A sayfasından devam
3-) Ve lekad fetennelleziyne min kablihim
feleya'lemenn Allâhülleziyne sadeku ve le ya'lemennel kâzibiyn;
Andolsun
ki onlardan öncekileri de sınav objeleriyle denemişizdir... Allâh (dışarıdan bir tanrı gibi değil - hakikatleri olarak) elbette (sözlerinde) sadıkları açığa çıkarıp bilecek ve elbette yalancıları da
açığa çıkarıp bilecek. (A.Hulusi)
03 - Şanım
hakkı için biz onlardan evvelkileri ne fitnelerle imtihan ettik, yine Allah,
elbette sadakat edenleri bilecek, ve elbette yalancıları bilecek. (Elmalı)
Ve lekad fetennelleziyne min kablihim
doğrusu onlardan öncekileri de sınamıştık. Yani sınamak sadece bir nesle ait
bir şey değil, Allah’ın sünneti. Surenin girişinde yasalara değinmiştim ya,
ilahi yasa bu. Allah yasasını kimse için bozmaz. Öncekileri de sınamıştı elbet
sonrakileri de sınayacak. Neden yer yüzünde hakka karşı batılın zulmü devam
eder sorusunu sorana verilecek en kısa cevap Ankebut/3. ayetinin ilk
cümlesidir. Çünkü Allah’ın yasası bu. Yoksa Allah inananları savunur. İnnAllâhe
yudafi'u anilleziyne amenû. (Hacc/38) savunur savunmasına da
aynı zamanda Allah’ın koyduğu yasalarda vardır. Allah inananları savunur ama
kim inanır? İnanan kimdir? Allah önce inananı seçip ayırır, ondan sonra
savunur.
feleya'lemenn Allâhülleziyne sadeku ve le
ya'lemennel kâzibiyn Fakat Allah herhalde hem doğru söyleyenleri
bilecek, hem de yalancıları bilecektir. Te’kid “nun” u fiil-i muzariye
bitişince, fiil-i muzarinin anlamını gelecek zamana kilitler. Yani bilecek.
Peki Allah ilmi mutlak olan değil
mi, bilgisi sonsuz, sınırsız ve zaman üstü olan değil mi. Dolayısıyla zaten
biliyordu. Evet zaten biliyordu, fakat bu ayeti A. İmran/179. ayetiyle birlikte
anlayacağız. Bu ayet ışığında okursak anlayacağız.
Ma kânAllâhu li yezeral mu'miniyne alâ ma
entüm aleyhi hatta yemiyzel habiyse minettayyib.(A.İmran/179) İşte
bu ayet. Allah mü’minleri üzerinde bulundukları hal üzre, pisi temizden seçip
ayırmadan bırakacak değildir. İşte bu ayet ışığında okursak Allah’ın
bilmesinin, seçip ayırması, imanının bedelini ödeyenle ödemeyen, imanında
samimi olanla olmayan, imanında sadık olanla kâzib olan arasındaki o temel
ayırım.
Burada bazı müfessirler çok derin
tahliller de yapmışlar. Allah’ın mutlak olan bilgisini ikiye ayırıp; 1. önceden
bilgisini, mutlak bilgisini kaza bilgisinden ayrı telakki etmişler. Yani kaza
bilgisi dediğimiz bilgi bir olayın olduğundan sonra artık Allah’ın bilgisinin
tahakkuk etmiş olması.
Peki bu neyi değiştirir? Bu
Allah’ın bilgisinde hiçbir şeyi değiştirmez. Değiştirdiği unsur kulun
akıbetidir. Allah’ın o kulun daha önceden sapacak oluşunu bilmesi, onun cezayı
hak etmesi anlamına gelmiyor. Fakat bu bilginin tahakkuk etmesi durumunda işte
o zaman o kul Allah’ın gazabını ve cezasını hak etmiş oluyor. Yani kaza bilgisi
denilen bilgi bu olmuş oluyor. Bilgi tahakkuk etmeden ceza gerçekleşmez. Yani
bilgi sahibi için değişen bir şey yok, fakat bilginin nesnesi olan insan için
değişen bir şey var.
Fitne kelimesi bu ayeti izah
edebileceğimiz harika bir anahtar. Aslında ayette geçiyor Ve lekad fetenne fitneye tabi tuttuk.
Nedir fitne? Arap sözlüklerini açtığımızda madencilik, metalurji kavramı olarak
görüyoruz fitneyi. Metalle ilgili bir kavram. Cevheri kıymetli olan madenlerin
içine konulup ta yüksek dereceli fırınlarda ergitildiği pota, fitne. İşte bu
pota da maden ergitilip daha sonra cevheri posasından ayrılınca maden olur,
ayrılınca kullanılır. Yoksa ayrılmadan o madene değer verilmez. Yerin altında
hiçbir maden bulunmuş ve cevheri ayrıştırılmış maden muamelesi görmez. Altın
işlenmeden servete dahil edilmez. Ancak işlendikten sonra servet haline gelir.
Maden böyledir.
İşte fitne yerin altında toz
toprak olan cevheri ondan arındırıp pırıl pırıl hale getirip kıymet ve değerine
kavuşturmaktır. İman madenini, iman cevherini, insan madeninden ortaya çıkarmak
için insanın keder, bela, musibet ateşinde, potasında yanması gerekiyor ki iman
saflaşsın. İşte çekilen ıstıraplar imanın saflaşmasına böyle katkıda bulunur.
Zaten girişteki ayetlerin söylediği de bu.
4-) Em hasibelleziyne ya'melunes seyyiati en
yesbikuna* sae ma yahkümun;
Yoksa o
kötülükleri yapanlar bizi geçip gideceklerini mi sandılar... Ne kötü hüküm
veriyorlar! (A.Hulusi)
04 - Yoksa
sandı mı o kötülükleri yapanlar bizden savuşacaklar? Ne fena hükmediyorlar. (Elmalı)
Em hasibelleziyne ya'melunes seyyiati en
yesbikuna yoksa o, -Kim o? İnandık deyip de kötülük yapmayı
sürdürenler- bizi atlatabileceklerini mi sandılar. En yesbikuna, yani bizim önümüze geçip bizi durduracaklarını, ya da
bizim gözümüzden kaçacaklarını mı sandılar. sae ma yahkümun ne berbat akıl yürütüyorlar, ne
fena hüküm veriyorlar, ne kötü muhakemeleri var, ne kadar berbat bir tasavvur
sahibiler.
Değerli dostlar sae ma yahkümun aslında işin sırrını
veriyor. Koordinatları yanlış olan bir aklın hükmü de yanlış olur. Yanlış
bakıyorlar. Yanlış görecekler. Koordinatları yanlış, akıl yürütürken
kullandıkları kavramların içeriği yanlış. Kâr ve zararı yanlış tanımlıyorlar.
Hayatı yanlış tanımlıyorlar. Kârı yanlış tanımladıkları için Allah’tan
kurtulacaklarını sanıyorlar, atlatacaklarını sanıyorlar. Çünkü kendilerini
yanlış tanımlıyorlar. Hadlerini bilmiyorlar, sınırlarını bilmiyorlar. İşte
burada sae ma yahkümun derken ne
berbat akıl yürütüyorlar derken kötü koordinatlara yanlış ve yamuk
koordinatlara oturmuş bir aklın hiçbir zaman doğruyu göremeyeceği ifade
ediliyor.
5-) Men kâne yercu LıkaAllâhi feinne ecelAllâhi
leat* ve "HU"ves Semiy'ul Aliym;
Kim
Allâh'ın likâsını (ismi Allâh olanın, şuurunda
Esmâ'sıyla açığa çıkışını fıtratınca yaşamayı)
umuyorsa, (bilsin ki) muhakkak ki Allâh'ın takdiri olan bedenli yaşam sürecinin
sonu elbette gelir! "HÛ"; Es Semi'dir, El Aliym'dir. (Âyet sonundaki bu tanımlama daima "HÛ" denerek
Allâh adıyla işaret edilenin tenzih yönüne; Esmâ adıyla da teşbih yönüne işaret
ederek OKUyanda tevhid bakışını oluşturmak amacını gütmektedir Allâhu âlem.
A.H.) (A.Hulusi)
05 - Her
kim Allaha irmek arzu ederse elbette Allahın tayin ettiği ecel, muhakkak
gelecektir ve o, işitir bilir. (Elmalı)
Men kâne yercu LıkaAllâhi feinne ecelAllâhi
leat zaten kim Allah’ın huzuruna çıkmaya can atıyorsa, veya şöyle
diyelim çıkmayı umuyor, bekliyorsa iyi bilsin ki Allah’ın takdir ettiği süre
bir gün mutlaka gelip çatacaktır. ve "HU"ves Semiy'ul Aliym hiç şüphe yok
ki O her şeyi işitir, her şeyi çok iyi bilir.
Çift dünyalı ve tek dünyalı
bakışın sonucu. İşte sae ma yahkümun
demişti ya, kötü akıl yürütenler tek dünyalılar. Çift dünyalı bakmıyorlar. Onun
içinde iki dünyanın penceresini görmüyorlar. Tek dünyalı bakanlar farkı fark
edemiyor. Bir gün öleceklerini hatırlarına getirmiyorlar. Dolayısıyla Allah’ın
gören ve işiten bir rab olduğunu da unutuyorlar. Yani hesabını verecek bir
hayat yaşamıyorlar. Neden? Çünkü tek dünyalı düşünüyorlar. Bütün yaşayacağımız
bu hayattır mantığından olan bir insanın imanının kendisine bir değer yüklemesi
mümkin mi? Dahası böyle bir insanın iman ettiğini söylemek mümkin mi?
İman etmek bu hayatla sınırlı
olmayan bir hayatın varlığına iman etmektir. Allah’a imanla ahirete imanın eş
değerde tutulması Kur’an da işte bunun içindir. Ahirete inanmayan birinin
Allah’a inanmış olmasının hiçbir değeri yoktur, onun için Mekke
putperestlerinin imanı yüzlerine çarpılmıştır. Neden? Neden ahirete iman
etmeyenin Allah’a imanı geçersizdir? Çünkü imandan çıkarı olan Allah değildir.
İmanın tüm getirisi insanın kendisinedir. Eğer hayatının hesabını vereceği bir
güne inanmıyorsa bir insan, iman etmesinin zeminini, gerekçesini yok ediyor
demektir. İşte bunun için demektir.
6-) Ve men cahede feinnema yücahidü linefsih*
innAllâhe le Ğaniyyün anil alemiyn;
Kim (bu imanı, hakikati yaşamak için) hırs - azim ile çalışırsa, yalnızca kendi benliği için bu
savaşı vermiş olur (Cihadı Ekber - büyük savaş)! Muhakkak ki Allâh, âlemlerden (Esmâ bileşimi birimselliklerden) elbette Ğaniyy'dir ("HÛ"viyeti
{ZÂT'ı}
itibarıyla, Esmâ'sında açığa çıkanlarla kayıtlanmaktan veya onlarla sınırlı
tanımlanmaktan münezzehtir)! (A.Hulusi)
06 - Mücâhede
eden sırf kendi hesabına mücahede eder, çünkü Allah ganiy, âlemînden
müstağnidir. (Elmalı)
Ve men cahede feinnema yücahidü linefsih
ve “her kim yaratılış amacını gerçekleştirmek için”, öyle diyelim bu açıklamayı
yapmak zorundayız, çünkü ne uğruna var gücüyle çaba harcayacak, cihad edecek.
Cihat; insanın var çabasını ortaya koymak, tüm gücüyle ortaya çaba koymak
demek. Peki niçin? İşte o niçin in cevabı yaratılış gayesini gerçekleştirmek
için var gücüyle çaba gösterirse sadece kendisi için çaba göstermiştir.
Evet; feinnema yücahidü linefsih biraz
önce de tefsir sadedinde söylemiştik değil mi? Allah’ın çıkarı yoktur insanın
imanından bir tek çıkarı olan taraf vardır, o da insanın kendisidir. Onun için
ilahi emir ve yasaklardan tek çıkarı olan insandır, Allah değil. Dolayısıyla
vahye yönelik her inkar çabası aslında insanın kendi kendisini inkarıdır,
kendisine ihanetidir.
innAllâhe le Ğaniyyün anil alemiyn
Çünkü Allah diğer tüm varlıklardan farklı olarak, oradaki “anl” harfinin anlama
yansıması farklı olarak kendi kendine yetendir. Kimseye muhtaç olmayandır.
[Ek bilgi; "Mücahede" kelimesi, bir düşmanla
savaşmak, ona karşı elinden gelen çabayı göstermek anlamına gelir. Belirli
düşmana işaret edilmediğinde ise kelime çok yönlü bir savaşı ifade eder. Bir
mümin'in bu dünyada yapması gereken savaş işte bu niteliktedir.
Mümin, her an kendisini doğru yolda karşılaşacağı kayıplarla korkutan ve
bâtıl yolların zevk ve çıkarları ile kandıran şeytanla savaşmak zorundadır.
Mümin, kendisini arzularının esiri yapmak isteyen kendi nefsi ile de savaşmak
zorundadır.
Bu cephe evden başlayıp, dalga dalga çevreye yayılır. Mümin, inançları,
düşünceleri, ahlâk, örf ve adetleri, kültür ve ekonomileri İslâm'a ters düşen
insan gruplarıyla savaşmak durumundadır. O, Allah'a itaatten bağımsız hükümler
uygulayan ve iyiyi değil kötüyü yüceltip geliştirmeye çalışan kişi ve
kurumlarla da savaşmalıdır.
Bu savaş, bir veya iki günlük değil, ömür boyu, gece ve gündüz her an
sürecek bir savaştır. Ve bu, savaş alanında yapılacak bir çarpışma değil,
hayatın her cephesinde yapılacak olan bir savaştır.
Hz. Hasan Basri (r.a) bu konuda şöyle demiştir: "İnsan hiç kılıç
kullanmaksızın bile Allah yolunda cihad edebilir." O gerek yurdunda
gerekse tüm dünyada, ideolojileri, ahlâkları, eğilimleri, adetleri, yaşam
şekilleri ve sosyal ve ekonomik ilkeleri kendi inancı ile çatışma halinde olan
tüm insanlarla da savaşmak zorundadır. (Ebu'l Al'a Mevdudi Teftimu’l
Kur’an)]
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
124.
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/11/23/124-islamoglu-tef-ders-ankebut01-23124/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder