14 Haziran 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Maide (103-103)(43-B)


A sayfasından devam


103-) Ma ce'alellahu min behıyratin ve la saibetin ve la vasıyletin ve la hamin, ve lakinnelleziyne keferu yefterune alellahil kezib* ve ekseruhüm la ya'kılun;

Allâh Bahire, Saibe, Vasıyle ve Ham (isimleriyle tanımlanan bir kısım kurbanlıklar) diye bir şey hükmetmemiştir (bu bir kısım insanların uydurmacılık geleneğidir). Ne var ki, hakikat bilgisini inkâr edenler, Allâh üzerine yalan uyduruyorlar! Onların çoğunluğu aklını kullanmaz! (A.Hulusi)

103 - Ne bahıyre, ne sâibe, ne vasiyle, ne ham'dan hiç birini Allah meşru' kılmadı, lâkin küfretmekte olan kimseler, Allah namına yalan söyleyerek ona iftira ediyorlar, çoklarının da aklı ermez. (Elmalı)


Ma ce'alellahu min behıyratin ve la saibetin ve la vasıyletin ve la hâminNe bahira ve saibe, ne de vasile ve hâm adı altında hayvanların batıl inançlarla kullanımından, insan kullanımından alıkonularak kutsallaştırılması, Allah’ın emri değildir.” Bu parantez içinde, tırnak içinde kullandığım bir açıklama cümlesi ile Türkçeleştirdim, meallendirdim.

Aslında burada ki isimler, bahiyra, saibe, vasıyle, hâm. Bu isimler konusunda bir çok şey söylenmiş. Bir ittifakta olmamış bunlarla ne kastedildiği konusunda. Ama ortak bir anlamı var bunların. Yine de ben kısaca, yaklaşık olarak üzerinde, ağırlıklı, galibiyetle durulan manaları vermeye çalışayım.

Eğer cahiliye döneminde bir deve 5 kez doğurur, 5. si erkek olursa ona bahire derlerdi ve onu salarlardı. Binmezlerdi, sütünü almazlardı yani dokunulmaz deve, kutsal deve olurdu aynen Hinduların inekleri gibi. Dokunulmazlık kazanırdı, kutsallık kazanırdı. Ve ona kimse dokunamazdı. Bunun işareti olarak ta başkaları bilsin diye kulağını ikiye keserlerdi.

Yine başına bir iş gelen insan, bu başına gelen kötülükten, zorluktan kurtulunca buna bir teşekkür nişanesi olmak üzere devesini salardı. Bırakırdı. Yine o da kutsallaşırdı. Ne binilir, ne sütü alınır, ne kullanılır, ne kesilir, ne eti yenilir böyle kutsanarak salınırdı.

Yine vasile ise koyun için bir kutsallaştırma işlemiydi. Eğer bir koyun hem dişi hem de erkek yavrularsa, dişiden dolayı erkeği de kurban etmezlerdi. Aslında bu bir salma değil, seyip bırakma değil ama bir batıl inanç. Dişi ve erkek doğrunca dişiden dolayı erkeği de kurban etmiyorlar. Yani dişi doğurdu diye erkeği de nakıslıkla suçluyorlar. Dişiye cinsiyetinden dolayı bir noksanlık atfediyorlar, böyle bir bakış açısı var. Dişi olana karşı peşinen bir kötü görüş var. Hayvanlar dahi dişi doğum yaptığında erkeğini dahi putlarına layık olmayan bir kurban olarak. Maden bu koyun dişi doğurdu, erkeği bile kurban olmaz mantığı

Bakınız bu mantığın arka planında yatan duyguyu hedef alıyor Kur’an. Bu duygu batıl inanç. Kişinin kendi kendisine, bir takım eşyaya kutsiyet atfetmesi, ya da uğursuzluk atfetmesi. Bunlar birbirinin tam zıddıdır ve aynı mantığa dayanır. Uğursuzluk atfıyla, kutsallık atfı aynıdır. Onun için uğursuz saymakta kutsal saymakta yasaktır. Bir batıl inançtır ve inancı kemiren bir kurttur. Bu nedenle İslam bu konuda Tevhid akidesi çok hassastır.

Dördüncü, Hâm, kavramı ise bir erkek deve dölünden 10 batım doğarsa, bir erkek deveden alınan döl ile 10 batım doğarsa, doğum yapılmış olursa o kutsallaşır, biraz önce söylediğim gibi Hindistan’ın ineklerine döner, Budistlerin, ne dokunulur, ne binilir, ne kesilir, ne eti yenir ve işin garibi insanlara zararda veriyordu bunlar. Bu salınan kutsal develer.

Düşünün kutsal develer ordusu var, hiçbir işe yaramıyorlar. Bunların yaratılışları istikametinde kullanılmaları lazım. Çünkü bunların varlığı insana yararlı olmak. Bu anlamda bir misyonları, fonksiyonları var. Aslında böyle kutsallaştırmalar ve uğursuzluk atfı, eşyanın misyonunu terk ettiriyor. Eşyayı misyonu dışına taşıyor.

İşte böyle bir noktada denge bozuluyor. Bu salınan seyid kutsal develer istedikleri bahçede yayılıyorlardı. İstedikleri bağa bostana giriyorlardı. İstediklerini yiyorlar ve kimse de bir şey diyemiyordu. İşin garip tarafı da burada. Çünkü Dokunulmaz dedim ya. Dokunulmaz olunca, kutsallık atfı olunca, insana yararlı olması için yaratılan bir varlık, insana zararlı hale geliyor.

İşte zulüm bu. Aslında mantalitesinin ta temeline indiğinizde, Allah’ın koyduğu yasaların oturduğu temel, merkezi kavram, adalet kavramı, hikmet kavramı. Adalet zaten hikmetin bir boyutu. Bunun tersini yaptığınızda yani bir şeyi Allah’ın koyduğu yerden ettiğinizde zulüm olmuş oluyor.

İşte bu çerçeve de anlayacak olursak bu dört adlandırma da; gerek bahiyra, gerek saibe, gerek vasıyle, gerek Hâm, aslında şu anlama geliyordu. Teker teker ne anlama geldikleri çok fazla önemli değil bence. Bunların anlamı konusunda ittifakta yok demiştim biraz önce zaten. Bunların tamamı şu anlama geliyor;

1 – Allah’ın kutsal kılmadığını kutsal kılmak.

2 – Batıl inanç taşımak. Eşyaya Allah’ın vermediği bir takım sıfatlar vermek.

3 – Eşyayı amacı doğrultusunda kullanmamak.

Bakınız bunlar birbirini getiren şeyler. Onun içinde ben tırnak içinde bu ayetin mealini şöyle bir açıklama cümlesi ile verdim: “Bu adlar altında hayvanların batıl inançlarla insan kullanımından alıkonularak kutsanması.” Bir yanlış altında üç yanlış yapılıyor. Çünkü bir eşyaya kutsiyet kazandıran sadece Allah’tır. Kuddüs O’dur. Kutsallığı O verir. Onun vermediği kutsallığı vermeye kalkmak bu noktada haddi aşmaktır.

Allah’ın yarattığı yerde tutulursa hikmet denir ona. Bir eşyayı Allah’ın yarattığı yerde tutmak, kullanmak hikmettir. Onu oradan etmek zulümdür. İşte bu zulüm de işleniyor.

Ondan öte ek bir bozuk akide getiriliyordu. Yani böylece bunun daha arka planında şöyle temel bir yamukluk var. İnanç yamukluğu. O yamuklukta insanın eşyayı, eşyanın mahiyetini belirleyecek güce sahip olduğu varsayımı. Bu çok önemli. Biraz önceden beri söylediğim şey bu. Eşyanın mahiyetini belirleme hakkını kendisinde görmesi insanın. Bu hak Allah’a aittir. Doğru ve yanlış, güzel ve çirkin, Hakk ve batıl, iyi ve kötü ölçütleri mutlak anlamda Allah tarafından konulur. Allah’ın kötü demediği bir şeye siz eğer kötü demeye kalkıyorsanız, işte bu noktada eşyayı tasnif yetkisini, eşyayı yeniden belirleme yetkisini kendinizde görüyorsunuz.

Peki ne olur diyeceksiniz, bu yetkiyi kendimde görsem ne olur ki? Anarşi olur. Herkes kendisine göre bir kutsal icat eder. Dokunulmaz icat eder ve eşya kendi konulduğu yerden kaydırılır. Dolayısıyla hakikatin ölçüsü mutlak olmaktan çıkar, rölatif olur. Nispi, görece olur. Bana göre, sana göre olur ve her insana göre yasaklar, her insana göre helaller, her insana göre haramlar çıkar ve bu da insanlık için felakete yol açar. Çünkü eşyanın tabiatıyla alakalı değil, sizin keyfinizle, zevkinizle, içgüdülerinizle, ayartıcı öz benliğinizle alakalı bir duruş ortaya koyarsınız ve bu duruş egosantrik bir duruştur. Bencil bir duruş. Ben merkezli bir duruş.

Bitersiniz. Bitirirsiniz ve o zaman yeni tanrılar ortaya çıkarırsınız. Yeni kutsallar ortaya çıkarırsınız. Ve şirk işte böyle çıkar, şirk düşüncesi de inancı böldüğü gibi, insanlığı da böler. Eşyayı böler, hakikati parçalar ve parçalanan hakikat, hakikat olmaktan çıkar.

ve lakinnelleziyne keferu yefterune alellahil kezib fakat hakikati inkarda direnenler kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırıyorlar.

Bir üstteki cümle ne diyordu,

 Ma ce'alellahu min behıyratin.. ila ahir. Öyle diyordu. Bunları Allah kılmadı, Allah koymadı bunları. Bunlar Allah’ın vaz ettiği hükümler değil. Onun için Allah’ın emirleri değil. Ce’ale yi öyle çevirirsek eğer. Dolayısıyla ne bunlar? Onlar, insanların kendi heva ve heveslerinden, kendi kişisel içgüdüleri ile koyup veya hevesleriyle koyup Allah’a atfettikleri iftiralar.

İkinci noktası yani birinci basamakta insan eşyanın duruşunu değiştiriyor. Eşyanın hakikatine müdahale ediyor. Onu kendisine göre yeniden tanımlıyor, ondan sonra kendi öznel tanımını Allah’a atıyor. Yani birinci yaptığı yanlışa ikinci bir yanlış giydirerek akideyi, sağlam, hakikat inancını parçalıyor. Dolayısıyla bu insan yaptığı birinci yanlışın üzerine, Allah ile ilişkisini bozan ikinci bir yanlışı da koyuyor. Önce eşyanın duruşunu bozuyor, Allah’ın koyduğu yere müdahale ediyor, o yeri beğenmiyor. O eşyayı Allah’ın koyduğu yerden alıp bir başka yere koyuyor. Allah insanın kullanımı yerine koymuş, o ise ona kutsallık atfediyor.

İşin garibi de şu; Ona kutsallık atfeden o insanlar, açlık korkusu ile öz çocuklarını gömüyorlar diri diri. Şimdi bir yanlış çok farklı alanlarda nasıl yanlışlara sebep oluyor görüyor musunuz. Aynı insanlar. Bir yerde kendileri için yaratılmış olan develeri yemezken, onları salarken, aynı toplumun içerisinde bazı insanlar kız çocuklarını açlık korkusu ile diri diri gömüyorlar. ..haşyete imlâk(imlâkın).. (İsra/31) diyor Kur’an. Açlık korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.

Onun için işte bir yerde yaptığınız Allah’ın koyduğu düzen, hep birbirleri ile bağlantılı. Allah’ın kurduğu sistem, entegre bir sistem. Muhteşem bir kozmos. Bu kosmozda eğer bir yerine yanlış bir müdahale yapar ve zincirden koparırsanız, hemen onun farklı alanlarda çok kötü tezahürleri ortaya çıkar. Sonuçları ortaya çıkar. Orada böylesine üzerlerine lazım olmayan bir kutsallık atfını yapan bu insanlar, öbür tarafta insanları diri diri öldürmek gibi bir cinayet işliyorlar. Bugün de buna benzer şeyler yapılmıyor mu?

Bakınız, açlık evrenseldir. Kapitalizmin merkezi tanımlarından biridir. Kapitalizmin üzerine oturduğu ana kavramlardan biri. Açlık evrenseldir. Açlık evrensel olunca, bakınız, oysa ki bizde tam tersidir. Rızk evrenseldir. Bizde her doğan rızkı ile doğar. Ama birileri onun rızkını çalar. Bizde rızk evrenseldir. Yeryüzüne rızk yetesiye iner. Ama birileri gasp ettiği için diğer birileri açlıktan ve yetersiz beslenmeden ölürler.

Kapitalizme göre açlık evrenseldir. Açlık evrensel olunca birileri bu evrensel açlıktan kurtulmak için yiyecek depoluyorlar. Onun için de batı ülkelerinin depoladığı yiyecekler, yeryüzü insanlığını belki bir yüz yıl doyurmaya yeter. Sadece Hollanda nın kıta yükü de bir baş erzak olarak, yani olağanüstü zamanlar için sakladığı süt ve süt mamulleri, et ve et mamulleri ile, Afrika da ki bir yılda ölen 95 milyon yetersiz beslenme ve açlıktan ölen insanlar 10 yıl beslenir diyor bir araştırma.

İşte böyle. Yani bir yerde yaptığınız bir yanlış, Allah’a güvensizlik, paradigma üzerinde oynama, Allah’ın tanımını değiştirme, bir başka yerde insanları katletme anlamına geliyor.

Devam ediyoruz; ve ekseruhüm la ya'kılun; zira onların çoğu kafalarını kullanmıyorlar. Bakınız, yani olayı Allah’a atfedip bitirmedi.Yani Allah böyle emrediyor, sorgulayamazsınız. Onun için de inanacaksınız falan demiyor.

Bakın yukarıda serdedilen bu düşünceler eğer kafanızı kullanırsanız sizin aleyhinize deniliyor. Dolayısıyla dogma teklif edilmiyor insanoğluna. Yani sorgulamadan inan denilmiyor. Aksine sorgula diyor. Yaptıklarını sorgula. Ve Kur’an insana yaptığı eylemler için sorgulamadan imana etmeye davet ettiği falan yok. Aklını kullan aklın imana götürür diyor.

Bu noktada onun için de yukarıda eleştiriyi sunduktan sonra insanoğlunun eşyaya müdahalesini, kendisi için çok kötü sonuçlar getirdiğini söyledikten sonra ayet; ve ekseruhüm la ya'kılun; onların çoğu kafalarını kullanmazlar. Diyor. Kullanmadıkları için bunları yapıyorlar.

Gerçekten de eşyaya kutsallık atfeden ya da uğursuzluk atfeden kafasını kullansa bunu yapmaz. Çünkü onda olmayan bir şeyi ona atfediyor ve bununla kendi kendisini bağlıyor. Vehmediyor. Evhamını eşyaya ilintilemeye çalışıyor. Eşyada olmayan bir şeyi eşyaya vermeye çalışmak, aslında kafayı kullanmamak demektir. Bu nedir? Manipülasyondur. Eşyayı manipüle etmek. Eşyayı olduğu gibi anlamak yerine, algılamak yerine siz, eşyada olmayan bir vasfı ona yüklüyorsunuz. Kutsal değil kutsuyorsunuz. Uğursuz değil, uğursuzluk atfediyorsunuz. Uğursuz sayıyorsunuz.

Peki bu ne getirir, neden kafanızı kullanmıyorsunuz diye itham ediyor Kur’an; Kullanmıyorsunuz, kutsal olmayan bir şeye kutsallık atfederseniz, onunla olan ilişkileriniz değişir. Çünkü eyleminizi belirleyen duygunuzdur. Duygunuzu siz manipüle ettiniz. Eşya ile doğa arasındaki ilişkiyi bozdunuz. Bu sefer bu ilişki doğal olmayan bir noktadan yürüyecek. Fobiler gelişecek sizde.

Evet fobiler gelişecek vs. Yani uğur atfettiğiniz şeyler fobileriniz olacak. Uğursuzluk atfettiğiniz şeylerden ise korkmaya başlayacaksınız, fobi duyacaksınız. Yersiz korkular. Halüsinasyonlar göreceksiniz. Dahası, nevruz gibi birtakım olumsuz tepkiler vereceksiniz. Psikolojik tepkiler sergileyeceksiniz ve bu sizi daha da kötü şeylere götürecek, psikolojinizi bozacak. Çünkü eşyaya onda olmayan bir şeyi atfediyorsunuz ve ondan etkilenmeye başlıyorsunuz. Aslında sizi etkileyen o değil, ona yüklediğiniz anlam oluyor. Görüyorsunuz değil mi..!


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
43. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/06/09/islamoglu-tef-ders-maide-101-12043/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder