15 Haziran 2011 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. Maide (104-106)(43-C)

B sayfasından devam


104-) Ve izâ kıyle lehüm te'alev ila ma enzelAllahu ve iler Rasuli kalu hasbüna ma vecedna aleyhi abaena* evelev kâne abaühüm la ya'lemune şey'en ve la yehtedun;

Onlara: "Allâh'ın inzâl ettiğine ve Rasûle geliniz" denildiğinde, "Babalarımızdan gördüğümüz bize yeter" dediler... Babaları bir şey bilmeyen ve hidâyet üzere olmayanlarsa da mı? (A.Hulusi)

104 - Bunlara gelin Allahın indirdiği ahkâma ve Peygambere denildiği zaman da «bize atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler yeter» diyorlar, ya ataları bir şey' bilmez ve doğru yola gitmezler idi ise de mi? (Elmalı)


Ve izâ kıyle lehüm te'alev ila ma enzelAllahu ve iler Rasul ve onlara Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin denildiğinde, kalu hasbüna ma vecedna aleyhi abaena atalarımızı üzerinde bulduğumuz inanç bize yeter derler.

Bakınız biraz önceki o temel davranış bozukluğu, o temel bakış açısı bozukluğunun daha arka planında yatan temel bir yanlışa dikkat çekti Kur’an. Onlara; Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin denildiğinde, atalarımızı üzerinde bulduğumuz inanç bize yeter derler.

Niçin eleştiriyor Kur’an böyle bir şeyi? Aslında Kur’an Allah’ın dininin tam karşısına atalarının dinini kor. Ataların dini bir tarafa, Allah’ın dini bir tarafa. Bununla şunu söylemek ister. Hakikatin merkezine sadık olanı değil sabık olanı yerleştirmek. Hakikate sadık olanın yerine sabık olanı, yani kıdemli olanı, eski olanı koymak. Bir şey değerini eskiliğinden almaz. Kıdeminden almaz. Babalardan almaz. Nesepten almaz. Babanız inanıyorsa doğrudur diyorsanız, siz doğrunun ölçüsü olarak atalarınızı, babanızı koymuş olursunuz.  

İşte Kur’an ın eleştirdiği düşünce sisteminin temelinde ki yamukluk burada. Sabık olana hakikati atfetmek, sadık olana değil. Sadakatin yerine sebkati koymak. Yani kıdemi koymak eskiliği koymak. Onun için bugün ümmet iki taklit arasında bocalayıp duruyor. Biri babaları taklit, iki Batıyı taklit.

Bir kısmı batıyı taklit etme adına ümmetin geleceğini paramparça edip yok ediyorlar. Bir kısmı, onlara karşı direndiğini söyleyen bir kısmı ise babalarını taklit etme adına ümmetin geleceğini yok etmeye çalışıyorlar. Gelecek inşasını yok etmeye çalışıyorlar.

Onun için atalara sadakat aslında atalardan gelen her şeye sadakat değil, böyle bir şey yok. Ataların ocağındaki köze sadakat olmalıdır. Küle değil. Ataların ocağındaki külü bu güne taşıyarak hiçbir şey yapamazsınız. Ama ataların ocağındaki közü taşıyın. Elbette o ocakta köz olmaz mı, ateş olmaz mı? Olursa onu taşıyın. Yoksa sönmüş ocağın küllerini bu güne taşımakla ne kazanacaksınız. Ne getirecek size. Sadece o külün atanın ocağında olmuş olması bir kutsiyet kazandırır mı.

Aslında şu develerinin kulaklarını keserek dokunulmaz kılan, kutsal develeri ortaya salan o cahiliye bedevilerinden ne farkı var böyle bir düşüncenin temelde? İşte bunu eleştiriyor Kur’an ve aslında bu düşünce tam da Yahudileşen İsrail oğullarının Kabbalah düşüncesi. Kabala zaten gelenek demektir. Onun için Yahudileşen İsrail oğulları geleneğinin en temel referansı şudur; İm kabala na kaba, gelenek değilse reddederiz, gelenekse kabul ederiz o kadar. İşte Yahudileştiren İsrail oğullarını, Müslüman İsrail oğullarını Yahudileştiren bu kavram, bu temel referans. İm kabala na kaba gelenek değilse orada kalsın. Ama diyor ki Kur’an;

evelev kâne abaühüm la ya'lemune şey'en ve la yehtedun; ya ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yolda olmayan kimseler idiyse, ya öyle ise. Onun için Kur’an da kabul ediyor ataların ocağında köz olabileceğini. Köz varsa tamam diyor. Ama ya yoksa? Onun içindir ki Kur’an da ilginç örnekler seçilmişti binlerce peygamber içerisinden. Kur’an da öyküsü anlatılan peygamberlerin seçimi çok manidardır.

Bakarsınız İbrahim gibi babası putperest, oğlu peygamber bir örnek seçilmiştir. Bakarsınız Nuh gibi babası peygamber oğlu kafir, oğlu putperest bir örnek seçilmiştir. Bakarsınız Lut gibi kızları ve hanımı putperest ama kocası ve babaları peygamber bir örnektir. Bakarsınız Asiye gibi eşi gerçekten dünyada cenneti bulmuş, Allah için tüm kötülüklere ve şirke baş kaldıran bir kutlu isyan örneği Asiye, isyan eden kadın demektir zaten, karşısında firavun gibi bir koca.

Onun için bu örnekler boşuna değildir Kur’an da. Bakarsınız Muhammed AS. gibi bir güneşin önünde, Ebu Lehep gibi bir yarasa. Bu örnekler boşuna değil. Bu babalarla ve atalarla, onların soy ve soplarıyla övünülemeyeceğinin bir göstergesi. Bu insanın hakikat kazanımının, tamamen kendi çabasının ve çalışmasının ürünü olduğunun bir göstergesi. Onun için;


Ve en leyse lil İnsani illâ ma sea; Necm/39

İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Yani failin karşılığı vardır. İnsan kendi çabasının karşılığını görecektir.

lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet.. Bakara/286

Kazandığı güzellikler kendi lehine, kötülüklerse kendi aleyhinedir.

 ..ve la teziru vaziretun vizra uhra..  Enam/164

Kimse bir diğerinin yükünü yüklenmez.

Bunlar Kur’an i referanslardır ve insana kendi çabasının karşılığını göreceğini söyleyen, kendi çabası ile yücelmesi, yükselmesi gerektiğini söyleyen referanslar. Babam hocaydı, dedem müftüydü, büyük dedem Şeyhül İslam’dı saçmalıkları değil. Ve yahut ta babası belli bile olmayabilir. Bu da problem değil. Babasından dolayı oğul suçlanamadığı gibi, atasından dolayı torun iftihar edemez. İftihar edecekse kendi ameli ile edecektir. Onun için de ;

Tilke ümmetün kad halet.. Onlar bir toplumdu geldi geçti. leha ma kesebet ve leküm ma kesebtüm * ve la tüs'elune amma kanu ya'melun. Sizin kazandıklarınız size, onların kazandıkları onlara aittir. (Bakara/141)

Onların yaptıklarından kesinlikle siz sorumlu tutulmayacaksınız. Tersi de geçerli.


105-) Ya eyyühelleziyne amenû aleyküm enfüseküm* la yadurruküm men dalle izehtedeytüm* ilAllahi merciuküm cemıy'an feyünebbiüküm Bi ma küntüm ta'melun;

Ey iman edenler... Siz nefsinizden sorumlusunuz! Siz hidâyet üzere oldukça, sapmış olan size zarar veremez! Sizin hep birlikte dönüşünüz Allâh'adır... Yapmış olduklarınızın size neler getirdiğini gösterecektir! (A.Hulusi)

105 - Ey o bütün iman edenler! sizler kendinizi düzeltmeğe bakın, siz doğru gittikten sonra öte taraftan sapanlar size bir ziyan dokunduramaz, hepsinizin varacağı nihayet Allah, o vakit haber verecek o size neler yapıyordunuz. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, aleyküm enfüseküm siz kendinizden sorumlusunuz.

Bu bağlamda ataların ya da evladın övünülecek ya da yerilecek unsurlar olmamasına bir atıftır bu. Siz kendinizden sorumlusunuz. Yoksa Emr-i bi’l Ma’ruf, nehy-i anil münker iyiliği emredip kötülükten sakındırma farizasına, görevine yöneltilmiş bir olumsuzluk değildir yani. Yani kişinin iyiliği özendirme, köt6ülükten sakındırma fonksiyonu müminin görevi bakidir. Bu onunla ilgili bir atıf değildir. aleyküm enfüseküm siz kendinizden sorumlusunuz atfı tamamen babaları övünülecek ya da yerilecek bir şey gibi görenlere bir atıftır.

la yadurruküm men dalle izehtedeytüm siz kendinizden sorumlusunuz. Eğer doğru yoldaysanız sapıtanlar size zarar veremez. Eğer doğru yolda iseniz, isterse babanız, isterse dedeniz, isterse eşiniz sapıtmış olsun size zarar veremez. Tabii bu birebir ilişkilerde. Tabii toplumlar için, önderlikler için, vatandaşlıklar için de geçerli bu. Yani siz öncelikle kendiniz, kendi duruşunuz, Allah karşısında ki bireysel duruşunuzdan sorumlusunuz. Bu çok önemli.

Onun için duruşunuzu düzeltmekle başlayın işe ve toplumsal bir sapkınlık sizin için mazeret olmamalı. Ne yapayım dememelisiniz. Yani kendi yamul duruşunuza, toplumun yamuk duruşunu bahane göstermeyin. Bunu söylemek istiyor Kur’an.

ilAllahi merciuküm cemıy'an hepinizin dönüşü Allah’a dır. O övündüğünüz ya da yerindiğiniz atalarınızla birlikte siz de Allah’a döneceksiniz ve orada tek tek hesabınızı vereceksiniz. Yani son tahlilde Allah’ın huzuruna çıkacaksınız. Eğer “ne yapalım, atalarımızdan böyle gördük” gibi bir mazeret ileri sürecekseniz, şimdiden bu mazeretin geçerli olmayacağını, onlarla sizin yüzleştirileceğinizi, onları bahane ettiğinizde onların da kendi atalarını bahane ettiğini ama aklınızı kullanmanız gerektiğini hiç düşünmediğinizi size Allah hatırlatacak. Onun için o büyük mahkemeye döndüğünüzde geçerli olmayacak bir takım mazeretler ileri sürerek Allah’a karşı duruşunuzu bozmayın.

feyünebbiüküm Bi ma küntüm ta'melun; İşte o zaman yaptıklarınızı size bir bir haber verecektir Allah. Yani bu haber verişten kasıt nedir? Aslında hiç te sizin davranışlarınızın, kötü davranışlarınızın, atalarınızın davranışlarının bir devamı, zorunlu bir devamı olmaması gerektiğini haber verecek. Yani böyle bir zorunluluğun olmadığını, istediğiniz ve dilediğinizde atalarınızdan farklı da davranabildiğinizi, hatta günahta atalarınızdan farklı ne ekstra, ne yeni, ne orijinal günahlar çıkardığınızı, eğer isteseniz hayırda, güzellikte, sevapta da pekala atalarınızı aşabileceğinizi Allah size bir bir örneklendirerek haber verecek.


106-) Ya eyyühelleziyne amenû şehadetü beyniküm izâ hadare ehadekümül mevtü hıynel vasıyyetisnani zeva adlin minküm ev aharani min ğayriküm in entüm darebtüm fiyl ardı feesabetküm musıybetülmevt* tahbisunehüma min ba'dis Salati feyuksimani Billahi inirtebtüm la neşteriy Bihi semenen ve lev kâne zâ kurba, ve la nektümü şehadetAllahi inna izen leminel asimiyn;

Ey iman edenler... Sizden birine ölüm (alâmetleri) geldiğinde vasiyet anında, adalet sahibi iki şahit bulunsun... Ya da seyahatteyseniz ve ölüm de size isâbet etmişse, size iki şahit gereklidir... (Şehâdetleri konusunda) kuşkulanırsanız, namazı edâ etmelerinden sonra onların ikisini alıkoyarsınız, "Yeminimizi, akraba da olsa hiçbir bedele satmayacağız; Allâh şahitliğini saklamayacağız; aksi takdirde suçlu oluruz" diye Allâh'a yemin ederler. (A.Hulusi)

106 - Ey o bütün iman edenler! her hangi birinize ölüm hali geldiği o vasiyet zamanı aranızdaki şahadet ya kendinizden adalet sahibi iki adam, veya yolculuk ediyordunuz da ölüm musibeti başınıza geldiyse sizin gayrinizden iki diğeridir, bunları namazdan sonra alı korsunuz, şüphelendiğiniz takdirde şöyle yemin ederler, «billâhi hısım da olsa yeminimizi hiç bir bedele değişmeyiz, Allahın şahadetini ketm de etmeyiz» biz o takdirde şüphesiz vebâle girenlerden oluruz. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, şehadetü beyniküm izâ hadare ehadekümül mevtü hıynel vasıyye ölüm size yaklaştığında yapacağınız vasiyet sırasında şahitler bulundurun.

Farklı bir pasaja geçti ayetin konusu değişti ama yukarı ile yine çok ta bağımsız bir konu değil. Özellikle yine gündelik hayatımızın içerisinde yer alan insanın ölümüyle, mal emniyetiyle, insanın sosyal adaletiyle alakalı, toplumların sosyal adaletiyle alakalı hükümler bunlar ve yukarıdaki pasajla da dolaylı ilişkisi var.

Ölüm yaklaştığında vasiyet sırasında şahitler bulundurun diyor. isnani zeva adlin minküm kendi aranızdan dürüst iki kişi. Minküm burada; sizden. Kur’an ın genel sistematiği içerisinde müminlerden anlamını verir.

ev aharani min ğayriküm in entüm darebtüm fiyl ardı feesabetküm musıybetülmevt ya da seyahat sırasında ölüm emareleri gelip sizi bulduğunda, bulursa salat’tan sonra ki; tahbisunehüma min ba'dis Salati ibaresini de okuyup öyle mana vereyim, salattan sonra sizden olmayan başka iki kişiyi alıkoyun şahitlik için. Onun için burada ev aharani min ğayriküm de minküm ün zıddıdır ki genel Kur’an sistematiği içerisinde müminler dışında anlamını verir. Burada yolculuğa hasredilmiş. Misafir kaldığınız beldeden iki kişiyi, eğer ölüm emarelerini görüyorsanız, artık ölümün yaklaştığını hissediyorsanız iki kişi şahit getirin ve mirasınızın vasiyetinizi öyle yapın diyor. Miras vasiyeti sırasında.

Burada bire bir spesifik olarak anlatılan şey ölüm öncesinde mirası vasiyet etmek. Onun için burada o ifade ediliyor. Ama daha genel baktığınızda o gün özellikle okuma yazmanın çok düşük seviyelerde olduğu bir toplumda çok büyük yaralar açan, sosyal bir yaraya dönüşebilen bir haksızlık kaynağını kurutmak için Kur’an böyle bir yöntemi seçiyor.

Burada min ba'dis Salati ibaresi var. Namazdan sonra. Namaz demeyeyim, salat’tan sonra. Bu ibarede geçen salat’ın namaz olup olmadığı konusunda ciddi tereddütlerim var. Ki Kur’an da ki her salat ibaresini namaz diye çevirmeyi hiç doğru bulmuyorum. Onun için ben burada ki salat’ı, özellikle Hud suresinin 87. ayetinde Şuayp peygambere kavminin verdiği; “Sana salatın mı emrediyor bizim putlarımıza böyle yapmayı, hakaret etmeyi.” Sorusunda olduğu gibi davet olarak anlamayı daha uygun buluyorum. min ba'dis Salati davetten sonra sizden olmayan sizin dininizin dışında iki kişiyi şahitlik için alıkoyun.

feyuksimani Billahi inirtebtüm eğer içinize bir kuşku düşerse onlara Allah adına şöyle yemin ettirin. la neşteriy Bihi semenen ve lev kâne zâ kurba, ve la nektümü şehadetAllah Akraba hatırına da olsa hiçbir bedel karşılığında sözümüzü satmayacağız ve Allah’ın bildiğini gizlemeyeceğiz.

Yukarısı ile bağlantısını şimdi söyleyeceğim. Dikkatli dinlerseniz eğer, siz de hemen fark edersiniz. Yani hiç alakası yok gibi gözüküyor bu pasajla bir üstteki pasajın, nedir alakası.

inna izen leminel asimiyn; eğer böyle yaparsak, yani Allah’ın şahit olduğunu, Allah’ın bildiğini gizlersek, ya da Allah’ın şahadeti, yani şahitlik etmeyi gizlersek günahkar biz oluruz. O zaman günahkar oluruz. Diye yemin ettirin diyor onlara.

Bakınız akraba hatırına da olsa ve lev kâne zâ kurba babalar hatırına hakikatten sapılmazsa, akraba hatırına hiç sapılmaz. Dolayısıyla burada her halükarda duruşunuzu Allah’a göre ayarlarken hakkı üstün tutun. Hak duygunuzu akrabalık bağı ile, atalık güdüsüyle, ya da bana yakındır, benim babamdır, benim dayımdır, benim dedemdir, benim akrabamdır gibi bir takım gerekçelerle hakikati istismara yeltenmeyin. Onun için tek şaşmaz ölçünüz olsun hakk ve hakikat, adalet. Adaletin gerçekleşmesi için siz gerekirse en yakınlarınıza karşı da şahitlik yapın.

Bu noktada çok ilginç bir şey söylüyor Kur’an. Ne diyor, adalet amacının gerçekleşmesi, sınırların genişletilmesini gerektiriyorsa, yani sizin dışınızda ki, sizin inancınızdan olmayan kimselerin şahitlik yapmasını gerektiriyorsa orada alet olan şahitlerin inancına bakmayın. Amaç olan adaletin gerçekleşip gerçekleşmediğine bakın.

Burada söylenmek istenen daha kök bir şey var. O da merkezi kavram adalettir. Adaletin gerçekleşmesi için aracın ne olduğuna bakmayın. Yeter ki adalet gerçekleşsin.

Hatırlayın Nisa 105 – 115 arasındaki ayetleri tefsir etmiştim. Orada bir olay üzerine inmişti 105-115 arasındaki ayetler. Ebu Ta’me olayı. Yani bir Müslüman birinin zırhını çalmış ve hırsızlık suçunu ise bir Yahudi’nin üzerine atmıştı. Yahudi’ye iftira etmişti. Ve ilginçtir Resulallah’tan da mahkeme için gelmişlerdi; Biz Müslüman’ız onun için peygamber Yahudi’ye karşı bizi savunsun diye bir beklentileri vardı. Ve Kur’an doğrudan müdahale etti davaya;

..ve la tekün lil hainiyne hasıyma; Nisa/105

Bu ayet indi. Hainlerin savunucusu olma dedi. İşte nisa suresinde ki bu olay sırasında. Yine;

Ve la tücadil anilleziyne yahtanune enfüsehüm.. Nisa/107

Kendilerine ihanet edenleri savunma dedi. Söz konusu ayetlerde. Peygambere doğrudan hitap. Onun için müdahil oldu davaya Kur’an. Doğrudan müdahale etti. Yani bir Müslüman’ın ait olduğu gruptan dolayı çıkarlarını savunmak yerine adaleti savun. Ölçüsünü koydu.

O nedenle burada söylenen şey, dinsel aidiyetten çok daha önemlidir adalet. Adaletin ifası için dinsel aidiyet, dini kimlik aranmaz. Aslolan hakikatin ortaya çıkmasıdır. Bu noktada haklı kimse o üstündür. Peşinen herhangi bir gruptan oluş ödüllendirilemez. Eğer ortada bir yanlışlık varsa adaletin tecellisi aranır ve o adaletin tecellisinde de; falanca bizden, falanca bizden değil ölçüsü hiçbir zaman geçerli tutulmaz.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder