B sayfasından devam
7-) Ve kalelleziyne keferu hel nedüllüküm alâ
racülin yünebbiüküm izâ muzzıktum külle mümezzekın, inneküm lefiy halkın
cediyd;
Hakikat
bilgisini inkâr edenler dedi ki: "Unufak toz olduktan sonra, kesinlikle siz
yeni bir yaratılışta olursunuz, diyerek Nebilik iddia eden bir adamı size
gösterelim mi?" (A.Hulusi)
07 -
Böyle iken o küfredenler şöyle dediler: size bir adam gösterelim mi ki tamamen
didik didik didiklendiğiniz vakit muhakkak siz, yeni bir hilkat içinde
bulunacaksınız diye size Peygamberlik ediyor? (Elmalı)
Ve kalelleziyne keferu hel nedüllüküm alâ
racülin yünebbiüküm izâ muzzıktum külle mümezzekın, inneküm lefiy halkın cediyd
öte yanda inkara saplanmış olanlar yandaşlarına, dostlarına, arkadaşlarına
derler ki; siz param parça olup dağıldıktan, toz toprağa bulandıktan,
kemikleriniz ufalandıktan sonra size yeniden yaratılacağınızı haber veren bir
adam gösterelim mi. Sanki çok garip bir şeymiş gibi polemik yapmaya kalkarlar.
Yani çok önemli bir şeyi haber verecekmiş havası içerisinde aslında gülünç
olurlar. Kendi değerlerini yok eden, kendi değerlerini beş paralık eden,
öldükten sonra dirilmeme düşüncesinin prim yapacağı gibi bir saflık, bir
zavallılık içerisindedirler.
8-) Eftera alellahi keziben em Bihi cinnetün,
belilleziyne lâ yu'minune Bil ahireti fiyl azâbi ved dalâlil be'ıyd;
"(Acaba o adam) Allâh'a atfen
bir yalan mı uydurdu yoksa onda bir cinnet mi söz konusu?" (dediler)... Tam tersine,
sonsuz gelecek yaşamlarına iman etmeyenler, azap ve (hakikatten) uzak düşmüş bir
sapma içindedirler. (A.Hulusi)
08 -
Bir yalanı Allaha iftira etmekte mi? Yoksa kendisinde bir cinnet mi var? Hayır
doğrusu o Âhirete inanmayanlar uzak bir dalâletle azâb içindeler. (Elmalı)
Eftera alellahi keziben em Bihi cinne ve
devam ederler o tipler o uydurduğu yalanı Allah’a isnat mı etti, yoksa cinnet
mi geçirdi. belilleziyne
lâ yu'minune Bil ahireti fiyl azâbi ved dalâlil be'ıyd hayır, asıl
ahirete inanmayanlar can yakıcı bir terk edilmişliğe. Azabı kelime anlamı
olarak terk edilmişlik olarak çevirmem burada daha uygun olsa gerek, çünkü
dalâl dünyada anlamlıdır ahirette sapmadan söz edilemez. Sapmak dünyada, daha
hayatta iken anlamlı bir şey. Onun için buradaki ‘azab da mutlaka dünyada,
Elmalılı üstadımızın da isabetle ifade buyurduğu gibi vicdan azabının en
maksimum olanına tekabül etse gerektir ki zaten bu ‘azab aynı zamanda vahye
sırt dönmüş bir ferdin, ya da toplumun akıbetini bekleyen ahlaki çözülme,
çürüme ve yıkılmadır ki bu sureye adını veren Sebe uygarlığı da zaten bu ibret
olarak nakledildi.
Onlar işte can yakıcı bir terk
edilmişliğe ve en uç noktada bir sapıklığa ved dalâlil be'ıyd en uç noktada bir sapıklığa
mahkum olacaklar.
9-) Efelem yerav ila ma beyne eydiyhim ve ma
halfehüm mines Semai vel Ard* in neşe' nahsif Bihimül Arda ev nüskıt aleyhim
kisefen mines Sema'* inne fiy zâlike leayeten likülli abdin müniyb;
Önlerinde
ve arkalarında (gelecekte ve geçmişte), semâdan ve arzdan (bilinç
ve bedenen) neler olduğunu görmediler mi? Eğer
dilesek onları arza batırırız (bedensellikte
boğarız Esmâ'mızdan açığa çıkan bir şekilde)
yahut üzerlerine semâdan parçalar düşürürüz (düşüncelerini
alt - üst ederiz)! Muhakkak ki bunda (hakikatine) yönelen her kul
için elbette bir işaret vardır. (A.Hulusi)
09 -
Ya Gökten ve Yerden önlerindekine ve arkalarındakine bir bakmazlar mı? Dilersek
kendilerini Yere geçiriveririz, yahut Gökten üzerlerine parçalar düşürüveririz
hakikaten onda inâbe edecek (hakka gönül verecek) bir kul için şüphesiz bir
âyet vardır. (Elmalı)
Efelem yerav ila ma beyne eydiyhim ve ma
halfehüm mines Semai vel Ard onlar yerden ve gökten ne kadarını
önlerine serdiğimize, ne kadarını da kendilerinden gizlediğimize de bakmazlar
mı.
Pozitivist ve rasyonalist
yaklaşımları ret. Aslında bu ibareyi şöyle de belki çevirebiliriz. Efelem yerav,
onlar görmezler mi ila ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm mines Semai vel Ard
gökten ve yerden önlerine ve arkalarına koyduğumuz, yani 5 duyu ile
kavradıkları ve kavrayamadıkları şeyleri görmezler mi,bakmazlar mı, gözleri kör
mü manasını da verebiliriz. Bu mana verirsek şu anlam kendiliğinden ortaya
çıkar;
Gördüklerinizden ibaret değil bu
içinde yaşadığınız tabiat bile. Bir de görmediğiniz var. Oraya yönelin,
gördüklerinizden yola çıkarak görmediklerinizi de algılamaya çalışın. Akıl yoluyla,
aklı selim yoluyla onları da keşfetmeye çalışın ve belki bu keşifte size
kılavuzluk edecek bir numaralı unsur iman olacaktır. Çünkü görmediğiniz
şeylerin varlığını önce iman eder bilirseniz, bu iman sizi onların bilgisine
teşvik eden bir enerji olacaktır. Dolayısıyla öncelikle her şeyin gördüğünüzden
müteşekkil olduğu düşüncesine itibar etmemeniz gerekiyor. Ki pozitivist ve
rasyonalist yaklaşımları rettir bu ayetin söylediği.
Bilinen bilinmeyene göre devede
kulak. Hz. Ali’nin ifadesi ile; Bilmediklerimi ayağımın altına koysaydım başım
göğe değerdi. Diyor ya. İnsanın maddi dünya ile bilgileri dahi çok sınırlı.
Yani burada yer ve gökten söz ediliyor. Yerle ilgili bilgilerimizde dahi
görmediğimiz çok büyük bir miktar var. Böyleyse eğer fizik dünya ile bilgilerimiz
dahi sınırlıysa, ya metafizik dünya ile ilgili bilgilerimiz, ve ya ahiretle
ilgili bilgilerimiz. Belki bizi buraya bu noktaya getirmek istiyordu ayet. Yani
daha içinde yaşadığınız şu dünyanın dahi bir çok şeyini görmüyor bilmiyorsunuz,
ahiretin mi keyfiyetini iyice anlayıp bilmeye kalkıyorsunuz. O zaman iman
etmekten başka çıkar yolunuz yok. Onun için aklınızın kapasitesi sınırlı.
Aklınızı aşan gaybi alanda, metafizik alanda mutlaka imanınızla yol alırsınız.
Bu anlamda ahirete iman şart. İşte bunu
ima ediyor.
[Ek bilgi; Bilim dünyası 5’ten
çok daha fazla duyumuz olduğu konusunda ısrarlı. Şimdilik 21 duyu üzerinde
karar kılındı. Bu konuda hemen herkes hemfikir. Ancak çeşitli görüşlere göre bu
sayı 33’e kadar uzanıyor. New Scientist Dergisi, duyular konusunu geniş bir
dosya olarak ele aldı ve bilim dünyasında üzerinde tam veya yarım fikirbirliği
içinde olunan yeni duyularımızın hem listesini yayımladı hem de fonksiyonları
hakkında geniş bilgi verdi…..
in neşe' nahsif Bihimül Arda ev nüskıt aleyhim
kisefen mines Sema' eğer biz dileseydik onları yerin dibine geçirir,
ya da göğü başlarında paralardık. Bu dehşet bir ilahi uyarı tehdit. Eğer Allah
korumazsa insanoğlu şu yeryüzünde öyle sürpriz tehlikelere açık ki, bir meteor,
bir gök cismi, eksendeki küçük bir kayma, yeryüzünün dönüş eksenindeki, ay
dünya, dünya güneş, dünya mars gibi yakın uydu ve gezegenler ve yıldızlar
arasında ki mesafelerde ki küçük bir oynama, yeryüzünde ki şu hayatı silip
süpürmeye yeter ve artar. Hayatın kısmen ya da tamamen bitirecek, yer yüzünün varlığını
yol edecek o kadar çok tehlikeye açığız ki. Bunu garanti edecek bir tek varlık
var. O da Allah.
Yer yüzünün bir bölgesinde
kurulmuş küçük bir iktidar süper güçlük davasında bulunsa bile neye yarar.
Böylesine kozmik tehdit ve tehlikelere açık, Allah’ın muhafazası olmasa, her an
üzerinde ki hayat yok olmakla karşı karşıya bir gezegende insanoğlu Allah’a baş
kaldırıyorsa, kıytırık bir iktidarla. Bu nasıl bir şeydir. Bu nasıl bir
küstahlıktır. Aslında bizi düşünmeye davet ettiği şey bu ayetin. Hangi garanti,
hangi iktidar garantilidir ki bu manada. Ve tabii önüne getirilip
bırakıldığımız noktadan itibaren örneklerini ve modellerini de verecek.
inne fiy zâlike leayeten likülli abdin müniyb
şüphe yok ki bütün bunlarda Ona yönelen her bir kul için mutlaka alınacak bir
ders vardır.
Kendinse yönelen kullara verdiği
lütfa Davud’un kurduğu adalet ve görkemli devleti örnek veriyor rabbimiz İşte
şimdi ona geldi sıra.
10-) Ve lekad ateyna Davude minna fadlâ* ya
cibalü evvibiy meahu vettayr* ve elenna lehül hadiyd;
Andolsun
ki Davud'a bizden bir lütufta bulunduk. "Ey dağlar (benlik sahipleri), Onunla
beraber beni tespih edin ve de kuşlar (ilimle
seyredenler)!" Onun için, keskin (demir leblebi olan gerçeği)
olanı (hakikate imanı) yumuşattık. (A.Hulusi)
10 - Şanım
hakkı için Davud’a bizden bir fadıl verdik: ey dağlar çınlayın onunla beraber
ve ey kuşlar! dedik ve ona demiri yumuşattık. (Elmalı)
Ve lekad ateyna Davude minna faldân
doğrusu biz Davud’u da katımızdan işte bu nedenle ödüllendirmiştik. Unutmayalım
bir önceki ayet abdin
müniyb kendisine yönelen kullardan söz ederek bitmişti. Burada ki imada
aslında Hz. Davud’un tevbesine, Allah’a yönelişine dolaylı bir imadır ki
Sâd/24. ayetinde Hz. Davud’un Allah’a
yönelişi ve tevbesi dile getirilir.
ya cibalü evvibiy meahu vettayr ey
dağlar onun sesine ses katın ve siz ey kuşlar siz de öyle yapın. İlginç değil
mi? dağlar ve kuşlara bir hitap, ilahi bir hitap. Mezmurlarda ey dünya titre
diyordu.
Evet, tabiatla deruni bir
diyaloga girmek aslında söylenen bu. Hz. Davud’un sesine ses katan dağlar, Hz.
Davud’un sesine yankı veren dağlar ve kuşlar, ovalar, yerler ve gökler. Aslında
insanla tabiat arasındaki diyalogu simgeliyor. Ey insanoğlu öyle bir ses ver ki
dağlar sesine ses katsın, yankı yapsın, şahit olsun. Zaten dağlar ve taşlar,
yerler ve gökler Allah’ı kendi dillerince tesbih ediyor. Ey insanoğlu bu ilahi
koroya sen de katıl, sen de bu ilahiyi söyle, bu ilahi şarkıya eşlik et ki
dağların sesine ses katasın, sen de çatlak ses çıkarmayasın.
Aslında burada aklımıza geliyor
mu Resulallah’ın sanki bir dostu ziyaret eder gibi Uhud dağını ziyaret etmesi
ve kendisine bunu şaşkınlıkla karşılayanlara şöyle demesi;
- Uhudun cebelun yuhibbuhu ve
yuhibbuha.! Uhud bir dağdır, biz onu severiz o da bizi sever.
Yani dağdır amma aramızda bir
sevgi vardır, bir muhabbet vardır. Bu dağa canlı gibi muamele etmektir. Bu
dağla diyaloga girmektir. Allah insanla diyaloga girmeye tenezzül ediyor da ey
insan sen dağla diyaloga geçmeye neden tenezzül etmiyorsun. O zaman okuyacaksın
onu bir ayet olarak. Ayat-ı kainat olarak okuyacaksın, kainat kitabının bir
ayeti olarak.
Resulallah bir gün, Ebu Davud
naklediyor; Yağan yağmura eteğini tutmuş bile bile ıslanmasına göz yumuyordu.
Sahabe etrafındaki dostları anlayamadılar, ne yapıyorsun ya Resulallah dediler.
Cevabı gerçekten bugün çevreciyim diyenlerin aklını dumura uğratacak cinsten,
şaşırtacak cinsten.
- Onun Allah ile olan sözleşmesi
benden daha yeni ondan istifade ediyorum.
Yağmura böyle bakmak, hiç böyle
baktınız mı?
Bir dağa çıktığında Resulallah
şahadet namazı kılar, yani onun tanık olması için namaz kılardı. Siz de tabiata
böyle, bu gözle bakmayı denediniz mi? İşte bu. Aslında Davud’un sesine ses
katan dağlardan söz eden ayet, kuşlardan söz eden ayet bu varlığın toptan bir
ilahiyi söylediğini dile getiriyor, başka bir şey değil.
ve elenna lehül hadiyd dahası biz ondaki bütün
katılığı ve sertliği yumuşattık.
Lafzen demiri yumuşattık. Çünkü
hadiyd lafzen demir manasına gelir ama, Kâf/22. ayetinde demir manasına gelmez.
Hadiyd kullanılır, fakat mecazi anlamı verilir. Orada demir, keskin bakış
manasına kullanılır. Onun için Arapçada demir sert mizaç, keskin ve katı tavır
anlamına gelir. Burada Kur’an da kullanıldığı her iki anlamıyla da anlamak
mümkün. Ama bir peygamber için fiziki bir anlama yormaktan daha çok ahlaki bir
alanda anlamak daha doğru olsa gerektir. Onun için biz ondaki sertliği
yumuşattık manası müreccah (Tercih edilen) bir mana olsa gerek.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
134.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder