7 Haziran 2011 Salı

İSLAMOĞLU KURAN TEF. DERS. MAİDE (84-87)(42-B)

A sayfasından devam


84-) Ve ma lena la nu'minu Billahi ve ma caena minel Hakkı ve natme'u en yüdhılena Rabbüna me'al kavmisSalihıyn;

"Rabbimizin bizi, sâlihler topluluğuna katmasını umarken, ne diye Esmâ'sıyla hakikatimiz olan Allâh'a ve Hak'tan bize gelmiş olana iman etmeyelim!" (A.Hulusi)

84 hem biz neye iman etmeyelim Allaha ve bu bize gelen hakka: bütün emelimiz, Rabbimizin bizi salihîn zümresinin maiyetine koyması iken. (Elmalı)


Ve ma lena la nu'minu Billahi ve ma caena minel Hakk yine onların ağzından Kur’an şu sözü veriyor. Neden Allah’a ve bize gönderilen hakikate inanmayalım ki..! Yani aynı zamanda tavırlarının gerekçesini de ileri sürüyor. Neden inanmayalım ki;

ve natme'u en yüdhılena Rabbüna me'al kavmisSalihıyn; Zira biz, Rabbimizi bizi erdemliler arasına katmasını dileriz. Yani gerekçemiz de budur. Bizim falancaların arasında illaki olmak diye bir ısrarımız olamaz. Yani biz neden Hıristiyan olduk, hakk burada diye olduk. Ama eğer Hakk burada ise o zaman biz Salihlerin arasında olmayı istiyorduk zaten. Biz burada oluşumuzun gerekçesini de öyle sanıyorduk. Ama eğer değilse, ya da bu gerekçe yok olmuşsa biz Hakk’ın nerede olduğunu bakar, biz de orada oluruz. Yani Hakk bizdedir demeyiz. Biz Hakk’tayız, yani Hakk’a göre kendimizi ayarlarız. Hakk’ı kendimize göre ayarlamayız. Hakk’ın patentini kendimize çıkarmayız. Ancak biz Hakk’a varırız. Hakk’ı nerede görürsek biz ona intisap ederiz. Mensubiyetimiz Hakk’adır, isme değil. Patente değil, unvana değil, klişeye değil, yaftaya değil. Mensubiyetimiz Hakk’adır.

Bu çok önemli. Kur’an alttan alta bu ayetlerde müminlerin mensubiyetinin, tek mensubiyetinin olacağını, onun da hakk ve hakikat olacağını ifade buyuruyor.


85-) Fe esâbehümullahu Bi ma kalu cennatin tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha* ve zâlike cezaül muhsiniyn;

Böyle düşünmeleri nedeniyle, Allâh onları içinde ebedî kalacakları, altlarından nehirler akan cennetler ile mükâfatlandırdı... İşte budur muhsinlerin cezası! (İhsanın cezası = karşılığı = getirisi = sonucu, ihsandır.) (A.Hulusi)

85 - Böyle demelerine mukabil Allah da kendilerine sevap olarak altından ırmaklar akan Cennetleri verdi, içlerinde muhalled kalmak üzere onlar ki işte Muhsinlere mükâfat odur. (Elmalı)


Fe esâbehümullahu Bi ma kalu cennatin tecriy min tahtihel enhar Ve bu sözlerin yani Hakk’a mensubiyetin, tek mensubiyet olduğunu ifade eden, gerçekten Allah’ın hoşuna giden bu düşüncenin bu mantalitenin arkasından Allah’ın da onlara söylediği söz var. Nedir Allah’ın sözü? Ve Allah’ta onları bu inançlarından dolayı içinden ırmaklar çağlayan cennetlerle ödüllendirdi. Ödüllendirdi diyor. Fe esâbehümullahu Bi ma kalu yani o kadar kesin konuşuyor ki ayet, olmuş gibi ödüllendirdi. halidiyne fiyha orada yerleşip kalıcıdırlar.

ve zâlike cezaül muhsiniyn; İşte bu iyilerin ödülüdür. İyilerin ödülü. İyilik yapanlar diye çevirmedim. Zaten iyilik yapanlar iyi olurlar, iyiler iyilik yaparlar. Onun için işte bu iyilerin ödülüdür dedim.


86-) Velleziyne keferu ve kezzebu Bi ayatina ülaike ashabül cehıym;

Hakikat bilgisini inkâr edenlere ve (Esmâ'nın açığa çıkışı olan) işaretlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennem arkadaşlarıdır! (A.Hulusi)

86 küfredip âyetlerimizi tekzip eyleyenler ise onlar hep ashabı cahımdirler. (Elmalı)


Velleziyne keferu ve kezzebu Bi ayatina küfre saplananlara ve mesajlarımızı yalanlayanlara gelince,

Kur’an çift açılı çalışır demiştim. Müspet ve menfiyi hep ardı ardına getirir ki iyi ve kötüyü, rahmet ve gazabı cennet ve cehennemi aynı anda durduğunuz yerden seyredin ve doğru bir biçimde karar verin, tercih yapın diye çift açılı çalışır. Çift ekranlı çalışır. Çift ekranlı çalışır Kur’an. Onun için ikinci ekrana çevirdi bakışlarımızı ve oradan kötüleri gösteriyor ve diyor ki;

Velleziyne keferu ve kezzebu Bi ayatina.

Küfre saplananlara ve mesajlarımızı yalanlayanlara gelince ülaike ashabül cehıym; onlar yakıcı ateşe mahkumdurlar.

        Bu pasaj bitti. Yepyeni bir pasaj karşımıza çıkıyor. Pasajın yepyeni olması yukarıdaki pasajla alakasız olması anlamını taşımıyor. Kur’an ın mucizi beyan olması, kendi belegati içerisinde mükemmel ve müthiş bir mucize taşıyor olması zaten tüm cümleleri, ayetleri, pasajları ve sureleri arasında çok girift, karşılıklı çapraz atıflar, doğrusal atıflar, paralel atıflar olduğunu görmemiz gerekiyor. İşte bunun için mucize bir kelamdır ve bu mucize kelamın ayetlerine devam ediyoruz.


87-) Ya eyyühelleziyne amenû la tuharrimu tayyibati ma ehallAllahu leküm ve la ta'tedu* innAllahe le yuhıbbul mu'tediyn;

Ey iman edenler!.. Allâh'ın sizin için helal ettiği pak rızıkları haram kılmayın ve haddi aşmayın (Allâh'ın helal kıldığını haram kabul ederek)! Muhakkak ki Allâh haddi aşanları sevmez. (A.Hulusi)

87 - Ey o bütün iman edenler, Allahın size helâl kıldığı nimetlerin hoşlarını kendinize haram etmeyin, aşırı da gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû Siz ey iman edenler. Ya da benim yaklaşık te’vilimle; Ey iman ettiğini iddia edenler, iddianızda samimi iseniz eğer, İspat etmek istiyorsanız, la tuharrimu tayyibati ma ehallAllahu leküm ve la ta'tedu Allah’ın size helal kıldığı temiz ve güzel şeylerden kendinizi mahrum etmeyin, fakat sınırları da aşmayın.

Ne alakası var diyeceksiniz. Yukarıda ki pasajla, Bakın, bakın. Çok yakın bir alakası var. Hemen üstteki pasajda Hakk’a uyan, Hakk’a teslim eden bir Hıristiyan gruptan söz ediliyordu. Ve tabii ki bugüne kadar onların iz düşümünden. Ancak bir çelişkiye dikkat çekiyor. Bir çelişkiye. Çünkü Hıristiyan çileciliğine tabiler bu gruplar.

Hıristiyanlarda genellikle din adamları sınıfı, keşişler, rahipler, rahibelerin oluşturduğu bu sınıflar, Allah’ın helal kıldığını kendilerine yasaklayarak garip bir çileciliği Allah’a ulaşma vasıtası saymışlar. Helalleri yasaklayarak. Allah’a ulaşmayı sadece çilecilik yolu ile olur zannetmişler. Helalleri kendilerine yasak kılarak Allah’a ulaşılır sanmışlar ve insanlığa da bunu önermekteler. Yani Allah’a yaklaşmak için evlenmeyin. Allah’a yaklaşmak için yemeyin, içmeyin, uyumayın, çekilin bir kenara toplumu terk edin, kendinize bir mağara bulun.

Anadolu’nun her tarafında o ilk Hıristiyan çilecilerden bu güne kadar tarihsel olarak gelmiş bir çok Hıristiyan çileci grubun, içine gizlenip orada kendilerince ibadet ettiği bir çok mağara bulursunuz. Anadolu’nun bir çok şehrinde bunu görürsünüz. Antakya’dan Amasya’ya kadar gezin, gidin bakın, bunu çok görürsünüz. Oralar Hıristiyan çilecilerin içine çekilip te tolumdan kesilip Allah’a yaklaşmak için kullandıkları çilehanelerdir.

İşte ona itirazı var Kur’an ın, ona itirazı var. Diyor ki Kur’an; Ey iman edenler, la tuharrimu tayyibati ma ehallAllahu leküm Allah’ın size helal kıldığı iyi ve güzel şeyleri kendinize haram kılmayın. Daha doğrusu kendinizi bundan mahrum etmeyin. Allah’ın temiz ve güzel şeylerinden kendinizi mahrum etmeyin.

İslam tarihinde de, daha doğrusu Resulallah’ın Medine hayatı içerisinde de buna benzer bir eğilim görüyoruz. Ki bize rivayetler fazlasıyla bunu veriyor. Osman bin Maznun, Hz. Ali, Ebu zer-i Gıfari, Selman-ı Farisi gibi bir takım sahabenin içinde bulunduğu bir grup bunlar.

Bunlar da böyle bir hayata özenmişler. Günün birinde ve kendi kendilerine söz vermişler. Resulallah’la istişare etmeden. Onun daha iyi olacağını düşünmüş olmalılar ki, et yememeye yemin etmişler. Ailelerinden ayrılmaya yemin etmişler, dağ başında bir mağara ya çekilip gündüz akşama kadar oruçla, gece sabaha kadar namazla Allah’a yaklaşmaya yemin etmişler. Tabii olay Resulallah’a intikal etmiş. Resulallah’a intikal edince Resulallah onları çağırtmış ve çok şiddetli bir biçimde kızarak demiş ki;

- İnnemen kableküm şeddedu ala en fusihim ve şeddedallahu aleyhim.

Sizden önceki bir takım toplumlar da kendi kendilerine işi zorlaştırdılar. Allah’ta onların bu durumuna baktı, onlara işi zorlaştırdı. Yani iş çıkarmayın demiş tabiri caizse ve onları azarlamış;

“ Ben oruç tutarım fakat iftar da ederim. Tutmadığım da olur yani. Ben Allah’a ibadet ederim fakat ailemle de beraberim. Çoluk çocuğumla da beraberim. Ben et de yerim. Yani ben size güzel bir örnek değil miyim. Siz kimi alıyorsunuz kendinize örnek olarak. Ben önünüzdeyim benim yapmadığımı yapmaya kalkıyorsunuz ve Allah’ın emretmediğini yapmaya kalkıyorsunuz.”

Bakınız yukarıda, akide de aşırılığın, yani fazla inansak ne olur canım, daha fazla inanmak daha iyi değil mi, diyemezsiniz demiştim ya. Burada da fazla yapsak ne olur diyemezsiniz. Burada da amelde Hulül, amelde aşırılık yeriliyor. Altından kalkamayacağınız amelleri Allah adına yapmaya girişmeyin.

Ne olur o zaman? Korkunç bir tahrifata saplanırsınız. Önce bu amellerin Allah’a yaklaşmak için yaptığınızı sanırsınız. Güç yetiremezsiniz. Ama vaz da geçemezsiniz. Çünkü görüntüde ayıp olur. Artık öyle lanse edildiniz ya topluma, vaz da geçemezsiniz. Dün yapmıyor olduklarınızı, yarın yapmaya başlayamazsınız. Bu da sizi iki yüzlülüğe, iki yüz, yüzlülüğe götürür. Korkunç bir münafıklığı kendinize zimmetlersiniz. Ve el altından yapmaya, hem de daha kötüsünü, gayri meşrusunu yapmaya başlarsınız.

Peki meşrusunu yapmak dururken niçin kendinizi önce zora koşup ta sonra gayri meşruya yönelip bir münafıklığı kendinize zimmetleyeceksiniz..!

Görüyorsunuz ya insan tabiatını bilen Allah, işi daha başında kesiyor. Onun için “Ruhbanlığı onlara biz emretmedik.” diyor Kur’an. Hatırlayın ayeti kerimede, fakat onlar kendileri çıkardılar, ona da uymadılar, diyor. Bu özetlediğim şeyin aslında harika bir ifadesi değil mi bu ayet mealini verdiğim ayet. Ona da kendileri uymadılar diyor. Yani çıkardılar önce, icat ettiler ruhbanlığı biz emretmediğimiz halde. Hadi tamam çıkardınız bari kendi çıkardığınız bu şeye uyun, ona da uymadılar.

Uyamazlar çünkü. İnsan tabiatı buna müsait değil. Allah insan tabiatına damarlar koymuş, arzu bir damardır, şehvet bir damardır, istek bir damardır, yeme bir damardır. Yani bu damarın bir sonucudur. Bunlardan vazgeçemezsiniz.

Din bunları kanalize eder. Bunları meşru sınırlar içerisinde yapmanızı emreder. Yoksa vazgeçmenizi emretmez. Hayata karşı arzu koymuş. Bu bir damardır. Eğer yaşama sevgisi insanda olmasaydı, dünya insan için korkunç bir zindana dönerdi. Ve insan kendi cinslerine karşı çekilmez hale gelirdi. Onun için bu damarları vurmayınız. Yok etmeyiniz, Ya ne yapınız? Sürekli açık ve akar halde tutunuz, ama doğru bir biçimde. Yani mikrop kaptırmadan. Onun için Kur’an çileciliği reddeden böyle bir ayetle aslında bir çelişkiyi yakaladı.

Tayyibat, ayette geçen, sağlıklı olan her şeyi kapsar. Tayyibat. Habisat’ta, Habis’te; kötü ve sağlıksız olan her şeyi kapsar. Onun zıddıdır.

Çok ilginç bir misal hatırıma geldi, İslam tarihinden, Nübüvvet tarihinden; Yani yeme ve içmenin inançla ilgisi nedir diye soracak olursanız, şu örnek dikkatinizi çekebilir. Her şeyi açıklıyor.

Bir kabile Resulallah’a iman beyan etmek için gelmiş ve Allah’a teslim olduğunu bildirmişti. Bir Arap kabilesi. O kabilenin bir özelliği vardı yalnız. Kesilen hayvanların yüreklerini yemezlerdi. Onu yasak kabul ederlerdi. Onu uğursuz sayarlardı ve bunu bir inanç boyutu olarak düşünürlerdi.

Resulallah ne dedi biliyor musunuz?

- Yürek yemedikçe imanınız kabul olmaz..!

Çok ilginç, aslında yürek yemekle imanın ne alakası var diyeceksiniz. Hakikaten görüntüde hiçbir alakası da yok doğrusu. Yok ama bu alakayı yine onların kendileri kuruyorlar. Onların eşyaya karşı olan bakışını düzeltmek için işte böyle bir şart koşmuştu. Bu bakış eşya hakkındaki son sözü söyleme hakkının sizde olup olmadığı, yani Allah’ın mı söyleyeceği, sizin mi. Bu çok önemli. Yani Allah’ın çirkin demediğine, kötü demediğine, yasak demediğine, siz yasak deme hakkını nereden alıyorsunuz. Bu çok önemli. Onun için eşya hakkındaki son sözü söyleme yetkisi Allah’a aittir. Eşyayı tasnif yetkisi Allah’a aittir ve Allah’ın bu yetkisini haksız yere kullanmaya kalkmayın. Bu da garip bir şirk biçimi, şirk türevi oluyor.

..men harrame ziynetellahilletiy ahrece li ıbadiHİ.. Araf/32

Kur’an böyle diyor. Allah’ın kulları için çıkardığı, yarattığı nimetleri insanlara kim yasaklamaya kalkıyor? Çok ilginç bir ifade değil mi..! Kim yasaklamaya, yani kimin haddine Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri, güzellikleri insanlara yasaklamak. Kimin haddine düşmüş. O yasaklayan sınıfları Allah dışında Rab olarak nitelendiriyor Kur’an. Onun için Adiy Bin Hatem itiraz etmişti;

- Ama ya Resulallah biz papazlarımızı, biz din adamlarımızı Rab ittihaz etmedik ki, Rab edinmedik ki, onlara ibadet etmezdik ki, onlara secde etmezdik ki..!

Resulallah’da;

- Hayır, demişti. Öyle değil, Sen anlamamışsın. O ayet şöyle diyor;

..ahbarehüm ve ruhbanehüm erbaben min dunillah Tevbe/31


Evet, onlar ahbarlarını ve ruhbanlarını, hahamlarını ve papazlarını, Allah dışında Rabler edindiler.

Bu ayete karşı böyle bir diyalog geçiyor Adiy Bin Hatem ile peygamber arasında. Adiy Bin Hatem böyle bir itirazda bulunuyor ama biz secde etmezdik, ibadet etmezdik ki. Resulallah hayır diyor, yanlış anlamışsın. Siz onların helal bildiğine helal, haram bildiğine de haram bilmez miydiniz. Yani helal ve haramı size onlar belirlemez miydi. İşte budur rab edinmek. Gerçekten ilginç bir yaklaşım. Ve işin bu tarafını çoğu kez kaçırıyoruz gözden kaçırıyoruz.

[Atlanan kısım; ve la ta'tedu (ve aşırı gitmeyin, haddi aşmayın)]

* innAllahe le yuhıbbul mu'tediyn; Doğaldır böyle bir cümle ile bitmesi, Unutmayın ki Allah haddi aşanları sevmez.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz
42. videoyu  toplu halde http://kurantefsir.wordpress.com/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder