B sayfasından devam
7-) Elleziyne keferu lehüm azâbün şediyd*
velleziyne amenû ve amilus salihati lehüm mağfiretün ve ecrun kebiyr;
Hakikat
bilgisini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. İman edip imanının
gereğini uygulayanlara gelince, onlar için bir mağfiret ve büyük bir karşılık
vardır. (A.Hulusi)
07 - Küfredenler,
onlar için şiddetli bir azâb var, iman edip salih ameller işleyenler, onlar
için de bir mağrifet ve büyük bir ecir var. (Elmalı)
Elleziyne keferu lehüm azâbün şediyd
inkarda direnenleri, ısrar edenleri şiddetli bir azab, şiddetli bir mahrumiyet,
kök anlamından yola çıkarsak azabın; şiddetli bir terk edilmişlik
bekleyecektir. velleziyne
amenû ve amilus salihati lehüm mağfiretün ve ecrun kebiyr ama iman
eden ve salih amel işleyenlere iyi, doğru, yararlı, güzel, faydalı eylem
üretenlere, değer üretenlere gelince, işte böylelerini de sınırsız bir bağış ve
muhteşem bir ödül beklemektedir.
8-) Efemen züyyine lehu suü amelihi fereahu
hasena* feinnAllâhe yudıllu men yeşau ve yehdiy men yeşa'* fela tezheb nefsüke
aleyhim haserat* innAllâhe 'Aliymun Bima yasne'un;
Kötü
fiilleri kendisine süslü gösterilince, kendini iyi sanan (nasıl iyilerle bir olur)!
Muhakkak ki Allâh, dilediğini saptırır ve dilediğine hidâyet verir... O hâlde
hüsran ehlini düşünüp üzülme! Muhakkak ki Allâh onların ürettiklerini (Yaratan'ı olarak)
Aliym'dir. (A.Hulusi)
08 - Ya
artık o kimse de mi ki? Kötü ameli kendisine allanmış pullanmış da onu güzel
görmüş, şüphe yok ki Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola çıkarır,
o halde nefsin onlara karşı hasletlerle geçmesin, çünkü Allah onların bütün
sanatlarını bilir. (Elmalı)
Efemen züyyine lehu suü amelihi fereahu hasenen ne
yani, oradaki “e” hem isfifami ye böyle çevirebiliriz. Ne yani süslü püslü
kötülüklerin albenisine kapılıp bir de onları güzellik gibi görenin akıbeti,
biraz serbest çevirmemiz lazım, açmamız lazım ifadeyi, böyle süslü püslü
kötülüklerin cazibesine kapılıp onları güzel görenin akıbeti (yukarıda ki dile
getirilen güzelliklerin sahibinin akıbetiyle bir olur mu?) Yani iyi ile kötünün
sonu bir olur mu? Önü bir değil se sonu neden bir olsun. Suyu getirenle testiyi
kıranın akıbeti bir olur mu?Bunu soruyor. Biri şeytanın kılavuzluğunu
kabullenmiş, diğeri nebinin kılavuzluğunu.
Peki bu ikisinin varacağı yer
nasıl aynı olur, ikisi aynı yöne gitmiyor ki, ikisi aynı haritayı takip etmiyor
ki, ikisi aynı rotayı izlemiyor ki. Dolayısıyla kötü ve iyi hiçbir zaman aynı
akıbete sahip olmaz. İyinin hayatını yaşayıp ta kötü akıbet olmaz. Kötünün
hayatını yaşayıp ta iyi akıbet olmaz. Buradan buraya atlayabiliriz, bunu
düşünebiliriz.)
Kötülüğün güzel bir paketle
sunulmasından söz ediyor bu ibare aynı zamanda. Kötülüğün süslenip püslenip
albenili ve cazip hale getirilmesi. Zehri altın tasla sunmak zehri zehir
olmaktan çıkarır mı, aksine zehri daha tehlikeli yapar. Günahın insana verdiği
lezzet, zevk, zehrin sunulduğu altın tastan başka bir şey değildir.
İtlaf köftesi, şimdi pek
rastlanmıyor olsa da kuduz köpeklerin olduğu yerde yapılması mecburi bir işlem.
Belediyeler kuduz köpekleri itlaf ederken nasıl itlaf ederler biliyor musunuz?
Etin en güzel yerinden, köftenin en güzelini önlerine artarlar, fakat önlerine
attıklarının içinde zehir vardır. O köfte yediğini zanneder fakat aslında
ölümünü yiyordur. Günah bir tür itlaf köftesine benzer. Yediği zaman köfteyi
yiyorum zanneder ama aslında zehir yiyordur.
Burada fare peynir ilişkisini de
düşünebiliriz. Aslında fare ile insanı ayıran fark ta bu. Peyniri tanımak
ikisinin de işi, fakat peyniri oraya kim koymuş, niye koymuş, neden koymuş,
neden orada peynir. Fare bunu düşünmez. Düşünmediği içindir ki peyniri tanır ve
gelir ve yer ve kapana kısılır. Bunu insan düşünür. Neden orada, peynirin yeri
orası mı, kim koymuş, niye koymuş. Bunları insan sorar. Yani bu soruların
insanda ki karşılığı varlık sorularıdır. Ben kimim, neden bu hayattayım, neden
yaratıldım, nereden geldim, nereye gidiyorum bunu insan sorar. Bu varlık
sorularını sormayan insanın bakış açısıyla farenin peynire bakış açısı arasında
pek bir fark olmaz.
feinnAllâhe yudıllu men yeşau ve yehdiy men
yeşa' hiç şüphe yok ki Allah sapmak isteyenin sapmasına izin verir,
sapmasını diler. Hidayet isteyeni de doğru yola yöneltir. Böyle çevirmemin
sebebi Allah’ın saptırmak istediğinin aslında iradesi ile, tercihiyle sapmayı
dilediği yönünde ki bir çok ayet ve hassaten de Bakara suresinde ki ve
ma yudıllu Bihî illel fasikıyn. (Bakara/26) Allah
yoldan çıkmışlardan başkasını saptırmaz ayetidir. Bunun ışığında anlaşılmak
zorundadır, onun için biri Allah dilediği için sapmaz. Allah o saptığı için
sapmasına izin verir. İnsanın kendi eylemine bağlıdır sapması da, hidayeti de.
fela tezheb nefsüke aleyhim haserat
senin için duyduğun özlem seni yıpratmasın. Yani peygamberimize hitaben onların
imana ermesi için içinde duyduğun iştiyak, özlem, hasret seni yıpratmasın.
Onların imana ermesi için Resulallah’ın ne kadar özlem duyduğunu, ne kadar arzu
ve iştiyakla bunu istediğini bu ayette görüyoruz. Buna benzer başka ayetler de
var aslında. Lealleke bahı'un nefseke ella yekûnu mu'miniyn.
(Şu’ara’/3) mesela bu ayet. Kehf/6 ve daha başka ayetler. Mü’min olmuyorlar
diye neredeyse kendini helak edeceksin. Burada da öyle, buna yakın bir ima var.
Onların imanı için duyduğun özlem seni helak etmesin. Demek ki kendini helak
edecek kadar özlem duyuyor. Ne olur iman etseler. Peki iman edince
Resulallah’ın çıkarı ne? Sadece, sadece, Allah’ın kullarına duyduğu şefkat ve
sevgi, başka bir şey değil.
Bir Adem,
bir alem demektir işte bu. Bir Adem, bir alem, bir tek insanın hidayetine
vesile olabilmek, hani diyordu ya Hayber’e komutan olarak atadığı Hz. Ali’ye, o
gün çağırmış atının üstünde kahramanlık şiirleri okuyan Ali’ye şöyle demişti.
- Ya Ali
yeryüzünün tamamını fethedip bana teslim etmenden, bir kişinin hidayetine
vesile olmak daha hayırlıdır.
Bu, işte bu.
Onun içindir ki Resulallah’ın öz elleriyle eğittiği insanlar, insanın
hidayetini öncelediler. Toprağın fethinden önce insanın fethini öncelediler.
İslam ordusunun büyük komutanı Amr İbnül As, Hz. Ömer’e elinde ki orduyla
Mısır’ı fetih izni istedi, bunun için mektup yazmıştı. Hz. Ömer Halife idi,
cevabi mektubunda;
- Eğer bu
mektubum sana ulaşmadan, Mısır’a girmeden ulaşırsa hemen geri dön.
Fakat cevabi
mektubu Amr İbnül As yolda aldığı halde açmadı. O da iyi biliyordu fethin ne
demek olduğunu. Mısır’ı aldı, mektubu öyle açtı. Tabii artık Mısır’ı almıştı
geri dönemezdi. O iyi biliyordu. Peki Ömer’in derdi neydi? Resulallah’ın öz
ellerinde yetişmiş bu asil insanın derdi neydi? O şöyle düşünüyordu: “eğer biz
insanların yüreklerinden önce topraklarını fethedersek Mısır İslamlaşmaz, İslam
Mısır’laşır. Buydu. Onun içindir ki Bahreyn’den ilk defa İran’a seferler
düzenleyip o bölgenin bir kısmını fetheden, yine büyük İslam komutanlarından
‘Ala El Hadrami’yi, bunu yaptığını haber alınca madalya ile taltif edeceği
yerde görevden almış ve kendisine bu haber geldiğinde, “Eyvah..!” demişti.
Bir devlet
başkanı düşünün ki büyük sultanların, hükümdarların, kralların hepsinin rüyası
olan can gibi ülkeler fethedilip kendisine teslim edilecek, kendisi “eyvah..!”
diyecek. Bu dehşet bir şey. İşte insan sevgisi böyle ispat edilir, lafla değil.
İmanı götürmek hepsi bu.
innAllâhe 'Aliymun Bima yasne'un
çünkü Allah onların neler yapmakta olduklarını çok iyi biliyor.
[Ek bilgi; “Diğer bir izah şekli
de şöyledir: "Kendisine kötü ameli hoş gösterilerek onu güzel gören
kimseye mi birşey yapabileceksin Senin buna karşı hiçbir çaren yoktur. Zira
Allah, dilediğini saptırır, dilediğini ise hidayete erdirir. O halde ey
Muhammed, onların sapıklıklarına, inkarlarına ve yal ani amal arına üzülerek kendini
mahvetme. Allah, şeytanın, kötü amellerini kendilerine güzel gösterdiği bu
insanların ne yaptıklarını çok iyi bilmekte ve onları zaptettirmektedir ve
on-lan amellerine göre cezalandıracaktır.” (Taberi tefsiri)]
9-) VAllâhulleziy erseler riyaha fetüsiyru
sehaben fesuknahu ila beledin meyyitin feahyeyna Bihil Arda ba'de mevtiha*
kezâliken nüşur;
Allâh
ki, rüzgârları (rahmânî ilmi) irsâl etti de bulutları (beşerî
duygu ve kabullerin şuurda oluşturduğu kara bulutları) sürüyor... Sonra onu (rahmânî
ilmi) ölü bir beldeye (bilince) sevk ettik de
onunla o arzı (bedeni) ölüyken dirilttik! Nüşur (aslına
dönüş) böylecedir! (A.Hulusi)
09 - Allah
odur ki rüzgârları göndermiştir, derken bir bulut kaldırır, derken onu ölmüş
bir beldeye sevk etmişizdir, derken onunla Arza ölümünden sonra hayat
vermekteyizdir, işte nüşur böyledir. (Elmalı)
VAllâhulleziy erseler riyaha fetüsiyru sehaben
İmdi, yeni bir pasaja girdik. Rüzgarları elçi gibi göndererek bulutları
tetikleyen işte O, Allah’tır. fesuknahu ila beledin meyyit derken biz onu çorak
bir beldeye sevk ederiz. Fesuknahu, o bulutların yağmurlarıyla çorak bir
beldeyi sularız. Çölken göle dönüşür. feahyeyna Bihil Arda ba'de mevtiha ve bu sayede
ölü toprağa can veririz.
Risaletin rüzgarı vahiy
rahmetiyle yüklü bulutları sürükleyip, çöle dönmüş çorak gönülleri cennet gibi
bir imana kavuşturursa bu ancak böyle anlatılır. Burada ki bulut, rüzgar,
yağmur, çorak toprak yeşillenme, hep peygamber vahit, davet, iman ile
açıklanmalıdır. Zaten simgesel bir dil kullanılarak vahyin çölü nasıl yemyeşil
bir cennete çevirdiği anlatılıyor. Çöl gibi yürekleri nasıl cennete çevirdiği,
ki Ebu Zer örneği bunun için yeterli. Vahiy eşkıyadan nasıl evliya çıkarır,
işte bu. Buna bakmak lazım.
kezâliken nüşur yeniden dirilişte
işte böyle olacaktır. Vahyin hayatı inşası, ahiret inancıyla mümkün olur. Onun
için ayet getirdi sözü ahiret inancına bağladı. Ahirete iman etmemiş bir
insanda vahiy aklı inşa etmez, şahsiyetini inşa etmez. Çünkü vahyin yapmak
istediği her şey ancak ahirette hesap verme inancına bağlıdır. Yani bir insan
da sorumluluk bilinci ancak böyle gelişir.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
136. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder