b
sayfasından devam
48-) Fema tenfe'uhüm şefa'atüşşafi'ıyn;
Artık
onlara şefaat edicilerin şefaati fayda vermez. (A. Hulusi)
48 -
Fakat fâide vermez o vakit şefaati şefaatçilerin. (Elmalı)
Fema tenfe'uhüm şefa'atüşşafi'ıyn
işte böylelerine hiçbir şefaatçinin şefaati fayda veremez, vermez.
Bu ayetin bir özelliği var.
Kur’an ın nüzul sürecinde şefaat kelimesinin ilk geçtiği ayettir. Kur’an da 25
ayet vardır şefaatle ilgili, 25 ayetten biri de bu. Bu 25 ayetin 23 ü olumsuz
cümle yapısıyla gelir. menfi cümle yapısı. Onun için Ayet el Kürsî de oldu gibi
men zelleziy yeşfe'u 'ındeHÛ illâ Biiznih.
(Bakara/255) Kimmiş bakayım O’nun katında kayıracak olan, O’nun izni olmadan, O
izin vermeden.
Burada ki illâ Biiznih; iki şekilde anlaşılabilir
istisna. O’nun kayırmadığı birini kimmiş kayıracak olan. Bakınız bu çok önemli,
O’nun kayırmadığı birini. Yani O şefaat etmeden şefaat edecek olan kimmiş
bakayım. İkincisi de O’nun şefaat etmediğine şefaat edecek olan kimmiş bakayım.
Kayırmadığını kayıracak olan kimmiş bakayım.
Niçin suali
cevap için 38. ayet yeter. Bakınız, lütfen bakınız. Niçin sualine cevap,
surenin içinde 38. ayette. Neden kayıramaz o gün Allah’tan başka hiç kimse? 38.
ayeti okuyoruz;
Küllü nefsin Bima kesebet rehiyneh
(38) çünkü herkes kendi yaptıklarının rehinidir de onun için. Yaptıkların
şefaat etmeyecekse kimseden bekleme diyor.
Küllü nefsin Bima kesebet rehiyne ayeti, bu ayetin beraberinde ışığında
okunmalı. Onun için işte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermez.
Neden? Çünkü insan yaptıklarının rehinesidir diyor, rehinidir diyor. Her can
kendi yaptıkları tarafından rehin alınmıştır.
Yine 37. ayet de böyle, onu da
okuyalım; Limen
şâe minküm en yetekaddeme ev yeteahhar (37) içinizden öne geçmeyi
veya arkada kalmayı isteyen herkes için. Demek ki isteğimize bağlı. Öne geçmek
mi istiyoruz, arkada kalmak mı istiyoruz. Bu mesele.
Dahası 43 – 47. ayetlerde orayı
da okuduk, orayı da gördük. Ne diyor; Biz şunlardan değildik. Bizim yüzümüz
Allah’a dönük değildi, biz yoksulu doyurmuyorduk. Biz dalanlarla birlikte
günaha dalıyorduk. Demek ki bizim ellerimizle yaptıklarımız yüzünden biz böyle
olduk. Onun içinde işte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecek.
Çünkü müşrikler putlarının şefaat edeceğine inanırlardı. Onun için 25 ayetten
23.ü olumsuzlayarak geliyor. Yani müşriklerin şefaat anlayışını, kayırma
anlayışını. Ahiret varsa bile bizi birileri kayırır, bizi bu taptıklarımız
kayırır yaklaşımını sıfırlamak ve reddetmek için. Bu manada şefaat meselesinde
tüm anlayışımızın mihenk taşı sebe’/23. ayeti ve Zümer/44. ayeti olmalıdır.
Ne diyor sebe’/23. ayeti Ve lâ tenfa'uş
şefa'atü 'ındeHU illâ limen ezine leh. (Sebe’/23) hiç kimsenin
şefaati fayda vermez, ancak onun izin verdiği, yani onun lehine izin verdiği
kimse dışında. Allah Allah..! Bu; sen kayır denilen kimseye de delalet eder,
ben onun kayırıyorum. Yani ben ona şefaat ettim, sen şefaatimi bildir manasına
gelir aslen.
Peki Zümer/44. ayeti ne diyor? Kul
Lillâhiş şefa'atü cemiy'an (Zümer/44)
şefaatin tamamı, cemiy’an gelmeseydi istisna var derdik. Allah’a aittir. Peki
çelişki mi var? ..illâ limenirteda,
(Enbiya/28) illâ Biiznillah gibi
istisna cümlelerine ne yapmalı; Allah’ın izin verdikleri hariç istisna
cümleleri? Hayır, asla çelişki yok, ama doğru anlarsak.
Şefaat şudur
dostlar: Allah af etmiştir, Allah bağışlamıştır kulunu ve af ödülünü takdir
etmiştir. Ahirette Kulunu affettiğine dair ödülü; Ey kulum sen ver diyor. Ödül
tevdiidir şefaat. Yani benim şu kulumu affettiğime dair ödülü, onu bağışlamam
ve ona cennetimi verdiğime dair haberi sen ver. Bu haberi vermekle seni
görevlendiriyorum. Bu.
Siz sahnede
size ödülünüzü takdim etmek için çağırılan insana şöyle ödülün sahibi, ödülü
veren kişi olarak bakarsanız haksızlık olmaz mı? Aslında o da
onurlandırılmıştır, ona da bir ödüldür. Ödülü ver demek ona ödüldür. İşte
şefaati böyle anlayacağız. Allah’ın verdiği ödülü tevdi etmek. Böyle anlarsak
doğru anlamış oluruz.
[Ek
bilgi; ŞEFAAT
VE ŞİRK.
Şefâat, sanılıyor ki, biri
gelip koluna girip seni sürükleyecek; bir yere sokacak! Birisi koluna girip de,
seni bir yere mi götürecek!?
Şefâat, dünyada var; âhirette
var, mahşerde var, cehennemde var. Rasûlullah Aleyhisselâm’ın şefâati var;
evliyanın şefâati var; âlimlerin şefâati var.
Nedir bu şefâat? Neye dönük
bir şefâattir? Yalnızca cehennemden çıkmaya dönük bir şefâat mi? Günahların en
büyüğü nedir?
"İnneş şirke lezulmün azîm"!(Lokman/13).
"Şirk azîm
zulümdür"; diyor âyet. Yâni, "Allah"ı, tanrı mesabesine koymak!
Şirk budur!
"Sizin için korktuğum
gizli şirktir, artık açık şirk olmaz ümmetimde" diyor.
Öyle ise Tanrıya tapmak
"kebâir"in tâ kendisidir! Büyük günahların en başında gelen ve
hepsinin kökenidir! Bütün günahların kökeninde de "Şirk-i hafî" yani
"tanrıya inanmak" yatar!
"Ey iman edenler Allah`a iman edin"(Nisa/136); âyetindeki
uyarı, Hz. Muhammed ve Kur`ân ‘a iman, edip henüz Tanrı anlayışından
kurtulmamış olan SAHÂBEYE gelmişti. “Sahâbe”, yâni Allah Rasulü`nü gören (!) ler
böyle olursa..! Ya bizler?!....
Allah`a imanın yolu da, cehennemden kurtuluşun yolu da
hep şirki hafîden kurtulmak için ŞEFÂATE NÂİL OLMAKTAN GEÇER!
"Allah izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse"(Yunus/3) Âyetini.
"TANRI izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse" diye anlarsak. Cehennem
ateşimiz kolay kolay sönmez bizim! Yanarız da yanarız!
“Tanrı izin vermedikçe ŞEFÂAT
edemez kimse”, cümlesi ile; “ALLAH izin vermedikçe şefâat edemez kimse”,
cümlesi arasındaki fark nedir?
Evimizdeki nesneyi, biz,
Topkapı Sarayı’nın hazine dairesinde bile arasak bulamayız! Çünkü evimizde! Biz,
“şefâati reddederken”; “şefâat nasıl ulaşır” bize?
Basiretimizi örten perde
örtülü olduğu sürece, biz nasıl şefâati görüp, şefâate ulaşabiliriz?
“Tanrı”ya inanırken,, “Tanrı”nın büyükelçi (!)
sine ve “Arapça bilen Tanrı”nın “Arapça yazılı gönderilmiş” bir kitaptaki
emirnâmesine iman ederken! Türlü kerâmetleriyle âdeta bir sihirbaz gibi değneği
ile bizi cehennemden kurtaracak “Tanrının Evliyâsı”na inanırken. Nasıl, ŞEFÂAT
bize ulaşır?
Allah (özümüzden), izin
vermezken; içindeki, şefâati reddederken; kim şefâat edebilir ki! Basiretimizi
örten perde nasıl kalkar da, şefâate ulaşırız biz!. Ve böylece de, nasıl şirki
hafîden arınıp; her şey’in hakikatı ve varlığımızın kaynağı olan “ALLAH İsmiyle
İşaret Edilen”e iman edip; “Kur’ân ”ı "OKU"ruz?
(şirkten) arınmamışlar el
sürmesin! dendiği halde. Bize kalırsa. Önce, Allah`tan (yani özünden gelen bir
yolla) izin çıkıp, ŞEFÂATE nâil olmak gerek. sonra şefâati değerlendirip, diğer
âfâkî perdelerden arınmak. Sonra da, nefsine bilincine-şuuruna-gerçek
"ben"ine zulmetmeyi terk etmek!
Sen, nefsine sürekli
zulmetmektesin; nefsinin, hakikatini yaşamasına engel olduğun sürece.
Üstelik bu gerçeği bildiğin
halde, çevrenle paylaşmıyorsan, o “en yakınım” dediklerine de zulmün en
büyüğünü yapıyorsun!
Ama ben istiyorum da olmuyor! Niye
olmuyor?
Muslukçuda pasta satılmaz!...
Bilgisayarcıda ayakkabı aranmaz!.
Şeytan, zâhirine bakıp
Âdem’in, “İblis” oldu! Âdem’in, ilmine ve hakikatine bakıp onu
değerlendirebilseydi, bu sahnelenen oyun oynanmayacaktı zaten!
Biz, yalnızca ilim için
yaratıldık! İlmi de, ateşin arkasına koydu ki Allah, korkaklar o ateşe
"nefsim yanmasın, yanarak arınmasın" diyerek yaklaşamasın da;
böylece, yanma korkusuyla, da lâyık olmadıklarını ele geçiremesinler diye.
Ateşte benliğini yakma korkusunu atıp, içine
dalabilenler; Deccal’ın sağ yanındaki ateş Cehenneminden geçip, ilim ve irfân
Cenneti`ne girebilirler! Korkuyu atamayanlar ise, ateşten geçemezler ve ilme
irfâna ulaşamazlar. Korkuyu atmak gerek!
Yunus Emre’nin dediği
"Ödünü sıdır"ın açıklamasını yanındaki arkadaş yapmıştı bana.
Allah’tan yapmış. Sayesinde hep gözü kara daldım her yeni ilmin içine!
Geldik elli küsûrlara altmış
küsûrlara... Ne yaşayacağımız, özellikle de aklımız başımızda, ağrısız sızısız
sağlıklı olarak ne kadar yaşayacağımız meçhul!
"Şirki hafi"den
kurtulduk mu? Vicdanımız cevap versin! “ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”in, bir
“Tanrı” olmayıp; ne olduğunu fark edip; hiç olmazsa iman edebildik mi? O`nu her
an ve her yerde görüp, dinleyebiliyor muyuz? Her dem O`nunla konuştuğumuzun
farkında ve bilincinde miyiz?
Şefâatin ulaşması için, önce
uzatılanı geri çevirmemek gerek! Şefâat, Cehennem`den kurtulmak içindir; ki bu,
Cehennem`in dünya bölümünde de olur, Âhiret bölümünde de!
Şefâat, Allah`a da ermek
içindir! Ki bu da ancak dünyada iken ilm’ullah’ın zâhir olduğu kişiyi bulmak ve
onu değerlendirmekle mümkündür!
Şefâat, kişinin yanlışlarda
ısrarına yol açan, yanlışlarından dönmesine engel olan bilgi yetersizliğini
ortadan kaldırıp, kişiyi o konuda bilgilendirmektir! Nebi ve Rasûllerin de,
Evliyanın da şefâati hep bu yoldadır. Kişi o bilgilerle kendinde arınmayı
oluşturur ve yanmaktan kurtulur! Gereğini de yaşayarak (hem enfüsünde hem
âfâkında) bilinç boyutunda “Allah”a erer!
Öyle ise; Önce, “ötendeki
TANRI” değil, özündeki “ALLAH” izin verecek ki; sen o şefâate açık hâle
geleceksin! Şefâati, def etmeyeceksin. Sonra o, ŞEFÂAT olan bilgiyi
değerlendirecek, ilim doğrultusunda yaşayarak arınacaksın. Sonra da “şirki
hafî” sona erip “ALLAH”a ereceksin.
Bu konuyu etraflı düşünmek,
tartışmak ve anlamak, “şefâat” kapısının açılması demektir, umarım!.(A.
Hulusi-ŞEFEAT VE ŞİRK)
Soru;
-“İnsan ve Sırları”
kitabınızda bahsettiğiniz ölümden sonraki idrâk kapasitesindeki genişleme yatay
mı, yoksa dikey olarak bir genişlemeden de söz edilebilir mi?
Üstad;
-Ölümden sonra idrakte yatay
genişleme söz konusudur. Dikey genişleme sadece Dünya hayatı içinde
mümkündür... Ölümle birlikte, dikey yolu kapanır. (A.
Hulusi- Okyanus ötesinden)]
49-) Fema lehüm 'anittezkireti mu'ridıyn;
Onlara
ne oluyor ki, hatırlatıcıdan yüz çeviricidirler? (A. Hulusi)
49 -
Ya şimdi ne mazeretleri var o öğütten yüz çevirirlerken. (Elmalı)
Fema lehüm 'anittezkireti mu'ridıyn
yeni bir pasaja girdik, son pasaj. Şu halde o uyarıdan yüz çevirmekle ellerine
ne geçecek? Yani bu tipler, birilerinin kendisine şefaat edeceğini söyleyen bu
tiplere kimsenin şefaati fayda vermez. Peki uyarıdan yüz çevirmekle, vahiyden
yüz çevirmekle, Allah’a sırt dönmekle ellerine ne geçecek?
Düşünebiliyor musunuz falan beni
kayıracak diye Allah’a sırt, hatta falan beni kayıracak demesi, Allah’a sırt
dönmesi olarak görülüyor, öyle algılanıyor. Bu çok önemli. Rabbim hepimizi her
türlü sapmadan muhafaza buyursun. Rabbimizin şefaatine nail etsin inşaAllah.
50-) Keennehüm humurun müstenfiretun;
Onlar
sanki ürküp kaçan yaban eşekleri gibidirler! (A. Hulusi)
50 -
Sanki ürkmüş yaban eşekleri. (Elmalı)
Keennehüm humurun müstenfirah onlar
ürkek yaban eşeklerine benziyorlar. Benzetmeye bakın, benzetmede ki edebi
ihtişama bakın lütfen; Yaban eşeklerine benziyorlar.
51-) Ferret min kasveretin;
Aslandan
ürküp kaçarcasına! (A. Hulusi)
51 -
Aslandan kaçmaktalar. (Elmalı)
Ferret min kasverah amansız avcıdan
kaçan eşeklere. Yaban eşeği; Bir dostu düşmandan ayıramaz. Onun için kendisine
ot vermek için yaklaşandan da kaçar, kendisini yemek için yaklaşandan da kaçar.
Bu yaban eşeği bir tür Zebra, zebra da yaban eşeğidir. yahsabune külle
sayhatin 'aleyhim. Münafıkun/4) onlar her çığlığı kendi aleyhlerine
zannediyorlar diyordu ya ayeti kerime. İşte tıpkı öyle, yaban eşeği gibi. Her
çığlığa kulak kabartır, her çığlığı aleyhine zanneder.
Burada aslında medeniyet
düşmanlığı yaban eşeği üzerinden
veriliyor, yabanilik. Kur’an adamı medenileştirir zımni cümlesi var burada.
Bedevi bir toplumun içine indi, eşkıyadan evliya çıkardı. Yesrib’in acı
meyveli, acı yemişli mekan üzerine indi, ne yaptı Medine yaptı, medeniyetin
beşiği yaptı. Kararmış bir coğrafyaya indi, orayı aydınlık yaptı. O coğrafyanın
içinde dün deve çobanı olan insanların arasından öyle bir nesil çıkardı ki, bu
insanlar gittiler, yer yüzünün iki imparatorluğundan biri olan kisranın huzurunda
biz işgale gelmedik, seni ve etrafındakileri Kula kulluktan Allah’a kulluğa
çağırmaya geldik diyebildiler. Bu kadar muhteşem bir akıl kazandırdı olnlara,
şuur kazandırdı.
52-) Bel yüriydü küllümriin minhüm en yu'ta
suhufen muneşşereten;
Belki
de her biri, kendisine (vahiy inip) açılmış sahifeler verilmesini diler! (A. Hulusi)
52 -
Yok onlardan her kişi kendisine ayrı sahifelerle tezkireler dağıtılmasını
istiyor. (Elmalı)
Bel yüriydü küllümriin minhüm en yu'ta suhufen
muneşşerah Evet, onların her biri kendilerine açık seçik, yani
önlerine açılmış, konmuş sayfalar isterler.
Talebe bakın, şu saçmalığa bakın,
hatta azgınlığın verdiği saçmalık. Yani sana geldiyse bize de gelsin de
inanalım. Vahiy bize de gelsin.
Vahiy aslında size geldi.
Başınıza taş değil de vahiy düşseydi gene inanmazdınız. Bu sefer ona da bir
bahane bulurdunuz. Mesele bu değil ki, sizin sorununuz farklı. Siz tefekkür
etmiyorsunuz, sığ düşünüyorsunuz. Fikr ediyorsunuz. Ama tefekkür etmiyorsunuz.
Onun için de algılayamıyorsunuz. Siz iman ön bilgisiyle bakmıyorsunuz, küfür ön
yargısıyla bakıyorsunuz. Onun için algılayamıyorsunuz. Yaban eşekleri gibi
vahyin sizi ateşten korumak için çığlığını siz kendi aleyhinize çığlık gibi
algılıyor ve kaçıyorsunuz. Saadetinizden kaçtığınızı bilmeden, cennetinizden
kaçtığınızı bilmeden, Allah’tan kaçılmayacağını bilmeden kaçmaya kalkıyorsunuz.
53-) Kellâ* bel lâ yehafunel'ahırete;
Hayır!
Bilakis, sonsuz gelecek yaşamdan korkmuyorlar!
53 -
Hayır, doğrusu Âhiretten korkmuyorlar. (Elmalı)
Kellâ yoo..! Ama bu mümkün değil,
bunu beceremezsiniz, bunu yapamazsınız bel lâ yehafunel'ahırah sizin asıl sorununuz,
onların asıl problemi ne biliyor musunuz? Onların ta temelde yatan problemi
ahiretten korkmuyorlar. Niye? Demek ki iman aslında ahiret korkusunu, ahiret
sancısını insanın içine yerleştirmek içindir. Ahiret sancısı insanın içinde
olmazsa insanı kim tutar. Eğer devlet görmüyorsa, kolluk güçleri görmüyorsa,
kimse fark etmiyorsa yap gitsin. Allah görüyor diyenlerle Allah görmüyor diyen
aynı davranır mı? Bu ikisinin hayatı aynı olurmu? Bu ikisinin yaşantısı aynı
olur mu? Gören bir Allah’a inananla inanmayanın hayatı aynı olur mu?
Hassasiyetleri aynı olur mu? Ayette onu söylüyor.
54-) Kellâ innehû tezkiretun;
Hayır!
Muhakkak ki o bir hatırlatmadır! (A. Hulusi)
54 -
Hayır hayır o muhakkak bir tezkire. (Elmalı)
Kellâ yoo! Yine yo..! yine hayır innehû tezkira
bütün bu okuduklarınız, bu vahiy, bu Kur’an bir uyarıdır. Yine zımnen üzerinde
19 vardır ayetine atıf, yani, 30. ayetti değil mi, evet 30. cu ayete bir atıf
olarak anlarsak; Bu bir şifre kitabı, bu bir tılsım kitabı, bu bir bulmaca
kitabı, bu bir lügaz kitabı falan değil, bu hidayet kitabıdır, öğüt kitabıdır.
İnsana doğru yolu göstermek için Allah’ın gönderdiği bir öğüttür.
55-) Femen şâe zekerehu;
Dileyen
onu zikreder (hatırlayıp değerlendirir)! (A. Hulusi)
55 -
Dileyen onu tezekkür ede. (Elmalı)
Femen şâe zekerah artık dileyen öğüt
alır diyor, dikkat buyurun, dikkat kesilin lütfen. Şu iki ayete bakar mısınız?
Kur’an ın kurban olduğum üslubuna bir bakar mısınız. Dileyen öğüt alsın, veya
dileyen öğüt alır dedikten sonra ne diyor bakınız:
56-) Ve ma yezkûrune illâ en yeşâAllâh* HUve
ehlütTakva ve ehlülMağfireh;
Allâh
dilemedikçe onlar zikredemezler (hatırlayıp
değerlendiremezler)... O, takvanın ehlidir (dilediğinde korunmayı izhar eder) ve mağfiretin ehlidir (dilediğinde
mağfiretini oluşturur).(A. Hulusi)
56 -
Mamafih Allah dilemeyince düşünmezler, koruyacak da odur, mağfiret edecek de.
(Elmalı)
Ve ma yezkûrune illâ en yeşâAllâh
Allah dilemedikçe de kimse öğüt alamaz. Hani dileyen öğüt alırdı? Bir önceki
ayeti bir sonraki ayet (Haşa) yalanlıyor mu? çelişki mi var. Binlerce haşa..!
Bir sonraki ayet, bir sonraki ayeti açıklıyor. Nasıl açıklıyor? Allah insana
dilemesi için irade vermiştir diyor. Yani insanın dilemesini isteyen de
Allah’tır. Allah insanın dilemesini istemeseydi, dilemeyi vermezdi. Demek ki
insanın mazereti yok, insan dileyecek. Allah’ın verdiği iradeyi kullanarak
dileyecek, doğru kullanarak dileyecek. Biz açıkça bunu anlıyoruz buradan.
Burada iradeye hürmet var. Ama
Allah dilemedi diyor, yani nedir? Allah iradeyi diledi. Allah onun yerine
dilemiyor, kulun yerine dilemiyor. Kulun yerine dileseydi eğer iradeyi yok
saymış olurdu. O zaman insana ödül ve ceza gerekmezdi. Yer ve gök gibi olurdu.
Otomatiğe bağlanmış olurdu. Ama kulun yerine Allah dilemiyor Kul dilesin diye
ona iradeyi diliyor. İnsanın kaderi seçmektir onun için. … lev şaAllâhu ma
eşrekna.. (En’am/148) diyorlardı
müşrikler. Eğer Allah isteseydi, dileseydi biz şirk koşmazdık. Görüyor musunuz
mazereti, bahaneyi? Allah dileseydi biz şirk koşmazdık. Yani bizim müşrik
olmamızı Allah diledi öyle mi?
Bundan büyük
iftira olur mu? Bu iftira kadar büyük değilse daha küçüklerini bizler
etrafımızda görmüyor muyuz. Adam aklını kullanmadığı için pisliğe mahkum
oluyor. Bu ayettir, onun için söylüyorum ve yec'alürricse alelleziyne lâ ya'kılun. (Yunus/100) Allah pisliğe mahkum eder
akletmiyenleri. Pisliğe mahkum oluyor, mahkum olduğu pisliği kader olarak
sunuyor. Yani kaderimiz pisliğe mahkum olmakmış. Ama Allah aklını
kullanmayanları pisliğe mahkum eder diyor? İşte bunun gibi.
Ve ma yezkûrune illâ en yeşâAllâh* HUve
ehlütTakva sorumluluk duyulmaya en ehil olan Allah’tır. Yani insanın
kendisine karşı sorumluluk duymasına müstahak olan varlık Allah’tır. Takva ehli
bu manaya geliyor. ve ehlülMağfireh yine bağışlamaya müstahak olan
varlık Allah’tır. Dolayısıyla eğer birinden sakınacaksak Allah’tan, birinden
korkacaksak Allah’tan, birine karşı en büyük sevginin en büyük payını
ayıracaksak Allah’a, eğer birinden, bir kişiden yardım isteyeceksek Allah’tan
yardım isteyeceğiz. Birine kul olacaksak Allah’a kul olacağız ki kurtulalım.
Sadakallahulaziym. Allah en doğrusunu, gerçeği, en gerçeği söyledi.
Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn
Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
Müddessir (32-56) suresinin sonu.
Müddessir (32-56) toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder