A sayfasından devam
Mekke, kendi geleneğini
çiğnemişti. Kendi geleneğini çiğnediğinin en kötü örneğini vererek Halit
komutasında 200 kişilik bir suvari birliğini mü’minlerin güzergahına doğru
sürmüştü. Süvari birliğiyle karşılaşmamak için Resulallah kafileyi hızlı bir
intikalle geliş istikametinin tam ters tarafına, yani güneye doğru sürdü.
Mekke’yi denize paralel olarak aştı, Mekke ile Cidde arasında Hudeybiye denilen
yere kadar ulaştı. Ki Cidde; Mekke yolu üzerinde, Mekke’ye 20 km. mesafede bir
yerdir ve bugün orada, tamda antlaşmanın yapıldığı yerde metruk ve yarı
yıkılmış bir halde orijinal bir mescit bulunmaktadır.
Mekke’nin tacizi bununla kalmadı.
Haram aya rağmen kendi geleneklerine göre o ayda çarpışmak, savaşmak, savaş
açmak yasak olmasına rağmen önce 40 kişilik bir taciz gücü gönderdi silahsız
Müslümanların üzerine. Bu 40 kişilik Mekke kuvveti Müslümanlara baskın vermek
için, bir gece baskını, ani bir baskınla onlara saldırmak için fırsat
kollarken, baskına uğradılar, Müslümanların uyanıklığı sayesinde kıskıvrak
yakalanıp bire kadar yakalanıp Resulallah’a getirildiler.
Resulallah onların kılına dahi
dokunmadı, teslim aldığı gibi Mekke’lilere teslim etti. Bununla; Biz buraya
savaşmaya gelmedik, biz buraya ibadet için geldik. Biz buraya Allah’ın beytini
ziyarete geldik. Biz buraya sadece ve sadece özlem gidermeye geldik mesajını
veriyordu. Fakat bu mesajı almak istemeyen Mekkeliler şanslarını bir daha
denediler. Bu sefer öncekinin iki katı bir baskın grubu hazırlayarak 80 kişilik
bire birlikle yine bir gece vakti haince bir pusu kurmak için Müslümanların
üzerine müfreze yolladılar. Ama 1. kafilenin başına gelen onların da başına
geldi. Yine Müminler onları da kıskıvrak yakaladılar. Ava giden avlanmıştı.
Resulallah’a getirdiler. Resulallah 1. kafileye yaptığı muameleyi onlara da
yaptı, gerisin geri Mekke’ye, hiç birine herhangi bir ceza vermeden geri iade
etti.
Bunun üzerine artık Mekkeliler bu
yöntemlerle hiçbir sonuç alamayacaklarına inandılar. Resulallah ve Mü’minlerin
amaçlarının savaş olmadığını onlar da biliyorlardı. Fakat fırsattan istifade
Resulallah’tan ve tabii ki onun getirdiği insanlığın değişmez değerlerinden, bu
fırsattan istifade kurtulmak istemişlerdi. Ama bir şeyi hesap etmiyorlardı.
Allah destekliyor. Allah’ı ve O’nun desteğini hesap etmemişlerdi. Onun içinde
her seferinde mahcup olmuşlardı.
En sonunda Mekke müşrikleri
Resulallah’ın talebi üzerine kendilerine bir heyet yollamak için toplandılar.
Süheyl Bin Amr başkanlığında 3 kişilik bir heyet yolladılar. Ki Süheyl Bin Amr
daha önceden müşrikler döneminde, şirk zamanlarında, cahiliye döneminde Mekke
kabileleri Halif ve mutayyibun diye ikiye ayrılarak iki ittifak grubu
oluşturduklarında Resulallah’ın kabilesinin içinde bulunduğu ittifak grubunda
yer alan kabileye mensuptu. Süheyl Bin Amr’ı bunun için seçmiştiler.
Süheyl başkanı olduğu heyetle
birlikte Hudeybiye’de ki Müslüman kafilesine ulaştı. Orada bir anlaşma
yaptılar. Resulallah ile birlikte. Bu anlaşma 4 maddeden oluşuyordu.
1 – 10 yıl Mü’minlerle Mekke
müşrikleri arasında savaş olmayacak.
2 – Mü’minlerden eğer Mekke tarafına
geçen biri olursa o iade edilmeyecek, Mekke’den mü’minler tarafına geçen biri
olursa o Mekke’ye geri iade edilecekti. Hudeybiye barış anlaşmasının en riskli,
görünürde en aleyhte gibi görünen maddesi buydu.
3 - Arap kabilelerinden isteyen istediği tarafla
ittifak kurabilecekti.
4 – Bu yıl umre yapılmayacak,
ziyaret yapılmayacak, kafile geri dönecek bir sonraki yıl kaza edilecek.
Mekkeliler Mekkeyi 3 gün terk edecekler. Müminler rahatlıkla ibadetlerini
yapacaklar ve Mekke’yi terk edecekler. Anlaşmanın maddeleri bunlardan ibaretti.
Anlaşma yazılmaya başlandığında
Rahman krizi yaşandı. BismillahirRahmanirRahıym yazmıştı Hz. Ali
Resulallah’ın talimatı üzerine. Yaz ya Ali, Uktu ya Ali BismillahirRahmanirRahıym
yaz. Hz. Ali yazmıştı fakat Süheyl Bin Amr daha besmele de itiraz etti. Rahman
da neymiş dedi “Mâli hazel rahman, rahmanda neymiş, biz bunu bilmiyoruz, kabul
etmiyoruz. Bismik Allahümme yaz dedi ve böyle yazıldı. Süheyl Bin Amar kriz
çıkarmaya devam etti.
Allah’ın Resulü Muhammed ile
Mekke’lilerin elçisi Süheyl Bin Amr arasında diye devam edecekti ki anlaşma,
Süheyl Bin Amr; Biz senin Allah’ın resulü olduğuna iman etsek neden böyle
yapalım. Dolayısıyla kabul etmiyoruz. İşte anlaşmayı yazan Hz. Ali artık orada
durmuştu. Ben bunu silemem diyordu. Yani tamam BismillahirRahmanirRahıym
yerine Bismik Allahümme yazabiliriz. Çünkü nihayetinde içeriği benzer. Ama ben
Allah Resulünün adını silemem. Onun Resulallah olduğunu beyan eden bir ifadeyi
silemem.
Ve o kriz de aşıldı bir biçimde
Resulallah’ın müdahelesiyle ve en sonunda anlaşma maddeleri tam yazılıp bitmek
üzere iken ufukta bir karaltı belirdi. Bu her tarafı kan revan içinde, toz
toprak içinde, gerçekten koşmaktan, yürümekten ve işkence izleriyle dolu olduğu
halde her tarafı biri geliyordu. Yaklaştığında Ebu Cender olduğu anlaşıldı. Ebu
Cendel ilginç bir tevafuk. Müşriklerin diplomatik heyetinin başkanı Süheyl Bin
Amr’ın oğlu olurdu. Süheyl Bin Amr fırsatı kaçırmadı, anlaşmaya uyup
uymayacağınızın ilk işareti burada haydi bana oğlumu verin dedi. Ebu Cenderi
bana teslim edin.
Resulallah çok mütehassis
olmuştu. Orada ki tüm mü’minler mütehassis olmuş hislenmişlerdi. Çünkü manzara
gerçekten dramatikti. Ebu Cendelin elinden, ayaklarından kanlar akıyor, üzeri
başı toz toprak içinde, işkence izleri belirgin bir biçimde görülüyor ve bu
halde mü’minlere bir mü’min kardeşleri olarak sığınmıştı.
Resulallah’ın insana olan, hele
hele mümine olan, ümmetine olan sevgi şefkat ve merhameti Kur’an tarafından
tevsik edilmişti. İşte o merhamet denizinin böyle bir durum karşısında nasıl
bir iç yangınıyla yandığını tahmin edebilirsiniz. “Onu bana bağışla” dedi. Ama
karşısında taştan bir duvar vardı. Süheyl b. Amr Nuh diyor peygamber demiyordu.
En sonunda anlaşmanın riske gireceği anlaşılınca Allah resulü; “Tamam istediğin
senindir” dedi. Çünkü artık anlaşma yapılmış söz verilmişti ve bir peygamber
sözünden cayamazdı ve öyle oldu.
Süheyl b. Amr istediğini aldı ve Ebu
Cendel ile birlikte ayrıldı. Ama geride kalan İslam kafilesi baştan ayağa bir
hüzün kafilesine dönüşmüştü. Bize olay anını aktaran ravi, her çadırdan bir ölü
çıkmış gibi hüzün ve göz yaşı vardı diyor. Hatta bu hüzün o dereceye gelmişti
ki Hz. Ömer bir şahin gibi anlaşma yapılan yerin etrafında dolaşmış dolaşmış,
en sonunda dayanamayarak Resulallah’ın yanına gelmiş;
“Ya Resulallah Allah bizi
desteklemiyor mu, biz hakta değil miyiz?”,
“Evet ya Ömer”. “Onlar batılda değil mi?”, “Evet ya Ömer”. Böyle bir çok
soru bu cinsten; “Peki ya Resulallah o zaman bu anlaşmaya biz nasıl evet
dedik?”
Ömer, anlaşmanın görünen yüzüne
bakıyordu. Resulallah’ın gördüğü yandan henüz bakamıyordu. Hele hele 2. madde
görünürde Müslümanların aleyhine gibiydi. Fakat onun 2. maddeye çok takıldığını
anlayan Resulallah şöyle demişti; “Eğer bizden onlara biri giderse bırakında
gitsin. O adamdan ne hayır gelir. Onlardan bize biri gelirse ve biz de onu iade
edersek, siz sanıyor musunuz ki Allah onu bırakacaktır? Allah ona yardım etmeyecektir?
Allah onu desteklemeyecektir? Allah ona bir çıkış yolu gösterir.”
Bu bir mucize idi. Bu
Resulallah’ın gerçekten keskin feraset ve basiretinin bir ifadesi idi.
Peygamberi bir basiretti bu ve aynen öyle oldu. Süheyl b. Amr Mekke’ye dönerken
Yolda elinden Ebu Cendel’i kaçırır. Ebu Cendel kaçarak sahilde kervanların
gelip geçtiği yerdeki bir tepe üzerine karargah kurar. O karargaha 1, 2, 3
derken Mekke’den kaçan tam 70 mü’min bir yıl içerisinde geldi. Orayı büyük bir
savaşçı karargahına dönüştürdüler ve anlaşma dışı oldukları içinde
istediklerini yapıyorlardı. Mekke kervanlarına izin vermiyorlardı. Dirlik
dışlık vermiyorlardı, geçirmiyorlardı. Mekkeliler onların korkusuyla kervan
götüremez olmuşlardı. Ebu Nusayr ondan sonra varan 2. kişi idi. Ya da Ebu
Beşiyr, yada Ebu Basıyr. Bütün bu şekillerde naklediliyor ismi okunuyor.
İşte böyle bir kafile orada
anlaşmadan dolayı mü’minlerin yanına geçemedikleri için müşriklerin
kervanlarına izin vermediler ve en sonunda Mekke müşrikleri anlaşmanın 2.
maddesinin iptali için Resulallah’a başvurdular. Aman biz vazgeçtik, biz
istemiyoruz, tek bu maddeyi iptal edin, tek şunları oraya çağırın.
Tabii bu arada acı, hüzünlü
hadiseler de yaşandı. Orada, sahildeki bu müfrezenin komutanı olan Ebu Basıyr
Resulallah’ı göremeden vefat etti. Ağır bir hastalığa tutuldu, bu hastalığı
sırasında da vefatından önce Resulallah’a bir not yazmayı başardı. Notunda
olanca özlemine rağmen, olanca hasretine rağmen Resulallah’a kavuşamadan
giderse Resulallah’tan kendisine Allah’tan rahmet, dua ve mağfiret istemesini
rica ediyor ve kendisini çok sevdiğini bilmesini istiyordu. Böylesine acı ve
hüzünlü hadiselerde yaşandı.
Dönüş yolunda Fetih suresi, işte
bu sure nazil oldu. Fetih, bu dedi. Yani bu anlaşma bir fetihtir dedi. hem de
sıradan fetihtir demedi, fethi mubiyn dedi. Tartışmasız bir fetihtir, açık bir
fetihtir, açık seçik, ayan açık bir fetihtir dedi. İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ böyle dedi sure.
Lekat enzelet aleyye ayetün ehabbe ileyye mineddünya vema fiyha. (Buhari-
Hadis) Bu sure kendisine nazil olduğunda Resulallah mü’minlerin yanına
çıkmıştı. Mü’minler Resulallah’ın yüzündeki sevince bakarak olağanüstü bir şey
olduğunu anlamışlardı. Bu olayı bize nakleden ravi, sanki Resulallah’ın yüzünde
bir güneş doğmuştu. O kadar sevinçli, o kadar şen şakrak, o kadar güzeldi ki
Resulallah’ın yüzü, biz olağanüstü bir şey olduğunu anladık. Ve Resulallah bu
sözü söyledi; “Bana öyle ayetler indi ki, yer yüzünde ki her şeyin bana
verilmesinden daha hayırlı, beni daha sevindiren ayetler indi bana” demişti.
Resulallah’ın ilk yaptığı iş
Ömer’i çağırtmak oldu. Hz. Ömer geldi ve inen yeryüzünde ki her şeyden daha
hayırlı dediği kendisinin yüzünde güneşler ve güller açtıran ayetleri okumaya
başladı. “İnnâ
fetahnâ leke fethan mubiynâ.(1) * Liyağfire
lekellahu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yütimme nı'meteHÛ 'aleyke
ve yehdiyeke sıraten müstekıyma.(2) *
Ve yensurekellâhu nasren 'Aziyza”(3)
ila ahir.. devam etti. Ömer hala şaşkınlığını atamamıştı, hala derin üzüntüsünü
atamamış olmalı ki; “Eve fethun huve ya
Resulallah.” Şimdi bu anlaşma bir fetih mi yani ya Resulallah dedi.
Resulallah’ın cevabı açık ve netti; Ne kızdı, ne azarladı, ne yüzünü eğdi
sadece şunu söyledi “Na’m velleziy
nefsiy Biyedihi innehu le fetfun. Evet ey Ömer. Nefsim kudret elinde olan
Allah’a yemin olsun ki, beni çekip çeviren, beni inşa eden Allah’a yemin olsun
ki bu kesinlikle fethin ta kendisidir.
O zaman fetih neydi? Demek ki
Ömer’in tasavvurundaki fetih ile vahyin fetihten anladığı şey o ana kadar
farklıydı. Fetih ile anlatmak istediği şey farklıydı. Başta Resulallah’ın
tasavvurunu inşa ediyordu sonra Ömer’in, sonra diğerlerinin. Yani vahiy bir
fetih tasavvuru inşa ediyordu.
Peki neydi bu tasavvur? Fetih
toprakların ele geçirilmesi değil, fetih yer yüzünün işgal edilmesi değil,
fetih yer altı ve yer üstü zenginliklerinin ele geçirilmesi değil. Fetih
sınırların genişletilmesi değil, fetih orduların büyütülmesi değil, fetih
yüreklerin açılmasıydı. Fetih imanın insana ulaşmasıydı. Fetih gönüllerin
kapılarının ardına kadar dayanmasıydı. Fetih insanların Allah’a, yani
kendilerine dönmesiydi. Fetih toprak kazanımı değil insan kazanımıydı. Yani
fetih yürek fethi idi.
Yürek fethiydi çünkü o güne
kadar, nübüvvetin başladığı yıldan o güne kadar yaklaşık 20 yıl geçmişti. 20
yılın tamamının insan kazanımı,bu anlaşmadan hemen sonra ki 1.5 yıl içindeki
kazanımın 1/3 idi. Yani 20 yıllık insan kazanımı anlaşmanın arkasından gelen
1.5 yıl içinde 3 e katlanmıştı. İşte fetih buydu. Fetih yürek fethiydi. Şimdi
fetih suresinin tefsirine geçebiliriz.
[Ek bilgi: Sûrenin ihtiva ettiği
hususlar şunlardır:
1- Hz. Peygamber (s.a.v)'in
bir çok fethe nail olacağı ve İslâm dininin izzetini tebşir.
2- Allah Resulü ile ağaç
altında biat edenlerin Allah'ın rızasına ve nusret-i sübhaniyeye nailiyederini
ilân.
3- Peygamberimiz (s.a.v)(in
Arap kavmine mükellef oldukları cihad vazifesini tebliğ, bundan yüz
çevirenlerin Allah'ın azabına
uğrayacaklarını İhtar.
4- Hz. Peygamberin,
mü'minlerin Mescid-i Harama emniyet içinde gireceklerine dair gördüğü rüyanın
tahakkuk edeceğini tebliğ.
5- Mescİd-i Harama mü'minleri
girmekten men eden müşriklerin cehaletini izhar.
6-Peygamberimiz (s.a.v)'in hak
dini ile gönderildiğini beyan.
(Tefsirü'l-Kur'an Ebü'l-Leys
Semerkandi)]
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
161. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder