El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy;
(Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!
Değerli Kur’an dostları, bugün
muhteşem Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha gireceğiz. Bu sitenin adı
Fatır suresi. Kur’an ın mevcut Mushaf diziminde 35. sırada yer alan Fatır
suresi adını birinci ayetinden alır.
Fatır; Yaratmak, yaratmaya başlamak,
yarıp ortaya çıkarmak kök fiilinden türetilmiş olan bu kelime, Allah’ın
muhteşem yaratışını ifade eder. Buhari ve Tirmizi’de surenin melaike adı ile
geçtiğini görüyoruz. Yani ikinci bir ad olarak ta melaike suresi adıyla
anılıyor. Bunun sebebi de yine 1. ayetinde meleklerin Kur’an ın başka hiçbir
yerinde anılmayan vasıflarıyla, nitelikleriyle anılmış olması.
Sure Mekki bir sure. Tamamen
Mekke’de nazil olmuş, Furkan ve Meryem sureleri arasında nazil olunmuş. Mekke
döneminin orta periyoduna yerleştirebiliriz sureyi. Şöyle konusuna
baktığımızda, üslubunu nazarı dikkate aldığımızda içeriği itibarıyla Mekke
döneminin yaklaşık 5 ila 8. yılları arasına yerleştirebiliriz. Nüzul
sıralamasında 43. sırada yer alır.
Sure konusu itibarıyla gerçekten
adı gibi bir sure. Allah’ın muhteşem yaratışını ele alıyor. Fakat Kur’an ın
başka hiçbir tarafında görmediğim çok özel imalar, ifşalar, ihsaslar içeriyor.
Kainatta ki Allah’ın yaratışının tezahürünün bin bir rengi surede sürekli ele
alınıyor.
Varlığın çeşitliliği, farklılığı
ve özelde çift kutupluluğu, bütün söz dönüp dolaşıp tekrar tekrar varlığın
bütün bu çeşitliliğine rağmen muhteşem uyumuna ima ediliyor, dikkat çekiliyor.
Yani çeşitlilikle birlikte muhteşem bir uyum. Ve buradan yola çıkarak söz
insana getiriliyor. Ve varlık bu kadar çeşitlilik içinde dahi bu muhteşem uyumu
sergilerken insanın tek düze olması, tek bir cins olması, tek bir şey
düşünmesi, hatta tek bir inanca sahip olmasını beklemeyin. İnsan da farklı
farklı olacak. Çünkü bilgiler farklı, tecrübeler farklı, eğilimler farklı.
Dolayısıyla tercihler farklı ve tabii ki inancı da farklı olacak.
İşte bu çerçevede Mekke’li ilk
muhataplarına farklı olarak gördüğünüz yeni inanca ve sizden farklı olduğunu
düşündüğünüz peygambere karşı neden yok etme operasyonuna girişiyorsunuz. Yani
her farklılığa neden düşmansınız. Neden önce öteki ilan edip sonra
vuruyorsunuz.
Aslında surenin dönüp dolaşıp
sözü getirdiği yer burası ve en sonunda bu farklılığın ve len tecide
lisünnetillahi tebdiyla. (Ahzab/62) ve len
tecide lisünnetillahi tahviyla. (Fatır/43) ayetiyle Allah’ın
sünnetinde bir değişme, bir başkalaşma bulamazsın. Evet evet Allah’ın
sünnetinde, adetinde, uygulamasında yani ilahi gelenekte bir sapma bulamazsın
diyerek varlıktaki farklılığın ilahi bir gelenek olduğu, Allah’ın sünneti
olduğu bunu yok etmeye çalışmanın imkansız olduğu herkese Mü’min ya da kafir
herkese vurgulanmış oluyor.
Sure yine belki bir çok surede
rastlayamayacağımız kadar berceste ayetle dolu. Yani Kur’an ın bütününe
yayılmış bir çok hakikat bu surede bir tek cümle ile ifadesini bulur. Bunlar
çok, fakat mesela 15. ayet;
Ya eyyühen Nas siz ey insanlık,
ey insanlar entümül
fukarâu ilAllâh* vAllâhu "HU"vel Ğaniyyül Hamiyd. (15)
Allah’a son derece muhtaçsınız. Fakat Allah kimseye muhtaç değildir.
Bu muhteşem bir adeta berceste
ayet. Büyük bir hakikati süze süze bir tek cümleye indirilmiş. Siz hep
muhtaçsınız, Allah hiç muhtaç değil. Bunun üzerine çok durmak çok düşünmek
lazım. Neden kulluk, neden kulluğa mahkum ve mecburuz. Neden haddini
bilmezliktir küfür. Neden zulüm kendini bilmezliktir. Neden her tür sapma
aslında insanın kendi kendine yeterli olduğunu zannetmesi ile başlar. Evet,
neden, neden!
Yine bir başka ayet, hemen bir
sonraki ayet; İn yeşe' yüzhibküm ve ye'ti Bi halkın cediyd
(16) eğer dilerse Allah sizi kökünüzden söker, siler, süpürür, temizler,
yerinize yeni bir toplum, ya da Bi halkın, kelime iki manaya da gelir. Yepyeni
bir canlı türü, varlık türü getirir.
Yine bir başka berceste ayet, 26.
ayet. (hayır 28 olacak); innema yahşAllâhe min
'ıbadiHİl 'ulema' (28) Allah’tan kulları içinde sadece varlığın
hakikatini hakkıyla bilenler tir tir titrerler.
Yine bir başka ayet, 43. ayet. ..felen tecide lisünnetillahi tebdiyla* ve len tecide
lisünnetillahi tahviyla (43) ki biraz önce okudum ve manasını
vermiştim.
İşte sure böylesine zengin,
böylesine konsantre metinlerle dolu. Şimdi Fatır suresinin tefsirine
geçebiliriz bu kısa özetten sonra.
Rahman, rahiym olan Allah adına.
1-) El Hamdu Lillâhi Fatıris Semavati vel Ardı
Ca'ılil Melaiketi Rusülen üliy ecnihatin mesna ve sülâse ve ruba'* yeziydü fiyl
halkı ma yeşa'* innAllâhe alâ külli şey'in Kadiyr;
Hamd;
semâların ve arzın Fâtır'ı (yaratış amacına
göre belli bir programla icat eden), melekleri
(şuurlu işlev kuvveleri türler) ikişer, üçer, dörder yönlü (işlevli) Rasûller olarak
açığa çıkaran Allâh'a aittir! Yaratılışta dilediğini ziyade eder... Muhakkak ki
Allâh her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)
01 - Hamd
Allaha, o Gökleri, Yeri yaratan ve Melâikeyi kılan fâtıra: Kanatlı Kanatlı
elçiler, ikişer üçer dörder, halkta dilediği kadar ziyade eder, hakikat Allah
her şey'e kadirdir. (Elmalı)
El Hamdu Lillâhi Fatıris Semavati vel Ardı
Ca'ılil Melaiketi Rusülen üliy ecnihatin mesna ve sülâse ve ruba'
Hamd tümüyle, sena, övgü, şükür tamamıyla gökleri ve yeri yaratan, melekleri
ikişer, üçer ve dörder kanatlı kılan Allah’a mahsustur.
Fatır, aslında ismi fail. Kûfe
okuluna göre Kûfe dil mezhebine göre ismi fail süren fiil. O halde şöyle
anlayabiliriz. Allah’ın gökleri ve yeri yaratışı sürüp gitmekte olan bir
yaratmadır. Yani sürekli yaratmaya devam ediyor.
Bu; ..külle
yevmin HUve fiy şe'n. (Rahman/29) O her an iş başındadır, her an yaratmadadır
ayetiyle birlikte düşünüldüğünde anlamını bulmuş olur. Allah’ın eşyaya aktif ve
sürekli müdahalesini ifade ediyor bu ayet. Yani eski Yunan sofistleri gibi
Allah alemi yarattı ve emekli oldu (Haşa) düşüncesini reddediyor. Dünyamıza
müdahil olduğu için Allah’a hamd edelim. Bunu istiyor bizden bu ayet. Yani ey
insan, ey muhatap hele ki Allah senin hayatına ve dünyana müdahale ediyor.
Bunun için otur ve hamdet; Ya rabbi dünyama müdahil olduğun için, sürekli nazar
kıldığın için, sürekli el attığın için sana sonsuzca hamd olsun. Aslında
verilen mesaj bu.
mesna ve sülâse ve ruba' Taberi’nin
de beyan ettiği gibi 2 şer, 3 er, 4 er
diye anlaşılan bu ibare 2 – 3 – 4 diye düz bir rakamla da ifade edilebilir
diyor Taberi. Tabii ki aritmetik değil bu ibare. Yani meleklerin kanatlarının
standart sayısını veriyor değil. Kaldı ki meleği tasavvur edemeyen bizlerin bir
kanat tasavvur etmesi de söz konusu değil. Burada gayba ilişkin bir şey ifade
ediliyor, onun içinde bu ifadelerin, bu kelimelerin de gaybi bir hakikati ifade
ettiğini anlamamız gerekiyor.
Ama bunu nasıl anlarız, nasıl
kendi dünyamıza, düşüncemize indiririz, nasıl nüzul eder, nasıl inzal olunur
diyecek olursak, -ki bunda haksız sayılmayız- o zaman bunu Resulallah’ın nasıl
okuduğuna bakmak lazım. Ki Buhari ve Müslüm’ün naklettiği bir hadiste
efendimizin Cebraili 600 kanadıyla birlikte gördüğü ifade edilir.
Burada hiç şüphesiz Cebrail’in
600 kanatlı olarak nitelenmesi, vasf edilmesi de aritmetik değil. Taşıdığı
vahiy yükünün ağırlığını gösteren bir mecaz. Yani çok ağır bir yük taşıyor. O
kadar ağır ki, bu ağır yük, bu ağır söz, -ki ağır söz tabiri bana ait değil,
Kur’an a ait;
İnna senulkıy 'aleyke kavlen sekıyla. (Müzemmil/5)
senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. İşte bu ağır söz. İçeriği
itibarıyla o kadar ağır ki eğer dağların üstüne inmiş olsa, dağların bu ağırlık
altında toz duman olacağı;
Lev enzelnâ hâzelKur'âne 'alâ cebelin
leraeytehu hâşi'an mutesaddi'an min haşyetillâh. (Haşr/21) işte bu
ayet o. O gerçeği söylüyor. Eğer biz bu Kur’an ı bir dağın üzerine indirmiş
olsaydık vahyin ağırlığı altında haşyetten tir tir titremekten, Ona karşı olan
derin saygısından sen dağın toz duman olduğunu, hallaç pamuğu gibi atıldığını
görürdün. Hakikat bu. Bu ağır söz nasıl iner diyorsanız eğer işte Resulallah’ın
dilinde böyle ifadesini bulmuş. Zaten Aritmetik olmadığının delili de ayetin
devamı. Tahdit yok çünkü. Devamında ne var onu okuyalım;
yeziydü fiyl halkı ma yeşa' o
yaratıkların kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir. Gerçekten çok müthiş
bir cümle bu. üzerinde çok durmamız gereken bir cümle. Allah’ın eşyaya
müdahalesinin mahiyetini ele veren, aynı zamanda insanın duasını da izah eden
bir cümle. O yaratıkların kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir. yeziydü fiyl halkı
ma yeşa' Allah’ın aktif ve aktüel müdahalesini burada bir daha
görüyoruz.
Kapasite artırımı, Bunun dua ile
ilişkisini kuramadınız? Yani benim gücüm bu kadar, yok dua et gücün artsın.
Sınırım bu kadar yok. Dua et artsın. Aklım buna eriyor. Hayır daha ötesine de
erebilir, Allah’tan iste. Yani kapasitenizin sınırlarına dayandınsa rabbimizden
iste yeni kapasite eklesin. Tıpkı bir bilgisayarın hard diski dolunca, hafızası
dolunca Rem eklemek gibi Allah’ta sana Rem eklesin. İlave kapasite versin.
Genişletsin, ufkunu, gözünü, gönlünü, özünü genişletsin.
Şükür nimeti artırır. Hamd şükrün
zirvesidir. Mucizeler aslında eşyanın kapasitesine ilahi bir ilavedir. Mucize
dediğimiz şeyler eşyanın kapasitesine Allah’ın müdahalesidir ve ilavesidir.
Onun için hamd ile, şükür ile, dua ile, namazla, niyaz ile, sena ile emr
olunduk. Surenin hamd ile başlaması da bu yüzden.
..lein şekertüm le eziydenneküm ve
lein kefertüm inne azâbiy leşediyd (İbrahim/7)
yok nankörlük ederseniz azabım şiddetli olur. Yani sizi mahrum bırakırım
Aslında kapasite artırımının zihnimize üşüştürdüğü o kadar çok mana var ki sırf
bu cümleyi tefsir için bu bir dersin tamamını verebiliriz. Ama biz sözüm her
şeyi ifade edemeyeceğini hiç unutmadan özümüzle bu ayeti, bu ibareyi anlamaya
hissetmeye yaşamaya çalışalım.
innAllâhe alâ külli şey'in Kadiyr
çünkü Allah her şeye güç yetirendir. Her şeye kadiyrdir. Bunu nasıl yapar diye
sormanın elbette lüzumu yoktur, isterse yapar.
[Ek bilgi; KAPASİTE ARTIRIMI VE ZİKİRİLİŞKİSİ.
ZİKİR NİÇİN ÇOK ÖNEMLİ?
"İNSAN ve SIRLARI"
isimli kitabımızda tafsilâtlı olarak bunları yazmamıza rağmen, önemi dolayısıyla
burada da ZİKRİN zorunluluğu üzerinde durmak istiyorum.
Kesin olarak bilinmelidir ki;
DİN tamamıyla, bilimsel gerçekler üzerine oturtulmuş, günün şartları içindeki
sembolik anlatımdır.
İslâm Dini'nde, -sadece Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-î Şerîf- mevcut olan bütün hükümler, insanın gerek bugünü ve gerekse ölüm ötesi yaşamı için zorunlu olarak ihtiyaç duyacağı şeyleri temin gayesiyle gelmiştir. Ayrıca, insanın bu önerilere uyması, onun gelecekte kendisine zarar verici birçok şeyden korunmasına da vesile olacaktır. İnsanın yaşamı ise, bilindiği üzere BEYİN ile düzenlenir. İnsan'da ortaya çıkan her şey, BEYİN aracılığıyladır.
Ölüm ötesi yaşam bedeni olan
RUH dahi beyin tarafından "yüklenir!"
Allâh'ın isimlerinin işaret
ettiği mânâlar, insan beyninde açığa çıkar. İnsan şuuru, Allâh'ı, ancak beyin
kapasitesi kada tanıyıp "yakîn" elde eder.
İşte böyle olunca, ZİKİR
olayının önemini kavrayabilmek için, önce beynin çalışma sistemini kavramak,
sonra da zikir hâlinde beyinde nasıl bir işlem oluştuğunu idrak etmek zorunda
kalırız.
Milyarlarca hücreden oluşan
beyin, esas itibarıyla biyoelektrik enerji üretip, bunu ışınsal enerjiye
çeviren ve kendisinde oluşan mânâları, bir yandan RUH dediğimiz yapıya yükleyen
ve diğer yandan da dışarıya yayan bir organik cihazdır.
Genelde, doğuştan alınan ilk
tesirlerle yüzde beş, yüzde on kapasiteyle çalışan beyin, aldığı çeşitli
etkilerin de aracılığıyla, sıradan bir yaşam türü geçirir, bildiğimiz herkes
gibi...
Oysa beyindeki bu kapasitenin
arttırılması mümkündür! (1)
(1) Zikrin önemi, bizim bu konuda yaptığımız
açıklamalardan on sene sonra bilim dünyasında ilk defa olarak tespit
edilmiştir. Aşağıda okuyacağınız metinler bu söylediklerimizin ispatıdır.
NOKTA 6 Mart 1994 tarih 11. Sayısında; "Batı, zikri
geç keşfetti!" başlığı altında;
John Horgan'ın Bilim
dergisinin (Scientific American) Ocak 1994 sayısında yayımlanan "Dağınık
İşlevler" makalesinde savunduğu görüşlerin, ilk kez 1986 yılında Ahmed
Hulûsi tarafından yazıldığını biliyor muydunuz?
Bilimsel konularda aşağılık
kompleksimizi yenmek zaman alacak. İçimizden birinin yıllar önce savunduğu
görüşleri dikkate almaktansa, o görüşlerin benzerlerinin dışarıda da kabul
edilmeye başlanmasını bekleriz. Bazen de, aşağıda anlatacağımız, Ahmed Hulûsi
örneğinde olduğu gibi şaşırtıcı tesadüfle karşılaşabiliriz.
Bilim Dergisi'nde yayımlanan
"Dağınık İşlevler" adlı yazıda John Horgan, "Beyinde
entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir yapı var mı?" sorusuna yanıt arıyor
ve 1993 yılında yapılan deneylerden yola çıkarak çeşitli tezler öne sürüyor.
Ahmed Hulûsi ise, 1986 yılında yayımladığı "Din ve Bilim Işığında İnsan ve
Sırları", "Dua ve Zikir" adlı kitaplarında bu soruların yanıtını
çok daha önceden veriyor.
Sözü edilen makalede, John
Horgan şu deneye yer veriyor: Deneyde gönüllülere isimler içeren bir liste
veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları ve her isimle
ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor. Örneğin, "köpek" sözcüğü
okununca "havlamak" gibi bir yüklem söylenmesi gerekiyor. Bu deneyde,
beynin pek çok farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor. Fakat
aynı isimleri içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması, nöron aktivitesinin
değişik bölgelere kaymasına yol açıyor. Gönüllülere yeni bir isim listesi
verildiğinde ise nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü
görülüyor. (A. Hulusi – Dua ve zikir)]
Devam Ediyor B sayfasına geçiniz.
136. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder