b sayfasından devam
4-) İnna a'tedna lilkafiriyne selâsile ve
ağlâlen ve se'ıyra;
Muhakkak
ki biz hakikat bilgisini inkâr edenler için silsileler (zincirler - toplumsal şartlanmalar ve değer yargıları), ağlal (boyun bağları -
bedenselliğin bağları) ve saîr (alevli ateş - yanış)
hazırladık. (A. Hulusi)
04 - Çünkü
biz, kâfirler için, zincirler, tomruklar, bir de Seıyr hazırladık. (Elmalı)
İnna a'tedna lilkafiriyne selâsile ve ağlâlen
ve se'ıyra bire başka okuyuş ta selâsilen ve ağlâlen ve se’ıyra.
(Şöyle parantez içinde bir
yukarıya atıf olması zihni intikal için gerekli; en sonun da inkarı tercih
edenler için zincirler, tasmalar ve se’ıyra; kışkırtılmış bir ateşi
hazırladık.)
Selasil; silsilenin çoğulu, zincirler manasına geliyor. Ağlâl; Ğulle, tasma, boğaza geçirilen
kölelik tasması anlamına geliyor. Ve se’ıyr;
aslında kışkırtılmış bir ateş. Yani aslında kışkırtmasa kimse yakmayacak, fakat
biri onu kışkırtmış. Kim ola ki? İnsan. İnsan kendi ateşini yakıyor. Zımnen
ifade bu. İnsan kendi cehennemini tutuşturan bir varlık.
Yine tasmalar ve zincirler ne
oluyor? Dünyada iken Allah’ın verdiği akla, o aklı kullanmamış, Allah’ın
verdiği gözü ve kulağı kullanmamış, tasma takmıştı ya aklına tasma, kalbine
zincir vurmuştu ya, işte onun karşılığı olarak Allah’ta yarın ebedi hayatta ona
tasma, ona zincir vuracak. Hani dünyada iken Allah’a kul olmamış, binlerce
tanrı uydurmuş kul olacak. Zaten bir Allah’a kul olmayan binlerce eşyaya kul
olur. İşte dünyada madem bir Allah’a eğilmedin, bir Allah’a kul olmadın,
nefsine kul oldun, şeytana kul oldun, şehvetine kul oldun, eşyaya ve dünyalığa
kul oldun, şimdi gel bakalım. Senin dünyada neye kul olduğunu herkese, elâleme,
mahşere göstereyim de gör bakalım dercesine onun boğazına tasma, bileğine
zincir geçirecek. Onu anlıyoruz buradan.
Se’ıyr ise derin pişmanlığı ve
yürek yangınını ifade ediyor. Derin yürek yangını. Fakat cehennemini kendisinin
kışkırttığını ifade ediyor. yani kışkırtılmış bir ateş. Aslında kışkırtmasaydı
ateşi olmayacaktı. Ama kışkırttı, maalesef kendi ateşinde yanacak.
[Ek bilgi; GÜZEL BİR AÇIKLAMA
“Yani, biz onlara sadece bilgi
ve akıl vermekle kalmayıp aynı zamanda kendilerine doğru yolu, şükretmenin ve
küfretmenin yollarını, bunlardan hangisini dilerse o yolu izlemesi için açık
açık gösterdik. Sorumluluğu kendilerine aittir.
Beled Suresi'nde "Biz ona
eğri ve doğru iki yolu da açıklamadık mı?" denilerek aynı konuya
değinilmektedir. (Şems Suresi'nde ise, "O zata yemin olsun ki bütün zahirî
ve batınî kuvvetler onun üzerine kaimdir ve kötülük ve iyilik yollarının ikisini
de bildirmiştir.)
Bu izahlar ve Allah (c.c) 'ın
insanın hidayeti için ne gibi vasıtalarla insanı yarattığının izah edildiği
diğer Kur'an ayetlerinin tefsirleri de göz önünde tutularak üzerinde
düşünüldüğünde bu ayette geçen "yol göstermek" ten kastın, belirli
bir tek şekil olmadığı, sayısız hidayet vasıtalarının hepsinin kastedildiği
anlaşılacaktır. Bunların sayısını verebilmek mümkün değildir. Bazı misaller
aşağıda verilmektedir.
a- Her insana akıl ve bilginin
yanı sıra ahlâkî duygu da verilmiştir. onun vasıtasıyla iyiyi ve kötüyü
ayırabilecektir. Bazı ameller ve sıfatlar kötü sayılmıştır. Hatta, insanlar
bilfiil bu amellere ve sıfatlara sahip olsa da. Ve hatta kimileri heveslerini
meşrulaştırmak için çeşitli felsefî metodlara başvursa da (eğer aynı kötülüğü
başkası onlara yapsa kıyamet koparırlar, o zaman bu yapmakta oldukları işin
gerçekten kötü olduğunu anlarlar) bu iş ve özellikler kötüdür. Yani, salih amel
ve özellikleri, kendi cehalet ve ahmaklıkları yüzünden gericilik sayarlarsa da,
eğer bir insanın salih bir ameli vasıtasıyla kendilerine bir fayda dokunacak
olsa o zaman bunlara fikrî olarak hürmet etmeye mecbur kalırlar.
b- Her insanın içinde, Allah
(c.c) tarafından verilen vicdan (nefs-i levvame) denilen bir şey vardır. Her
hal ve konumda kötülük yaptığı zaman onu ikaz eder. İşte bu vidanı, insan ne
kadar susturmaya ve yok etmeye çalışırsa çalışsın gene de onu tam manasıyla yok
etmeye gücü yetmez. Bu dünyada utanmadan kendisinin vicdansız olduğunu ispat
edebilir deliller ileri sürerek başkalarını da ikna edebilir ve kendi kendisini
kandırmak için sayısız bahaneler de ileri sürebilir, ama bütün bunlara rağmen
Allah (c.c) 'ın onun fıtratında görevlendirdiği "hesap sorucu" o
kadar güçlüdür ki insan ne kadar kötü olursa olsun bu hakikati kendi nefsinden
gizleyemez. Aynı ifade Kıyamet Suresi 15. ayette şöyle beyan edilmektedir:
"Ne kadar mazeret ileri sürerse sürsün, insan kendi nefsini çok iyi
bilir."
c- Gerek insanın kendi vücudu
ve gerekse etrafında, yerlerde ve göklerde bulunan sayısız alametlerden bütün
bunların bir yaratıcı olmadan mümkün olamayacağı anlaşılır. Ayrıca birden fazla
bir sürü tanrının da bu muhteşem nizamı ayakta tutması mümkün değildir. Aynı
zamanda objektif (afakî) ve subjektif (enfüsî) bir çok deliller de kıyamet ve
ahiretin vuku bulacağının işaretidir. Eğer insan gözü kapalı bir şekilde,
aklını kullanmadan bu gerçeğe işaret eden alametleri kabul etmekten kaçınırsa
bu onun kendi kusurudur. Çünkü Allah (c.c) , hakikate vasıl olmak için her
türlü işaretleri ve alametleri gözler önüne sermiştir.
d- İnsanoğlunun kendi yaşadığı
günlük ve geçmiş tarihi tecrübelerden hasıl olan ve olmaya devam eden birçok
hadiseler bütün kainatın üstünde bir kudret sahibinin var olduğunu, O'nun
önünde bütün kainatın aciz olduğunu, O'nun takdirinin her şeyin üzerinde galip
ve onların O'na muhtaç olduğunu açıkça ispatlamaktadır. Bu gerçekten haberler
veren deney ve gözlem gibi dıştaki alametlerin yanında insanın fıtratında da o
zatın varlığına deliller mevcuttur. Öyle ki en katı ateist bile zor bir durumda
kaldığında ancak Allah'a dua için elini açar, en katı müşrik bile böyle bir
durumda o sahte tanrıları bırakarak yalnızca Allah'a nida eder.
e- İnsan aklı ve fıtratı, bir
suçun cezasının ve iyi bir işin de mükafatının olmasını gerekli görür. Buna
dayanarak dünyadaki her toplumda bir adalet sistemi mevcuttur. İyi bir işe
karşılık muhtelif mükafatlar verilir. Bütün bunlar şunu açıkça göstermektedir
ki ahlâk ile hukuksal mükafat arasında hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir
bağlantı vardır. Şu da bir gerçek ki dünyadaki sayısız suçların cezası değil
tam olarak, kısmen dahi ifa edilememektedir. Hatta bu cezadan bile paçayı
kurtarabilmek çeşitli yollarla mümkündür. Ayrıca, bu dünyada doğru ve güzel
amellerin de karşılığı alınamaz. Onun için ahiretin adaletini kabul etmekten
başka çare yoktur. Ancak bir ahmak ve inatçı kişi adalet fikrinin zerresinin
bile olmadığı bir dünyada doğmuş bulunduğunu düşünür. O zaman ona insanlarda
bulunan adalet düşüncesinin nereden gelmiş olabileceğini sormak lazımdır.
f- Bütün bu vasıtalar insanın
hidayeti bulmasına yardım etmesi için Allah tarafından yaratılmıştır. Ayrıca
Allah-u Teâlâ, onlara apaçık doğru yolu göstermek için peygamberler ve kitaplar
göndermiş ve açık açık şükretmenin ve küfür ve dalaletin yolunu ve bu iki
yoldan birini takip edenlerin neticelerinin ne olacağını bildirmiştir.
Peygamberlerin ve kitapların getirdiği talimatlar açık ve dolaylı bir şekilde
sayısız biçimde dünyada her tarafa yayılmıştır. Yani hiçbir topluluk Allah ve
ahiret düşüncesinden veya iyi ile kötü arasındaki ayrımdan ve onun ileri sürdüğü
ahlâki yöntemler ve kanunî emirlerden habersiz değildir. İnsanlar bilse de
bilmese de, bu bilgilerin kaynağı peygamberler ve onların getirdiği
kitaplardır. Bugün bile, peygamberlerden bihaber olanlar, aslında onların
talimatlarına uymaktadırlar.” (Tefhimu’l Kur’an- Ebu’l Al’a Mevdudi)]
5-) İnnel'Ebrare yeşrebûne min ke'sin kâne
mizacuha kâfura;
Muhakkak
ki Ebrâr (iyiler),
mizacı (özelliği)
kâfur (kalbe kuvvet veren bir içecek) olan bir kâseden içerler. (A. Hulusi)
05 -
Haberiniz olsun ebrar (hayır sahibi, iyi insanlar) öyle dolgun bir kadehten
içeceklerdir ki mizacı olmuştur kâfur. (Elmalı)
İnnel'Ebrare yeşrebûne min ke'sin kâne mizacuha
kâfura iyilere gelince. İyiler bir kadehten içecekler. Öyle bir kadehten
ki min ke’sin, tarifsiz bir kadeh. Çünkü marife olmaksızın gelmiş, nekira
gelmiş. Onun için tarifsiz bir kadeh. Ke’sin; tarifsiz, dünyada tarifi
yapılamaz. kâne
mizacuha kâfura onun karışımı, tatlandırıcısı kâfur dur. Kâfur ile
tatlandırılmış, karıştırılmış bir kadehten içecekler.
Kâfur; hiç şüphe yok ki değerli
dostlar cennet ve cehennem hakkında ki tüm tasvirler, zihnimizin alamayacağı,
dünyada ki her hangi bir şeyle kıyaslayamayacağımız bir hakikattir. Onun içinde
mecburen insan zihninin sınırlı ve kayıtlı olması itibarıyla bildiğimiz
şeylerden yola çıkarak ahirette ki, ebedi hayatta ki şeyler tasvir edilmiştir.
İşte bu da o tasvirlerden biridir. Sakın ha bu manada mecazen demek, yalanın
arkadaşı demek değil, böyle anlaşılmasın. Bunlar dünyada gördüklerimizden
fersah fersah ötede şeyler. Böyle anlaşılmalı. Yani Kur’an da altın kap
geçiyorsa, cennetteki gümüş testiler, altın sürahiler, billurdan kadehler ve
kupalar geçiyorsa, dünyada ki altın, gümüş, billur, kristal gelmemeli insanın
aklına manasına kullanıyorum.
Kâfur;
bir ağaç aslında. Bu ağacın çok özel yerlerinden, üzerinden 200 sene geçtikten
sonra damıtılarak elde edilmiş muhteşem bir karışım imiş bu. Katkı maddesi. Fakat
200 yıl bekledikten sonra ancak kıvamını bulan bir katkı maddesi. Değerini
varın siz düşünün.
6-) 'Aynen yeşrebu Biha 'ıbadullahi
yufecciruneha tefciyra;
(O kâfur), Allâh kullarının
(kendi özlerinden) fışkırtıp akıtarak içtiği tükenmez bir kaynaktır. (A. Hulusi)
06 -
Bir çeşme, ondan Allahın kulları içer, güzel, yollar açarak akıtırlar onu
akıtırlar. (Elmalı)
'Aynen yeşrebu Biha 'ıbadullahi yufecciruneha
tefciyra bu kadehlerin doldurulduğu öyle bir göze var ki, evet,
aynen yeşrebu Biha 'ıbadullah
Allah’ın has kulları ondan kana kana içerler. İşte o göze çağıl çağıl
çağlayacak. Çağıl çağıl çağlayan, gürül gürül akan yufecciruneha tefciyra bu muhteşem
gözeden Allah’ın has kulları içecek. Allah’ın has kulları, ibadeti Allah’a has
kılmış kullar. Kulluğu Allah’a has kılmış kullar. Kulluğu başkasına vermemiş,
başkasının önünde eğilmemiş, kula kul olmamış, eşyaya kul olmamış kullar bu
gözeden, bu gözeden içecekler. Bu göze mutluluğun gözesi. Mutluluk ırmağı varsa
o Allah’tan çağlar. Allah’tan çağlamayan hiçbir şey mutluluk değildir, onlar
sahte mutluluktur. Onun için eğer siz de bu ırmaktan su içmek istiyorsanız
Allah’a dönün, Allah’a. O Allah’tadır çünkü. Kesintisiz ve bitimsiz bir göze
bu.
7-) Yufûne Binnezri ve yehafûne yevmen kâne
şerruhu müstetıyra;
(O Ebrâr) ahdlerini tam
yerine getirirler ve şerri yayılıp giden bir günden korkarlar! (A. Hulusi)
07 -
Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir günden korkarlar.
(Elmalı)
Yufûne Binnezri ve yehafûne yevmen kâne şerruhu
müstetıyra o has kullar ki adanmış olana vefa gösterirler. Yufûne
Binnezr; adanmış olana vefa gösterişrler. Ennezr; adak. Aslında inzar da aynı
kökten gelir, uyarmak. Demek ki nezrini yerine getirmeyen uyarıyı hak eder.
korkutulmayı hak eder.
Efendimiz öyle buyuruyor; Adak
cimriden ancak mal çıkarmaya yarar. Adamak üstümüze vacip değil, ama adayınca
onu yerine getirmek vacip, yani farz. Çünkü Allah adına adıyorsunuz. Allah
adına biri bir şey adamışta yerine getirmemişse Allah adına yalan söylemiş
olur. Allah’ı yalanına şahit tutmuş olur. Onun için adak mutlaka yerine gelir.
Ama bizden bu manada adakta efendimiz niye böyle söyledi diye belki kafalara
takılabilir. Yani adak sahibine bir şey kazandırmaz ancak cimriden mal çıkarır.
Adak ta bir tür pazarlık kokusu
var da ondan. Eğer Allah’ım bana şunu verirse ben de şunu yapacağım. Vermezse
yapmayacaksın. Peki vermesi mi hayırlı, vermemesi mi, onu nereden bileceksin.
Biz bütünü görmüyoruz, parçayı görüyoruz. Bütünü o görüyor. Bütünü gören belki
vermenin hayırlı olmadığını da görüyor. Yani belki vermesi hakkında hayırlı
değildir, onun için vermiyor. Onun için şükür kurbanı, adak kurbanına
öncelenir. Şükür öncelenir.
Peki bu manada adak sadece
Kurbanda mı akla gelir? hayır, A. İmran/33. ayetiyle başlayan pasajda anlatılan
can adama hadisesi nasıl bir adaktır. Meryem’in annesi Hanne nin karnında ki
henüz doğmamış yavrusu Meryem’i adaması hadisesi nasıl bir muhteşem adaktır. ..inniy nezertü
leKE ma fiy batniy muharreren fetekabbel minniy. (A. İmran/35) Ya
rabbi diyor, karnımda ki yavrumu, henüz doğmamış olan yavrumu tüm çevre
şartlarından, tüm kınamalardan, içinin ve dışının her türlü bastırmalarından
özgür olarak, muharraran, özgür olarak, özgür irademle sana adıyorum. Benden
kabul et Allah’ım.
İşte İsa’yı getiren süreç, anne
anne de böyle başladı. İsa’nın annesi Meryem’in annesi Hanne de böyle başladı.
Yani bu süreç 3 kuşakta adayış süreci tesadüfi bir süreç değil, tesadüf yok.
Başarılar tesadüflere bağlı değil. Tevafuk var ve Allah var.
ve yehafûne yevmen kâne şerruhu müstetıyra
ve bir virüs gibi yayılan o bir günün şerrinden korkarlar Allah’ın has kulları.
Bir virüs gibi yayılan gün. Müstetıyr, tayr da buradan gelir, uçan. Sanki bir
virüs gibi böyle hücrelere nüfuz eden, her tarafa yayılan o korkunç günün
dehşetinden ürperirler, korkarlar o Allah’ın has kulları.
8-) Ve yut'ımunetta'ame 'alâ hubbiHİ miskiynen
ve yetiymen ve esiyra;
O'nun
sevgisi ile yoksulu, yetimi ve ellerine mahkûm olanları doyururlar. (A. Hulusi)
08 -
Miskîne, yetîme, esire seve seve yemek yedirirler. (Elmalı)
Ve yut'ımunetta'ame 'alâ hubbiHİ miskiynen ve
yetiymen ve esiyra ve onlar sevmelerine rağmen ‘alâ hubbiHi. Eğer
burada ki zamir Allah’a gidiyorsa Allah’ı sevdikleri için yoksulu doyururlar,
yetimi doyururlar, esiri doyururlar. Özgürlüğünü kaybetmiş, mahrum kalmış
imkansız olanı doyururlar.
Veya Oradaki zamir mala gidiyorsa
-ki iki tarafı da görüyor- sanki kasten yerleştirilmiş gibi malı seve seve veya
sevdiği maldan vererek doyururlar. Yani ona ihtiyacı olduğu halde, kendisi aç
olduğu halde, kendi ihtiyacı olduğu halde muhtaçları doyururlar.
9-) İnnema nut'ımuküm livechillâhi lâ nuriydu
minküm cezaen ve lâ şükûra;
"Yalnızca
Vechullâh adına sizi yediriyoruz... Sizden ne bir karşılık ve ne de bir
teşekkür istemiyoruz." (A. Hulusi)
09 -
Size ancak «livechillâh» it'am ediyoruz, sizden ne bir karşılık isteriz ne de
bir teşekkür. (Elmalı)
İnnema nut'ımuküm livechillâhi lâ nuriydu
minküm cezaen ve lâ şükûra (Bir intikal cümlesi) ve kendi
kendilerine derler ki biz sizi sadece Allah rızası için livechillah; lafzen
Allah’ın yüzü için manasına gelir. Fakat yüz zatı ifade eder, dilde böyledir.
Onun için Allah’ın yüzü için diye çevrilmez. Allah’ın zatı için, yani Allah
için sizi doyurduk.
lâ nuriydu minküm cezaen biz sizden
bir karşılık beklemiyoruz, istemiyoruz. ve lâ şükûra ve teşekkür de beklemiyoruz. Hem
yaparlar hem de teşekkür beklemezler. Neden?
1 – Allah’ın verdiğini
veriyorlar. Aslında veren Allah’tır. Onun için niye teşekkür bekleyecekler ki.
Allah’ın verdiğini Allah’ın kuluna verdiler. Kendileri de Allah’ın verdiği
değil mi? Allah kendi verdiğine vermiş, insan da Allah’ın verdiği değil mi?
Onun için kimin teşekkür beklemeye hakkı var? Allah’ın nimetini Allah’ın kuluna
veriyor.
2 – Allah karşılığını verecek.
İnsandan teşekkür beklese beklemese ne olacak, insan teşekkür etmese etse ne
olacak, karşılığını Allah verecek onun için.
3 – Bir şey yapmış olmamak için
teşekkür beklemezler. Çünkü gerçekte veren Allah’tır, Allah bir daha verir,
daha fazlasını verir. Vermeyebilir di, vermedikleri veremezler. Dolayısıyla
sana da vermeseydi sen de veremezdin. O zaman vermek bizatihi teşekkürdür.
Aslında sen teşekkür etmelisin. Fetekabbel minniy demelisin, yani Rabbim benden
kabul et. Kabul edince de teşekkür etmelisin. Ya rabbi, lütuf buyurdun,
verdiğimi kabul ettin demelisin. Onun için mü’min hem verir hem de teşekkür
eder. Tatlandırıcısı budur, kâfuru budur tabir caizse vermenin.
Hani cennette sunulan içeceklerin
içinde öyle bir karışım varmış ya kâfur diye, hemen biraz önceki ayette okuduk.
Amellerimizin de içinde tatlandırıcılar varmış. Hem verip hem teşekkür etmek,
vermeyi, zekatı, infakı, tasadduku tatlandırmak. Yani içine muhteşem bir
karışım katmak.
Devam ediyor d sayfasına geçiniz.
İnsan suresini toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder