20 Ağustos 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. FETİH (GİRİŞ) (161-B)

A sayfasından devam

Mekke, kendi geleneğini çiğnemişti. Kendi geleneğini çiğnediğinin en kötü örneğini vererek Halit komutasında 200 kişilik bir suvari birliğini mü’minlerin güzergahına doğru sürmüştü. Süvari birliğiyle karşılaşmamak için Resulallah kafileyi hızlı bir intikalle geliş istikametinin tam ters tarafına, yani güneye doğru sürdü. Mekke’yi denize paralel olarak aştı, Mekke ile Cidde arasında Hudeybiye denilen yere kadar ulaştı. Ki Cidde; Mekke yolu üzerinde, Mekke’ye 20 km. mesafede bir yerdir ve bugün orada, tamda antlaşmanın yapıldığı yerde metruk ve yarı yıkılmış bir halde orijinal bir mescit bulunmaktadır.

Mekke’nin tacizi bununla kalmadı. Haram aya rağmen kendi geleneklerine göre o ayda çarpışmak, savaşmak, savaş açmak yasak olmasına rağmen önce 40 kişilik bir taciz gücü gönderdi silahsız Müslümanların üzerine. Bu 40 kişilik Mekke kuvveti Müslümanlara baskın vermek için, bir gece baskını, ani bir baskınla onlara saldırmak için fırsat kollarken, baskına uğradılar, Müslümanların uyanıklığı sayesinde kıskıvrak yakalanıp bire kadar yakalanıp Resulallah’a getirildiler.

Resulallah onların kılına dahi dokunmadı, teslim aldığı gibi Mekke’lilere teslim etti. Bununla; Biz buraya savaşmaya gelmedik, biz buraya ibadet için geldik. Biz buraya Allah’ın beytini ziyarete geldik. Biz buraya sadece ve sadece özlem gidermeye geldik mesajını veriyordu. Fakat bu mesajı almak istemeyen Mekkeliler şanslarını bir daha denediler. Bu sefer öncekinin iki katı bir baskın grubu hazırlayarak 80 kişilik bire birlikle yine bir gece vakti haince bir pusu kurmak için Müslümanların üzerine müfreze yolladılar. Ama 1. kafilenin başına gelen onların da başına geldi. Yine Müminler onları da kıskıvrak yakaladılar. Ava giden avlanmıştı. Resulallah’a getirdiler. Resulallah 1. kafileye yaptığı muameleyi onlara da yaptı, gerisin geri Mekke’ye, hiç birine herhangi bir ceza vermeden geri iade etti. 

Bunun üzerine artık Mekkeliler bu yöntemlerle hiçbir sonuç alamayacaklarına inandılar. Resulallah ve Mü’minlerin amaçlarının savaş olmadığını onlar da biliyorlardı. Fakat fırsattan istifade Resulallah’tan ve tabii ki onun getirdiği insanlığın değişmez değerlerinden, bu fırsattan istifade kurtulmak istemişlerdi. Ama bir şeyi hesap etmiyorlardı. Allah destekliyor. Allah’ı ve O’nun desteğini hesap etmemişlerdi. Onun içinde her seferinde mahcup olmuşlardı.

En sonunda Mekke müşrikleri Resulallah’ın talebi üzerine kendilerine bir heyet yollamak için toplandılar. Süheyl Bin Amr başkanlığında 3 kişilik bir heyet yolladılar. Ki Süheyl Bin Amr daha önceden müşrikler döneminde, şirk zamanlarında, cahiliye döneminde Mekke kabileleri Halif ve mutayyibun diye ikiye ayrılarak iki ittifak grubu oluşturduklarında Resulallah’ın kabilesinin içinde bulunduğu ittifak grubunda yer alan kabileye mensuptu. Süheyl Bin Amr’ı bunun için seçmiştiler.

Süheyl başkanı olduğu heyetle birlikte Hudeybiye’de ki Müslüman kafilesine ulaştı. Orada bir anlaşma yaptılar. Resulallah ile birlikte. Bu anlaşma 4 maddeden oluşuyordu.

1 – 10 yıl Mü’minlerle Mekke müşrikleri arasında savaş olmayacak.

2 – Mü’minlerden eğer Mekke tarafına geçen biri olursa o iade edilmeyecek, Mekke’den mü’minler tarafına geçen biri olursa o Mekke’ye geri iade edilecekti. Hudeybiye barış anlaşmasının en riskli, görünürde en aleyhte gibi görünen maddesi buydu.

3 -  Arap kabilelerinden isteyen istediği tarafla ittifak kurabilecekti.

4 – Bu yıl umre yapılmayacak, ziyaret yapılmayacak, kafile geri dönecek bir sonraki yıl kaza edilecek. Mekkeliler Mekkeyi 3 gün terk edecekler. Müminler rahatlıkla ibadetlerini yapacaklar ve Mekke’yi terk edecekler. Anlaşmanın maddeleri bunlardan ibaretti.

Anlaşma yazılmaya başlandığında Rahman krizi yaşandı. BismillahirRahmanirRahıym yazmıştı Hz. Ali Resulallah’ın talimatı üzerine. Yaz ya Ali, Uktu ya Ali BismillahirRahmanirRahıym yaz. Hz. Ali yazmıştı fakat Süheyl Bin Amr daha besmele de itiraz etti. Rahman da neymiş dedi “Mâli hazel rahman, rahmanda neymiş, biz bunu bilmiyoruz, kabul etmiyoruz. Bismik Allahümme yaz dedi ve böyle yazıldı. Süheyl Bin Amar kriz çıkarmaya devam etti.

Allah’ın Resulü Muhammed ile Mekke’lilerin elçisi Süheyl Bin Amr arasında diye devam edecekti ki anlaşma, Süheyl Bin Amr; Biz senin Allah’ın resulü olduğuna iman etsek neden böyle yapalım. Dolayısıyla kabul etmiyoruz. İşte anlaşmayı yazan Hz. Ali artık orada durmuştu. Ben bunu silemem diyordu. Yani tamam BismillahirRahmanirRahıym yerine Bismik Allahümme yazabiliriz. Çünkü nihayetinde içeriği benzer. Ama ben Allah Resulünün adını silemem. Onun Resulallah olduğunu beyan eden bir ifadeyi silemem.

Ve o kriz de aşıldı bir biçimde Resulallah’ın müdahelesiyle ve en sonunda anlaşma maddeleri tam yazılıp bitmek üzere iken ufukta bir karaltı belirdi. Bu her tarafı kan revan içinde, toz toprak içinde, gerçekten koşmaktan, yürümekten ve işkence izleriyle dolu olduğu halde her tarafı biri geliyordu. Yaklaştığında Ebu Cender olduğu anlaşıldı. Ebu Cendel ilginç bir tevafuk. Müşriklerin diplomatik heyetinin başkanı Süheyl Bin Amr’ın oğlu olurdu. Süheyl Bin Amr fırsatı kaçırmadı, anlaşmaya uyup uymayacağınızın ilk işareti burada haydi bana oğlumu verin dedi. Ebu Cenderi bana teslim edin.

Resulallah çok mütehassis olmuştu. Orada ki tüm mü’minler mütehassis olmuş hislenmişlerdi. Çünkü manzara gerçekten dramatikti. Ebu Cendelin elinden, ayaklarından kanlar akıyor, üzeri başı toz toprak içinde, işkence izleri belirgin bir biçimde görülüyor ve bu halde mü’minlere bir mü’min kardeşleri olarak sığınmıştı.

Resulallah’ın insana olan, hele hele mümine olan, ümmetine olan sevgi şefkat ve merhameti Kur’an tarafından tevsik edilmişti. İşte o merhamet denizinin böyle bir durum karşısında nasıl bir iç yangınıyla yandığını tahmin edebilirsiniz. “Onu bana bağışla” dedi. Ama karşısında taştan bir duvar vardı. Süheyl b. Amr Nuh diyor peygamber demiyordu. En sonunda anlaşmanın riske gireceği anlaşılınca Allah resulü; “Tamam istediğin senindir” dedi. Çünkü artık anlaşma yapılmış söz verilmişti ve bir peygamber sözünden cayamazdı ve öyle oldu.

Süheyl b. Amr istediğini aldı ve Ebu Cendel ile birlikte ayrıldı. Ama geride kalan İslam kafilesi baştan ayağa bir hüzün kafilesine dönüşmüştü. Bize olay anını aktaran ravi, her çadırdan bir ölü çıkmış gibi hüzün ve göz yaşı vardı diyor. Hatta bu hüzün o dereceye gelmişti ki Hz. Ömer bir şahin gibi anlaşma yapılan yerin etrafında dolaşmış dolaşmış, en sonunda dayanamayarak Resulallah’ın yanına gelmiş;

“Ya Resulallah Allah bizi desteklemiyor mu, biz hakta değil miyiz?”,  “Evet ya Ömer”. “Onlar batılda değil mi?”, “Evet ya Ömer”. Böyle bir çok soru bu cinsten; “Peki ya Resulallah o zaman bu anlaşmaya biz nasıl evet dedik?”

Ömer, anlaşmanın görünen yüzüne bakıyordu. Resulallah’ın gördüğü yandan henüz bakamıyordu. Hele hele 2. madde görünürde Müslümanların aleyhine gibiydi. Fakat onun 2. maddeye çok takıldığını anlayan Resulallah şöyle demişti; “Eğer bizden onlara biri giderse bırakında gitsin. O adamdan ne hayır gelir. Onlardan bize biri gelirse ve biz de onu iade edersek, siz sanıyor musunuz ki Allah onu bırakacaktır? Allah ona yardım etmeyecektir? Allah onu desteklemeyecektir? Allah ona bir çıkış yolu gösterir.”

Bu bir mucize idi. Bu Resulallah’ın gerçekten keskin feraset ve basiretinin bir ifadesi idi. Peygamberi bir basiretti bu ve aynen öyle oldu. Süheyl b. Amr Mekke’ye dönerken Yolda elinden Ebu Cendel’i kaçırır. Ebu Cendel kaçarak sahilde kervanların gelip geçtiği yerdeki bir tepe üzerine karargah kurar. O karargaha 1, 2, 3 derken Mekke’den kaçan tam 70 mü’min bir yıl içerisinde geldi. Orayı büyük bir savaşçı karargahına dönüştürdüler ve anlaşma dışı oldukları içinde istediklerini yapıyorlardı. Mekke kervanlarına izin vermiyorlardı. Dirlik dışlık vermiyorlardı, geçirmiyorlardı. Mekkeliler onların korkusuyla kervan götüremez olmuşlardı. Ebu Nusayr ondan sonra varan 2. kişi idi. Ya da Ebu Beşiyr, yada Ebu Basıyr. Bütün bu şekillerde naklediliyor ismi okunuyor.

İşte böyle bir kafile orada anlaşmadan dolayı mü’minlerin yanına geçemedikleri için müşriklerin kervanlarına izin vermediler ve en sonunda Mekke müşrikleri anlaşmanın 2. maddesinin iptali için Resulallah’a başvurdular. Aman biz vazgeçtik, biz istemiyoruz, tek bu maddeyi iptal edin, tek şunları oraya çağırın.

Tabii bu arada acı, hüzünlü hadiseler de yaşandı. Orada, sahildeki bu müfrezenin komutanı olan Ebu Basıyr Resulallah’ı göremeden vefat etti. Ağır bir hastalığa tutuldu, bu hastalığı sırasında da vefatından önce Resulallah’a bir not yazmayı başardı. Notunda olanca özlemine rağmen, olanca hasretine rağmen Resulallah’a kavuşamadan giderse Resulallah’tan kendisine Allah’tan rahmet, dua ve mağfiret istemesini rica ediyor ve kendisini çok sevdiğini bilmesini istiyordu. Böylesine acı ve hüzünlü hadiselerde yaşandı.

Dönüş yolunda Fetih suresi, işte bu sure nazil oldu. Fetih, bu dedi. Yani bu anlaşma bir fetihtir dedi. hem de sıradan fetihtir demedi, fethi mubiyn dedi. Tartışmasız bir fetihtir, açık bir fetihtir, açık seçik, ayan açık bir fetihtir dedi. İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ böyle dedi sure.

Lekat enzelet aleyye ayetün ehabbe ileyye mineddünya vema fiyha. (Buhari- Hadis) Bu sure kendisine nazil olduğunda Resulallah mü’minlerin yanına çıkmıştı. Mü’minler Resulallah’ın yüzündeki sevince bakarak olağanüstü bir şey olduğunu anlamışlardı. Bu olayı bize nakleden ravi, sanki Resulallah’ın yüzünde bir güneş doğmuştu. O kadar sevinçli, o kadar şen şakrak, o kadar güzeldi ki Resulallah’ın yüzü, biz olağanüstü bir şey olduğunu anladık. Ve Resulallah bu sözü söyledi; “Bana öyle ayetler indi ki, yer yüzünde ki her şeyin bana verilmesinden daha hayırlı, beni daha sevindiren ayetler indi bana” demişti.

Resulallah’ın ilk yaptığı iş Ömer’i çağırtmak oldu. Hz. Ömer geldi ve inen yeryüzünde ki her şeyden daha hayırlı dediği kendisinin yüzünde güneşler ve güller açtıran ayetleri okumaya başladı. “İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ.(1) * Liyağfire lekellahu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yütimme nı'meteHÛ 'aleyke ve yehdiyeke sıraten müstekıyma.(2) * Ve yensurekellâhu nasren 'Aziyza”(3) ila ahir.. devam etti. Ömer hala şaşkınlığını atamamıştı, hala derin üzüntüsünü atamamış olmalı ki; “Eve fethun huve ya Resulallah.” Şimdi bu anlaşma bir fetih mi yani ya Resulallah dedi. Resulallah’ın cevabı açık ve netti; Ne kızdı, ne azarladı, ne yüzünü eğdi sadece şunu söyledi “Na’m velleziy nefsiy Biyedihi innehu le fetfun. Evet ey Ömer. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, beni çekip çeviren, beni inşa eden Allah’a yemin olsun ki bu kesinlikle fethin ta kendisidir.

O zaman fetih neydi? Demek ki Ömer’in tasavvurundaki fetih ile vahyin fetihten anladığı şey o ana kadar farklıydı. Fetih ile anlatmak istediği şey farklıydı. Başta Resulallah’ın tasavvurunu inşa ediyordu sonra Ömer’in, sonra diğerlerinin. Yani vahiy bir fetih tasavvuru inşa ediyordu.

Peki neydi bu tasavvur? Fetih toprakların ele geçirilmesi değil, fetih yer yüzünün işgal edilmesi değil, fetih yer altı ve yer üstü zenginliklerinin ele geçirilmesi değil. Fetih sınırların genişletilmesi değil, fetih orduların büyütülmesi değil, fetih yüreklerin açılmasıydı. Fetih imanın insana ulaşmasıydı. Fetih gönüllerin kapılarının ardına kadar dayanmasıydı. Fetih insanların Allah’a, yani kendilerine dönmesiydi. Fetih toprak kazanımı değil insan kazanımıydı. Yani fetih yürek fethi idi.

Yürek fethiydi çünkü o güne kadar, nübüvvetin başladığı yıldan o güne kadar yaklaşık 20 yıl geçmişti. 20 yılın tamamının insan kazanımı,bu anlaşmadan hemen sonra ki 1.5 yıl içindeki kazanımın 1/3 idi. Yani 20 yıllık insan kazanımı anlaşmanın arkasından gelen 1.5 yıl içinde 3 e katlanmıştı. İşte fetih buydu. Fetih yürek fethiydi. Şimdi fetih suresinin tefsirine geçebiliriz.

[Ek bilgi: Sûrenin ihtiva ettiği hususlar şunlardır:
1- Hz. Peygamber (s.a.v)'in bir çok fethe nail olacağı ve İslâm dininin izzetini tebşir.
2- Allah Resulü ile ağaç altında biat edenlerin Allah'ın rızasına ve nusret-i sübhaniyeye nailiyederini ilân.
3- Peygamberimiz (s.a.v)(in Arap kavmine mükellef oldukları cihad vazifesini tebliğ, bundan yüz çevirenlerin  Allah'ın azabına uğrayacaklarını İhtar.
4- Hz. Peygamberin, mü'minlerin Mescid-i Harama emniyet içinde gireceklerine dair gördüğü rüyanın tahakkuk edeceğini tebliğ.
5- Mescİd-i Harama mü'minleri girmekten men eden müşriklerin cehaletini izhar.
6-Peygamberimiz (s.a.v)'in hak dini ile gönderildiğini beyan.
(Tefsirü'l-Kur'an Ebü'l-Leys Semerkandi)]


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
161. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder