Değerli Kur’an dostları
geçtiğimiz ders Kasas suresinin 59. ayetine kadar işlemiştik. Eğer hatırlayacak
olursak söz konusu ayetlerde vahiyle insan ilişkisi ele alınıyor, insanın vahye
sırt dönmesi, Allah’a sırt dönmesi olarak tanımlanıyordu.
Yine bu çerçevede geçmiş vahyin
mensuplarının eğer samimilerse, eğer bilgiye dayalı bir iman sahibi iseler o
zaman bu vahye de iman etmeleri gerektiği, hatta bunun zorunlu olduğu dile
getiriliyordu ve 59. ayette Allah’ın toplumsal bir yasasına vurgu yapılıyordu
ve deniliyordu ki; senin rabbin toplumları bireyleri birbirlerine zulmetmedikçe
asla helak etmez. Yani helâkin sebebi küfür değil, onunda sonucu olan zulümdü.
İnsanların yeryüzünde birbirlerine zulmetmeleri. Bugün 60. ayetle kasas
suresine devam ediyoruz.
60-) Ve ma utiytüm min şey'in femeta'ul hayatid
dünya ve ziynetüha* ve ma indAllâhi hayrun ve ebka* efela ta'kılun;
Size
verilen şeyler, ancak dünya yaşamının dünyalığı ve onun bir süsüdür (keyiflendiricisidir)! Allâh
indîndeki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır... Aklınız almıyor mu? (A.Hulusi)
60 - Hem
size hangi bir şey verilmişse sırf Dünya hayatın geçici metaı ve ziynetidir,
Allah yanındaki ise hem daha hayırlı hem bekalıdır, artık akıl etmez misiniz?
(Elmalı)
Ve ma utiytüm min şey'in femeta'ul hayatid
dünya ve ziynetüha ve size her ne verilmişse eksiksiz, hepside dünya
hayatının kısa vadeli süsü, hazları ve lezzetidir. Yani siz şu yeryüzünde sahip
olduğunuz hazların kalcı olduğunu sanmayınız. Bunlar gerçeğinin birer kopyası,
onun içinde geçicidir. Geçicidir çünkü dünya hayatı geçicidir. Geçicidir; çünkü
dünya misafirhanedir. Sıla değildir, gurbettir. Ruh dünyaya gelmekle gurbetine
gelmiştir ve bir gün, ama mutlaka bir gün sılasına dönecektir. Onun için
gurbeti sıla sanma gibi büyük bir yanlışa düşmeyin.
ve ma indAllâhi hayrun ve ebka Allah
katında olanlar sa daha hayırlıdır ve daha kalıcıdır. Yani insan Allah
ilişkisinde dünya sadece bir sınav aracıdır, kalıcı olan lezzet, kalıcı olan
tat, kalıcı olan haz Allah’ın ötede vereceği lezzet ve haz olacaktır. efela ta'kılun
hala akletmeyecek misiniz, hala kafanızı kullanmayacak mısınız, hala eşyanın
kabuğundan öte geçip de özünü göremeyecek misiniz. Hala gördüğünüz şeyin dışına
bakıp da içine kör mü kesileceksiniz. Hala kavanozdaki balı dışından mı
yalayacaksınız, hala akıllanmayacak mısınız.
Ayet açık, dünya ve ahireti ancak
bu ikisiyle birlikte hayatın bütününü gören bir bakış açısıyla böyle
verilebilirdi. Bu ayette onu verdi. Yani iki dünyayı gören bir bakış açısı
kazandırmak istedi muhatabına bu ayet. Tasavvur inşa etti, iki dünyayı gören
bir tasavvur. Burada başlayıp ama burada bitmeyen bir bakış açısı. Burada
başlayan, ama buraya çakılmayan bir gözlem. Bura ile başlamış, fakat bura ile
sınırlı olmayan, burayı aşan, öteye geçen, maveraya geçen yani katı maddenin sınırlarını
aşıp sonsuzluğa ulaşan bir bakış açısı. Bir derin göz kazandırmak istedi
insana.
61-) Efemen ve'adnahu va'den hasenen fehuve
lakıyhi kemen metta'nahu metaal hayatid dünya sümme huve yevmel kıyameti minel
muhdariyn;
Kendisine
güzel bir vaatte bulunduğumuz, böylece de ona kavuşan kimse; dünya yaşamının
geçici dünyalığı ile kendisini faydalandırdığımız, sonra da kıyamet sürecinde
zorunlu geleceklerden olan kimse gibi midir? (A.Hulusi)
61 - Ya
şimdi kendisine güzel bir vaad ettiğimiz ve binaenaleyh ona irecek olan kimse
hiç o kendisine Dünya hayatın geçici zevkine yaşattığımız, sonra Kıyamet günü o
ihzar edilenlerden olacak kimse gibi olur mu? (Elmalı)
Efemen ve'adnahu va'den hasenen fehuve lakıyh
şimdi, kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz ve sonunda O’na kavuşan kimsenin
durumu, kemen
metta'nahu metaal hayatid dünya sümme huve yevmel kıyameti minel muhdariyn
kendisine dünya hayatının tadımlık hazlarını tattırdığımız ve kıyamet günü
yargı önüne çıkarılacaklardan olan kimsenin durumuyla bir midir, aynı olabilir
mi? Yani kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz ve en sonunda vaadimize
kavuşan kimse ile; sadece dünya hayatının tadımlık hazlarını tattırdığımız ve
en sonunda da bu hazlara kapılıp Allah’ı unutan, öteyi unutan, ebediyeti
unutan, misafirhaneyi kalacak yer zanneden, gurbeti sıla zanneden bir yamuk
mantığın sahibi bir olur mu? Bu iki ayrı bakış açısının sahibinin hayatı, yaşam
tarzı bir olur mu? Eşyayı okuyuşu bir olur mu? İnsan Allah ilişkisi bir olur
mu? İnsan- insan ilişkisi bir olur mu? İnsan – eşya ilişkisi bir olur mu?
Yukarıdaki ayette
söylediklerimizle bütünleşiyor bu ayet. İki insan tipi;
1 – İki dünyalı insan,
2 – Tek dünyalı insan.
İki tip insan, aslında şu
yeryüzünde yaşayanların hepsini ikiye ayırabilirsiniz. Tek dünyalı olan
zavallılar, çift dünyalı olan talihliler. Tek dünyalı olan zavallı ne yapsın.
Tek dünyalı olduğunu zannedenler elinde kalan bu dünyaya sıkı sıkıya sarılmak
zorundadırlar. Bu dünya için ödemeyecekleri, onurda dahil, şerefte dahil,
keramette dahil, insanın kerameti, Hz. İnsanın yüceliği de dahil her şeyi
satabilirler.
Fakat ya çift dünyalı insan, bu
insanın fiyatı nedir? Bu iki insan arasındaki farkı görmek istiyorsanız
fiyatına bakınız. Tek dünyalı olanı, o tek dünyadaki hazzı vererek satın
alabilirsiniz. Çünkü arkasında bir başka dünyanın olmadığını düşünüyor. Fakat
çift dünyalı insanın fiyatı nedir? Ona dünyaları verseniz ahiretini satın
alabilir misiniz? İşte iki dünyalı insanla tek dünyalı insanın farkı bu. Tek
dünyalı insan kendisini haşaratla özdeşleştiren bir insan. Sonunu, akıbetini
solucanla, solucanın akıbeti ile özdeşleştiren bir insan. Çift dünyalı insansa
Allah’ın kendisine yüklediği değeri bilen ve bu değeri korumaya çalışan insan.
Yani fiyatı olmayan insan. Daha doğrusu Allah’tan bir başkasının fiyat
biçemeyeceği, Allah dışında kimsenin fiyatını ve bedelini ödeyemeyeceği bir
insan.
62-) Ve yevme yünadiyhim feyekulü eyne
şürekâiyelleziyne küntüm tez'umun;
O
süreçte onlara (Allâh'a inandıklarını söyleyip
yanı sıra tanrılar edinenlere) şöyle hitap
edilir: "Ortaklarım sandıklarınız nerede?" (A.Hulusi)
62 - Hele
onlara haykırıp da «nerede o zulmettiğiniz şeriklerim» diyeceği gün... (Elmalı)
Ve yevme yünadiyhim feyekul işte o
gün Allah onlara seslenecek ve; eyne şürekâiyelleziyne küntüm tez'umun öteden
beri bana ortak olduğunu düşündükleriniz hani? Nerede onlar? Diye seslenecek,
soracak.
Her şirk, insanı ya kula kul
eder, ya da eşyaya. Burada, bu ayette de şirkin haddi zatında Allah’a zararı
yok. Şirkin tüm zararı şirk koşan insana. Çünkü Allah’a ait bir niteliği bir
sıfatı Allah dışındaki bir varlığa yakıştırdığında o, onun tanrısı olmaya
başlıyor. Asıl felaket oradan sonradır. Nedir o? Eğer bu insansa o insana kul
olmaya başlar. Eşya ise daha kötüsü o eşyaya kul olmaya başlar. Onun için şirkin
en büyük ziyanı şirk koşan insanın kendisinedir. Şirk koştuğu şey karşısında
nesneleşir, onun kulu kölesi olmaya başlar. Aslında şirki yasaklayan tüm
ayetler temelde insanın onurunu ve şerefini korumaya yönelik ayetlerdir.
Peygamber ya da melek fark etmez.
Aziyz, ya da bir başkası fark etmez. Yani Allah’a ait, yalnız Allah’a has bir
niteliği Allah’tan başka birine atfetmek, O’nun gibi, Allah’ı sever gibi bir
başkasını sevmek, Allah’tan korkar gibi bir başka şeyden korkmak. Allah’tan
ümit eder gibi Allah dışında bir varlıktan ümit etmek. Çoğaltabilirsiniz. Bu
işte yasaklanan bu. Çünkü insan Allah gibi korkmaya başlarsa birinden o onun
için tanrı yerine geçer. Eğer Allah’ı sever gibi sevmeye başlarsa o zaman
Allah’a vereceğini Allah dışında bir varlığa verdiği için onu tanrılaştırmak
gibi bir cinayet işler.
63-) Kalelleziyne hakka aleyhimül kavlü Rabbena
haülailleziyne ağveyna* ağveynahüm kema ğaveyna* teberre'na ileyk* ma kânu
iyyaNA ya'budun;
Bildirilen
sözü hak etmiş olanlar dedi ki: "Rabbimiz... İşte şunlar saptırıp
azdırdığımız kimseler... Kendimiz sapıp azdığımız gibi onları da azdırdık...
Sana yöneldik, hüküm senin... Zaten onlar bize tapınmıyorlardı." (A.Hulusi)
63 - Aleyhlerinde
söz Hakk olmuş olanlar şöyle demektedir: ey bizim yegâne rabbimiz! daha işte
şunlar: o azdırdığımız kimseler, biz onları kendi azdığımız gibi azdırdık sana
teberru ettik onlar bizlere tapmıyorlardı. (Elmalı)
Kalelleziyne hakka aleyhimül kavlü Rabbena
aleyhlerinde ki sözün gerçekleştiğini gören kimseler; Rabbimiz derler. haülailleziyne
ağveyna işte şunlar var ya bunlar. Bizim azdırdıklarımız. Oradaki
vagonları gösterirler. Kendilerinin arkasına vagon gibi takılıp ta kendileriyle
birlikte ateşe sürüklenen yığınları, kitleleri akletmeyen, yukarıdaki 60. ayet efela
ta'kılun diye bitmişti. Akletmiyor musunuz. Akletmeyen kimselerin düşeceği
tuzak, lokomotiflerin arkasına takılmaktır. Yani gideceği yer ateş olan
lokomotiflerin arkasına vagon olmaktır onun için onları gösterecek ve
diyecekler ki; işte şunlar bizim saptırdıklarımız.
ağveynahüm kema ğaveyna kendimiz
azdığımız gibi onları da azdırdık. Yani böyle bir de “meziyetleri” var. Hiç
olmazsa suçlarını itiraf ediyorlar. Hiç olmazsa yaptıklarını söyleyebiliyorlar. teberre'na ileyk
onlarla ilişiğimizi kesip sana sığınıyoruz Allah’ım diyecekler. Yani
bilemiyorum şöyle bir yorum acaba yapılabilir mi?
Sapmış lokomotifler sapmış
vagonlardan daha “onurlu” olacaklar. Yani hakikati görme hususunda hiç olmazsa
iş işten geçmiş olsa da, artık hiçbir işe yaramayacak olsa da ahirette ilk defa
fark eden onlar olacaklar diyebilir miyiz acaba? Ki bu ayette onu görüyoruz.
ma kânu iyyaNA ya'budun işte burası
püf noktası işin. Zaten onlar aslında bize tapıyor değildiler. Onlar gerçekte
bize tapmadılar hiç. Zımnen onlar kendi heva ve heveslerine, arzu ve
tutkularına, iç güdülerine taptılar. Hani Kur’an ın Furkan/43. ayetinde
buyrulduğu gibi. Eraeyte menittehaze ilâhehu heva.. (Furkan/43)arzusunu, tutkusunu, bireysel keyfini, hevasını tanrı edinen
kimseyi görmüyor musun? Baksana bir şu adama. Tutkusunu tanrı edinen kimseyi..!
İşte burada söylenen tip adeta bu ayette ki tiple özdeş.
64-) Ve kıyled'u şürekâeküm fede'avhüm felem
yesteciybu lehüm ve raevül azâb* lev ennehüm kânu yehtedun;
Denildi
ki: "Ortaklarınızı çağırın!" Bunun üzerine onları çağırdılar... (Fakat çağırılanlar)
kendilerine cevap vermediler ve azabı gördüler! Onlar doğru yolu bulsalardı! (A.Hulusi)
64 - Bir
de haydin yalvarın bakalım şeriklerinize denilmiştir, binaenaleyh
yalvarmışlardır fakat kendilerine icabet etmemişler ve azâbı görmüşlerdir,
vaktiyle hakkı görselerdi ya. (Elmalı)
Ve kıyled'u şürekâeküm ve onlara;
Haydi çağırın ortaklarınızı denilecek fede'avhüm ve onları yardıma çağıracaklar. felem yesteciybu
lehüm fakat kendilerine asla karşılık verilmeyecek. Yani yardıma gelen
olmayacak. Dar-ı Ukba da, Hakimi Allah olan mahkemede hiç kimsenin yardımına
hiç kimse koşamayacak. Çünkü ora herkesin nefsiy dediği, herkesin kendi canı
derdine düştüğü, herkesin kendi başının kaygısına düştüğü bir makam. Çünkü ora
Yevme
yefirrulmer'u min ahıyh. (‘Abese/34) o gün kişi kardeşinden
kaçacak, firar edecek. Ve ümmihi ve ebiyh (‘Abese/35)
hatta annesinden, öz annesinden, öz babasından kaçacak. Öyle bir gün o gün.
Onun için bu doğal. Yardıma gelen olmayacak.
ve raevül azâb ama azabı görüverecekler.
Yani şirk koştukları, ya da beni bunlar kurtarır ahirette dedikleri o kişiler
yardıma gelmeyecekler fakat çağrılarına bir şey koşup gelecek. Kinaye var
burada; Ateş. Azap koşup gelecek beni mi çağırdın diye. Galiba beni çağırdın.
Çünkü çağrı burada yapılır. Aslında insanın amelleri ahiretteki çağrısıdır.
Kişinin amelleri ahirette çağıracak. İyi eylemleriniz cenneti çağıracak ve
ayağınıza gelecek. Kötü eylemleriniz cehennemi çağıracak. Birinin başka birini
çağırmasına gerek yok. Beni mi çağırmıştın, veyahut ta kesinlikle beni
çağırmışsın sen diye ayağına gelecek. Burada böyle bir kinaye görülüyor.
lev ennehüm kânu yehtedun ne olurdu
sanki daha önceden doğru yolu bulmuş olsalardı..! Allah Allah..! Rabbimiz böyle
diyor. Allah’ın şefkatine bakın, insanoğluna şefkatine. Ne olurdu sanki doğru
yolu daha önceden bulmuş olsalardı. lev ennehüm kânu yehtedun keşke iş işten geçmeden
doğru yolu daha önceden bulmuş olsalardı olmaz mıydı.
Allah’ın kulları için dileği bu
dostlar. Allah bunu istiyor. Aslında Allah azap etmiyor. Azap cezadır. İnsan
kendi kendisine ceza veriyor. Yoksa Allah ceza vermiyor. Allah sadece adaletini
uyguluyor. Suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmuyor. Tutmaması da adaletini
bir gereğidir. Ama zorlamıyor tabii. Allah sapmayı istemiyor. Hiç kimsenin
sapmasını arzu etmiyor. Fakat irade verdiği için onu mahkum da etmiyor doğruya.
Doğruya mahkum etseydi insana verdiği en büyük değerlerden biri olan iradeyi
yok saymış olacaktı. O zaman imtihanın, sınavın ne değeri kalırdı ki. O zaman
insanla meleğine farkı kalırdı. O zaman cennet ve cehennemin ne gereği olurdu.
O zaman bu dünya hayatının ne gereği olurdu.
İşte yeryüzünde bir hayata sahip
olmak, iradenin imtihana tabi tutulmasından başka bir şey değil. İmtihansa
herkesin bildiği gibi mutlaka bir seçime dayalı olur.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
123. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/11/16/islamoglu-tef-ders-kasas-60-88123/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder