Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde hatırlayacaksınız, ehli kitap ile doğrudan ilgili ama mesajı bu ümmete olan, ümmeti Muhammed’e olan ayetleri işlemiştik. Ehli kitabın dinlerinde nasıl aşırı gittiklerini örnekleri ile Kur’an bize sunmuştu. ..la tağlu fiy diyniküm ğayrel Hakk.. (77) diyordu Kur’an. Akidenizde Hakk’ın, yani Allah’ın çizdiği sınırları aşmayın, Hakk’ın sınırlarını çiğnemeyin, aşmayın diyordu.
Demek ki akidenin de bir sınırı var. Yani hiç kimse sınırsız inanırsam doğru inanırım diyemez. Veyahut ta ne fark eder canım, her şeye itikat et. Ne zararı var. Diyemez. Hayır. Akide de de had var, hudut var, sınır var ve o hududu aşan, akideyi eksilten gibidir. Akideye yapılacak her artı, her zam; Akide den yapılacak her ıskonto gibidir. Onun için ikisi de akideyi tarumar eder, bozar, tahrif ve tahrip eder.
Onun için peygamberimize; peygamber olmaktan öte, onu daha da yüceltsek olmaz mı? Daha da güzel olmaz mı? Allah gibi sevsek derseniz olmaz. O zaman hakaret etmiş olursunuz.
Sahabe’ye; Çok seviyoruz canım peygamber gibi sevsek olmaz mı? Olmaz. Sınırı karıştırmış olursunuz.
İşte o zaman akidenizi, inancınızı kendi ellerinizle tahrif ve tahrip etmiş olursunuz. Çünkü Hıristiyanlar da öyle yaptılar. Onlar saf ve temiz İslam akidesini; Peygambere sevgi yöneltme adına tahrif ettiler. Aslında Hıristiyanlığın teslisi çok teknik manada, spesifik olarak birden fazla ilaha inanma değil. Hiçbir Hıristiyan böyle bir şeyi kabul etmez. Onlar da tek bir Allah’a inandıklarını söylerler. Ancak o tek Allah’ın yeryüzünde ki görünümünün, tecellisinin, görüntüsünün farklı farklı şeylerde tezahür ettiğini, tecelli ettiğini söylerler. Yani inançlarında çiğnedikleri sınır için, Allah’ın çizdiği sınırı çiğnemelerine bir gerekçe bulurlar. Onun için yeryüzünde hiçbir sapık inanç yoktur ki bir gerekçe icat etmemiş olsun. Tüm insanoğlunun ortaya koyduğu tüm sapıklıklar mutlaka bir gerekçeye dayanırlar.
İşte o gerekçeyi, o temeli yok ediyor Kur’an. Bunu bize söylerken aynı zamanda bu ümmetin de kendi peygamberine, kendi inancına, kendi kitabına karşı önceki kitap verilenlerin, önceki mesaj sahiplerinin kendi kitaplarına, kendi peygamberlerine ve kendi inançlarına karşı yaptıklarını yapmaması öğütleniyor.
Bugün dersimize Maide suresinin 82. ayeti ile devam ediyoruz.
82-) Letecidenne eşedden Nasi 'adaveten lilleziyne amenül yahude velleziyne eşrekû* ve letecidenne akrabehüm meveddeten lilleziyne amenülleziyne kalu inna nesara* zâlike Bi enne minhüm kıssiysiyne ve ruhbanen ve ennehüm la yestekbirun;
Muhakkak ki iman edenlere düşmanlık bakımından insanların en şiddetlisi olarak, Yahudileri ve şirk koşanları bulursun... Elbette iman edenlere sevgi bakımından onların en yakını olarak da, "Biz Nasarayız = Hristiyanlarız" diyenleri... Ki onlardan (Nasaradan) kıssisîn (derin ilim sahibi keşişler) ve ruhban (kendini Allâh'a adamış rahipler) vardır ki kesinlikle onlar kibre sapmazlar. (A.Hulusi)
82 - Nâsın müminlere adavetçe en şiddetlisini her halde Yahudîlerle müşrikler bulacaksın, müminlere meveddetçe en yakınlarını da her halde «biz Nesârâyız» diyenler bulacaksın, sebebi: çünkü bunların içinde âlim keşişler ve târiki Dünya rahipler vardır ve bunlar kibir etmezler. (Elmalı)
Letecidenne eşedden Nasi 'adaveten lilleziyne amenül yahude velleziyne eşrekû kesinlikle bütün insanlar içerisinde bu mesajlara iman edenlere karşı en çok düşmanlık yapanların Yahudiler ve Allah’a şirk koşanlar olduğunu görürsün.
ve letecidenne akrabehüm meveddeten lilleziyne amenülleziyne kalu inna nesara Bu açıklamanın ardından şu açıklamayı da yapıyor; Yine onlar içerisinden bu mesaja iman edenlere en yakın olanların da; Biz Hıristiyan’ız diyenler olduğunu görürsün.
zâlike Bi enne minhüm kıssiysiyne ve ruhbanen ve ennehüm la yestekbirun; Bunun nedeni, neden diye sorarsanız, işte bu farkın nedeni, yani Müslümanlara en yakın olanların; Biz Hıristiyan’ız diyenler olmasının nedeni; onların arasından böbürlenmeyen keşişlerin ve rahiplerin çıkmış olması, bulunuyor olmasıdır.
Değerli dostlar çok ilginç bir üslubu var bu ayetin. Hıristiyanların şirkini, ki bir tür şirktir, teslis, üçleme. Baba, oğul Ruh-ul Kuds inancı bir tür şirktir. Yani bu manada, riya da bir şirktir. kibir de bir şirktir. Unutmayınız. Şirkin ahlaki olanı vardır, akidevi olanı vardır. Bu manada riya da kibirde ahlaki şirklerdendir.
Ancak gariptir Kur’an Hıristiyanların şirkini, teslisini velleziyne eşrekû formuyla anmaz. Hiç bu formla getirmez. Oysaki Mekke müşriklerinin, puta tapanlarının şirkini; velleziyne eşrekû formuyla anar. velleziyne eşrekû formu, maziye, yani geçmiş zamana ilişkin bir formdur ve vurgusu kasıt içerir. Bilinçli bir kasıt içerir.
Demek ki Kur’an Hıristiyan’ların teslisi, üçlemesini, bilinçli bir kasıt içermediği için o forma taşımıyor. Çok ince üslubu var Kur’an ın. Yani hepsi de aynıdır deyip, hepsini aynı gözeye süpürmüyor. Eğer fark varsa özü itibarıyla; Yahu ne olacak işte o da Müslüman değil, öteki de değil demiyor.
Bu çok önemli ve bu biz insanlara Kur’an ın verdiği ince bir ders aynı zamanda. Yani süpürücülük yapmayın. Farkı, fark edin. Farkı yok saymayın. Özellikle bu fark akide de ise, inançta ise bunu yok saymak sizin elinizde değil. Yok sayamazsınız. Daha doğrusu tanımaya çalışın. Onu manipüle edip olduğundan farklı tanıtmaya kalkmayın. Kendisini tanıttığı gibi tanımaya çalışın. Önce anlamaya çalışın, kavramaya çalışın, ondan sonra Allah’ın verdiği ölçüler çerçevesinde O’nun hükmünü koyun.
İşte burada Kur’an süpürücülük yapmayıp Hıristiyanların şirkini, yani üçlemesini, teslisini, bilinçli bir birden fazla ilah kabul etme değil de, görüntüde, sadece görüntüye yönelik bir felsefi şirk olarak niteliyor. Onun için de velleziyne eşrekû formunu onlar için kullanmıyor. Ve diyor ki onlar için, size karşı en yakın olanlardır. Yukarıda ki 77. ayeti hatırlayın. Onların bu tavrının da 77. ayette söylemişti; Dinde aşırı gitmek, tağlu fiy diyn.
Aslında her dinde aşırılıklar olabiliyor. Onun için İslam’ın içinden çıkmış aşırı fırkalar Gulât-ı İslam’dır. Mesela Gulâtı-ı Şia diye bir şey duyarız değil mi, şia nın içinden çıkmış aşırı fırkalara Gulât denir. Gulât-ı Şia. Yani ekstrem fırkalar. Rijit fırkalar, aşırı fırkalar. Onları Şia’da kabullenmez. Onları, onlarda sapmış sayarlar.
Gulat-ı Ehli sünnet te vardır. Ehli sünnetin içinden çıkmış aşırı fırkalar da vardır. Din’de aşırı fırkalar vardır. Yani dinde aşırı giden. Onun için ehli kitabı, dinde aşırı giden fırkalar sınıfına sokuyor Kur’an. Çok ilginç. Hatta belki, İslam’da aşırı fırkalar sınıfına bile sokulabilir. Çünkü İslam insanlığa indirilmiş tüm vahiylerin ortak ismi olduğuna göre bugünkü Hıristiyanlık ve Yahudilik, İslam’da aşırı giden fırkalar, yani Gulât-ı İslam dır. Gulât-ı dindir diyebiliriz belki.
Bu manada Kur’an onlara, kendisine kitap verilenler sınıfına dahil ederek ayrı bir başlık açıyor. Hiçbir zaman müşriklerle onları eşitlemiyor. Onları farklı bire kategoriye yerleştirip, onlara hitap ediyor. İşte burada onları kendi içinde de ayırıyor ve diyor ki; Yahudiler, bu kitaba inananlara çok daha fazla düşmandır. Bu kitaba en yakın olanları, biz Hıristiyanlarız diyenler olarak görürsün.
Bu farkın ne olduğunu verirken de ayetin sonunda, onların içinden, dinlerinde müstekbir olmayan, kibre sapmayan, böbürlenmeyen din adamları vardır diyor. Demek ki problem, yani Yahudilerin bu kitaba inananlara tavrı ile, Hıristiyanların bu kitaba inananlara olan tavrı arasındaki fark, dinde kibir. Dinde istikbar.
Bu nedir? Dinde kibir aslında inancınızı kapalı bir inanç haline getirip, kendinizi kutsayıp başkasını yok saymak. Dinde kibir.
Hiçbir hakikati kabullenmemek,Sizin dışınızdan gelen hiçbir gerçeği kabullenmemek. Yani, ilmin Çin’de, ya da hikmetin doğuda ya da batıda olduğunu kabullenmemek. Unutmayın, bunu kabullenmiş bir peygamberin ümmetiyiz. Demek ki hikmet kaybolabilir de. Hikmet müminin yitiğidir. Nerede bulsa alır. İlim Çin’de de olsa gider onu alır.
Kur’an la onun peygamberi, her malumata ilim demez. İlim Hakk’ka alamet olan şeydir. Mutlak gerçeğe, atıf olan şeye Kur’an ilim der. Demek ki mutlak gerçeğe atıf Velev siyn, çinde de olabilirmiş. Hadiste geçtiği gibi. O atıf eğer orada varsa gidip oradan alınır. Hiçbir sakınca yok. Çünkü hakikatin patenti kimseye ait değildir. Hakikat patensizdir. Hakikatin patentinin ait olduğu tek varlık Hakk’tır. El Hakk. Allah. Onun için de o insanlığın ortak malıdır ve hiç kimse El hakk’tan sudur eden hakikatin üzerine kendi ırkının, kendi kavminin, kendi milletinin, kendi coğrafyasının damgasını vuramaz. Hakikat Alemşümuldur, cihanşümuldur, beynelmileldir onun için de hakikate sahip çıkarken birinin malına sahip çıkıyor gibi değil, rabbinizin malına sahip çıkıyor gibi sahip çıkarsınız. Onu bir ayet gibi algılar ve sahip çıkarsınız.
Yahudiler işte böyle yapmadılar. Kendileri dışındaki tüm hakikatleri yok saydılar, onun için de bu kitaba karşı aşırı düşmanlık sergilediler. Çünkü kapalı havza dini oluşturmuşlardı. Onun için yeryüzünde bir tek din vardır. Irkı da Dinin bir parçası sayan o da Yahudiliktir. Onun içindir ki Yahudilikte misyonerlik yoktur. Yoktur çünkü Yahudi olmayan, daha doğrusu, İsrail oğullarına mensup olmayan Yahudi de olamaz.
Bu nedir? Bu cenneti, ırkınıza tahsis etmek, dini ırkınıza tahsis etmek, hatta Allah’ı ırkınıza tahsis etmek ve Yahve, işte bu manada İsrail oğullarının özel tanrısıdır. O onları birinci sınıf ilan etmiştir. Geri kalanı mı? İnsanlığın geri kalanı mı? Bunu tahrif edilmiş Tevrat satırlarında görebilirsiniz. Yer yüzünün tüm kavimleri diyor ayağına, eğilip senin ayağını öpecekler.
Evet, işte bu mantıkla bugün yer yüzünde gizli bir imparatorluğu ortaya çıkarıp tüm ulusları, tüm kavimleri, tüm kültürleri bir tek kültüre hizmet ettirme aşkı, isteği genellikle Yahudi düşünürlerin, filozofların, siyasetçilerin ve askerlerin amacı haline gelmiştir.
O nedenledir ki Taşeron örgütler kullanırlar. Masonluk gibi ve ona benzer diğer örgütler gibi. Çünkü misyonerlik yoktur. Olmadığı için de taşeron örgütler kullanırlar. Aracı örgütler. Onlarla hizmet ettirirler. Yahudi olmasını istemezler kimseden. Çünkü onun Yahudi olmaya liyakati yoktur onlara göre. Çünkü o İsrail oğullarına mensup değildir. Onun mevzuatı müsait değildir.
İşte bu korkunç bir Dinde kibirdir ki, dini, hakikati bir ırkın tekeline almak ve kapatmak içeri. Bu kapanış kapalı havza dinini oluşturdu ve dünyanın geri kalan kısmında hiçbir hakikat olmadığı sonucuna vardırdı onları. u kitaba karşı, bu kitabın kendisine indiği Muhammed AS. a karşı davranışları, o korkunç kinlerinin sebebi de işte bu idi.
Onun içindir ki kendi kitaplarında geleceğini bildikleri halde, kendilerine nakledilen eserlerde, kutsal rivayetlerde geleceğine ilişkin bir çok delili gördükleri halde ve hatta bekledikleri halde. Bir peygamberin geleceğini, hem de o bölgede bekledikleri halde inanmamalarının tek gerekçesi; Bizden değil..!
Onun için biz ve siz kavramlarına Kur’an yepyeni bir bakış açısı getiriyor. Ve bu manada hakikatin bize ya da, size ya da onlara ait olmadığını, hakikatin herkesin ortak malı olduğunu ve nerede bulunursa sarılınması gerektiğini ifade buyuruyor.
83-) Ve izâ semi'u ma ünzile iler Rasuli tera a'yünehüm tefıydu mined dem'ı mimma arefu minel Hakk* yekulune Rabbena amenna fektübna me'aş şahidiyn;
Er-Rasûl'e (Hz.Rasûlullah'a) inzâl olunanı işittiklerinde, tanıyıp - bildikleri Hak'tan nâzil olmuş bir kısım bilgiden dolayı, gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün... Derler ki: "Rabbimiz, iman ettik... Artık bizi şahitlerle beraber yaz." (A.Hulusi)
83 - Peygambere indirileni dinledikleri zaman da gözlerini görürsün ki aşîna çıktıkları haktan yaşlar dolup boşanarak «ya Rabbenâ derler: inandık iman getirdik, şimdi sen bizi şahadet getirenlerle beraber yaz. (Elmalı)
Ve izâ semi'u ma ünzile iler Rasul Konu devam ediyor, Onlar peygambere indirileni işittikleri zaman, Kimler? O biz Hıristiyan’ız diyen bir zümre. Dinde kibre sapmayan, dini sadece kendilerine has kılmayan, hakikatin sadece kendilerinde olduğunu iddia etmeyip bir başka yerde, bir başkasının elinde, bir başkasının dilinde hakkı ve hakikati görür görmez hemen teslim olan, yani Hakkı gördüğüne boynunu eğen o insanlar peygambere indirileni işittikleri zaman;
tera a'yünehüm tefıydu mined dem'ı mimma arefu minel Hakk ondaki hakikatleri kavramalarından dolayı göz yaşlarının çağladığını görürsün. Göz pınarlarının aktığını görürsün.
Neden akar? mimma arefu minel Hakk ondaki hakikati hemen fark ettikleri için. Çok ilginç değil mi? Hakikati fark edebilmek..! Aslında Allah’ın insana verdiği en büyük lütuflardan bir tanesidir bu. Hakkı ve hakikati gördüğü anda tanıyabilmek. Bu lütfu kullanabilmenin de ilk şartı nedir? Hakka ve hakikate yüreğinizi ve zihninizi kapalı tutmamak.
yekulune Rabbena amenna fektübna me'aş şahidiyn; Derler ki; Rabbimiz, o halde bizi de Hakka şahit olanlarla birlikte yaz.
Bu pasajın iniş nedeni konusunda farklı rivayetler var. Bir ittifak yok. Ama buram buram bir tarihi olay kokuyor pasaj. Yani tarihte o gün yaşanmış bir gerçeğe tekabül ediyor gibi. Tabii ki Kur’an ın hiçbir mesajı tarihi bir olayla sınırlandırılamaz. Ancak inişine neden olan bir olay varmış gibi geldi bana. Araştırırken birkaç rivayetten en tutarı, en yatkın, kafama yatanı, Necaşi’nin, Mümin kardeşimiz, büyük Kral Necaşi’nin, Habeşistan kralı Necaşi’nin Resulallah’a Medine döneminde gönderdiği 12 kişilik bir grup din adamının gelişi ile olduğu gibi bir kanaat uyandı bende. Taberi ve diğerleri böyle bir rivayet aktarırlar Süddi’den bize. Bu rivayete karşı çıkan da pek olmamıştır.
Bu din adamları zaten Resulallah’ın mesajına açık bir biçimde gelmişlerdir. Kendilerini gönderen, onlara referans veren Necaşi, Resulallah aşığı bir mümin idi. Onlar Hıristiyan bir din adamları grubu olarak Resulallah’a geldiler. Ama açık olarak geldiler. Yine Hıristiyan olarak döndüler. Fakat unutmayınız, gerçekten Hz. İsa’ya iman etmiş Müslüman Hıristiyanlar olarak döndüler.
Yani bunun ne manaya geldiği üzerinde uzun uzun spekülasyonlar yapacak değilim. Bunun mümkün olup olmadığını Kur’an da ki bu ayetler, buna benzer bir çok ayetten görebilirsiniz. Ki maide suresi bu manada gerçekten de bize bir çok ipucu sunuyor. Özellikle 40 ve 52. ayetler arası. Ki 48. ayette ne diyor du?
..li küllin cealna minküm şir'aten ve minhaca.. (48)
Her biriniz için bir şeriat ve onu uygulama yöntemi tayin ettik, kıldık. Peki arkasından ne diyordu; O halde hayırda yarışın. Hayırda yarışmamızı istiyordu.
Bu manada böyle bir ekibin geldiği tarihen sabit. İşte bu ekip Resulallah’tan, kendisine indirilen hakikati duyduklarında gözleri yaşlarla dolmuş, bu hakkı tanıdıkları için orada, Resulallah’ın huzurunda göz yaşlarını imanlarına şahit kılmışlardı.
Bilemiyorum belki orada okunan ayetler arasında şahitlikle, bu ümmetin şahitliği ile ilgili bir ayette mi vardı acaba ki onlar; Bizi de şahitlerle birlikte yaz dediler. Mesela Bakara/143 gibi.
Ve kezâlike cealnâküm ümmeten vesetan.. (Bakara/143) İşte bu şekilde sizi dengeli bir ümmet kıldı. Denge. litekûnû şühedâe alenNâs insanlığa şahit olasınız örnek olasınız diye ve yekûnerRasûlü aleyküm şehiyda peygamber de size şahit olsun, size örnek olsun diye. Acaba bu ayetin içinde geçtiği bir pasaj mı okundu diye düşünüyorum ve zaman dilimi açısından hiç te hayır diyemiyorum. Büyük, yani zannı galibim, galip zannım bu konuda bu ayetin de içinde geçtiği pasajın onlara okunan Kur’an ayetlerinden olduğu ve onlarında bu ayetler karşısında; “Ya rabbi, bizi de bu şahitlerle birlikte yaz. Biz de şahit olalım ve peygamber bize de şahit olsun.” Demeleri muhtemeldir.
Burada özellikle Hıristiyan grubun Resulallah’ın karşısındaki gösterdiği bu hakikate yatkın, hakikati kabullenmeye yatkın tavır çok kısa, misafir olarak geldikleri Medine’de gösterdikleri bir tavır. Bunun karşısında Resulallah’la birlikte bir çok vahyin inişine şahit olan, bir çok hadiseyi yaşayan Yahudi grupları var. Onlarsa bu hakikatlere yıllar yılı şahit olmalarına rağmen hiç hakikatin önünde başlarını eğmiyorlar.
İşte bu farkı dile getiriyor. Tarihi bir tecrübeden yola çıkarak Kur’an bir tasnif yapıyor. Yani dinlere mensup olan insanların, hakikate karşı gösterdiği tavırda da tasnif yapıyor. Haklı olarak bu tasnifi yapıyor.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder