12 Kasım 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. KASAS (29-32)(122-A)





Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde El Kasas surei şerifesinin 28. ayetine kadar işlemiştik. Bugün dersimize kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah.

29-) Felemma kadâ Musel'ecele ve sare Bi ehlihi anese min canibıtTuri narâ* kale liehlihimküsû inniy anestü naren lealliy atiyküm minha Bi haberin ev cezvetin minennari lealleküm tastalun;

Musa o süreci tamamlayıp ailesi ile yola çıkınca, Tur'un tarafından bir ateş algıladı... Ailesine dedi ki: "Durun, şüphesiz ben bir ateş algıladım... Belki ondan size bir haber getiririm yahut o ateşten bir kor getiririm de belki ısınırsınız." (A.Hulusi)

29 - Vaktâ ki Mûsâ, artık eceli ödedi ve ehli ile yola çıktı Tur canibinden bir ateş hissetti, ehli ile durun dedi: ben bir ateş hissettim, Ümit ederim ki size ondan bir haber getiririm veya o ateşten bir eksi, belki bir ocak yakar ısınırsınız. (Elmalı)


Felemma kadâ Musel'ecele ve sare Bi ehlihi anese min canibıtTuri narâ Nihayet Musa belirlenen süreyi tamamlayarak yakınlarıyla, yani Bi ehlihi, ailesiyle birlikte yola koyulunca gözüne Sina dağının yamacından şavkıyan ateş türü bir şey ilişti. Narân; belirsiz bir formla geldiği için tür anlamını içerir. Tatta tanımsız anlamını da içerir, yani tarifsiz, ateş gibi, ateşe benzer bir ışık. Veya garip, insanı hayrette bırakan, insanı şaşırtan ir ışık. Yan anlamları içinde zaten vardır belirsiz gelmesinden dolayı.

Ayette ki “etTur” ; Kur’an ın neresinde gelirse gelsin daima Sina dağına atıftır. Ki zaten Mü’minun/20. ayetinde bu isim açıkça ortaya çıkar. Yoksa “tur” isim değil, yüce dağ, Uludağ manasına bir vasıftır.

kale liehlihimküsû ailesine dedi ki; Siz bir miktar bekleyin. inniy anestü nare gözüme ateş türü bir şey ilişti lealliy atiyküm minha Bi haberin ev cezvetin minennari lealleküm tastalun belki size o0ndan bir haber getiririm, ya da ateşten bir kor, bir köz getiririm de bu sayede ısınırsınız. Dedi.


30-) Felemma etaha nudiye min şatıılvadil' Eymeni fiyl buk'atil mübareketi mineş şecereti en ya Musa inniy ENAllâhu Rabbül alemiyn;

Oraya geldiğinde, o mübarek yerde Eymen Vadisi'nin kıyısından, o ağaçtan: "Yâ Musa! Kesinlikle ben Allâh'ım âlemlerin Rabbi olan!" diye nida edildi. (A.Hulusi)

30 - Derken ona varınca vâdinin sağ kıyısından o mübarek buk'ada ağaçtan nidâ olundu, şöyle ki: ya Mûsâ, haberin olsun benim ben: Allah rabbülalemin. (Elmalı)


Felemma etaha nudiye min şatıılvadil' Eymeni fiyl buk'atil mübareketi mineş şecereti en ya Musa inniy ENAllâhu Rabbül alemiyn. Fakat oraya varınca o bereketli mevkii de vadinin sağ yamacında ki ağaç yönünden kendisine; Ey Musa iinyENAllah; Benim, ben Allah. Rabbül alemiyn. Alemlerin rabbi olan Allah diye seslenildi.

Burada insanlık tarihinin dönüm noktalarından birini başlatan bir olay gerçekleşiyor. Kur’an da Kelimullah; Allah’la konuşan anlamına gelen bir vasıfla anılan Hz. Musa’nın bu vasfı aldığı nokta burası. Öyle bir hadise ki insanlık tarihi boyunca bu olaya çok nadir, çok az rastlanılmış. Yani insanın yücelebileceği en yüce ufuklardan biri bu, Allah’a muhatap olmak, hem de doğrudan muhatap olmak. İşte burada insanlık tarihinin böylesine emsalsiz bir anı görüntüleniyor.

Vahyin geliş çeşitlerinden, şekillerinden biri bu. Aslında Şûra suresinden biz vahyin 3 şekilde geldiğini öğreniyoruz. İlgili surenin 61.(Hayır 51. ) ayetinde bu 3 şekilden biri de ev min veraiy hıcabin..(Şûrâ/51) Yani ya da bir perde gerisinden, bir perde arkasından Allah vahy eder. Buyruluyor.

Burada ki perde, ayette ki perde Cenabı Hakkın hiçbir insanla doğrudan konuşmayacağı, hele bu dünyada görünmeyeceği. Hz. Musa’ya verilen ..len terânî..(A’raf/143) sen beni asla göremezsin ilahi ibaresinde de olduğu gibi. Fakat bir aracıyla konuşacağı, bu aracının bazen bir melek, bazen de melek dışı perde. Buna hıcap diyor, perde. Perde sadece maddi bir şey olmaz. Özneyi nesneden ayıran her şeydir. Perdenin buradaki varlık amacı özne ile, yani konuşanla konuşulan arasındaki farklı varlık düzlemidir.

Burada perde ağaç. Bu ağacın ne olduğu Tevrat’ta inceden inceye işlenmiş. Biz işin bu tarafında değiliz. Buna böğürtlen ağacı diyor Tevrat. Ama mesela ağacın ne liği değil, ağacın ne işlev üstlendiği ve neden bir perde konulduğu. Çünkü ilahi vasıflar, Allah’a ait sıfatlar, Allah’ın zatı gibi mutlaktır, sonsuzdur. Mutlak ve sonsuz olan, mukayyet olanla, iletişime gireceği zaman mutlaka bir dönüştürme, bir dönüşüm istasyonu, bir çevrim istasyonu gerekir. İşte burada ağaçla sembolize edilen şey çevrim istasyonu. Mutlak olan, sonsuz olan, yüce olan; Mukayyet olana, sonsuz olana, ölümlü olana çevriliyor. Burada ağaç adeta sembolik bir biçimde çevrim istasyonu görevi görüyor.

Hatta bir görüşe göre, ki Hasan Basri’nin görüşü bu buradaki vahiy şekli Şura/61 (Hayır 51) ayetinde bahsedilen 3 çeşitten birincisi. Yani; ..en yükellimehullahu illâ vahyen..(Şûrâ/51) vahiy yoluyla. Allah bir kulla, bir insanla ya vahiy yoluyla, ya bir perde gerisinden, ya da bir melek aracılığı ile buyrulan bu 3 şekilden 1.si olduğunu söyler Hasan Basri. Ki bu da bir görüştür tabii. Fakat biz Kur’an da Hz. Musa’nın Allah’ın kelamını çok özel bir surette işittiği ifadelerinden yola çıkarak bunun bu 2. şekle, bu 2. türe girdiğini söyleyebiliriz.

Yine ayette; fiyl buk'atil mübareketi mübarek yerde ibaresi var. Mübarek; bereketli bir mevkii demek, fakat bu mübarek, yani bereket, manevi bereket mi, maddi bereket mi, Yoksa ikisinden birinin ağırlıklı olduğu iki boyutlu bir bereket mi. Daha çok maddi yönü ağırlıklı bir bereket olsa gerek ki, burada ki “fiy”, cer harfi bereketin toprağa atfı demektir. İsra/1. ayetinde de bu berekete, Filistin toprağının bereketli kılındığına atıf vardır. Ama mesela Kur’an da Bekke vadisinin, ..bi bekkete mübareke.. (A.İmran/96) mübarek kılındığı ifade buyrulur. Dolayısıyla Mekke’nin içinde bulunduğu bu vadinin bereketinin orada ki toprak verimliliğinden kaynaklanmadığı açık. Çünkü biz seni, buyruluyordu Hz. İbrahim’e ..Bi vadin ğayri ziy zer'ın 'ınde.. (İbrahim/37) içinde ot bitmez ekin bitmez bir vadiye yerleştirdik. İçinde ekin bitmez bir vadiden mübarek diye, bereketli diye bahsediliyorsa bu bereket manevi bereket, bu manevi bereketin kendisine çektiği maddi bereketten söz edilebilir ancak.


31-) Ve en elkı asâk* felemma reaha tehtezzü keenneha cannün vella müdbiren ve lem yüakkıb* ya Musa akbil ve lâ tehaf* inneke minel aminiyn;

"Asanı at!"... (Musa) sanki ince küçük yılan gibi titreyip hareket ediyor görünce (asasını), arkasına bakmadan dönüp kaçtı ondan... (Allâh buyurdu): "Yâ Musa, geri dön ve korkma! Muhakkak ki sen güvendekilerdensin!" (A.Hulusi)

31 - Ve şöyle: bırak Asânı, derken onu sanki (bir cânn) bir çevik yılan gibi ihtizaz ediyor görünce öyle bir dönüp kaçtı ki arkasına bile bakmadı, ya Mûsâ, yüzünü dön ve korkma çünkü sen aminîndensin. (Elmalı)


Ve en elkı asâk ve o ses şöyle devam etti. Asanı yere bırak. Elinde Hz. Musa çobanlık yıllarından kalma bir asa taşıyordu, değnek taşıyordu. O değneğin elinde Allah’ın izni ile nasıl bir işlev kazanacağından habersizdi. O, ona sıradan bir sopa olarak bakıyordu. Bir değnek. Ama Hz. Musa’ya ilk vahiyle birlikte eşyaya düz bir gözle bakmaması öğretilmeye başlandı. Ki Resulallah’a da ilk vahiyle birlikte bu öğretilmişti.

Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak.(‘Alak/1) oku, yaratan rabbin adına. Yani Allah’ı ve eşyayı nasıl okuyacağını, hakikati nasıl okuyacağını, varlığa nasıl bakacağını, yaratıklara nasıl bakacağını, Allah’ın yaratılmışlara bak dediği yer neresi olduğunu vahiyle öğrenecekti. Onun için aslında ilk vahiyler içerik olarak birbirine ne kadar da benzerler. Hz. Musa’ya da eşyaya neresinden bakacağı öğretiliyor. Ama bu öğretiş daha fiili bir biçimde gerçekleşiyor ki işte bu ayete ve devamında ifade edilen bu.

Peygamberler öğretmeni Allah olan öğrencilerdir. Onun için insanlığın ufkudurlar. Onun için insanlığın baş öğretmenidirler. Onun için muallimdirler ve şu anda biz bu büyük muallimlerden biri olan Hz. Musa’yı öğrencilik yaparken, ilahi vahiyle öğrenirken görüyoruz.

felemma reaha tehtezzü keenneha cannün vella müdbiren ve lem yüakkıb fakat o asasının küçük ve çevik bir yılan gibi hareket ettiğini görünce ardına bakmadan dönüp kaçmaya başladı.

Tâhâ/20. ayetinde hayye diye anılır bu mucizenin nesnesi. Yani yılan hayye ismi ile. Ki hayye yılana verilen cins isimdir. Tüm yılanları kapsar. Ama Şu’ârâ/32. ayetinde su’ban denilir. Su’ban caan’ın zıddıdır. Caan; küçük yılan, küçük hızla akan, çevik. Ama su’ban kalın, çok büyük, bizde ejderha denilen türden yılan. Peki bu ikisi arasındaki irtibat veya bu ikisinin birbiri ile te’vili nasıl yapılmış? Razi’nin yaptığı te’vil şu; Özünde büyük, görünüşte, fakat hızlılıkta ve çeviklikte sanki küçük bir yılan gibi. Razi bu Te’vili yaparken buradaki “kâf” teşbih edatından yola çıkıyor. Sanki çevik bir yılan gibi.

Bu tabii bir yorum ve gerçekten güzel bir yorum. Ama buradaki teşbih edatı farklı bir yoruma da kapı aralayabilir. O da bu ilahi mucizenin eşyanın aslına yönelik bir müdahale sonucu değil, görenin gözüne yönelik, bakanın bakışına yönelik bir müdahale sonucunda gerçekleştiği. Keenneha caan sanki bir yılan gibi derken, yani eşyanın özünde değil ilahi müdahale görenin gözünde gerçekleştiği. Bakılanda değil, bakışa öyle getirildi. Bakanların tümü öyle müşahede etti anlamına da gelebilir. Bu da bir yorumdur ve tabii ki teşbih edatından yola çıkarak yapılmış bir yorumdur.

ya Musa akbil ve lâ tehaf ey Musa yaklaş ve korkma inneke minel aminiyn çünkü sen güvence altında olanlardan birisin, peygambersin. Allah’ın güvenliği altındasın. Yani güvenliğin garanti altında ey Musa. Onun için korkma.

Bu surenin girişinde surenin konusunun özetini verirken değindiğimi hatırlıyorum. Bu surede işlenen Hz. Musa portresi diğer surelerde anlatılandan, mesela A’raf, mesela Tâhâ, mesela Enbiya ve diğer surelerde anlatılandan farklı bir biçimde bir boyutuyla öne çıkarılıyor. O da insan boyutu. Korkularıyla, kaygılarıyla endişeleriyle hüznüyle, hatasıyla, iç çatışma ve tartışmalarıyla, iç çelişkileriyle yani tam bir insan peygamber portresi. İşte burada bu ayetlerde onu görüyoruz. Tabii neden böyle bir portre vurgulanıyor? Bu ayetin ilk muhataplarına peygamberleri insan üstü olarak görmemeleri gerektiğine dair bir terbiye ve ima içeriyor. Bir bakış açısı bir inşa gerçekleştiriyor.

Burada ki sopanın sembolik bir açıklaması da var. Hz. Musa’nın kendinse gönderildiği Mısır, Firavunların yönetiminde bir ülke. Görenler varsa bilirler tüm firavun heykellerinde firavunlar iki elini de göğsüne çaprazlama kavuşturmuş olarak yapılır, resmedilirler. Ellerinin birinde bir kamçı bulunur daima. Diğerinde de halkalı bir haç. Firavunun kamçısına karşılık Musa’nın asası. Yani korkma ey Musa Allah seni bir görevle görevlendirmişse senin muhataplarına üstün gelmen için gerekli araçları da verir. Firavunun kamçısı varsa, senin de asan var ey Musa. Onun iktidarı varsa, dünyevi iktidarı ve gücü, senin de Allah’ın senin elinde yarattığı mucizevi bir gücün var. Yani sıradan değneğin, Firavunun iktidarının başına inebilir, onu parçalayabilir. Eşyaya doğru bak, doğru bakarsan elindeki değneğin firavunun o herkesin gözünü yıldıran güçlü iktidarından daha güçlü olduğunu görürüz. Senin elindeki imanın sana verdiği imkan firavunun süper gücünden daha güçlüdür ey Musa. İmanın verdiği imkanı kullanırsan eğer, hiçbir firavun seninle başa çıkamaz. İmanın sana verdiği gücü kullanırsan yer yüzünün en süper gücünü dahi alt edebilirsin ey insanoğlu.

Burada hepimize verilen budur. Aslında ilahi bir inşa yapılmaktadır. Tasavvurlarımız bu ayetler tarafından inşa edilmektedir.her mü’min çağının firavununa karşı inşa edilmektedir.


32-) Üslük yedeke fiy ceybike tahruc beydae min ğayri su'in, vadmüm ileyke cenâhake minerrehbi fezânike burhanani min Rabbike ila fir'avne ve meleih* innehüm kânu kavmen fasikıyn;

"Elini koynuna sok, sağlıklı bembeyaz çıkar! Korkudan kaldırdığın kollarını da indir, rahatla! İşte bu ikisi, Firavun ve onun ileri gelenlerine, Rabbinden iki delildir... Muhakkak ki onlar inançları bozuk bir toplumdurlar." (A.Hulusi)

32 - Elini koynuna sok çıksın bembeyaz, bir âfetsiz, ve heybetten cenahını kendine kavuştur, işte bu ikisi sana iki bünhan, rabbinden Firavuna ve cemiyetine, çünkü onlar fasık bir kavim oldular. (Elmalı)


Üslük yedeke fiy ceybik şimdi elini koynuna sok tahruc beydae min ğayri su'in her tür kusurdan arınmış olarak tertemiz, ışıl ışıl bir beyazlıkta ve parlaklıkta çıkacaktır. Evet, min ğayri su'in derken Hz. Musa’ya yönelebilecek bir iftirayı da reddetme açısından, yani bu beyazlık bir hastalıktan bir deri, cilt hastalığından kaynaklanan bir şey değil. Bu beyazlık ışıl ışıl, sanki güneşte yıkanmış gibi bir beyazlık.

Tertemiz el, A’raf, Tâhâ, Şuârâ serelerinde geçen öldürme olayına atıf aslında Tevbe insanı tertemiz eder. Hz. Musa gençliğinde haksız yere bir cana kıymıştı ve bunu da itiraf edecektir gelecek ayetlerde. İşte o suçunu hatırlayıp kendi kendisine levm ediyordu. Kendisini kınayıp duruyor ve kendisinin böyle bir göreve layık olmadığını düşünüyor. Rabbimiz onu vicdanen böyle teskin edip tevbesinin kendisini pırıl pırıl yıkadığını, beyaz tertemiz bir elle sembolize etmiş ve ikna etmişti.

Güneşle yıkanmış gibi bir el. Aslında asa ve yed’i beyzanın sembolik ifadesi iki insani kutba işaret eder. Asa korkuya, yed’i Beyza müjdeye. Asa inzara, yed’i, Beyza tebşire. Asa celale, yed’i Beyza, beyaz el pırıl pırıl el cemale. Asa kahır sıfatına, yed’i Beyza lütuf sıfatına tevafuk eder. Asa adeta havf bir yed’i Beyza recadır, umuttur. Bu ikisinin arasında beynel havfi vel reca, korku ile umut arasında bir yol tutmayı öğütlemektedir adeta. Bir elinde korku, bir elinde umut. Asa adeta cehennemin insan ruhu üzerindeki korkutucu etkisini, yed’i Beyza da cennetin insan ruhu üzerinde ki aydınlığını temsil eder gibidir.

vadmüm ileyke cenâhake minerrehb haydi tüm korku hüzün ve kaygılarından uzaklaşarak kendini topla.

Burada ki; vadmüm ileyke cenâhake minerrehb bir deyimdir deyimsel bir ibare. Kanatlarını kollarını indir anlamına, kendine doğru çek topla anlamına gelir ki, ürküp uçmaya hazırlanan bir kuşu andırıyor. Yani böyle bir şey hatırlatıyor. Şimdi öyle bir kuş düşünün ki hemen en ufak çıtırtıda ürküp uçacak. İşte böyle bir ruh halinde ilahi vahiy muhatabını; Yoo..! öyle en ufak çıtırtıda ürküp uçacak bir kuş gibi durma, artık tere sağlam bas, kendini topla Allah seninle beraber, Allah’ın desteği seninle. Çünkü sen seçilmiş bir peygambersin, bundan böyle ilahi güvene mazharsın, öyle uçacak bir kuş gibi eğreti durma. Yere sağlam bas ve görevini yap.

fezânike burhanani min Rabbike ila fir'avne ve meleih işte bu ikisi senin, firavun ve onun kurmaylarına rabbin katından gönderildiğinin açık bir belgesidir. Bu ikisi dediği asa ve yed’i Beyza. Yed; eldir, Beyza; ak, beyaz. Onun için yed’i beyzayı yani onu bilmeyenler “yedi” rakamıyla karıştırmamalılar Yed Arapça da el olduğu için yed’i Beyza; beyaz el manasına gelir. Farsça da da best, best’i Beyza, beyaz el.

innehüm kânu kavmen fasikıyn çünkü onlar yoldan sapmış bir toplum olup çıktılar.

Her peygambere risalet delili verilmiştir. Peygamberimizin risalet delili mesela Kur’an dır. Ki Ankebut/51. ayetinde bu açıkça ifade edilmiştir. Peygamberimizden önceki diğer peygamberlere de risalet delili, yani Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğuna ilişkin risalet delili verilmiştir. İşte Hz. Musa’nın risalet delilleri de bunlardır.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder