almayacağı böylesine muhteşem nimetler hazırlamaya Allah’ın gücü yeter.


22-) Ve lev katelekümülleziyne keferu levellevül edbare sümme lâ yecidune Veliyyen ve lâ Nasıyra;

Eğer hakikat bilgisini inkâr edenler sizinle savaşsalardı, elbette arkalarını dönüp kaçacaklardı. Sonra da hiçbir velî (koruyucu) ve yardımcı bulamazlardı. (A.Hulusi)

22 - Eğer o küfredenler sizinle çarpışa idiler mutlak arkalarını döneceklerdi, sonra da ne bir veli bulabileceklerdi ne de bir nasîr. (Elmalı)


Ve lev katelekümülleziyne keferu levellevül edbare sümme lâ yecidune Veliyyen ve lâ Nasıyra eğer küfürde ısrar edenler size karşı savaşırlar, mücadele ederlerse arkalarını dönüp kaçacaklar, ardından da ne samimi bir dost, ne de sağlam bir destekçi bulabilecekler.

Yine Halid Bin Velid’in 200 kişilik süvari birliği ile savaşın eşiğinden dönülmesine bir atıf gibi geliyor, biraz önce ayrıntılarını naklettiğim olaya bir atıf. Resulallah bu anda savaş namazı, salât-ul havf, (Korku namazı) yani mevcut namazı birer rekata indirmişti. Salât-ul havf, Kur’an da tarif edildiği gibi. Bu savaş namazıydı. Bu kadar var olma, yok olma anıydı o an. Ölüm kalım anlarından da namaz salât-ul havf olarak kılınır. Yani bir rekata iner. Bir müfreze tek rekat kılar ve onlar giderler, geride kalanlar gelirler, onlar da diğerini devam ederler. Yani adeta savaş, farzın farzı, efraz haline gelmiştir. İşte böylesi bir durumdu ama Allah onların elini mü’minlerden çekti, mü’minleri onların elinden çekip aldı tabir caizse başka bir ifade ile.

Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
162. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder