4 Şubat 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. SEBE (01-01) (134-A)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin! Amin!

Değerli Kur’an dostları bugün Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha ayak basacağız. Görmediğimiz, gezmediğimiz, bize yepyeni şeyler söyleyen, bize yep yeni tecrübeler kazandıran sokaklarına, mahallelerine, hanelerine, yani ayetlerine, cümlelerine, kelimelerine gireceğiz. O bizim, biz onun olacak, tanış olacağız,biliş olacağız, sarış olacağız.

Vahiy Allah’ın rahmetinin bir eseri olarak inmiş bir şey değil, inmeye devam eden bir şey olarak yüreğimizi bulacak. Bireysel, toplumsal, ekonomik sosyal, siyasal, maddi, manevi dertlerimize ilacı vahyin eczanesinden arayacağız. Hayatın prospektüsünü, yani kullanım kılavuzunu vahyin ışığında okuyacağız. Vahiy aydınlatacak önümüzü, rabbimizle diyalogumuz, kendimizle diyalogumuza, eşya ile, tabiatla, yerle ve gökle diyalogumuza dönüşecek. Varlık bir diyalog olacak ve biz bu diyalog zincirinde bir aktif halka olacağız.

Sebe suresi keşfedeceğimiz bu yeni site, Kur’an ın mevcut Mushaf diziminde 34. suresi. Sure adını güney Arabistan’da ki bir su medeniyeti olan ve ipek yolunun hakimi olan Sebe krallığından alır. Bu krallıktan söz eden 15 ile 20. ayetler aslında geçmişte olup bitmiş bir olaydan değil, yer yüzünde ki her iktidarı bekleyen mukadder akıbetten söz eder.

Sebe geçmiş zamanlarda yaşamış bir süper güçtür. Kendi çağının süper gücü. Sure bu adı almakla aslında dünyevi her iktidarın geçiciliğine vurgu yapar. Süper güçlük iddialarının, tarihin mutlaka tozlu yaprakları arasında bir gün unutulup gideceğini ve geriye baki kalanın Allah olduğunu insanın da Allah’a yakın olduğu oranda, Allah’la sıcak ilişkiler kurabildiği oranda kalıcı mutluluğu yakalayacağını, değilse geçici mutlulukların yerinde yeller eseceğini bu sure ile ibreti alem olarak gözler önüne serer.

Hz. Peygamber döneminde surenin bu adla anılıp anılmadığını bilmiyoruz. Fakat hadis ve tefsir kaynaklarımızda surenin anıldığı tek isim bu,

Sebe. Surenin zamanına gelince; Sure Mekki, bunda ittifak var. Aksi iddialar herhangi bir mesnede dayanmamakta. Sure inişte nüzul  sıralamasında 58. sırada yer alıyor. Lokman suresi ile zümer suresi arasında inen bir sure olarak kabul ediliyor.

Sebe 9. ayetle İsra/92. ayet arasında gerçekten açık bir irtibat var. Bu irtibat bize şunu gösterir; Sebe suresiyle İsra suresi inişte ardışık, yani zaman olarak birbirine yakın inmiş iki suredir. Buradan yola çıkarak Sebe suresinin Mekke’de ki iniş dönemini yaklaşık olarak tayin ve tespit edebiliriz ki bu da 3 dilime ayrılmış olan Mekke döneminin orta periyodunda, yani yaklaşık 7. yılla 10. yıl arasına gelen bir periyoda, belki 6. yılla 9. yıl arasına gelen bir periyoda inmiş olmalıdır.

Surenin konusu, isminden de anlaşılacağı gibi ana fikri dünyevi her iktidarın, dünyevi her servetin, her namın ve nişanın mutlaka geçici olduğu, kalıcı olanın kutsalla irtibatlı olduğu, ama dünyada verilmiş her iktidarın mutlaka bir gün gelip vadesini tamamlayacağı fikridir. Hepsi de Mekki olan Fatiha, En’am, Kehf ve Fatır sureleri gibi Sebe suresi de Hamd ile başlar. Yani Hamd’i Allah’a sonsuz övgü ve senayı telkinle başlar. Hamd ile başlaması insanoğlunun, Allah’ın verdiğinde de aldığında da bir nimete karşı hamd etme yükümlülüğünü dile getirir.

Gerçekten de şükürden farklı olarak hamd sadece nimet verilince değil alınınca da yapılandır. Çünkü o vermişti, aldığında da hamd edersiniz. Yani iktidar verince hamd edersiniz alınca da hamd edersiniz. Ama şükrü sadece verince yaparsınız. O vermişti, O aldı.

İkincisi bir daha verebilir. Onun için hamd etmek durumundasınız.

Üçüncüsü daha büyüğünü alabilirdi. Bunun için hamd etmek durumundasınız. Alınca da hamd edersiniz.

Dördüncüsü daha küçüğünü alıp, daha büyüğünü verebilir. Yani büyüğünü vermek için küçüğünü almış olabilir. Onun için hamd etmelisiniz.

Beşincisi sizin için onun verilmesi mi yoksa alınması mı hayırlı bunu bilemeyebilir siniz. Parçayı görürsünüz fakat bütünü görmediğiniz için o parçanın elinizde olması mı, yoksa çıkması mı sizin ebedi mutluluğunuz için hayırlıdır bunu gerçek anlamda bilen tek zat Allah’tır. İşte onun için hamd edersiniz. Yani sure bütün bu şeyleri anlatmak için hamdle başlar ve ardından şirki reddeden ayetle devam eder.

Şirki ret, kula kulluğu redir. Çünkü Allah’a ait bir vasfı, bir niteliği, bir özelliği Allah dışında bir varlığa yakıştırmak, onun karşısında insanın nesneleşmesidir. İnsanın onun karşısında onuruna, şerefine, haysiyetine yönelik bir azaltma operasyonudur. Şirk bunun için Allah’a karşı zulüm değil, insanın kendisine karşı yaptığı bir zulümdür. Ve kula kullukla sonuçlanan her türlü süreç şirktir. İşte bunun için şirki reddeden bir ayetle girer konuya sure. Ve arkasından tevhide davet eder.

Tevhid; öz olarak varlığın amaçlı ve anlamlılığı demektir. Tabii ki bu da varlığın, varlık zincirini oluşturan her bir halkanın kendi arasında ki bağlantı ve bağıntıya delalet eder. çünkü tevhid her şeyin her şeyle bağlantısı ve her şeyin bir şeyle bağlantısıdır. Bu anlamda tevhid Allah’ın varlık üzerinde ki müdahalesine iman etmedir. Varlığın Allah’tan bağımsız olmadığını görmek bilmek ve inanmaktır.

9. ayet göğün ve yerin bilgisinin görünenle sınırlı olmadığını görünmeyenin daha fazla olduğunu ifade eder. Yani tevhid aslında bizi varlığın bize açılan ve açılmayan iki kapısı önüne getirip bırakır. O kapının önünde bize şunu söyler; 5 duyu ile yetinme ey insan. Aklı kullan kabuğu aş, bilgiyi ara. Açık kapıdan gir açılmamış kapıyı vur. Ola ki hakkını verirsen, doğru tıklatırsan, emek sarf edersen, açılmış olanı iyi kullanırsan, açılmamış olanda önüne serilebilir.

Bu bilgi iktidar ve ihtişam getirir. Elbette bilginin kendisi sahici Krallıktır ve her Krallık bilgiyle gelir. Ama yaratılışın amacına uygun kullanılabilir bu iktidar, aykırı da kullanılabilir. İşte 10 ve 14. ayetler arasında Davud ve Süleyman AS. örnekleri yaratılışın amacına uygun olarak kullanılan iktidara verilen iki örnektir. Ve tabii ki 15 – 21. ayetler arasındaki de Sebe medeniyeti, uygarlığı gibi yaratılışın amacına aykırı kullanılan bir iktidarın, bir görkemin, bir refahın, o refahın kullanıcıları tarafından nasıl elden çıkarıldığı, nasıl bir belaya dönüştüğü ve nasıl yok olduğunun örneği, ama daha doğru bir ifade ile ibreti dile getirilir. Fakat yasa bellidir. İster Davud’un ve Süleyman’ın Adalet ve hikmet devleti, ister Sebe Krallarının kudret ve saltanat devleti olsun. Hepsinin de akıbeti ortaktır. Dünyevi her iktidar geçicidir. Kalıcı olan Allah’ın mutlak iktidarıdır. Bütün bu örnek ve ibretlerin sonucunda ortak ders budur.

Kalıcı iktidar Allah bilinciyle elde edilir. Ayetler bizi bu noktaya getirir sure boyunca ve sonuçta şu gerçeği, hepimizi titretmesi gereken şu muhteşem gerçeğin önüne getirip bırakır.

Kul innema e'ızuküm Bi vahıdetin, en tekumu Lillâhi mesna ve fürada.. (46) size bir tek şey tavsiye edeceğim de. De ki; Ey tüm insanlık size bir tek şey tavsiye edeceğim; İster başkalarıyla birlikte olun, ister yalnız başınıza olun Allah’ın huzurunda bulunduğunuzu asla, ama asla unutmayın. Allah’ın huzurunda bulunmak, işte insana ebedi mutluluk bilincini tattıracak olan şey budur. Allah’ın huzurunda bulunduğu bilinci. İnsan esas duruşunu, klas duruşunu u bilinç sayesinde edinir. Eğer sürekli Allah’ın huzurunda bulunduğu bilincini kaybetmezse o zaman sadece Allah karşısındaki haddini bilmiş olmaz. Eşya, servet, iktidar dünya karşısındaki kadrü kıymetini de bilmiş olur.

Bunu bilmek insana neyi getirir? En büyük şeyi; Kula kul olmamayı. Dünyaya kul olmamayı, eşyaya kul olmamayı getirir. Kendini bilmeyi getirir, daha ne getirsin ki. Eğer biri kendini biliyorsa onun elde ettiği sahici iktidarı hangi güç, hangi kudret, hangi silah elinden alabilir ki, onu kim korkutabilir ki. Kendini bilen rabbini bilir, Kendini ve rabbini bilen Allah’ın rızasından ve cennetten aşağısına gitmez. Dolayısıyla ucuza gitmez. Onun için Allah’tan başka kimse ona değer biçemez, fiyat biçemez. Allah’tan başka kimsenin kendisine değer biçemeyeceği biri olmak yer yüzünde, şu fani dünyada insanoğlunun olabileceği en yüksek yerde olmaktır.

İşte bu sure bunu verir ve bu ayetin önüne getirip insanı bırakır. Şimdi bu girizgâhtan sonra Sebe suresine geçebiliriz.



1-) ElHamdu Lillâhilleziy lehu ma fiys Semavati ve ma fiyl Ardı ve lehül Hamdu fiyl ahireti, ve "HU"vel Hakiymül Habiyr;

Hamd, semâlarda (bilinç mertebeleri) ve arzda (beden) ne varsa kendisi için olan Allâh'a aittir! Sonsuz gelecek yaşamda dahi Hamd O'na aittir! "HÛ"; Hakiym'dir, Habiyr'dir. (A.Hulusi)

01 - Hamd o Allah’ındır ki Göklerde ne var, Yerde ne varsa hep onun, Âhirette de hamd onun, ve o öyle hakîm öyle habîr ki: (Elmalı)


ElHamdu Lillâhilleziy lehu ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard rahman, rahim Allah adına. Hamd tümüyle, her çeşidiyle, bütünüyle göklerde ve yerde var olan her şeyin gerçek sahibi Allah’a mahsustur.

Girizgâhta Kur’an da hamd ile başlayan 5 sureden biri olduğunu söylemiştim bu surenin. Hamdin şükürden farklı olan yanlarına değinmiştim. Sadece verilince değil, o nimet elden alınınca da hamd edilir demiş ve bunun beş gerekçesini saymıştım. Burada Hamd ile girmemizi telkin eden bu sure aslında bizim hamd etmemiz gereken en büyük nimetin Allah’ın insanoğluna tenezzül buyurup vahyini indirmesi olduğunu ima eder.

Vahiy ilahi rahmetin bir eseri. Rabbimiz insanoğluna tenezzül buyurmuştur. Verdiği akıl ve irade aslında yeterdi İnsanoğlunun bir mazereti de kalmamıştı. Fakat O’nun insanoğluna olan sevgi şefkat ve merhametinin büyüklüğüne bakınız ki; Akıl verdim yetmez mi, irade verdim yetmez mi demedi, bir de vahiy verdi. Ve sadece tek bir vahiy değil, ardı ardına defaatle vahiy ile insanlığı uyardı, peygamberler gönderdi. İşte bu Allah’ın insana olan büyük sevgisinin nişanesidir ve biz bunun için insanlık olarak rabbimize özel olarak hamd etme makamındayız. Bizi kale aldığı için, bize tenezzül buyurduğu için. O’nun bize değil, bizim O’na ihtiyacımız olduğu halde bizim yakamızı bırakmadığı için. Bizi kendi halimize bırakmadığı için. Eğer bizi bize bıraksaydı kesinlikle bizi benliğimizin eline bırakmış olur, dolayısıyla kendi kendimizi beş paralık etmeye bırakmış olurdu. Ama O buna izin vermedi, bunun içinde O’na hamd etmek durumundayız. Adeta insana şunu söyledi; İnsan o kadar kıymetli ki, o kadar değerli ki mahlukat içinde, yaratıklar içinde, insanı kendisine bile bırakmaya gelmez. Bize verdiği mesaj buydu. Bu mesajı alan herkes gibi biz de O’na sonsuzca hamd ederek başlıyoruz.

ve lehül Hamdu fiyl ahireh öteki alemde de hamd, övgü, sena sadece O’na mahsustur. İlginçtir Ahirette ibadetin olmadığını biliyoruz, ibadet dünyadadır. Fakat ahirette bir şeyin olduğunu devam ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Hamd. Gerçekten de Hamd devam edecek. Kur’an ın ifadesi ile,

“ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn.” (Yunus/10) Onların davaların en sonu, yani tekamüllerini tamamlayıp insanoğlunun en mükemmel hali güzelliğin en mükemmel hali, olan cennetle buluşunca; Elhamdülillah diyecekler.

Yine bir başka ayet Ve kalül Hamdu Lillâhilleziy ezhebe 'annelhazen. (Fâtır/34) evet, cennete giren o nasipli, o kurtulmuş, o ebedi mutluluğu yakalamış güzel kullar şöyle diyecekler. Hüznü, kederi, sıkıntıyı, belayı bizden ebediyen kaldıran Allah’a sonsuzca hamd olsun. Gerçekten de cennet hüznün olmadığı bir mekan. Mekan üstü bir mekan, mekan ötesi bir mekan. Buradan şu çıkar; Dünya hiçbir zaman cennet olmayacaktır. Cenneti dünyaya taşımaya, ya da cenneti dünyada yaşamak istercesine sıkıntısız, dertsiz, acısız, elemsiz, kedersiz bir hayat arayışı tek kelimeyle ütopyadır, düştür ve bu düş dünyada Gerçekleşmeyecektir. Dünya bu anlamda intihan mahallidir. Eğer imtihan alanında sınav yoksa bu hiçte hayra alamet olmayacaktır.

Yine bir başka ayet; ve kalül hamdü Lillâhilleziy hedana lihaza ve ma künna li nehtediye levla en hedanAllâh (A’raf/43) Evet, cennete girenlerin söyleyeceği ifade edilen bir çok sözden birini de bu ayet beyan ediyor. Onlar öyle diyecekler; Hamd olsun O Allah’a ki bizi bugün cennete yöneltti. Sonu cennete açılan bir yola koydu bizi. İşte bunun için O’na sonsuzca hamd olsun. Eğer O bize doğru yolu göstermemiş olsaydı biz bugün burada olmayacaktık. Derler, itiraf ederler. Yani özetle ahirette de hamd devam edecek.

ve "HU"vel Hakiymül Habiyr zira yalnız O’dur mutlak hikmet sahibi olan ve yalnız O’dur her şeyden haberdar bulunan. Aktif Allah tasavvurunu ifşa ediyor ayetin bu son isimleri.

Hakiym Allah; Anlamsızlığı rettir aslında bu. Çünkü bir şeyin hikmeti olmak, anlamı olmaktır. Hikmetsiz iş yapmak, anlamsız ve amaçsız iş yapmaktır. Ve varlığın bir numaralı yasası anlamlılık ve amaçlılıktır. Bu yer çekimi yasasından daha istisnasızdır. Bu cazibe yasasından daha istisnasızdır. Bildiğiniz her türlü yasadan daha büyük ve kapsamlıdır bu. Varlığın anlamlı ve amaçlılığı. Hiçbir istisnası yoktur. Anlamsız ve amaçsız bir tek varlık yoktur.

Bu anlamda eğer çok basit gibi gördüğümüz her şeyin bile bir amacı ve anlamı varsa, mahlukat içinde çok müstesna ve seçkin bir yere sahip olan insanın anlam ve amacı olmasın mı? Peki anlam ve amacı olan insan kendi elleriyle anlamı ve amacını yok ediyorsa bunun getireceği bir vebal, bir sorumluluk, bir yükümlülük olmasın mı? Bunun bir cezası olmasın mı? Evet, Hakiym ismi bize bunları hatırlatıyor.

Habiyr ismine gelelim. O da aracılığı ret. İnsan Allah  ilişkisinde, insan – Allah diyalogunda herhangi bir aracının araya sokulup ta uzak bir Allah’mış gibi muamele edilmesini ret içindir bu isim. İşte vahyin ilk muhatabı olan inkarcıların problemi buydu. Uzak bir Allah tasavvuruna sahip olanlar, O’na bildirmek için bir takım varlıkları aracı olarak ilan ediyorlardı ki bu Allah tasavvurunda ki yamulmadır.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
134. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder