El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy;
(Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin! Amin!
Değerli Kur’an dostları bugün
Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha ayak basacağız. Görmediğimiz,
gezmediğimiz, bize yepyeni şeyler söyleyen, bize yep yeni tecrübeler kazandıran
sokaklarına, mahallelerine, hanelerine, yani ayetlerine, cümlelerine, kelimelerine
gireceğiz. O bizim, biz onun olacak, tanış olacağız,biliş olacağız, sarış
olacağız.
Vahiy Allah’ın rahmetinin bir
eseri olarak inmiş bir şey değil, inmeye devam eden bir şey olarak yüreğimizi
bulacak. Bireysel, toplumsal, ekonomik sosyal, siyasal, maddi, manevi
dertlerimize ilacı vahyin eczanesinden arayacağız. Hayatın prospektüsünü, yani
kullanım kılavuzunu vahyin ışığında okuyacağız. Vahiy aydınlatacak önümüzü,
rabbimizle diyalogumuz, kendimizle diyalogumuza, eşya ile, tabiatla, yerle ve
gökle diyalogumuza dönüşecek. Varlık bir diyalog olacak ve biz bu diyalog
zincirinde bir aktif halka olacağız.
Sebe suresi keşfedeceğimiz bu
yeni site, Kur’an ın mevcut Mushaf diziminde 34. suresi. Sure adını güney
Arabistan’da ki bir su medeniyeti olan ve ipek yolunun hakimi olan Sebe
krallığından alır. Bu krallıktan söz eden 15 ile 20. ayetler aslında geçmişte
olup bitmiş bir olaydan değil, yer yüzünde ki her iktidarı bekleyen mukadder
akıbetten söz eder.
Sebe geçmiş zamanlarda yaşamış
bir süper güçtür. Kendi çağının süper gücü. Sure bu adı almakla aslında dünyevi
her iktidarın geçiciliğine vurgu yapar. Süper güçlük iddialarının, tarihin
mutlaka tozlu yaprakları arasında bir gün unutulup gideceğini ve geriye baki
kalanın Allah olduğunu insanın da Allah’a yakın olduğu oranda, Allah’la sıcak
ilişkiler kurabildiği oranda kalıcı mutluluğu yakalayacağını, değilse geçici
mutlulukların yerinde yeller eseceğini bu sure ile ibreti alem olarak gözler
önüne serer.
Hz. Peygamber döneminde surenin
bu adla anılıp anılmadığını bilmiyoruz. Fakat hadis ve tefsir kaynaklarımızda
surenin anıldığı tek isim bu,
Sebe. Surenin zamanına gelince;
Sure Mekki, bunda ittifak var. Aksi iddialar herhangi bir mesnede dayanmamakta.
Sure inişte nüzul sıralamasında 58.
sırada yer alıyor. Lokman suresi ile zümer suresi arasında inen bir sure olarak
kabul ediliyor.
Sebe 9. ayetle İsra/92. ayet
arasında gerçekten açık bir irtibat var. Bu irtibat bize şunu gösterir; Sebe
suresiyle İsra suresi inişte ardışık, yani zaman olarak birbirine yakın inmiş
iki suredir. Buradan yola çıkarak Sebe suresinin Mekke’de ki iniş dönemini
yaklaşık olarak tayin ve tespit edebiliriz ki bu da 3 dilime ayrılmış olan
Mekke döneminin orta periyodunda, yani yaklaşık 7. yılla 10. yıl arasına gelen
bir periyoda, belki 6. yılla 9. yıl arasına gelen bir periyoda inmiş olmalıdır.
Surenin konusu, isminden de
anlaşılacağı gibi ana fikri dünyevi her iktidarın, dünyevi her servetin, her
namın ve nişanın mutlaka geçici olduğu, kalıcı olanın kutsalla irtibatlı
olduğu, ama dünyada verilmiş her iktidarın mutlaka bir gün gelip vadesini
tamamlayacağı fikridir. Hepsi de Mekki olan Fatiha, En’am, Kehf ve Fatır
sureleri gibi Sebe suresi de Hamd ile başlar. Yani Hamd’i Allah’a sonsuz övgü
ve senayı telkinle başlar. Hamd ile başlaması insanoğlunun, Allah’ın verdiğinde
de aldığında da bir nimete karşı hamd etme yükümlülüğünü dile getirir.
Gerçekten de şükürden farklı
olarak hamd sadece nimet verilince değil alınınca da yapılandır. Çünkü o
vermişti, aldığında da hamd edersiniz. Yani iktidar verince hamd edersiniz
alınca da hamd edersiniz. Ama şükrü sadece verince yaparsınız. O vermişti, O
aldı.
İkincisi bir daha verebilir. Onun
için hamd etmek durumundasınız.
Üçüncüsü daha büyüğünü
alabilirdi. Bunun için hamd etmek durumundasınız. Alınca da hamd edersiniz.
Dördüncüsü daha küçüğünü alıp,
daha büyüğünü verebilir. Yani büyüğünü vermek için küçüğünü almış olabilir.
Onun için hamd etmelisiniz.
Beşincisi sizin için onun
verilmesi mi yoksa alınması mı hayırlı bunu bilemeyebilir siniz. Parçayı görürsünüz
fakat bütünü görmediğiniz için o parçanın elinizde olması mı, yoksa çıkması mı
sizin ebedi mutluluğunuz için hayırlıdır bunu gerçek anlamda bilen tek zat
Allah’tır. İşte onun için hamd edersiniz. Yani sure bütün bu şeyleri anlatmak
için hamdle başlar ve ardından şirki reddeden ayetle devam eder.
Şirki ret, kula kulluğu redir.
Çünkü Allah’a ait bir vasfı, bir niteliği, bir özelliği Allah dışında bir
varlığa yakıştırmak, onun karşısında insanın nesneleşmesidir. İnsanın onun
karşısında onuruna, şerefine, haysiyetine yönelik bir azaltma operasyonudur.
Şirk bunun için Allah’a karşı zulüm değil, insanın kendisine karşı yaptığı bir
zulümdür. Ve kula kullukla sonuçlanan her türlü süreç şirktir. İşte bunun için
şirki reddeden bir ayetle girer konuya sure. Ve arkasından tevhide davet eder.
Tevhid; öz olarak varlığın amaçlı
ve anlamlılığı demektir. Tabii ki bu da varlığın, varlık zincirini oluşturan
her bir halkanın kendi arasında ki bağlantı ve bağıntıya delalet eder. çünkü
tevhid her şeyin her şeyle bağlantısı ve her şeyin bir şeyle bağlantısıdır. Bu
anlamda tevhid Allah’ın varlık üzerinde ki müdahalesine iman etmedir. Varlığın
Allah’tan bağımsız olmadığını görmek bilmek ve inanmaktır.
9. ayet göğün ve yerin bilgisinin
görünenle sınırlı olmadığını görünmeyenin daha fazla olduğunu ifade eder. Yani
tevhid aslında bizi varlığın bize açılan ve açılmayan iki kapısı önüne getirip
bırakır. O kapının önünde bize şunu söyler; 5 duyu ile yetinme ey insan. Aklı
kullan kabuğu aş, bilgiyi ara. Açık kapıdan gir açılmamış kapıyı vur. Ola ki
hakkını verirsen, doğru tıklatırsan, emek sarf edersen, açılmış olanı iyi
kullanırsan, açılmamış olanda önüne serilebilir.
Bu bilgi iktidar ve ihtişam
getirir. Elbette bilginin kendisi sahici Krallıktır ve her Krallık bilgiyle
gelir. Ama yaratılışın amacına uygun kullanılabilir bu iktidar, aykırı da
kullanılabilir. İşte 10 ve 14. ayetler arasında Davud ve Süleyman AS. örnekleri
yaratılışın amacına uygun olarak kullanılan iktidara verilen iki örnektir. Ve
tabii ki 15 – 21. ayetler arasındaki de Sebe medeniyeti, uygarlığı gibi
yaratılışın amacına aykırı kullanılan bir iktidarın, bir görkemin, bir refahın,
o refahın kullanıcıları tarafından nasıl elden çıkarıldığı, nasıl bir belaya
dönüştüğü ve nasıl yok olduğunun örneği, ama daha doğru bir ifade ile ibreti
dile getirilir. Fakat yasa bellidir. İster Davud’un ve Süleyman’ın Adalet ve
hikmet devleti, ister Sebe Krallarının kudret ve saltanat devleti olsun.
Hepsinin de akıbeti ortaktır. Dünyevi her iktidar geçicidir. Kalıcı olan
Allah’ın mutlak iktidarıdır. Bütün bu örnek ve ibretlerin sonucunda ortak ders
budur.
Kalıcı iktidar Allah bilinciyle
elde edilir. Ayetler bizi bu noktaya getirir sure boyunca ve sonuçta şu
gerçeği, hepimizi titretmesi gereken şu muhteşem gerçeğin önüne getirip bırakır.
Kul innema e'ızuküm Bi vahıdetin, en tekumu
Lillâhi mesna ve fürada.. (46) size bir tek şey tavsiye edeceğim de.
De ki; Ey tüm insanlık size bir tek şey tavsiye edeceğim; İster başkalarıyla
birlikte olun, ister yalnız başınıza olun Allah’ın huzurunda bulunduğunuzu
asla, ama asla unutmayın. Allah’ın huzurunda bulunmak, işte insana ebedi
mutluluk bilincini tattıracak olan şey budur. Allah’ın huzurunda bulunduğu
bilinci. İnsan esas duruşunu, klas duruşunu u bilinç sayesinde edinir. Eğer
sürekli Allah’ın huzurunda bulunduğu bilincini kaybetmezse o zaman sadece Allah
karşısındaki haddini bilmiş olmaz. Eşya, servet, iktidar dünya karşısındaki
kadrü kıymetini de bilmiş olur.
Bunu bilmek insana neyi getirir?
En büyük şeyi; Kula kul olmamayı. Dünyaya kul olmamayı, eşyaya kul olmamayı
getirir. Kendini bilmeyi getirir, daha ne getirsin ki. Eğer biri kendini
biliyorsa onun elde ettiği sahici iktidarı hangi güç, hangi kudret, hangi silah
elinden alabilir ki, onu kim korkutabilir ki. Kendini bilen rabbini bilir, Kendini
ve rabbini bilen Allah’ın rızasından ve cennetten aşağısına gitmez. Dolayısıyla
ucuza gitmez. Onun için Allah’tan başka kimse ona değer biçemez, fiyat biçemez.
Allah’tan başka kimsenin kendisine değer biçemeyeceği biri olmak yer yüzünde,
şu fani dünyada insanoğlunun olabileceği en yüksek yerde olmaktır.
İşte bu sure bunu verir ve bu
ayetin önüne getirip insanı bırakır. Şimdi bu girizgâhtan sonra Sebe suresine
geçebiliriz.
1-) ElHamdu Lillâhilleziy lehu ma fiys Semavati
ve ma fiyl Ardı ve lehül Hamdu fiyl ahireti, ve "HU"vel Hakiymül
Habiyr;
Hamd,
semâlarda (bilinç mertebeleri) ve arzda (beden) ne varsa kendisi için olan Allâh'a aittir! Sonsuz gelecek
yaşamda dahi Hamd O'na aittir! "HÛ"; Hakiym'dir, Habiyr'dir. (A.Hulusi)
01 -
Hamd o Allah’ındır ki Göklerde ne var, Yerde ne varsa hep onun, Âhirette de
hamd onun, ve o öyle hakîm öyle habîr ki: (Elmalı)
ElHamdu Lillâhilleziy lehu ma fiys Semavati ve
ma fiyl Ard rahman, rahim Allah adına. Hamd tümüyle, her çeşidiyle,
bütünüyle göklerde ve yerde var olan her şeyin gerçek sahibi Allah’a mahsustur.
Girizgâhta Kur’an da hamd ile
başlayan 5 sureden biri olduğunu söylemiştim bu surenin. Hamdin şükürden farklı
olan yanlarına değinmiştim. Sadece verilince değil, o nimet elden alınınca da
hamd edilir demiş ve bunun beş gerekçesini saymıştım. Burada Hamd ile girmemizi
telkin eden bu sure aslında bizim hamd etmemiz gereken en büyük nimetin
Allah’ın insanoğluna tenezzül buyurup vahyini indirmesi olduğunu ima eder.
Vahiy ilahi rahmetin bir eseri.
Rabbimiz insanoğluna tenezzül buyurmuştur. Verdiği akıl ve irade aslında
yeterdi İnsanoğlunun bir mazereti de kalmamıştı. Fakat O’nun insanoğluna olan
sevgi şefkat ve merhametinin büyüklüğüne bakınız ki; Akıl verdim yetmez mi,
irade verdim yetmez mi demedi, bir de vahiy verdi. Ve sadece tek bir vahiy
değil, ardı ardına defaatle vahiy ile insanlığı uyardı, peygamberler gönderdi.
İşte bu Allah’ın insana olan büyük sevgisinin nişanesidir ve biz bunun için
insanlık olarak rabbimize özel olarak hamd etme makamındayız. Bizi kale aldığı
için, bize tenezzül buyurduğu için. O’nun bize değil, bizim O’na ihtiyacımız
olduğu halde bizim yakamızı bırakmadığı için. Bizi kendi halimize bırakmadığı
için. Eğer bizi bize bıraksaydı kesinlikle bizi benliğimizin eline bırakmış
olur, dolayısıyla kendi kendimizi beş paralık etmeye bırakmış olurdu. Ama O
buna izin vermedi, bunun içinde O’na hamd etmek durumundayız. Adeta insana şunu
söyledi; İnsan o kadar kıymetli ki, o kadar değerli ki mahlukat içinde,
yaratıklar içinde, insanı kendisine bile bırakmaya gelmez. Bize verdiği mesaj
buydu. Bu mesajı alan herkes gibi biz de O’na sonsuzca hamd ederek başlıyoruz.
ve lehül Hamdu fiyl ahireh öteki
alemde de hamd, övgü, sena sadece O’na mahsustur. İlginçtir Ahirette ibadetin
olmadığını biliyoruz, ibadet dünyadadır. Fakat ahirette bir şeyin olduğunu
devam ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Hamd. Gerçekten de Hamd devam edecek.
Kur’an ın ifadesi ile,
“ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi
Rabbil alemiyn.” (Yunus/10) Onların davaların en sonu, yani
tekamüllerini tamamlayıp insanoğlunun en mükemmel hali güzelliğin en mükemmel
hali, olan cennetle buluşunca; Elhamdülillah diyecekler.
Yine bir başka ayet Ve kalül Hamdu Lillâhilleziy ezhebe
'annelhazen. (Fâtır/34) evet, cennete giren o nasipli, o kurtulmuş, o
ebedi mutluluğu yakalamış güzel kullar şöyle diyecekler. Hüznü, kederi,
sıkıntıyı, belayı bizden ebediyen kaldıran Allah’a sonsuzca hamd olsun.
Gerçekten de cennet hüznün olmadığı bir mekan. Mekan üstü bir mekan, mekan
ötesi bir mekan. Buradan şu çıkar; Dünya hiçbir zaman cennet olmayacaktır.
Cenneti dünyaya taşımaya, ya da cenneti dünyada yaşamak istercesine sıkıntısız,
dertsiz, acısız, elemsiz, kedersiz bir hayat arayışı tek kelimeyle ütopyadır,
düştür ve bu düş dünyada Gerçekleşmeyecektir. Dünya bu anlamda intihan
mahallidir. Eğer imtihan alanında sınav yoksa bu hiçte hayra alamet
olmayacaktır.
Yine bir başka ayet; ve kalül hamdü Lillâhilleziy hedana
lihaza ve ma künna li nehtediye levla en hedanAllâh (A’raf/43)
Evet, cennete girenlerin söyleyeceği ifade edilen bir çok sözden birini de bu
ayet beyan ediyor. Onlar öyle diyecekler; Hamd olsun O Allah’a ki bizi bugün
cennete yöneltti. Sonu cennete açılan bir yola koydu bizi. İşte bunun için O’na
sonsuzca hamd olsun. Eğer O bize doğru yolu göstermemiş olsaydı biz bugün
burada olmayacaktık. Derler, itiraf ederler. Yani özetle ahirette de hamd devam
edecek.
ve "HU"vel Hakiymül Habiyr
zira yalnız O’dur mutlak hikmet sahibi olan ve yalnız O’dur her şeyden haberdar
bulunan. Aktif Allah tasavvurunu ifşa ediyor ayetin bu son isimleri.
Hakiym Allah; Anlamsızlığı rettir
aslında bu. Çünkü bir şeyin hikmeti olmak, anlamı olmaktır. Hikmetsiz iş
yapmak, anlamsız ve amaçsız iş yapmaktır. Ve varlığın bir numaralı yasası anlamlılık
ve amaçlılıktır. Bu yer çekimi yasasından daha istisnasızdır. Bu cazibe
yasasından daha istisnasızdır. Bildiğiniz her türlü yasadan daha büyük ve
kapsamlıdır bu. Varlığın anlamlı ve amaçlılığı. Hiçbir istisnası yoktur.
Anlamsız ve amaçsız bir tek varlık yoktur.
Bu anlamda eğer çok basit gibi
gördüğümüz her şeyin bile bir amacı ve anlamı varsa, mahlukat içinde çok
müstesna ve seçkin bir yere sahip olan insanın anlam ve amacı olmasın mı? Peki
anlam ve amacı olan insan kendi elleriyle anlamı ve amacını yok ediyorsa bunun
getireceği bir vebal, bir sorumluluk, bir yükümlülük olmasın mı? Bunun bir
cezası olmasın mı? Evet, Hakiym ismi bize bunları hatırlatıyor.
Habiyr ismine gelelim. O da
aracılığı ret. İnsan Allah ilişkisinde,
insan – Allah diyalogunda herhangi bir aracının araya sokulup ta uzak bir
Allah’mış gibi muamele edilmesini ret içindir bu isim. İşte vahyin ilk muhatabı
olan inkarcıların problemi buydu. Uzak bir Allah tasavvuruna sahip olanlar,
O’na bildirmek için bir takım varlıkları aracı olarak ilan ediyorlardı ki bu
Allah tasavvurunda ki yamulmadır.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
134. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder