20 Şubat 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. FATIR (07-09) (136-C)

B sayfasından devam

7-) Elleziyne keferu lehüm azâbün şediyd* velleziyne amenû ve amilus salihati lehüm mağfiretün ve ecrun kebiyr;

Hakikat bilgisini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. İman edip imanının gereğini uygulayanlara gelince, onlar için bir mağfiret ve büyük bir karşılık vardır. (A.Hulusi)

07 - Küfredenler, onlar için şiddetli bir azâb var, iman edip salih ameller işleyenler, onlar için de bir mağrifet ve büyük bir ecir var. (Elmalı)


Elleziyne keferu lehüm azâbün şediyd inkarda direnenleri, ısrar edenleri şiddetli bir azab, şiddetli bir mahrumiyet, kök anlamından yola çıkarsak azabın; şiddetli bir terk edilmişlik bekleyecektir. velleziyne amenû ve amilus salihati lehüm mağfiretün ve ecrun kebiyr ama iman eden ve salih amel işleyenlere iyi, doğru, yararlı, güzel, faydalı eylem üretenlere, değer üretenlere gelince, işte böylelerini de sınırsız bir bağış ve muhteşem bir ödül beklemektedir.


8-) Efemen züyyine lehu suü amelihi fereahu hasena* feinnAllâhe yudıllu men yeşau ve yehdiy men yeşa'* fela tezheb nefsüke aleyhim haserat* innAllâhe 'Aliymun Bima yasne'un;

Kötü fiilleri kendisine süslü gösterilince, kendini iyi sanan (nasıl iyilerle bir olur)! Muhakkak ki Allâh, dilediğini saptırır ve dilediğine hidâyet verir... O hâlde hüsran ehlini düşünüp üzülme! Muhakkak ki Allâh onların ürettiklerini (Yaratan'ı olarak) Aliym'dir. (A.Hulusi)

08 - Ya artık o kimse de mi ki? Kötü ameli kendisine allanmış pullanmış da onu güzel görmüş, şüphe yok ki Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola çıkarır, o halde nefsin onlara karşı hasletlerle geçmesin, çünkü Allah onların bütün sanatlarını bilir. (Elmalı)


 Efemen züyyine lehu suü amelihi fereahu hasenen ne yani, oradaki “e” hem isfifami ye böyle çevirebiliriz. Ne yani süslü püslü kötülüklerin albenisine kapılıp bir de onları güzellik gibi görenin akıbeti, biraz serbest çevirmemiz lazım, açmamız lazım ifadeyi, böyle süslü püslü kötülüklerin cazibesine kapılıp onları güzel görenin akıbeti (yukarıda ki dile getirilen güzelliklerin sahibinin akıbetiyle bir olur mu?) Yani iyi ile kötünün sonu bir olur mu? Önü bir değil se sonu neden bir olsun. Suyu getirenle testiyi kıranın akıbeti bir olur mu?Bunu soruyor. Biri şeytanın kılavuzluğunu kabullenmiş, diğeri nebinin kılavuzluğunu.

Peki bu ikisinin varacağı yer nasıl aynı olur, ikisi aynı yöne gitmiyor ki, ikisi aynı haritayı takip etmiyor ki, ikisi aynı rotayı izlemiyor ki. Dolayısıyla kötü ve iyi hiçbir zaman aynı akıbete sahip olmaz. İyinin hayatını yaşayıp ta kötü akıbet olmaz. Kötünün hayatını yaşayıp ta iyi akıbet olmaz. Buradan buraya atlayabiliriz, bunu düşünebiliriz.)

Kötülüğün güzel bir paketle sunulmasından söz ediyor bu ibare aynı zamanda. Kötülüğün süslenip püslenip albenili ve cazip hale getirilmesi. Zehri altın tasla sunmak zehri zehir olmaktan çıkarır mı, aksine zehri daha tehlikeli yapar. Günahın insana verdiği lezzet, zevk, zehrin sunulduğu altın tastan başka bir şey değildir.

İtlaf köftesi, şimdi pek rastlanmıyor olsa da kuduz köpeklerin olduğu yerde yapılması mecburi bir işlem. Belediyeler kuduz köpekleri itlaf ederken nasıl itlaf ederler biliyor musunuz? Etin en güzel yerinden, köftenin en güzelini önlerine artarlar, fakat önlerine attıklarının içinde zehir vardır. O köfte yediğini zanneder fakat aslında ölümünü yiyordur. Günah bir tür itlaf köftesine benzer. Yediği zaman köfteyi yiyorum zanneder ama aslında zehir yiyordur.

Burada fare peynir ilişkisini de düşünebiliriz. Aslında fare ile insanı ayıran fark ta bu. Peyniri tanımak ikisinin de işi, fakat peyniri oraya kim koymuş, niye koymuş, neden koymuş, neden orada peynir. Fare bunu düşünmez. Düşünmediği içindir ki peyniri tanır ve gelir ve yer ve kapana kısılır. Bunu insan düşünür. Neden orada, peynirin yeri orası mı, kim koymuş, niye koymuş. Bunları insan sorar. Yani bu soruların insanda ki karşılığı varlık sorularıdır. Ben kimim, neden bu hayattayım, neden yaratıldım, nereden geldim, nereye gidiyorum bunu insan sorar. Bu varlık sorularını sormayan insanın bakış açısıyla farenin peynire bakış açısı arasında pek bir fark olmaz.

feinnAllâhe yudıllu men yeşau ve yehdiy men yeşa' hiç şüphe yok ki Allah sapmak isteyenin sapmasına izin verir, sapmasını diler. Hidayet isteyeni de doğru yola yöneltir. Böyle çevirmemin sebebi Allah’ın saptırmak istediğinin aslında iradesi ile, tercihiyle sapmayı dilediği yönünde ki bir çok ayet ve hassaten de Bakara suresinde ki ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn. (Bakara/26) Allah yoldan çıkmışlardan başkasını saptırmaz ayetidir. Bunun ışığında anlaşılmak zorundadır, onun için biri Allah dilediği için sapmaz. Allah o saptığı için sapmasına izin verir. İnsanın kendi eylemine bağlıdır sapması da, hidayeti de.

fela tezheb nefsüke aleyhim haserat senin için duyduğun özlem seni yıpratmasın. Yani peygamberimize hitaben onların imana ermesi için içinde duyduğun iştiyak, özlem, hasret seni yıpratmasın. Onların imana ermesi için Resulallah’ın ne kadar özlem duyduğunu, ne kadar arzu ve iştiyakla bunu istediğini bu ayette görüyoruz. Buna benzer başka ayetler de var aslında. Lealleke bahı'un nefseke ella yekûnu mu'miniyn. (Şu’ara’/3) mesela bu ayet. Kehf/6 ve daha başka ayetler. Mü’min olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin. Burada da öyle, buna yakın bir ima var. Onların imanı için duyduğun özlem seni helak etmesin. Demek ki kendini helak edecek kadar özlem duyuyor. Ne olur iman etseler. Peki iman edince Resulallah’ın çıkarı ne? Sadece, sadece, Allah’ın kullarına duyduğu şefkat ve sevgi, başka bir şey değil.

Bir Adem, bir alem demektir işte bu. Bir Adem, bir alem, bir tek insanın hidayetine vesile olabilmek, hani diyordu ya Hayber’e komutan olarak atadığı Hz. Ali’ye, o gün çağırmış atının üstünde kahramanlık şiirleri okuyan Ali’ye şöyle demişti.

- Ya Ali yeryüzünün tamamını fethedip bana teslim etmenden, bir kişinin hidayetine vesile olmak daha hayırlıdır.

Bu, işte bu. Onun içindir ki Resulallah’ın öz elleriyle eğittiği insanlar, insanın hidayetini öncelediler. Toprağın fethinden önce insanın fethini öncelediler. İslam ordusunun büyük komutanı Amr İbnül As, Hz. Ömer’e elinde ki orduyla Mısır’ı fetih izni istedi, bunun için mektup yazmıştı. Hz. Ömer Halife idi, cevabi mektubunda;

- Eğer bu mektubum sana ulaşmadan, Mısır’a girmeden ulaşırsa hemen geri dön.

Fakat cevabi mektubu Amr İbnül As yolda aldığı halde açmadı. O da iyi biliyordu fethin ne demek olduğunu. Mısır’ı aldı, mektubu öyle açtı. Tabii artık Mısır’ı almıştı geri dönemezdi. O iyi biliyordu. Peki Ömer’in derdi neydi? Resulallah’ın öz ellerinde yetişmiş bu asil insanın derdi neydi? O şöyle düşünüyordu: “eğer biz insanların yüreklerinden önce topraklarını fethedersek Mısır İslamlaşmaz, İslam Mısır’laşır. Buydu. Onun içindir ki Bahreyn’den ilk defa İran’a seferler düzenleyip o bölgenin bir kısmını fetheden, yine büyük İslam komutanlarından ‘Ala El Hadrami’yi, bunu yaptığını haber alınca madalya ile taltif edeceği yerde görevden almış ve kendisine bu haber geldiğinde, “Eyvah..!” demişti.

Bir devlet başkanı düşünün ki büyük sultanların, hükümdarların, kralların hepsinin rüyası olan can gibi ülkeler fethedilip kendisine teslim edilecek, kendisi “eyvah..!” diyecek. Bu dehşet bir şey. İşte insan sevgisi böyle ispat edilir, lafla değil. İmanı götürmek hepsi bu.

innAllâhe 'Aliymun Bima yasne'un çünkü Allah onların neler yapmakta olduklarını çok iyi biliyor.

[Ek bilgi; “Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Kendisine kötü ameli hoş gösterilerek onu güzel gören kimseye mi birşey yapabileceksin Senin buna karşı hiçbir ça­ren yoktur. Zira Allah, dilediğini saptırır, dilediğini ise hidayete erdirir. O halde ey Muhammed, onların sapıklıklarına, inkarlarına ve yal ani amal arına üzülerek kendini mahvetme. Allah, şeytanın, kötü amellerini kendilerine güzel gösterdiği bu insanların ne yaptıklarını çok iyi bilmekte ve onları zaptettirmektedir ve on-lan amellerine göre cezalandıracaktır.” (Taberi tefsiri)]


9-) VAllâhulleziy erseler riyaha fetüsiyru sehaben fesuknahu ila beledin meyyitin feahyeyna Bihil Arda ba'de mevtiha* kezâliken nüşur;

Allâh ki, rüzgârları (rahmânî ilmi) irsâl etti de bulutları (beşerî duygu ve kabullerin şuurda oluşturduğu kara bulutları) sürüyor... Sonra onu (rahmânî ilmi) ölü bir beldeye (bilince) sevk ettik de onunla o arzı (bedeni) ölüyken dirilttik! Nüşur (aslına dönüş) böylecedir! (A.Hulusi)

09 - Allah odur ki rüzgârları göndermiştir, derken bir bulut kaldırır, derken onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir, derken onunla Arza ölümünden sonra hayat vermekteyizdir, işte nüşur böyledir. (Elmalı)


VAllâhulleziy erseler riyaha fetüsiyru sehaben İmdi, yeni bir pasaja girdik. Rüzgarları elçi gibi göndererek bulutları tetikleyen işte O, Allah’tır. fesuknahu ila beledin meyyit derken biz onu çorak bir beldeye sevk ederiz. Fesuknahu, o bulutların yağmurlarıyla çorak bir beldeyi sularız. Çölken göle dönüşür. feahyeyna Bihil Arda ba'de mevtiha ve bu sayede ölü toprağa can veririz.

Risaletin rüzgarı vahiy rahmetiyle yüklü bulutları sürükleyip, çöle dönmüş çorak gönülleri cennet gibi bir imana kavuşturursa bu ancak böyle anlatılır. Burada ki bulut, rüzgar, yağmur, çorak toprak yeşillenme, hep peygamber vahit, davet, iman ile açıklanmalıdır. Zaten simgesel bir dil kullanılarak vahyin çölü nasıl yemyeşil bir cennete çevirdiği anlatılıyor. Çöl gibi yürekleri nasıl cennete çevirdiği, ki Ebu Zer örneği bunun için yeterli. Vahiy eşkıyadan nasıl evliya çıkarır, işte bu. Buna bakmak lazım.

kezâliken nüşur yeniden dirilişte işte böyle olacaktır. Vahyin hayatı inşası, ahiret inancıyla mümkün olur. Onun için ayet getirdi sözü ahiret inancına bağladı. Ahirete iman etmemiş bir insanda vahiy aklı inşa etmez, şahsiyetini inşa etmez. Çünkü vahyin yapmak istediği her şey ancak ahirette hesap verme inancına bağlıdır. Yani bir insan da sorumluluk bilinci ancak böyle gelişir.

Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
136. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder