D sayfasından devam
55-)
Ve izâ semi'ullağve a'redu anhü ve kalu lena a'malüna ve leküm a'malüküm*
selâmün aleyküm* lâ nebteğıl cahiliyn;
Boş
laf, dedi-kodu işittiklerinde ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "Bizim
yaptıklarımız bizim, sizin fiillerinizin sonucu da sizindir! Selâmu aleyküm!
Cahilleri istemeyiz! (Hakikati kavramayanlarla
konuşacak bir şeyimiz yoktur!) (A.Hulusi)
55 - Ve
lâğiv işittikleri zaman ondan yüzlerini çevirirler de «bize kendi amellerimiz
size de kendi amelleriniz, selâmün aleyküm Allaha ısmarladık biz cahillik
edenleri aramayız» derler. (Elmalı)
Ve izâ
semi'ullağve a'redu anh işte onlar düşüncesizce söylenmiş bir söz
işittiklerinde ondan yüz çevirirler. ve kalu lena
a'malüna ve leküm a'malüküm ve bizim yaptıklarımızın sorumluluğu
bize aittir, sizin yaptıklarınızın sorumluluğu da kendinize aittir derler. selâmün aleyküm* lâ nebteğıl cahiliyn yolunuz
açık olsun, biz cahillerle muhatap olmayız derler. Cahillerle bir arada
bulunmak istemeyiz derler ve “selâm” der geçerler.
Evet, tarihi olayda, yukarıda
naklettiğim Habeşistan’dan gelen o din adamları grubuyla ilgili tarihi olayda
Mekke’liler bu insanlara sataşmışlardı. Hatta Ebu Cehil azarlamıştı ve bu kibar
insanlar vahyin verdiği terbiyeyi orada da farkı göstermişler ve biz sizinle
muhatap olmayız, siz bizim muhatabımız değilsiniz deyip, selâm deyip
geçmişlerdi.
56-)
İnneke lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa'* ve HUve a'lemu
Bil mühtediyn;
Kesinlikle
sen, sevdiğini hakikate erdiremezsin! Ne var ki Allâh dilediğini hakikate
yönlendirir! "HÛ" hakikati yaşayacakları bilir! (Çünkü kendi Esmâ'sıyla o istidat ve kabiliyette yaratmıştır
onları.) (A.Hulusi)
56 - Doğrusu
sen sevdiğine hidâyet veremezsin ve lâkin Allah, kimi dilerse hidayet verir ve
hidayete irecekleri o, daha iyi bilir. (Elmalı)
İnneke
lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa' şüphesiz ki
sen istediğin herkesi doğru yola yöneltemezsin. Fakat Allah dileyenin doğru
yola yönelmesini diler. Allah isteyenin doğru yola yönelmesini diler.. Orada ki
isteyenin yeşa’ fiilinin yapısı gereği, adeta iki özneye de dönük olması
sonucunda, ama daha öte Kur’an da ki meşiyeti ilahi, ilahi dilemeyle ve insanın
eylemleriyle ilgili bütün ayetleri üst üste alt alta koyup okuma sonucunda,
istikrai bir okuma sonucunda tüme varım yöntemiyle ulaştığımız sonuç gereği
öyle anlaşılmalıdır. Yani insan dilemezse, istemezse, yönelmezse, niyet
etmezse, gayret etmezse Allah onu yöneltmeyecektir ve bu ayet Hz. Peygamberin
çok sevdiği amcası Ebu Talip’e; “Allah’a teslim olma” telkinlerinin tüm
çabasına rağmen sonuç vermemesi ile ilgili inan bir ayet. Ki bize kadar gelen
bir çok sahih rivayet bunu doğruluyor.
Ebu Talip biraz da Ebu Cehil’le
dostlarının telkinleriyle babalarının dini üzere olduğunu söyleyerek son
nefesini vermişti. Resulallah buna çok üzülmüştü. İşte onu aynı zamanda teskin
eden, onu aynı zamanda teselli eden bir ayet. Ama ondan da öte bir insana
dışardan birinin hidayet veremeyeceği, onun iç yönelişinin esas olduğunu, bu
olmadan peygamber dahi olsa onu hidayete ulaştıramayacağını ifade eden
gerçekten çok ilginç, çok çarpıcı daha doğrusu bir hakikat bu.
Hidayet kişinin kendi tercihi ve
yönelişini Allah’ın ödüllendirmesidir dostlar. Belirleyici olan insanın arzu ve
iradesidir. Değilse Hz. Nuh’un oğluna ne demeli. Baba peygamber ama oğul
hidayete ulaşamadı. Değilse Hz. İbrahim’in babasına ne demeli; Oğul peygamber
ama baba inkarda direndi. Eğer oğul İbrahim bir kişiye hidayet vermek gibi bir
kontenjanı olsaydı bunu babası için kullanırdı elbette. Değilse Hz. Lût ve Hz. Nuh’un eşlerine ve Hz. Lût’un kızına ne demeli
bütün bu örnekler boşuna verilmedi bunlardan maksat hidayetin
kişinin kendi tercihine uygun olarak Allah’ın onu ödüllendirmesi olduğu
gerçeğine bir atıftır.
ve
HUve a'lemu Bil mühtediyn işte bunun en güzel şahidi de ayetin
sonudur. Zira kimin doğru yola girmek istediğini çok iyi bilen Allah’tır.
Ehl-i sünnet âlimlerimiz,
hidayet ve delalet konusunda bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir:
"Ayetteki, "Sen, sevdiğini hidayete erdiremezin. Fakat Allah
dilediğine hidayet eder" ifadesi, her iki "hidayet'in de aynı manaya
olmasını gerektirir. Çünkü "Sen hidayete
erdiremezsin" ifadesindeki hidayet ile bir şey; "fakat Allah dilediğine hidayet eder" ifadesindeki
hidayet ile başka bir şey kastedilmiş olsaydı, o zaman ayetin nazmı
bozulurdu. Hem sonra ayette gecen hidayet ile, ya delillerin açıklanması, ya
cennete davet, veya cennetin yolunu tarif, yahut kalpler de mecburî
(zarûrî-kesin) olarak marifetullahı yaratmak, veyahut da kalplerde, mecburî
olmaksızın marifetullah kastedilmiştir.
Bununla "delillerin beyan
edilmesi" manasının kastedilmiş olması mümkün değildir. Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.s), bu manada herkese "hidayet" etmiştir. Binâenaleyh
bu hidayet, Cenâb-ı Hakk'ın bütün insanlar için söz konusu olmadığını
bildirdiği o hidayetten başkadır.
"Cennete davet"
manasındaki hidayet hakkındaki sözümüz de böyledir. "Cennetin yolunu
tarif" manasındaki hidayet de bu ayetten kastedilmemiştir. Çünkü Allah
Teâlâ, bu hidayeti kendi meşîetine bağlamıştır. Cennetin yolunu tarif ise, Allah'ın meşîetine bağlanmamıştır. Çünkü cennetin
yolunu tanıtma işi Allah'a vâcibtir. Vâcib olan ise, meşîete (iradeye)
bağlanamaz.
On dinar borcu olan kimsenin,
"İstersem bu on dinarı veririm" demesi doğru değildir. Zorlama,
mecbur etme manasındaki hidayet de caiz değildir. Çünkü böyle bir şey, onlara
göre, mükellefler hakkında, Allah'tan sadır olması doğru değildir. Doğru
olmayanı (kabîhi) yapmak ise, ya cahilliği, ya o işe olan ihtiyacı gerektirir.
Bu ikisi de Allah hakkında imkansızdır. İmkansızı gerektiren de imkansızdır.
Binâenaleyh bunun Allah'tan sâdır olması imkansızdır. İmkansızın, Allah'ın
meşîetine bağlanması caiz değildir.
Hidayetin manası hususunda
saydığımız bu kısımlar bâtıl olunca, geriye ayetteki bu hidayet ile, "Allah, hidayeti ve marifetullahı kalbe yaratmak suretiyle,
bu hidayeti bazı insanlara nasip eder, bazılarına ise vermez"
manası kastedilmiştir. Çünkü Allah yaptığından mes'ul değildir. Ayetteki bu
hidayeti bu manada aldığında, Kâdî'nin bu konuda ileri sürdüğü mazeretlerin
tamamı düşer.
Ayetteki, "O, hidayete
erecekleri daha iyi bilendir" cümlesi, Gaybı bilmek Allah'a mahsustur.
Binâenaleyh O, bundan sonra hidayete erecekleri de, ermeyecekleri de
bilir" demektir. (Tefsir-i Kebir/ Fahruddin Râzi)}]
[Ek
bilgi-2 “Gerçi Hz. Rasûl (s.a) herkesin hidayete ermesini yürekten isterdi ama
Ebu Talib, yatağında imansız giderken onu derin endişelere sevk eden, şahsî
sevgi ve saygı bağı yüzünden hidayetini en çok arzuladığı şahıstı. Fakat ona
bile hidayet etmede çaresiz kaldığına göre bir kimseyi hidayete erdirmek yahut
bir başkasından hidayeti esirgemek Rasûl'ün (s.a) elinde değil, bütünüyle
Allah'ın kudretindedir. Ve Allah bu nimeti dilediğine verir, ailevî durumuna,
kabilevî münasebetlerine bakmadan, kişinin samimiyetini, kabiliyetini ve
kalbinin meylini esas alarak ihsan eder. (Tefhimu’l Kur’an/ Ebu’l alâ Mevdudi)]
57-)
Ve kalu in nettebi'ıl hüda meake nütehattaf min Ardına* evelem nümekkin lehüm
Haramen Aminen yücba ileyhi semeratü külli şey'in rizkan min ledünNA ve lâkinne
ekserehüm lâ ya'lemun;
Dediler
ki: "Eğer seninle birlikte hakikate uyarsak, yerimizden sökülüp
çıkarılırız"... Biz onları, indîmizden (lütfederek), yaşam gıdası olarak her şeyin ürünlerinin toplandığı,
güvenli bir Harem'e yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğunluğu (kıymetini)
bilmezler. (A.Hulusi)
57 - Bir
de, doğrusun amma biz o doğru yolu tutar seninle beraber olursak derhal
yerimizden yurdumuzdan olur çarpılırız dediler, ya biz onlara darül'emân bir
haremi mekân kılmadık da mı? Ona ledün nümüzden rızk olarak her şeyin semaları
toplanacak ve lâkin ekserîsi bilmezler. (Elmalı)
Ve
kalu in nettebi'ıl hüda meake nütehattaf min Ardına bir de eğer
seninle birlikte doğru yola girersek yurdumuzdan yuvamızdan koparılırız
dediler. Yani Mekke’lilerin tarihi korkusu bu. Bizi Araplar Mekke’den çıkarır,
eğer burada onların putlarına saygı göstermez onların her birinin putunu Kâbe
ye koymazsak bizi buradan çıkarır dediler.
evelem
nümekkin lehüm Haramen Aminen yücba ileyhi semeratü külli şey'in rizkan min
ledünNA ama onları sayemizde her tür ürünün gelip rızık olarak
kendisinde toplandığı kutsal bir dokunulmazlığa sahip olan güvenli bir yerde
yerleştirmedik mi biz. ve lâkinne ekserehüm lâ
ya'lemun ne ki onların çoğu bunun farkında bile değil.
Hz. İbrahim’in duasına bir atıfta
var gibi burada Bakara/126. ayetinde ki.
58-)
Ve kem ehlekna min karyetin batırat maîşeteha* fetilke mesakinühüm lem tüsken
min ba'dihim illâ kaliyla* künna nahnül varisiyn;
Dünyalığın
getirdiği refahla şımarmış nice şehri yok ettik! İşte onların meskenleri!
Onlardan sonra, azı hariç, oturanı olmadı! Vârisler biz idik. (A.Hulusi)
58 - Bununla
beraber biz maişetiyle şımarmış nice memleket helâk ettik, işte meskenleri bir
daha arkalarından meskûn olmadı meğer ki pek az, ve hep biz vâris olduk.
(Elmalı)
Ve kem
ehlekna min karyetin batırat maîşeteha ama biz refahın şımartıp
azgınlaştırdığı nice ülkeyi helak etmişiz fetilke
mesakinühüm bakın işte onların yaşadıkları mekanlar. Araplar ticaret
yaparken onun içinden geçip geliyorlardı Yani Medain-i Salihten, Salih
peygamberin helak olan kavminin yaşadığı yerden. lem
tüsken min ba'dihim illâ kaliyla pek azı dışında arkalarından
oralarda bir daha kimse yerleşmedi. künna nahnül
varisiyn ve zaten her şeyin mutlak varisi sadece biziz.
59-)
Ve ma kâne Rabbüke mühlikel kura hatta yeb'ase fiy ümmiha Rasûlen yetlu aleyhim
âyâtiNA* ve ma künna mühlikil kura illâ ve ehlüha zâlimun;
Rabbin,
kendilerine işaretlerimizi bildiren bir Rasûlü, ileri gelenler arasında bâ's
etmedikçe, o ülke halkını yok etmez! Zaten biz sadece ahalisi zâlim olan
şehirleri yok etmişizdir. (A.Hulusi)
59 - Hem
rabbin memleketleri, ana noktasında kendilerine âyetlerimizi okur bir Resul
göndermedikçe helâk edici değiller, hem de biz o memleketleri hep ahalisinin
zulümleri halinde helâk etmişizdir. (Elmalı)
Ve ma
kâne Rabbüke mühlikel kura hatta yeb'ase fiy ümmiha Rasûlen yetlu aleyhim
âyâtiNA ama senin rabbin hiçbir ülkeyi onların ana kentine
kendilerine mesajlarımızı okuyup açıklayan bir elçi göndermedikçe asla helak
etmez. Ana kenti; fiy ümmiha yani medeniyetin merkezi. ve ma künna mühlikil kura illâ ve ehlüha zâlimun
zaten biz başkalarını değil sadece bireyleri birbirine zulmeden toplumları
helâk etmişizdir. Yani dostlar iktidarlar uygarlıklar, medeniyetler küfürle
değil zulümle yıkılmışlardır. Onun için zulüm bir toplumun mutlak çöküşünün en
belirgin sebebidir.
Allah zulmedenlerden kılmasın.
“Ve
ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.
122. videonun sonu.
122. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/11/09/islamoglu-tef-ders-kasas-29-59122/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder