A sayfasından devam
2-) Ya'lemu ma yelicü fiyl Ardı ve ma yahrucü
minha ve ma yenzilü mines Semai ve ma ya'rucü fiyha* ve HUver Rahıymul Ğafûr;
Arza (bedene - yeryüzüne) gireni
ve ondan çıkanı; semâdan inzâl olanı (bilinçten
açığa çıkanı) ve ondaki (boyutsal yükselişi) urûc
edeni bilir... "HÛ"; Rahıym'dir, Ğafûr'dur. (A.Hulusi)
02 -
Yere ne giriyor ve ondan ne çıkıyor, Gökten ne iniyor ve ona ne çıkıyor hepsini
bilir, hem o, öyle rahîm, öyle ğafûr. (Elmalı)
Ya'lemu ma yelicü fiyl Ardı ve ma yahrucü minha
ve ma yenzilü mines Semai ve ma ya'rucü fiyha toprağa giren ve
oradan çıkan her şey, yine gökten inen ve oraya yükselen her şeyi O bilir.
Maddi manevi uruç ve nüzul, Ref ve hubud, iniş ve çıkış, geliş ve gidiş,
organik ve inorganik her türlü oluşum ve çözülüş, oluş ve bozuluş. Toprağa
düşen bir çekirdek, çekirdeğin ağaca dönüşmesi, ağaçtan düşen bir meyve,
meyvenin toprak olması, yeniden tohuma durması yeniden büyümesi ve bu müthiş
dönüş, bu müthiş seremoni İşte bu.
Varlığın kendi içinde ki muhteşem
dönüşümü ve bütün bunların sadece maddeden değil aynı zamanda manevi bir boyuta
da sahip olması. İnen vahiy, çıkan ibadet. İnsandan yükselen dua, Allah’tan ona
inen icabet. çıkan can, inen ölüm. İşte bütün bu ilahi link, ve bu linkin
sürekli, deveran etmesi. Aslında varlık nedir deseniz, iniş ve çıkıştır.
Yükseliş ve iniştir. Dua ve vahiydir. İbadet ve nüzûldür. Çoğaltın gitsin
derim. Bu manada varlık diyalogdur. Diyalog, yani mutlak varlığın mukayyet
varlığa yönelmesi, Allah’ın mahlukata ve mahlukatın bu yönelişe cevap
vermesidir.
Gül açarak verir bu cevabı, insan kulluk ederek, su akarak, bulut
yağmura dönüşerek verir bu cevabı. Her şey kendi dilince verir ve bu cevaba
Kur’an tespih der. Varlığın konulduğu yerde görevini yapması. Yani ilahi
nüzule kendi dilince tesbih ve hamd etmesidir. İşte burada da bu dile
getiriliyor.
ve HUver Rahıymul Ğafûr ne ki merhametin kaynağı
olan da, bağışlaması sınırsız olan da yine O dur. Rahmet ve bağış nihai
belirleyicidir işte burada olduğu gibi. Hamdin karşılığı rahmet, tevbenin
karşılığı ise ğufran, yani bağıştır. Burada insanoğluna özelde hatırlatılan
yere giren ve yerden çıkan, göğe yükselen ve gökten ineni bilir, belki özel
olarak şudur; eylemleriniz göğe yükselen, bu eylemlere karşılık Allah’ın
yarattıkları da yere inendir. Yani ey insanoğlu gökten inen takdiri, göğe çıkan
eylemin belirliyor. Doğru eylemler ortaya koy, doğru mektuplar gönder ki, o
mektuplara sevineceğin cevaplar alasın. Rabbine doğru eylemlerle niyazda
bulunki onlara sevineceğin karşılıklar alasın. Belki çıkan ve ineni çok özel
bağlamda insan eylemi ile sınırlı olarak öyle anlarız ki Miraç hadislerinden
birinde de Resulallah Cibril’e şöyle soruyordu;
- Ya Cibril bu çıkan ne? Bu inen
ne?
- Ya Muhammed bu çıkan insanlığın
eylemleri, bu inen de o eylemlere anında yaratılan karşılıklar. Diyordu.
Onun için bu çıkan ve inenin
sonunda ve HUver
Rahıymul Ğafûr diye bitmesi Allah’ın çıkanların çirkinliğine rağmen
yine de insanoğlundan rahmet ve bağışını esirgemeyeceğinin bir ifadesi.
3-) Ve kalelleziyne keferu lâ te'tiynes sa'atü,
kul bela ve Rabbiy lete'tiyenneküm 'Alimil ğayb* lâ ya'zübü anhü miskalü
zerretin fiys Semavati ve lâ fiyl Ardı ve lâ asğaru min zâlike ve lâ ekberu
illâ fiy Kitabin mubiyn;
Hakikat
bilgisini inkâr edenler: "O saat (ölümle
hakikati fark etmek) bize gelmeyecek"
dediler... De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabbime yemin ederim ki elbette size
gelecektir! Semâlarda ve arzda zerre ağırlığınca bir şey dahi O'ndan gizli
kalmaz! (Hatta)
ondan daha küçük ve daha büyük (ne varsa o da) Kitab-ı Mubiyn'dedir (apaçık kitap olan fiiller âleminde)." (A.Hulusi)
03 -
Küfredenler ise «bize o saat gelmez» dediler, de ki hayır, rabbim hakkı için o
size behemehal gelecek, gaybı bilen rabbim ki ondan Göklerde ve Yerde zerre
miktarı bir şey kaçmaz, ne ondan daha küçüğü, ne de daha büyüğü, hepsi mutlak
bir «kitabı mübîn» dedir. (Elmalı)
Ve kalelleziyne keferu lâ te'tiynes sa'ah
küfürde direnenler kıyamet saati asla gelip de bizi bulamaz, bulmayacak
dediler.
Ya tabiata tanrılık atfı, ya da
insanı sıradan bir canlıya indirgeyerek tüm değer ve anlamından soyutlanması.
Budur aslında. Yani ölümden sonra bir hayatın olmadığını iddia etmek, insanın
değerine hiçbir şey kazandırmaz, aksine insanı sıradan bir canlı derecesine
indirir. Yani bir solucan, bir böcek, bir haşarat, bir sinek derecesine, insan
canlılarla canı paylaşır. Eşya ile fiziki varlığını paylaşır. Ama paylaşmadığı
ve kendine ait bir ruhu var Akıl işte onun bir ışığı, yansıması, bir iradesi
var. İradeli ve akıllı bir varlık olan insanı siz nasıl sineklerle aynı akıbete
indirgersiniz. Onun için ahireti inkar, insanın kendi değer ve şerefine yaptığı
en büyük hakarettir.
kul bela ve Rabbiy lete'tiyenneküm
de ki hayır rabbime and olsun ki o mutlaka gelip sizi bulacaktır. Mutlaka ölüm
gelip sizi bulacaktır, mutlaka bir gün dirilecek ve yaptıklarınızın hesabını
sorulacağı bir gün gelecektir. ‘Alimil ğayb O idraki aşan hakikatleri de
bilendir.
Bu böyle de okunur, ğalimil ğayb
yani rabbinin sıfatı olarak da okunur. Ki elimizde ki Mushaf bu okuyuşa göre
tercihte bulunmuş. Bu manayı alırsak, bu okuyuşu esas alırsak o zaman insan
idrakini aşan, her şeyi bilen Rabbim hakkına, rabbime and olsun ki o gün
mutlaka gelecektir manasına kavuşur.
lâ ya'zübü anhü miskalü zerretin fiys Semavati
ve lâ fiyl Ard göklerde ve yerde zerre kadar bir şey bile O’nun
bilgisinden, Allah’ın ilminden kaçıp kurtulamaz. Asla gayb olamaz. Yani gayb,
insan içindir, Allah için değil. İdrakinizi aşan gerçeklikler vardır, fakat bu
gerçeklikler Allah’a ayandır. Siz parçayı görüyorsunuz ama O bütünü görüyor.
Onun için O’nsuz yapamazsınız ve sizin doğru bildiğiniz öyle şeyler vardır ki
bütünü gören onun yanlış olduğunu bilir. Onun için parçanın nerede durması
gerektiği konusunda son görüş Allah’tan alacağınız görüştür. O nedenle rabbiniz
olmadan yapamazsınız, O’nun yardımı olmadan, yol göstermesi olmadan, hidayeti
olmadan doğruyu ve yanlığı ayıramazsınız.
ve lâ asğaru min zâlike ve lâ ekberu illâ fiy
Kitabin mubiyn ister bundan daha küçük olsun, ister daha büyük hepsi
apaçık bir fermanda bir bir kayıtlıdır.
Bu ayetin son cümlesi insanın
hesap vermekten kaçamayacağını ifade ediyor aslında. İlahi denetimin
mutlaklığına atıf yapıyor. İlahi bilginin mutlaklığına atıf yapıyor. Yani, ey
insanoğlu böyle bir rabbin denetiminden kaçınacağını mı sanıyorsun. Ahirete
inanmaman aslında senin içinde büyük bir kayıp bunu bilirsin. Yani insanın
kendi akıbetine toprak değeri biçmesi, öncelikle kendine yönelik bir tehdittir,
kendine yönelik bir aşağılamadır. Fakat bunu niçin yapar insanoğlu? Belli,
sorumluluktan kaçmak için, hesaptan kaçmak için. Neden hesaptan kaçar? Hesabını
verecek bir hayatı yaşamak istemez.
Evet bu aslında insanoğlunun adam
olmaktan kaçmasıyla eşdeğerdir. Kendinden kaçmasıyla eş değerdir. Kendine
yabancılaşma böyle bir sürecin sonunda gelir. Kendine yabancılaşan kendisiyle
nasıl barışık olabilir. Kendisiyle barışık ve tanışık olmayan, kiminle barışık
olabilir.
4-) Liyecziyelleziyne amenû ve amilussalihat*
ülaike lehüm mağfiretün ve rizkun keriym;
İman
edip imanının gereğini uygulayanları cezalandırması içindir (bu)! İşte onlar için
mağfiret ve kerîm yaşam gıdası vardır. (A.Hulusi)
04 -
çünkü iman edip iyi ameller işleyenlere mükâfat verecek, işte onlar için bir
mağrifet ve bir «rızkı kerîm» var. (Elmalı)
Liyecziyelleziyne amenû ve amilussalihat
bunu niçin böyle yaptı Allah; Ki böylece O iman eden ve salih amel işleyenleri
ödüllendirecektir. Yani Ahiretin varlığının sebebi burada açıklanıyor. Ahiretin
varlığı kısaca adalet içindir. Eğer ilahi adalet diye bir şey varsa, var
olacaksa, ahiret var olmak zorundadır. Ki suyu getirenle testiyi kıran bir
tutulmasın. Böyle bir dünya suyu getirenle testiyi kıranın bir tutulduğu bir
dünya, iyi ve kötünün, güzel ve çirkinin, doğru ve yanlışın, hak ve batılın
farkı kalır mıydı. Bunların farkının kalmadığı bir dünyada iyi olmanın
gerekçesi ne olabilirdi. O zaman ahlaki davranışın zemini olur muydu.
ülaike lehüm mağfiretün ve rizkun keriym
işte böylelerini tarifsiz bir rızık. Buradaki rizkun kelimesinde ki nekiralık, yani belirsizlik, onun tarifsiz,
hatta limitsiz bir rızık olduğunu gösterir. Yani sınırsız bir rızık ve tarifsiz
bir bağış. Yani akıl fikir ermez genişlikte bir bağış beklemektedir.
5-) Velleziyne se'av fiy âyâtiNA mu'aciziyne
ülaike lehüm azâbü min riczin eliym;
İşaretlerimizi
geçersiz kılmak için koşuşturanlara gelince, işte onlar için riczten (pislik, vehim) kaynaklanan
feci bir azap vardır! (A.Hulusi)
05 -
Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlar, onlar için de pislikten öyle
bir azâb var ki elîm. (Elmalı)
Velleziyne se'av fiy âyâtiNA mu'aciziyn
ama mesajlarımızı amacından mahrum bırakmak için çaba gösterenler, onlara
gelince, yani mu’aciziyn aciz bırakmak. Bu sanırım amaçla ilgili bir şey olsa
gerek. Allah’ın vahyini amacından aciz bırakmak, amacından uzaklaştırmak.
Vahyin amacı nedir? Hayatın yeniden inşasında insana kılavuzluk etmek. İnsanın
aklını, tasavvurunu şahsiyetini inşa etmek. Bu inşadan vahyi mahrum bırakmak,
onu amacından mahrum etmektir.
Onlara gelince ülaike lehüm azâbü
min riczin eliym işte böylelerini de bu çirkinlikten dolayı acıklı
bir azab beklemektedir. Acıklı bir azab.
Vahyi amacından mahrum bırakmak
isteyenleri, ki bırakanları diyemeyeceğiz çünkü buna güçleri yetmez. Ama buna
çaba gösterenler aslında insanı mutluluğundan mahrum edenlerdir. Bunun anlamı
bu. Allah insan diyalogunu kesmenin vebalini düşünebiliyor musunuz. Allah ile
insanın diyalogu kesilirse, bağlantısı koparsa bundan kimin ne çıkarı olur,
buna kim sevinir, niçin sevinir, niye sevinir hiç düşündünüz mü? Bir düşünün.
Burada azab kelime anlamına
yönelerek terk etmek, mahrum bırakmak anlamına yakın bir anlam taşıyor olsa
gerek ki zaten mahrum bırakılan, yani vahyi amacından mahrum bırakmaya çaba
gösteren vahiyden ve hidayetten mahrum bırakılır. Bu da bir azabdır, hem de
azabın en büyüğü dünyada ki azabın en büyüğü.
6-) Ve yeralleziyne utül ılmelleziy ünzile
ileyke min Rabbike "HU"vel Hakka, ve yehdiy ila sıratıl 'Aziyzil
Hamiyd;
Kendilerine
ilim verilenler, Rabbinden sana inzâl olunanın Hakk'ın ta kendisi olduğunu ve
Aziyz, Hamiyd'in, Hakikatine erdirme yoluna yönlendirdiğini görürler. (A.Hulusi)
06 -
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise sana rabbinden indirileni görüyorlar ki o
mahzâ hak, ve o izzetine nihayet olmayan sahip ham din yolunu gösteriyor.
(Elmalı)
Ve yeralleziyne utül ılmelleziy ünzile ileyke
min Rabbike "HU"vel Hakk ama bilginin amacını kavrama
yeteneği ile donatılmış olanlar. Yani ‘Utül ilm, sadece bilgi sahipleri diye
çevirmek yerine bilginin amacını kavrama yeteneği ki zaten ‘ılm bu manada veri
ve data anlamına gelmez, malumat anlamına gelmez. Veriyi datayı, malumatı
hikmete çeviren dönüştüren kişi bilgiye sahiptir. ‘ılm bu manada alametten
gelir, ‘ılm bilginin maksat ve illetini kavramış insan alimdir bu anlamda.
Evet bu yetenekle donatılmış
olanlar rabbinden sana indirilmiş olanın hakikatin ta kendisi olduğunu
görmektedirler. "HU"vel
Hakk gerçeğin ta kendisi olduğunu ancak bilginin maksadını kavrayanlar
görür. El Hakk amaçlılığa atıf, gerçek amaç, vahyin gerçek amacı,varlığın
gerçek amacı, yaratılışın gerçek amacı, her şeyin gerçek amacına bir atıf
burada.
ve yehdiy ila sıratıl 'Aziyzil Hamiyd
ve o yüceler yücesi, O tüm övgülere layık olanın yolun yönelteceğini de bilir
bilen biri. Vahyin böyle bir yöneltici misyonu olduğunu da bilir. Doğru yola
yöneltenin vahiy olduğunu, vahyin amacının bu olduğunu da çok iyi bilir.
Sırat-ı Müstakıym bu işte vahiy
yol haritası. İnsanın hayatı kullanım kılavuzu. Hayatınızı nasıl
kullanacaksınız, hayat size verilmiş bir imkan. Bu imkanı eğer kötü
kullanırsanız, bir daha kullanamayacaksınız. Bir tek imkan eğer kötü
kullanırsanız, size tanınmış bir imkanı heba edeceksiniz iflas edeceksiniz.
Kötü kullanmayalım diye bir tek açılmış bu krediyi doğru kullanalım diye
verilmiş bir kullanım kılavuzudur vahiy.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
134. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder