18 Şubat 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. FATIR (01-01) (136-A)




El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!

Değerli Kur’an dostları, bugün muhteşem Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha gireceğiz. Bu sitenin adı Fatır suresi. Kur’an ın mevcut Mushaf diziminde 35. sırada yer alan Fatır suresi adını birinci ayetinden alır.

Fatır; Yaratmak, yaratmaya başlamak, yarıp ortaya çıkarmak kök fiilinden türetilmiş olan bu kelime, Allah’ın muhteşem yaratışını ifade eder. Buhari ve Tirmizi’de surenin melaike adı ile geçtiğini görüyoruz. Yani ikinci bir ad olarak ta melaike suresi adıyla anılıyor. Bunun sebebi de yine 1. ayetinde meleklerin Kur’an ın başka hiçbir yerinde anılmayan vasıflarıyla, nitelikleriyle anılmış olması.

Sure Mekki bir sure. Tamamen Mekke’de nazil olmuş, Furkan ve Meryem sureleri arasında nazil olunmuş. Mekke döneminin orta periyoduna yerleştirebiliriz sureyi. Şöyle konusuna baktığımızda, üslubunu nazarı dikkate aldığımızda içeriği itibarıyla Mekke döneminin yaklaşık 5 ila 8. yılları arasına yerleştirebiliriz. Nüzul sıralamasında 43. sırada yer alır.

Sure konusu itibarıyla gerçekten adı gibi bir sure. Allah’ın muhteşem yaratışını ele alıyor. Fakat Kur’an ın başka hiçbir tarafında görmediğim çok özel imalar, ifşalar, ihsaslar içeriyor. Kainatta ki Allah’ın yaratışının tezahürünün bin bir rengi surede sürekli ele alınıyor.

Varlığın çeşitliliği, farklılığı ve özelde çift kutupluluğu, bütün söz dönüp dolaşıp tekrar tekrar varlığın bütün bu çeşitliliğine rağmen muhteşem uyumuna ima ediliyor, dikkat çekiliyor. Yani çeşitlilikle birlikte muhteşem bir uyum. Ve buradan yola çıkarak söz insana getiriliyor. Ve varlık bu kadar çeşitlilik içinde dahi bu muhteşem uyumu sergilerken insanın tek düze olması, tek bir cins olması, tek bir şey düşünmesi, hatta tek bir inanca sahip olmasını beklemeyin. İnsan da farklı farklı olacak. Çünkü bilgiler farklı, tecrübeler farklı, eğilimler farklı. Dolayısıyla tercihler farklı ve tabii ki inancı da farklı olacak.

İşte bu çerçevede Mekke’li ilk muhataplarına farklı olarak gördüğünüz yeni inanca ve sizden farklı olduğunu düşündüğünüz peygambere karşı neden yok etme operasyonuna girişiyorsunuz. Yani her farklılığa neden düşmansınız. Neden önce öteki ilan edip sonra vuruyorsunuz.

Aslında surenin dönüp dolaşıp sözü getirdiği yer burası ve en sonunda bu farklılığın ve len tecide lisünnetillahi tebdiyla. (Ahzab/62) ve len tecide lisünnetillahi tahviyla. (Fatır/43) ayetiyle Allah’ın sünnetinde bir değişme, bir başkalaşma bulamazsın. Evet evet Allah’ın sünnetinde, adetinde, uygulamasında yani ilahi gelenekte bir sapma bulamazsın diyerek varlıktaki farklılığın ilahi bir gelenek olduğu, Allah’ın sünneti olduğu bunu yok etmeye çalışmanın imkansız olduğu herkese Mü’min ya da kafir herkese vurgulanmış oluyor.

Sure yine belki bir çok surede rastlayamayacağımız kadar berceste ayetle dolu. Yani Kur’an ın bütününe yayılmış bir çok hakikat bu surede bir tek cümle ile ifadesini bulur. Bunlar çok, fakat mesela 15. ayet;

Ya eyyühen Nas siz ey insanlık, ey insanlar entümül fukarâu ilAllâh* vAllâhu "HU"vel Ğaniyyül Hamiyd. (15) Allah’a son derece muhtaçsınız. Fakat Allah kimseye muhtaç değildir.

Bu muhteşem bir adeta berceste ayet. Büyük bir hakikati süze süze bir tek cümleye indirilmiş. Siz hep muhtaçsınız, Allah hiç muhtaç değil. Bunun üzerine çok durmak çok düşünmek lazım. Neden kulluk, neden kulluğa mahkum ve mecburuz. Neden haddini bilmezliktir küfür. Neden zulüm kendini bilmezliktir. Neden her tür sapma aslında insanın kendi kendine yeterli olduğunu zannetmesi ile başlar. Evet, neden, neden!

Yine bir başka ayet, hemen bir sonraki ayet; İn yeşe' yüzhibküm ve ye'ti Bi halkın cediyd (16) eğer dilerse Allah sizi kökünüzden söker, siler, süpürür, temizler, yerinize yeni bir toplum, ya da Bi halkın, kelime iki manaya da gelir. Yepyeni bir canlı türü, varlık türü getirir.

Yine bir başka berceste ayet, 26. ayet. (hayır 28 olacak); innema yahşAllâhe min 'ıbadiHİl 'ulema' (28) Allah’tan kulları içinde sadece varlığın hakikatini hakkıyla bilenler tir tir titrerler.

Yine bir başka ayet, 43. ayet. ..felen tecide lisünnetillahi tebdiyla* ve len tecide lisünnetillahi tahviyla (43) ki biraz önce okudum ve manasını vermiştim.

İşte sure böylesine zengin, böylesine konsantre metinlerle dolu. Şimdi Fatır suresinin tefsirine geçebiliriz bu kısa özetten sonra.



Rahman, rahiym olan Allah adına.


1-) El Hamdu Lillâhi Fatıris Semavati vel Ardı Ca'ılil Melaiketi Rusülen üliy ecnihatin mesna ve sülâse ve ruba'* yeziydü fiyl halkı ma yeşa'* innAllâhe alâ külli şey'in Kadiyr;

Hamd; semâların ve arzın Fâtır'ı (yaratış amacına göre belli bir programla icat eden), melekleri (şuurlu işlev kuvveleri türler) ikişer, üçer, dörder yönlü (işlevli) Rasûller olarak açığa çıkaran Allâh'a aittir! Yaratılışta dilediğini ziyade eder... Muhakkak ki Allâh her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)

01 - Hamd Allaha, o Gökleri, Yeri yaratan ve Melâikeyi kılan fâtıra: Kanatlı Kanatlı elçiler, ikişer üçer dörder, halkta dilediği kadar ziyade eder, hakikat Allah her şey'e kadirdir. (Elmalı)


El Hamdu Lillâhi Fatıris Semavati vel Ardı Ca'ılil Melaiketi Rusülen üliy ecnihatin mesna ve sülâse ve ruba' Hamd tümüyle, sena, övgü, şükür tamamıyla gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı kılan Allah’a mahsustur.

Fatır, aslında ismi fail. Kûfe okuluna göre Kûfe dil mezhebine göre ismi fail süren fiil. O halde şöyle anlayabiliriz. Allah’ın gökleri ve yeri yaratışı sürüp gitmekte olan bir yaratmadır. Yani sürekli yaratmaya devam ediyor.

Bu; ..külle yevmin HUve fiy şe'n. (Rahman/29) O her an iş başındadır, her an yaratmadadır ayetiyle birlikte düşünüldüğünde anlamını bulmuş olur. Allah’ın eşyaya aktif ve sürekli müdahalesini ifade ediyor bu ayet. Yani eski Yunan sofistleri gibi Allah alemi yarattı ve emekli oldu (Haşa) düşüncesini reddediyor. Dünyamıza müdahil olduğu için Allah’a hamd edelim. Bunu istiyor bizden bu ayet. Yani ey insan, ey muhatap hele ki Allah senin hayatına ve dünyana müdahale ediyor. Bunun için otur ve hamdet; Ya rabbi dünyama müdahil olduğun için, sürekli nazar kıldığın için, sürekli el attığın için sana sonsuzca hamd olsun. Aslında verilen mesaj bu.

mesna ve sülâse ve ruba' Taberi’nin de beyan ettiği gibi 2 şer, 3 er, 4  er diye anlaşılan bu ibare 2 – 3 – 4 diye düz bir rakamla da ifade edilebilir diyor Taberi. Tabii ki aritmetik değil bu ibare. Yani meleklerin kanatlarının standart sayısını veriyor değil. Kaldı ki meleği tasavvur edemeyen bizlerin bir kanat tasavvur etmesi de söz konusu değil. Burada gayba ilişkin bir şey ifade ediliyor, onun içinde bu ifadelerin, bu kelimelerin de gaybi bir hakikati ifade ettiğini anlamamız gerekiyor.

Ama bunu nasıl anlarız, nasıl kendi dünyamıza, düşüncemize indiririz, nasıl nüzul eder, nasıl inzal olunur diyecek olursak, -ki bunda haksız sayılmayız- o zaman bunu Resulallah’ın nasıl okuduğuna bakmak lazım. Ki Buhari ve Müslüm’ün naklettiği bir hadiste efendimizin Cebraili 600 kanadıyla birlikte gördüğü ifade edilir.

Burada hiç şüphesiz Cebrail’in 600 kanatlı olarak nitelenmesi, vasf edilmesi de aritmetik değil. Taşıdığı vahiy yükünün ağırlığını gösteren bir mecaz. Yani çok ağır bir yük taşıyor. O kadar ağır ki, bu ağır yük, bu ağır söz, -ki ağır söz tabiri bana ait değil, Kur’an a ait;

 İnna senulkıy 'aleyke kavlen sekıyla. (Müzemmil/5)  senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. İşte bu ağır söz. İçeriği itibarıyla o kadar ağır ki eğer dağların üstüne inmiş olsa, dağların bu ağırlık altında toz duman olacağı;

Lev enzelnâ hâzelKur'âne 'alâ cebelin leraeytehu hâşi'an mutesaddi'an min haşyetillâh. (Haşr/21) işte bu ayet o. O gerçeği söylüyor. Eğer biz bu Kur’an ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık vahyin ağırlığı altında haşyetten tir tir titremekten, Ona karşı olan derin saygısından sen dağın toz duman olduğunu, hallaç pamuğu gibi atıldığını görürdün. Hakikat bu. Bu ağır söz nasıl iner diyorsanız eğer işte Resulallah’ın dilinde böyle ifadesini bulmuş. Zaten Aritmetik olmadığının delili de ayetin devamı. Tahdit yok çünkü. Devamında ne var onu okuyalım;

yeziydü fiyl halkı ma yeşa' o yaratıkların kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir. Gerçekten çok müthiş bir cümle bu. üzerinde çok durmamız gereken bir cümle. Allah’ın eşyaya müdahalesinin mahiyetini ele veren, aynı zamanda insanın duasını da izah eden bir cümle. O yaratıkların kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir. yeziydü fiyl halkı ma yeşa' Allah’ın aktif ve aktüel müdahalesini burada bir daha görüyoruz.

Kapasite artırımı, Bunun dua ile ilişkisini kuramadınız? Yani benim gücüm bu kadar, yok dua et gücün artsın. Sınırım bu kadar yok. Dua et artsın. Aklım buna eriyor. Hayır daha ötesine de erebilir, Allah’tan iste. Yani kapasitenizin sınırlarına dayandınsa rabbimizden iste yeni kapasite eklesin. Tıpkı bir bilgisayarın hard diski dolunca, hafızası dolunca Rem eklemek gibi Allah’ta sana Rem eklesin. İlave kapasite versin. Genişletsin, ufkunu, gözünü, gönlünü, özünü genişletsin.

Şükür nimeti artırır. Hamd şükrün zirvesidir. Mucizeler aslında eşyanın kapasitesine ilahi bir ilavedir. Mucize dediğimiz şeyler eşyanın kapasitesine Allah’ın müdahalesidir ve ilavesidir. Onun için hamd ile, şükür ile, dua ile, namazla, niyaz ile, sena ile emr olunduk. Surenin hamd ile başlaması da bu yüzden.

 ..lein şekertüm le eziydenneküm ve lein kefertüm inne azâbiy leşediyd (İbrahim/7) yok nankörlük ederseniz azabım şiddetli olur. Yani sizi mahrum bırakırım Aslında kapasite artırımının zihnimize üşüştürdüğü o kadar çok mana var ki sırf bu cümleyi tefsir için bu bir dersin tamamını verebiliriz. Ama biz sözüm her şeyi ifade edemeyeceğini hiç unutmadan özümüzle bu ayeti, bu ibareyi anlamaya hissetmeye yaşamaya çalışalım.

innAllâhe alâ külli şey'in Kadiyr çünkü Allah her şeye güç yetirendir. Her şeye kadiyrdir. Bunu nasıl yapar diye sormanın elbette lüzumu yoktur, isterse yapar.

[Ek bilgi; KAPASİTE ARTIRIMI VE ZİKİRİLİŞKİSİ.

 ZİKİR NİÇİN ÇOK ÖNEMLİ?

"İNSAN ve SIRLARI" isimli kitabımızda tafsilâtlı olarak bunları yazmamıza rağmen, önemi dolayısıyla burada da ZİKRİN zorunluluğu üzerinde durmak istiyorum.

Kesin olarak bilinmelidir ki; DİN tamamıyla, bilimsel gerçekler üzerine oturtulmuş, günün şartları içindeki sembolik anlatımdır.

İslâm Dini'nde, -sadece Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-î Şerîf- mevcut olan bütün hükümler, insanın gerek bugünü ve gerekse ölüm ötesi yaşamı için zorunlu olarak ihtiyaç duyacağı şeyleri temin gayesiyle gelmiştir. Ayrıca, insanın bu önerilere uyması, onun gelecekte kendisine zarar verici birçok şeyden korunmasına da vesile olacaktır. İnsanın yaşamı ise, bilindiği üzere BEYİN ile düzenlenir. İnsan'da ortaya çıkan her şey, BEYİN aracılığıyladır.

Ölüm ötesi yaşam bedeni olan RUH dahi beyin tarafından "yüklenir!"

Allâh'ın isimlerinin işaret ettiği mânâlar, insan beyninde açığa çıkar. İnsan şuuru, Allâh'ı, ancak beyin kapasitesi kada tanıyıp "yakîn" elde eder.

İşte böyle olunca, ZİKİR olayının önemini kavrayabilmek için, önce beynin çalışma sistemini kavramak, sonra da zikir hâlinde beyinde nasıl bir işlem oluştuğunu idrak etmek zorunda kalırız.

Milyarlarca hücreden oluşan beyin, esas itibarıyla biyoelektrik enerji üretip, bunu ışınsal enerjiye çeviren ve kendisinde oluşan mânâları, bir yandan RUH dediğimiz yapıya yükleyen ve diğer yandan da dışarıya yayan bir organik cihazdır.

Genelde, doğuştan alınan ilk tesirlerle yüzde beş, yüzde on kapasiteyle çalışan beyin, aldığı çeşitli etkilerin de aracılığıyla, sıradan bir yaşam türü geçirir, bildiğimiz herkes gibi...

Oysa beyindeki bu kapasitenin arttırılması mümkündür! (1)
(1) Zikrin önemi, bizim bu konuda yaptığımız açıklamalardan on sene sonra bilim dünyasında ilk defa olarak tespit edilmiştir. Aşağıda okuyacağınız metinler bu söylediklerimizin ispatıdır.
NOKTA 6 Mart 1994 tarih 11. Sayısında; "Batı, zikri geç keşfetti!" başlığı altında;

John Horgan'ın Bilim dergisinin (Scientific American) Ocak 1994 sayısında yayımlanan "Dağınık İşlevler" makalesinde savunduğu görüşlerin, ilk kez 1986 yılında Ahmed Hulûsi tarafından yazıldığını biliyor muydunuz?

Bilimsel konularda aşağılık kompleksimizi yenmek zaman alacak. İçimizden birinin yıllar önce savunduğu görüşleri dikkate almaktansa, o görüşlerin benzerlerinin dışarıda da kabul edilmeye başlanmasını bekleriz. Bazen de, aşağıda anlatacağımız, Ahmed Hulûsi örneğinde olduğu gibi şaşırtıcı tesadüfle karşılaşabiliriz.

Bilim Dergisi'nde yayımlanan "Dağınık İşlevler" adlı yazıda John Horgan, "Beyinde entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir yapı var mı?" sorusuna yanıt arıyor ve 1993 yılında yapılan deneylerden yola çıkarak çeşitli tezler öne sürüyor. Ahmed Hulûsi ise, 1986 yılında yayımladığı "Din ve Bilim Işığında İnsan ve Sırları", "Dua ve Zikir" adlı kitaplarında bu soruların yanıtını çok daha önceden veriyor.

Sözü edilen makalede, John Horgan şu deneye yer veriyor: Deneyde gönüllülere isimler içeren bir liste veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları ve her isimle ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor. Örneğin, "köpek" sözcüğü okununca "havlamak" gibi bir yüklem söylenmesi gerekiyor. Bu deneyde, beynin pek çok farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor. Fakat aynı isimleri içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması, nöron aktivitesinin değişik bölgelere kaymasına yol açıyor. Gönüllülere yeni bir isim listesi verildiğinde ise nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü görülüyor. (A. Hulusi – Dua ve zikir)]


Devam Ediyor B sayfasına geçiniz.
136. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder