C sayfasından devam.
35-) Ve kalu nahnu ekseru emvalen ve evladen ve
ma nahnu Bi mu'azzebiyn;
Dahi
dediler ki: "Biz hem servetimiz hem de evlatlarımız yönünden daha
güçlüyüz... Biz azaba uğramayız!" (A.Hulusi)
35 -
Ve dediler ki «biz emvalce de daha çoğuz evlatça da, ve biz ta'zib
olunmayız».(Elmalı)
Ve kalu nahnu ekseru emvalen ve evladen ve ma
nahnu Bi mu'azzebiyn işte geldi söylediğimiz. İşte servetle, güçle,
makamla şımarmış olan bir mantığın söyleyeceği söz bu. Ne diyor?, ne
diyorlardı? Biz servetle soy açısından sizden daha güçlüyüz. Bu durumda bizim
cezaya çarptırılmamız söz konusu olamaz derler. Yani bunu kim söylüyor? Altta
kalanların tepesine basarak yukarı çıkanlar söylüyor, altta kalanlara söylüyor.
Tamam siz ceza görmelisiniz, dünyada da alttaydınız zaten, siz bizim
vagonlarımızdınız. Yani siz bizi izliyordunuz, peşimizden geliyordunuz, bize
imreniyordunuz. Dolayısıyla siz dünyada da alttaydınız. Onun için burada da
öyle olsanız bir şey lazım gelmez. Ama biz cezalandırılmayacağız. Çünkü servet
sahibiyiz, soy sahibiyiz, boy sahibiyiz diyorlardı.
Bu aslında her çağda geçerli bir
mantığın ayan beyan fotoğrafıdır dostlar. Maddi başarı ve refahı doğru yolda
olmanın kanıtı sayan akıldır bu işte. Dünyevileşmiş akıl yani, küstahlaşmış
akıl. Davud ve Süleyman gibi aleme sultan olmakla, Zekeriyya ve Yahya gibi
aleme Kurban olmak arasında ne fark var. Eğer mahiyet açısından bakarsanız her
biri kendine verilen rolü, kendine verilen imkanlarla oynayan peygamberler
bunlar.
Varlıkla yokluk arasında mahiyet
farkı yoktur. Varlıkla yokluk arasında sınav farkı vardır, araç farklı vardır.
Yani biri varsıl, biri yoksul. Biri servete sahip, diğeri değil. Biri makama
sahip diğeri değil. Bu ikisi arasında ki fark nitelik farkı değildir imtihanın
aracının farkıdır. İmtihan aracı farklıdır. Biri verilerek sınanmıştır, diğeri
verilmeyerek. Biri alınarak sınanmıştır biri verilerek. Biri servetle
sınanmıştır, biri yoksullukla sınanmıştır o kadar. Herkes sınavını sınandığı
şekliyle veriyorsa işte orada fark ortaya çıkacaktır.
Onun için bu mantık bunu mahiyet
farkı zanneden mantıktır, ki vahyin ilk muhatapları da böyle düşünüyorlardı.
Kendilerine hakikati getiren peygambere,
Allah resulüne şöyle bakıyorlardı. Biz haksız olsaydık eğer Allah bizi
desteklemezdi. Allah bizi destekliyor çünkü biz şu anda bölgenin en iyisiyiz,
en zenginiyiz. Bu da Allah’ın bizi desteklediğini gösteriyor. O halde sen bizi
neye çağırıyorsun. Bunu demeye getiriyorlar.
Oysa ki Kur’an bu mantığı yerden
yere vuruyordu. Çünkü bir insanın elinde servetin olması, gücün olması,
iktidarın olması, insan gücünün kaynaklarının olması o insanın haklı olduğu, o
insanın elindeki servetin helal olduğu anlamına gelmiyor. İşte şu gelen ayette
olduğu gibi:
36-) Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau
ve yakdiru ve lakinne ekseren Nasi lâ ya'lemun;
De ki:
"Muhakkak ki Rabbim yaşam gıdasını (rızkı), dilediğine genişletir veya daraltır (zenginlik kazanılmaz Allâh vergisidir)... Ne var ki insanların çoğunluğu (bu gerçeği)
bilmezler." (A.Hulusi)
36 -
De ki rabbim rızkı dilediğine döşer dilediğine sıkar ve lâkin nâsın ekserisi
bilmezler. (Elmalı)
Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau ve
yakdir de ki; şüphe yok ki benim rabbim dilediğine rızkı açar,
dilediğine de kısar, az verir. ve lakinne ekseren Nasi lâ ya'lemun fakat
insanların çoğu bunun hikmetini dahi bilemezler.
Varsıllığı Allah’ın ödülü,
yoksulluğu cezası olarak görürler insanların çoğu. Oysa ki bu yanlış, hatta bu
yanlışın nasıl yanlış olduğunu devamında ki ayetler bize verecekler.
37-) Ve ma emvalüküm ve lâ evladüküm Billetiy
tukarribüküm 'ındeNA zülfa illâ men amene ve amile saliha* feülaike lehüm
cezauddı'fi Bima 'amilu ve hüm fiyl ğurufati aminun;
Size
indîmizde kurb (Kurbiyet mertebesi - Allâh
Esmâ'sı özellikleriyle şuurlu tahakkuk mertebesi)
oluşturacak olan, ne zenginliğiniz ve ne de evlatlarınızdır; sadece iman edip
imanının gereğini uygulayan müstesna... İşte onlara bu çalışmalarının getirisi
kat kat arttırılır. Onlar yüksek mertebeler içinde güvendedirler. (A.Hulusi)
37 -
Halbuki ne mallarınız ne de evlâtlarınız değildir sizi huzurumuza yaklaştıracak
olan, ancak iman edip salâh ile iş gören, işte onların amellerine karşı
kendilerine kat kat mükâfat vardır. Ve onlar Cennet şehnişinlerinde emniyet
içindedirler. (Elmalı)
Ve ma emvalüküm ve lâ evladüküm Billetiy
tukarribüküm 'ındeNA zülfa sizleri bizim katımıza yakın kılacak olan
ne servetinizdir, ne de soyunuz illâ men amene ve amile salihan fakat iman eden
ve salih amel işleyen kimseler var ya feülaike lehüm cezauddı'fi Bima 'amilu işte
onları yaptıklarına karşılık ödülün en katmerlisi beklemektedir. ve hüm fiyl
ğurufati aminun ve onlar yüce köşklerde huzur ve güven ortamında
yaşayıp gidecekler.
Burada ayetin içinde, metinde
gözüken bir nükteye dikkatinizi çekmeliyim. İlla istisna edatı, iman ve salih
amelin mal ve evladı, Allah’a yakınlaşma aracı kılabilme imkanına atıf yapıyor.
Yani tamam imanı ve salih ameli olmayan kimseye malı ve evladı hiçbir yarar
saplamaz. Fakat İmanla, iyi, güzel, değerli, yararlı iş üretmekle kullanırsa
soy ve serveti, o zaman bunlar yarar sağlar anlamı ayette açık.
Yunus/26. ayeti de Lilleziyne
ahsenül Hüsna ve ziyadeh. Yunus/26) der. Onlar için güzellerin en
güzeli ve bir de fazlalığı var. Bu bir çok açıdan tefsir edilmiş ama, güzel
dünyada verilen bu nimetler. Güzellerin güzeli bu nimetlerin ahiret nimetine
vesile olacak şekilde kullanılması. Ziyadesi de ahirette üzerine eklenen ve
bizim aklımızın alamayacağı sürprizler. Öyle tefsir edilmiş.
38-) Velleziyne yes'avne fiy âyâtiNA
mu'aciziyne ülaike fiyl azâbi muhdarun;
İşaretlerimizi
(uyarılarımızı)
geçersiz kılmak için koşuşturanlara gelince, işte onlar sürekli azapta
tutulacaklardır. (A.Hulusi)
38 -
Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarış ederek çalışanlar ise hakkın huzuruna
onlar azâb içinde ihzar edileceklerdir. (Elmalı)
Velleziyne yes'avne fiy âyâtiNA mu'aciziyn
ama ayetlerimizin amacını geçersiz kılmaya çalışan kimseler, ülaike fiyl azâbi
muhdarun azabın içerisinde yaptıklarıyla yüzleşecekler.
Ayetlerimizin anlamını geçersiz, amacını geçersiz kılmaya çalışanlar
buyruluyor. Yani ayetlerin amacı var, bu amacı geçersiz kılmaya çalışma, o
amacı gerçekleştirmemek için uğraşmak..! işte vahye karşı yapılacak en büyük
ihanet bu.
39-) Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau min 'ıbadiHi
ve yakdiru leh* ve ma enfaktüm min şey'in feHUve yuhlifuh* ve HUve hayrur
razikıyn;
De ki:
"Muhakkak ki Rabbim yaşam gıdasını (maddi
- manevî rızkı), kullarından dilediğine
genişletir ve (dilediğine de) daraltır! Bir şey infak ederseniz (Allâh için karşılıksız bağışlarsanız), O, onun yerine başkasını verir... "HÛ", yaşam
gıdasıyla besleyen mükemmel Rezzâk'tır." (A.Hulusi)
39 -
De ki hakikaten rabbim kullarından dilediği kimseye rızkı hem döşer hem sıkar
ve her neyi hayra sarf ederseniz o ona halef de verir, hem o, rızık verenlerin
en hayırlısıdır. (Elmalı)
Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau min
'ıbadiHi ve yakdiru leh de ki şüphe yok ki rabbimin isteyen kullara
rızık vermeyi dilediği de olur, ya da onun rızkını açmayı dilediği de olur,
onun yararına olarak kısmayı dilediği de olur. Neden onun yararına olarak diye
çevirdim, burada ve yakdiru leh; lehu da ki lâm böyle bir yan anlamı içerir.
Onun lehine olarak kısmak.
Yukarıda ima etmiştim bunun
hikmetini dahi anlamazlar ayetinde ima etmiştim. İşte bu; Kıstığına ikram eder
bazen. Bazen kuluna ikram etmek için nimetini kısar, serveti kısar. Bazen
kuluna ikram etmek için gücü kısar, iktidarı kısar. Bu ne biçim şey demezsiniz
herhalde. Çünkü servetin mi, yoksa onun yokluğunu mu. Aşırı güç ve iktidarın
mı, yoksa onun ele geçmemesini sahibi hakkında hayırlı olduğunu Allah’tan daha
iyi kim bilebilir. Bütünü gören bir tek zat var O. Biz parçayı görüyoruz.
Servet parçadır, serveti ister.
Fakat eğer servet geçici lezzete karşılık ebedi saadetini kendisine
kaybettirecekse bu insana bütünü gösterseydiniz hala onu ısrarla istemeye devam
edecek miydi? O halde insana kalan tek şey var; parçayı görüp bütünün taamını
göremeyen insana düşen bir şey var, bir tek şey; O da bütünü gören Allah’a
teslim olmak. Ona güvenmek. Zaten bunu yaptığı anda kurtulur. Bunu yaptığı anda
güven ve huzur bulur, yoksa yok. Onun için insanın maddi durumu onun hakikatle
ilişkisinde hiçbir zaman referans olamaz.
ve ma enfaktüm min şey'in feHUve yuhlifuh
ama siz ne infak ederseniz, yani infak; iki şey için kullanılabilir.
1 – Allah davası uğruna harcamak,
2 – Allah rızası için harcamak.
Allah rızası için bir yoksula
vermek, birine vermek ya da Allah davasına vermek. Zaten o doğrudan Allah
rızası için harcamaktır. İnfak bu, karşılıksız vermek. Her ne verirseniz onun
yerini o hemen doldurur. Bu ibare bunu söylüyor. Allah onun yerini doldurur.
İlginç değil mi? Rasyonel bakış
şu; verdin mi azalır. Öyle değil mi, vermek çıkmaktır. Verilen azalır. Ama
Kur’an ın ürettiği kendine özgü rasyonellikte her zaman verilen azalmaz, bazen
verilen çoğalır. Çoğalmanın tek ölçütü ölçülen ve tartılan şeyler değildir ey
insanoğlu. Elle tutulup gözle görülür, özgül ağırlığı olan şey azalabilir. Ama
elle tutulup gözle görülmeyen şeylerin çoğalıyordur. Zaten o elle tutulan
şeyleri, elle tutulmayan şeylerle ürettin. Çünkü eğer insanda yaşam sevinci
olmasa, iç enerji olmasa, o huzur olmasa nasıl üretir, nasıl çalışır, nasıl
çabalar. Verilenin yeri huzur olarak doldurulur, kanaat olarak doldurulur, iç
enerji olarak doldurulur, bereketle doldurulur. Allah bereket vererek doldurur.
ve HUve hayrur razikıyn zira O rızık
verenlerin en hayırlısıdır.
40-) Ve yevme yahşüruhüm cemiy'an sümme yekulü
lilMelaiketi ehaülai iyyaküm kânu ya'budun;
O süreç
ki, hepsini toplar, sonra meleklere: "Bunlar mı yalnızca size kulluk
edenler idi?" der. (A.Hulusi)
40 - O
gün ki hep onları birlikte mahşere toplayacağız, sonra Melâikeye diyeceğiz:
şunlar size mi tapıyorlardı? (Elmalı)
Ve yevme yahşüruhüm cemiy'an sümme yekulü
lilMelaiketi ama o haddini bilmezlere gelince bir gün onların tümünü
bir araya getirecek ve ardından meleklere soracağız ehaülai iyyaküm kânu ya'budun
bunların tapındıkları siz miydiniz? Böyle soracağız. Evet, bu ibareyi şöyle de
çevirmek mümkün; Bunlar size mi tapınıyorlardı?
41-) Kalu subhhaneke ente veliyyüna min
dunihim* bel kânu ya'budunel cinne, ekseruhüm Bihim mu'minun;
(Melekler) dedi ki:
"Subhansın sen. Sensin Veliyy'miz, onlar değil... Bilakis onlar cinne
tapıyorlardı; çoğunluğu onlara iman etmişti (tanrı
olarak)." (A.Hulusi)
41 -
Demişlerdir: zati sübhanına arzı tenzih ederiz, sensin onlara karşı ekserisi
onlara inanmışlardı. (Elmalı)
Kalu subhhaneke ente veliyyüna min dunihim
melekler cevap verecekler; Aşkın olan zatını tenzih ederiz ki onlar değil, sen
sin bizim veliymiz, sensin bizim sahibimiz. bel kânu ya'budunel cinne, ekseruhüm Bihim
mu'minun hayır onlar öteden beri cinlere tapınıyorlardı, onların
çoğu cinlere iman etmişti diyecekler.
İlginç, Kur’an da cin lafzının
birden çok anlama geldiğinin en tipik örneklerinden biri bu ayet. Burada ki cin
ile;
Ve ma halaktül cinne vel inse illâ
liya'budun. (Zariyat/56) ayetinde ki; Biz cinleri ve insanları
sadece kulluk için yarattık buyrulan ayette ki cin aynı olamaz. Burada ki cin;
gerçek ya da mevhum, gizli tüm güçler. Kendisine tapınılan gizli güçler.
Eşyanın vehmedilen ya da gerçek gizli güçleri anlamına gelir. Ki tarih boyunca
bazı insanlar, bazı toplumlar bir takım eşyanın gizli güçleri olduğunu
vehmetmişler. Bu evhamlarına tapınmışlar. Yada gerçekten görünmeyen varlıklara
tapınmışlar. Meleklere tapınmaları da bu cümledendir aslında. Onlara tanrısal
nitelikler yakıştırmışlar.
İşte burada bu dile getiriliyor.
Belki bölge halkının içerisinde tefsirlerimizde nakledilen bazı rivayetlere
bakılırsa cinlere özel olara tapan kabileler var. Özelde onlar dile
getiriliyor. Ama hayır bu bölgeselleştirilecek bir şey değil, bu her çağda
insan bilinmeyen güçlere karşı, Allah’a karşı duyması ve beslemesi gereken
hisleri besliyor olabilir. Onların hepsi bu ayetin kapsamında
değerlendirilmeli.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
135. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder