B sayfasından devam
18-) Lekad radıyAllâhu 'anilmu'miniyne iz
yubayi'ûneke tahteşşecereti fe'alime ma fiy kulubihim feenzelessekiynete
aleyhim ve esâbehüm fethan kariyba;
Andolsun
ki Allâh, o ağacın altında sana biat ettiklerinde iman edenlerden razı oldu,
onların kalplerinde olanı bildi de, üzerlerine sekine (huzur) inzâl etti ve
kendilerine feth-i kariyb (yakîn açıklığı) verdi. (A.Hulusi)
18 - Hakikaten
Allah o müminlerden râzı oldu, ağacın altında sana biy'at ederlerken, ki
kalplerindekini bildi de üzerlerine o sekî neti indirdi ve kendilerine bir
yakın fethi sevap verdi. (Elmalı)
Lekad radıyAllâhu 'anilmu'miniyne iz
yubayi'ûneke tahteşşecereh doğrusu Allah o ağacın altında sana biat
edenlerden razı olmuştur.
Bu ayetin arka planını surenin
girişinde ki özette aktarmaya çalışmıştım kısaca hatırlayalım. Resulallah
Hudeybiye’ye geldiğinde, ki Mekke’ye 20 Km. Mesafede, Cidde tarafına, Cidde
Mekke arasında bir yere düşer. Demek ki Resulallah sahile doğru gittiler ve
oradan aşağıya indiler. Yani, istikamet değiştirdiler. Bunu da Halid Bin Velid
müfrezesinde, komutanlığında 200 kişililik bir atlı birliğin saldırmak için
gelmesi üzerine Resulallah böyle sürprizlerle karşılaşmamak için ve
Mekke’lilerle savaşmak için gelmediğini onlara göstermek için uzaklaşmış ve
kafileyi aşağı kaydırmıştı, daha aşağı tarafa.
Dolayısıyla burada bir arka plan
var. Hudeybiye’de Hz. Osman’ı Mekkelilere yolladı; Git onlara de ki; Bakın
görüyorsunuz ben de ihramlıyım ve sadece bir kılıçla çıktık yola. Yani
maksadımız savaşmak değil, maksadımız sizi yatağınızda vurmak değil. Maksadımız
sadece ve sadece sizin şimdiye kadar haksızca engel olduğunuz hakkımızı almak,
yani Allah’ın beytini ziyaret. Biz bunun için, ibadet için geldik. Savaş için
gelmedik. De onlara diye göndermişti. Hz. Osman’ı göndermesinden maksat onun
ailesinin Mekke’de güçlü olması ve onu koruyacakları düşüncesi idi.
Hz. Osman gelince dediler ki bu
olmaz. Bu teklifini kabul edemeyiz. Sonra bize Araplar ne der. Ele güne karşı
biz ne cevap veririz. Biz sanki baskı altında kalmış ta, korkmuş ta buna evet
demişiz anlamı çıkar. İstiyorsan sen gel beyti tavaf et. Gel umreni yap.
Dediler. Hz. Osman’ın cevabı kesin ve netti. Allah resulü Kâbe yi tavaf etmeden
ben asla etmem.
Bunun üzerine, bunu bir meydan
okuma olarak aldılar ve Hz. Osman’ı tutukladılar, salmadılar. Bu tutuklama
Hudeybiye yakınlarında ki kafileye, Hz. Osman’ın öldürüldüğü yönünde bir haber
olarak ulaştı. Bu haber gelince Resulallah ve beraberinde ki mü’minler sanki
gök üzerlerine, yer yüzünün tavanı üzerlerine çökmüş gibi çok büyük bir ağırlık
hissettiler ve Resulallah işte orada kanlarının son damlasına kadar Allah
yolunda savaşacaklarına ve bağlı kalacaklarına dair biat aldı. Bu biat bu
surede de adlandırıldığı gibi Bey’at-ur Rıdvan olarak adlandırıldı. Allah’ın
razı olduğu biat.
Beyhaki, Şabi’den şöyle rivayet
naklediyor. Vehb Bin Muhsan diye bir sahabe 1400 kişilik bir kafile içinde.
Geldi ver elini ya Resulallah, sana bey’at edeceğim dedi. Ne üzerine bey’at
edeceksin dedi Resulallah ona. Sahabenin cevabı gerçekten Allah Resulüne olan
bağlılığının büyüklüğünü gösteriyordu. Kalbinde ne varsa onun üzerine Ya
Resulallah. İçinde taşıdığın şey üzerine ya Resulallah ve sırasıyla bey’at ettiler.
Hz. Ömer zırhını kuşanmak için
gitmişti ki Bey’at edildiğini duydu, geldiğinde Resulallah’ın eli yorulmuştu.
Elini tuttu, önce bey’at etti sonra sonuna kadar elinin altına destek oldu ve
bu bey’at Rıdvan ağacının altında gerçekleşti. Bu bey’at’ın yapıldığı yer bir
ağaç altıydı o ağaca da Rıdvan ağacı ismini verdi sahabe.
Hatta ilginç bir anekdot var İbn
Sa’d Tabakat’ında nakleder. Hz. Ömer’in kulağına hilafeti döneminde; sahabe
oradan geçerken yolculuk sırasında yolu oraya uğrayanlar o ağacın altında 2
rekat namaz kılmayı adet edinmişlerdi. Teberrüken namaz kılıyorlardı. Yani bir
tür ağaç mescit haline dönüşmüştü. Hz. Ömer bunu haber aldığında çok kızmış,
yasaklamış, bunu yapanları azarlamış ve o ağacı kökünden söktürmüştü. Hz. Ömer’in hassasiyetini de buradan
anlıyoruz.
fe'alime ma fiy kulubihim üstelik O,
onların kalbinden geçenleri çok iyi bilmekteydi. Allah onların kalbinden
geçenleri iyi bilmekteydi. Yani biat ediyorlardı elbet, ama melek değillerdi
onun içinde kalplerinden bin bir düşünce geçiyordu. Biat ettik ama ne olacak
1400 kişi, bir avuç insan. Kendi vatanlarından, karargahlarından çok uzakta.
Yani yaklaşık 400 Km. uzaktalar. Evet, Medine’den 400 Km. uzaktalar ve nasıl
olacak geri dönüp silahlanmaya kalksalar bu iş olmaz. Eğer bir baskın yeseler
belki bine kadar kırılacaklar. Ama buna rağmen Resulallah’a biat ediyorlar. İşte
bin bir türlü düşünce geçiyordu içlerinden Ama onlar vesveseye yenik
düşmediler. Allah onların içinden geçen düşünceleri biliyordu diyor.
feenzelessekiynete aleyhim ve esâbehüm fethan
kariyba işte bu yüzden onlara iç huzuru indirdik ve kendilerini
yaklaşan bir fetihle ödüllendirdik. Evet, Onların elleri biat ediyordu ama bir
çoğunun içi titriyordu tabii ki. İnsandılar, bir avuçtular. Eğer Mekkeliler
üzerlerine yürüseler bir şey yapamayacak durumdaydılar. Fakat Allah onlara ordu
indirir gibi içlerine bir huzur indirdi. Kur’an buna sekinet diyor. Sükûnet bıçağa
da Arapçada sittiyn derler kesip ayırdığı için. İnsanla korkunun arasını kesip
ayırdığı için sekinet denilmiştir. Endişe, korku bıçakla kesilmiş gibi yürekten
kesilip atılmıştır inen sekinetle.
Fethan kariyba diye bitiyor ayet.
Yakın fetih, yaklaşan fetih. Hayber demişler buna bazı müfessirler. Fakat bu
fetih Mekke ile başlayıp 30 yıl içinde batı Avrupa büyüklüğünde bir coğrafyayı
kucaklayacak kadar genişleyen İslam’ın gönül fethi olsa gerektir, yürek fethi
olsa gerektir. Ki gerçekten de Resulallah Hudeybiye ile açılan süreci Allah’ın
kendisine en büyük ikramı olarak görmüştü. Bu bir savaş değildi, bu bir barış anlaşmasıydı.
Ama barış anlaşması üzerine inen surenin adı fetih suresi idi. Bu gerçekten
ilginçti. Resulallah’a fetih nedir sorusunun cevabı ilahi vahşi ile
veriliyordu. Fetih gönüllerin imana açılmasıdır deniliyordu zımnen ve
Resulallah da bunu böyle anladı ve sahabeyi böyle eğitti.
Kendisi Ben Azuri’nin naklettiği
bir haberde beldeler savaşla ele geçer, ama Medine feth olunmuştur diyordu.
Medine’ye girerken Resulallah hiç kimsenin bir tek kılıcı kalkmadı oysaki. O
zaman bir gönüllü olarak yüreklerin imana açılmasını Resulallah’ın fetih olarak
anladığını görüyoruz.
Bunu sahabede de görüyoruz. Amr
İbn ül As Filistini aldığında ordusuyla beraber Mısır’ı da İslam topraklarına
katmak için Mısır’ın üzerine yürüdü ve aynı zamanda Medine’de ki halife Ömer’e
bir mektup yazdı ve mektubunda izin istedi. Halife Amr’a yazdığı cevabi
mektupta. Eğer bu mektubumu aldığında Mısır’a girmedin ise, hemen geri dön.
Asla girme. Diye cevap vermişti. Amr yolda mektubu aldığı halde Hz. Ömer’in
nasıl düşündüğünü çok iyi bildiği için açmadı. Mısır’ı aldı ondan sonra açtı.
Yani artık aldık demeye getirdi.
Neydi derdi Hz. Ömer’in? Tek
derdi vardı, eğer gönüller İslam’a açıldıktan sonra girerse İslam ordusu, Mısır
İslamlaşır. Yok gönüller İslam’a açılmadan girerse İslam Mısırlılaşır. Derdi
buydu. Yine aynı halife büyük komutan ‘Alâ-a El Hadrami’ye, Bayreyn’in
komutanıydı, bir takım harami ve savaş kaçkınlarını kovalama bahanesi ile çağın
iki süper gücünden biri olan İran üzerine sınırdan girdi ve bir kısmını girer
girmez fethetti. Önüne hiçbir engel çıkmadı.
Hz. Ömer Ala-a El Hadrami’ye
nasıl muamele yaptı sizce? Düşünebiliyor musunuz bir devletin komutanı eğer bir
süper gücün topraklarının bir kısmını hiçbir bedelsiz, yani kan dökmeden eğer
kendi devletine katmışsa bu ödüllendirilir değil mi? Bu madalyalık bir
kahramanlıktır. O mareşal ilan edilir, rütbe verilir.
Peki Hz. Ömer sizce ne yaptı?
Haberi ilk aldığında Ömer’in tepkisi şudur; Eyvah..! çok ilginç, yürek fethi
işte bu. Eyvah..! Bir devlet başkanı topraklarına katılan yeni araziler için
eyvah çeker mi? Ama Ömer eyvah diyordu. İşte Ömer’in kaygısı buydu. İnsanların
yüreği topraklarından önce açılmalıydı. Ya da eğer bir fütuhat gerçekleşecekse
önce o insanlara iman götürülmeliydi. O insanlarla İslam arasında ki engel
kaldırılmalıydı. İşte bu anlayışı Resulallah böyle yerleştirmişti.
19-) Ve meğanime kesiyreten ye'huzûneha* ve
kânAllâhu 'Aziyzen Hakiyma;
Onları,
alacakları birçok ganimetlere de nail etti... Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir.
(A.Hulusi)
19 - Bir
çok da ganîmetleri ki onları alacaklar ve Allah bir azîz, hakîm bulunuyor. (Elmalı)
Ve meğanime kesiyreten ye'huzûneha bir
de elde edecekleri sayısız ganimetle ödüllendirecektir. Yukarıda ki ayete bir
ilave bu aslında. Bir önceki ayetle de arasında lâm elif var zaten, yani
durmaksızın geçebilirsiniz anlam devam ediyor anlamına Ve meğanime kesiyreten ye'huzûneha
yani kendilerini yaklaşan bir fetihle ödüllendirir, bir de elde edecekleri
sayısız ganimetle. Adeta yaklaşan fetih gerçek ödül, ganimetse teşbihte hata
olmasın “Promosyon”. O yanında verilecek bir hediye adeta.
ve kânAllâhu 'Aziyzen Hakiyma ve
zaten Allah sonsuz hikmet sahibi bir ulular ulusudur.
20-) Veadekümullâhu meğanime kesiyreten
te'huzûneha fe'accele leküm hazihi ve keffe eydiyenNasi 'anküm* ve litekûne
ayeten lilmu'miniyne ve yehdiyeküm sıratan müstekıyma;
Allâh,
size elde edeceğiniz birçok ganimetler vadetmiştir... Bunu da size pek çabuk
verdi ve insanların ellerini sizden vazgeçirdi ki, bu iman edenler için bir
işaret olsun ve sizi sırat-ı müstakime hidâyet etsin. (A.Hulusi)
20 - Size
Allah bir çok ganîmetler vaad buyurdu, onları alacaksınız, şimdilik bunu size
pişîn verdi ve sizden o nâsın ellerini çekti ki mü'minlere bir âyet olsun ve
sizi doğru bir caddeye çıkarsın. (Elmalı)
Veadekümullâhu meğanime kesiyreten te'huzûneha
Alla size elde edeceğiniz daha bir çok ganimet vaad etti. fe'accele leküm hazihi ve keffe eydiyenNasi
'anküm Evet, nitekim O, size olan bu ikramını önceledi, öne aldı,
ta’cil etti yani. Te’cil etmedi. Her zaman ikramını te’cil ederdi, ahirete
bırakırdı, şimdi ise ta’cil etti, öne aldı. Adeta ahirette ki ikramını
göstermek için onun küçük bir numunesini dünyada sundu. Ve insanların elini
üzerinizden çekti.
Aslında Allah’ın adeti ahirette
vermektir. Adetullah budur. Mü’min hak ettiğinin gerçek karşılığını ahirette
alır. Çünkü İman Allah’a güvenmektir. İmanın Allah’a güvenmek olduğunun ifadesi
de budur zaten. Mü’min ahirette almak üzere iman etmiştir karşılığını.
Sözleşmenin karşılığı ahirettedir. Dünyada alıp almayacağına dair bir garantisi
yoktur. Bu konuda herhangi bir pazarlığa da asla girişemez. Ama ahirette
alacağına imanı kesindir. Allah’ın adeti de budur zaten. Fakat bu kez dünyaya
taşıdı Allah ödülü. Yani ödülün bir kısmını dünyada verdi. Ama ahirettekini
asla azaltmadan.
Burada el çekmeden söz ediliyor.
Allah onların elini sizin üzerinizden çekti. Yani sizi onların elinden aldı.
Halid Bin Velid’in Abbad bin Bişr ile karşılaşması var Hudeybiye sırasında.
Halid Bin Velid 200 kişilik süvari birliği ile saldırmak için geldi. Resulallah
ona karşı Abbad bin Bişr’i gönderdi. Gönderdi ama ne gönderiş, sırtlarında
ihramlar, ellerinde sadece bir kılıç. Ne miğfer var, ne zırh var, ne kargı var,
ne kama var, ne ok var, ne var, ne var,.. vs. hiçbir şey yok, hiçbir şey.
Ayakları yalın başları açık ellerinde yalın bir kılıç sırtlarında elbise bile
yok, ihram. Böyle bir savaş dengesi olabilir mi.
Peki ne oldu, nasıl el çektirdi
Allah? Halid gerçekten belki saldırsa maddi ve fiziki olarak dayanamayacak gibi
gözüken bu gruba saldıramadı. Nedendir bilinmez, etrafında döndü, döndü, döndü,
ne düşündüğünü bilmiyoruz, ama Allah el çektirdi. Allah’ın orada yardımını
görüyoruz. Ve 200 silahlı, tam donanımlı zırhlı ve atlı süvari müfrezesiyle
çekti gitti. İşte Allah’ın el çektirmesi. Gözüne ne gösterdi onu bilmiyoruz.
Ama biz biliyoruz ki el çektiren Allah’tır.
Birilerinin kalbine sekinet, sükûnet indiriyorsa, birilerinin kalbine de
korkuyu indiren Allah’tır. Adeta Mü’minlerin kalbinden aldığı korkuyu
kafirlerin kalbine indiriyor. Böylece yardım ediyor, hem de çift boyutlu yardım
ediyordu onu görüyoruz burada.
ve litekûne ayeten lilmu'miniyne ve yehdiyeküm
sıratan müstekıyma ki hem mü’minler için bir belge olsun, hem de
sizi dosdoğru bir yola yöneltmiş olsun.
21-) Ve uhra lem takdiru aleyha kad ehatAllâhu
Biha ve kânAllâhu alâ külli şey'in Kadiyra;
Henüz
onlara gücünüzün yetmediği daha başka şeyler de vadetti ki, onları Allâh (içten ve dıştan) ihâta
etmiştir. (Zaten)
Allâh her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)
21 - Bir
diğerini daha ki ona henüz eliniz irmedi, fakat Allah onu ihata buyurmuştur,
daha da Allah her şeye kadir bulunuyor. (Elmalı)
Ve uhra lem takdiru aleyha kad ehatAllâhu Biha
ama bir ikramı daha var ki Allah’ın, bir diğer ikramı, onu sizin havsalanız almasa
da Allah onu sonsuz ilmiyle kuşatmıştır.
Bu ikramı ilerde ki elde edilecek
ganimetler, Hayber ganimetleri ve diğerlerine yoranlar olmuş. Fakat ben ayetin
iç örgüsünden ve kelime yapısından, söz diziminden bunun dünyada ki bir
nimetten bahsetmediğini düşünüyorum. Bambaşka bir şeyden bahsediliyor ayete.
Hatta benim aklıma Secde/17. ayetini getiriyor. Öyle ki Allah’ın daha başka bir
ikramı var ki onu sizin havsalanız almaz ama Allah’ın ilmi onu kuşatmıştır
diyor. İnsanın havsalasının almadığı bir nimet dünya değil ahiret nimetidir. Ve
secde/17 nin tam yeridir;
Fela ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min
kurreti a'yün (Secde/17) Cennette mü’mini hangi göz kamaştırıcı
sürprizlerin beklediğini kimse tahayyül ve tasavvur dahi edemez. İşte bu. Yani
insan bilgisi cennette kendisini bekleyen nimetleri kuşatamaz.Yani tahayyül
dahi edemez, bilemez, asla bilinemez. Bana bu ayeti hatırlatıyor Fetih
suresinin 21. ayeti.
ve kânAllâhu alâ külli şey'in Kadiyra
ve zaten Allah’ın kudreti her şeyi yapmaya yeter. Yani insana aklının,
tasavvurunun almayacağı böylesine muhteşem nimetler hazırlamaya Allah’ın gücü
yeter.
22-) Ve lev katelekümülleziyne keferu
levellevül edbare sümme lâ yecidune Veliyyen ve lâ Nasıyra;
Eğer
hakikat bilgisini inkâr edenler sizinle savaşsalardı, elbette arkalarını dönüp
kaçacaklardı. Sonra da hiçbir velî (koruyucu) ve yardımcı bulamazlardı. (A.Hulusi)
22 - Eğer
o küfredenler sizinle çarpışa idiler mutlak arkalarını döneceklerdi, sonra da
ne bir veli bulabileceklerdi ne de bir nasîr. (Elmalı)
Ve lev katelekümülleziyne keferu levellevül
edbare sümme lâ yecidune Veliyyen ve lâ Nasıyra eğer küfürde ısrar
edenler size karşı savaşırlar, mücadele ederlerse arkalarını dönüp kaçacaklar,
ardından da ne samimi bir dost, ne de sağlam bir destekçi bulabilecekler.
Yine Halid Bin Velid’in 200
kişilik süvari birliği ile savaşın eşiğinden dönülmesine bir atıf gibi geliyor,
biraz önce ayrıntılarını naklettiğim olaya bir atıf. Resulallah bu anda savaş
namazı, salât-ul havf, (Korku namazı) yani mevcut namazı birer rekata
indirmişti. Salât-ul havf, Kur’an da tarif edildiği gibi. Bu savaş namazıydı.
Bu kadar var olma, yok olma anıydı o an. Ölüm kalım anlarından da namaz
salât-ul havf olarak kılınır. Yani bir rekata iner. Bir müfreze tek rekat kılar
ve onlar giderler, geride kalanlar gelirler, onlar da diğerini devam ederler.
Yani adeta savaş, farzın farzı, efraz haline gelmiştir. İşte böylesi bir
durumdu ama Allah onların elini mü’minlerden çekti, mü’minleri onların elinden
çekip aldı tabir caizse başka bir ifade ile.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
162. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder