Sevgili Kur’an dostları bugün
Kur’an derslerimiz için müstesna bir gün. Bu ders Kur’an derslerimiz arasında
müstesna bir ders. Çünkü bugün, bu uzun maratonda 100. dersimize gelmiş
bulunuyoruz. Rabbimize hamd ediyoruz, şükrediyoruz. Bizi Kur’an la yaşatsın,
bizi Kur’an la huzuruna alsın. Kur’an a mutabık bir hayatı bize zimmetlesin ve
emanete ihanet etmeyenlerden kılsın. Yarın diriliş gününde peygamberin
kendisini Allah’a şikayet ettiği;
“Ya rabbi, bunlar senin kelamını metruk bıraktı, mahzun bıraktı, öksüz
bıraktı.” Dediklerinden kılmasın inşallah.
En büyük niyazım, en büyük arzum
şuydu; Kur’an ın 1400 yıllık rivayet zincirinde mütevazi bir halka olmak. Bu
zincirin mütevazi bir halkası olmak için Kur’an ı anlama ve anlatma gibi çok
zor, çok sorumluluk isteyen ağır bir yükün altına girdik.
100. ders demek 50 ay demek. Yani
4 yılı aşkın bir zaman. Günde bazen 16 saate kadar varan, ama ortalama 12 saati
bulan yorucu bir çalışma emek, zahmet. 100 kadar tefsir, ulum-ül Kur’an ve dil
kaynağının arasında gömülüp sizlere; Allah insanla konuşurken ne diyor, ne
demek istiyor. Allah u teala insandan ne istiyor sorusunu sormak ve doğru
cevabını aramak için işte böylesine yorucu bir çabanın altına girmek.
Bu dersler bu fakir için bu
anlama geliyor. Umarım bu çabalarımız Allah tarafından verimli kılınır, umarım
biz sırtında kitap taşıyan merkeplerden olmayız. Bizi dinleyenler, bizi
izleyenler ve Kur’an ın ne demek istediğini öğrenmek isteyenler, yaşamak
isteyenler, hayatına koymak isteyenler de umarım aradıklarını bu yorucu çabada
bulurlar.
Değerli Kur’an dostları, 100.
dersimizi idrak ettiğimiz gerçekten yorucu bir maratonun ortasını geçtiğimiz ve
daha 3 yılı aşkın bir zaman sürecek olan bu koşuda birlikte olmanın sanırım
sevincini siz de yaşadınız, yaşıyorsunuz. Bu birlikteliğimiz sırasında
aramızdaki bağ Kur’an idi. İrtibat Kur’an idi. Kur’an hem sizinle bizi
birbirimize bağlayan bağdı, hem de hepimizi Allah’a bağlayan bağ oldu.
Kur’an ı anlama hususunda benim
tefsirimin özellikleri vardı. Bu özellikleri bu tefsiri başından beri takip
eden siz değerli Kur’an dostları da fark etmişsinizdir umarım. Bunları baştan
sona saymak ve ayrıntılandırmanın yeri burası olmasa gerek. Ama yinede bir
hatırlatma babından bundan sonraki tefsir derslerini daha istifadeli bir
biçimde takip etmeniz için bir hatırlatma babından şu maddeleri sıralayabilirim
tefsirimin özellikleri cümlesinden:
1 – Lafız mana ve maksadı
gözeterek tefsir yapmaya çalıştık. İlk ikisini son birine hakem yaptık. Lafza
aykırı bir manadan sakınmaya, maksada aykırı bir lafız ve manadan sakınmaya
gayret ettik. Hepsinden öte Kur’an ın bir amacı olduğunu hiç göz ardı etmeden
ayetleri tek tek Kur’an ın parçalarını, Kur’an ın bütününe vurduk, onun onayını
aldık. Kur’a ın nihai amacından sapan bir yorum doğru bir yorum olamazdı. Onun
içinde hep nihai amacına uygun olup olmadığını kontrol ettik.
2 – Kur’an a hem müfessir, hem de
müfesser bir metin olarak yaklaştık. Yani Kur’an hem varlığı ve hakikati tefsir
eden bir kitap, hem de tefsire konu olan tefsir edilen bir kitaptı. Hem
tefsirin öznesi, hem de nesnesi idi. Biz bu kurala uygun olarak tefsirimizi
inşa etmeye çalıştık.
3 – Her ayeti Kur’an ın bütünü,
Kur’anın bütününü de bir tek ayet gibi gördük ve bu ilke çerçevesinde tefsirimizi
yapmaya gayret ettik.
4 - İnsan Kainat ve hadisat
kitaplarını, Kelâm-ı kadiym ile birlikte, ilahi kelâm ile birlikte mütalaa
ettik. İlahi mesajı insan kitabından, kâinat kitabından, hadisat, yani olaylar
ve tarih kitabından bağımsız görmedik. Çünkü Kur’an bize bu bilinci zaten
peşinen veriyordu.
Ve fiyl Ardı
ayatun lilmukıniyn. (Zariyat/20)
Ve fiy
enfüsiküm* efela tubsırun (21)
Diye Kur’an
Allah’ın yer yüzünde ayetleri var. Tabii ki gören bir göze sahip olan, düşünen
bir akla sahip olan inanan ve kani olan bir yüreğe sahip olan kimseler için. Ve
aynı zamanda kendi öz benliğinizde de Allah’ın ayetleri var. Yani siz de bir
kitapsınız diyen Kur’an idi.
5 – Kur’an ı
tefsir ederken tefsir geleneğimizden bağımsız bir tefsir yürütmemeye çalıştık.
1400 yıllık bu muhteşem geleneği yok saymadık. Bu muhteşem gelenek içerisinde
ayetlerin nasıl yorumlandığına, bizden önceki müfessirlerin neler söylediğine,
onların yaklaşımlarına hep önem verdik. Fakat bu hiçbir zaman körü körüne bir
taklit ve geçmişin otoritesine körü körüne bir sığınma anlamına gelmedi.
6 – Muradı
ilahiyi hep merak ettik ve önde tutarak şu soruyu sorduk; Allah ne diyor dan da
öte, Allah ne demek istiyor. İşte ne demek istediğine dair yorumlarımızı hep
müdellel bir biçimde mutlaka delil getirerek dilden, Kur’an dan, sünnet’ten ve
tefsir geleneğimizin büyüklerinden delil getirerek mutlaka bir kaynağa yaslamaya
çalıştık ve Allah ne demek istiyor sorusunu doğru cevaplamak için alın teri,
zihin teri, yürek teri döktük. Bazen bu soruyu doğru cevaplamak amacıyla bir
ayete 3 gün, tam 3 gün ayırdık.
Bazen bir
tek kelimeye bir tam gün ayırdık. Sabahtan akşama dek kitapların arasında o
kelimenin o ana kadar verilen anlamının bizi ikna etmediğini gördüğümüzde ikna
edecek anlamını aramaya, araştırmaya koyulduk. Ama sonunda hala ikna edememiş,
hala ikna olamamışsak bunu da bu tefsirin sadık talebeleriyle paylaştık.
7 – Son ve
yedinci olarak Kur’an ın ebedi mesajını Akif’imizin, Kur’an şairi olan iki
ayaklı çağdaş bir Kur’an olan Mehmet Afif’imizin ifadesi ile asrın idrakine
söyletmeye çalıştık. Bunun içinde yeni bir din dili geliştirme konusunda gayret
gösterdik.
Hep inandık
ki reforma İslam’ın ve Kur’an ın hiçbir ihtiyacı olmamıştır. Ama dilin ihtiyacı
olmuştur. Dili yenilemeye çalıştık. Onun içinde yeni bir din dili ile Kur’an ın
ebedi mesajını, Kur’an ın son muhatapları olan sizlere aktarmaya çalıştık. Bunu
yaparken anlaşılır bir dil kullanmaya gayret ettik. Fakat anlaşılsın diye dilin
düzeyini düşürmedik, düşürmek istemedik. Muhatabın düzeyini yüksek bir dil
düzeyine yükseltmenin çabasını gösterdik. Onun içinde hep başından beri Kur’an
ı anlama konusunda gayret sarf edenler, sarf ettiği gayret kadar Kur’an ı
anladılar.
Bu girişin
ardından değerli dostlar şimdi geçen ders kaldığımız Tâhâ suresinin 99. ayeti
ile dersimize devam ediyoruz.
99-) Kezâlike nekussu aleyke min enbai ma kad
sebeka ve kad ateynake min ledünna zikra;
İşte
böylece öne geçmiş olanların haberlerinden bazısını sana hikâye ediyoruz...
Gerçek ki, sana ledünnümüzden bir zikir (hatırlatıcı) verdik. (A.Hulusi)
099 - İşte
sana böyle - ya Muhammed - geçmişin mühim haberlerinden kıssa naklediyoruz, şüphe
yok ki sana ledünlümüzden bir zikir verdik. (Elmalı)
Kezâlike nekussu aleyke min enbai ma kad sebek
işte bu şekilde geçmişte yaşanmış bire takım olayların özüne ilişkin anlatımı
sana sunmuş oluyoruz.
Tabii bu ayeti kerimede söylenen
şey belli. 99. ayete kadar anlatılan Hz. Musa ve Firavuna karşı verdiği
mücadele, bir yandan da İsrail oğullarının sapmasına karşı verdiği mücadele
dile getirilmişti. Hem de ayrıntılı olarak. Yani çift yönlü bir mücadeleydi Hz.
Musa‘nınki. Çünkü hem içerden düşmanı vardı, hem dışardan. Çünkü sadece
muhalifi dış çevrelerden değildi. Aynı zamanda kendisine inanmış gibi duran
insanlar arasından da muhalifleri vardı. O nedenle buraya kadar ayrıntılı bir
biçimde kıssası anlatılan Hz. Musa’nın verdiği bu mücadele, öncelikle vahyin
ilk muhatabı olan Resulallah’a örnek gösteriliyordu, model gösteriliyordu.
Vahyin geçmişten verdiği tüm
örnek şahsiyetler aslında vahyin ilk muhatabı olan Resulallah’ın şahsiyetini
inşa amaçlıdır. Dolayısıyla vahyin tüm
muhataplarının şahsiyetini inşa amaçlıdır. Yani Kur’an da eğer bir Adem,
bir Nuh, bir İbrahim, bir Musa, bir İsa ve diğer tüm örnek insanlar, örnek
peygamberler kıssalarla anlatılıyorsa bunun amacı muhatabında bir şahsiyet inşa
etmektir. Örneklik müessesesi budur işte. Onun için tabii ki ilk inşa etmek
istediği şahsiyet sevgili peygamberimizin şahsiyetiydi.
Kur’an ın anlattığı olumlu tipler
numune-i İntisaldir. Yani iyi örnektirler. Olumsuz tiplerse ibret-i alemdir.
İşte Firavun, işte Nemrut, işte diğerleri. Onun için Kur’an olumsuz tipleri de
ibret-i alem için anlatır ve; Ey insanoğlu ibret al, yolunu tercih et, belirle.
Zaman içinde akacağın yatağın hangi yatak olduğunu tespit et. Birinden kir,
diğerinden Nur akan bu iki yataktan hangisini tercih ediyorsun ve sen kimin
izinde yürüyorsun. Bu tercihi muhataba sunmaktır Kur’an ın gayesi.
ve kad ateynake min ledünna zikra
zira sana katımızdan hatırlatıcı bir mesaj vermiş bulunuyoruz.
Burada ayet zikra diye bitti. Ben bunu hatırlatıcı bir mesaj olarak çevirmeyi
uygun buldum. Çünkü zikr, sanıldığı gibi Kur’an a has bir niteleme değildir,
vahye has bir nitelemedir. Yani tüm vahiylerin özelliğidir zikr. İncil vahyi,
Tevrat vahyi, ondan önceki peygamberlere gelen tüm vahiyler ve tabii ki
vahiylerin zirvesi olan Kur’an vahyinin de bir niteliğidir zikr. Yani
hatırlatma.
Neden? Unutulan bir şeyin
olmadığı yerde hatırlatmadan söz edilebilir mi? Unutulan bir şey var. Vahiy bir
hatırlatmadır. Evet, unutulan bir şey var ki hatırlatıyor. Demek ki vahiy
aslında insanda sıfırdan yeni bir şey inşa etmiyor. Zaten olan bir şeyin üstünü
açıyor. İşte bu çok önemli. Yani vahiy insanı özüne döndürüyor. Zaten küfür de
insanın temeline yerleştirilmiş olan o statik vahyin üstünün örtülmesi değil
midir.
Sabit vahiy yani format. Allah
insanı daha ilk yaratılışta vahyin formatıyla formatladı, yapılandırdı. Alt
yapısı fıtrat budur işte. Yani insan özü itibarıyla iyi bir varlıktır., Olumlu
bir varlıktır. Sapma sonradandır, arızidir. Onun içinde vahiy sonradan olanı,
yani sonradan olan sapmayı düzeltip, insanı özüne davet eder. Bu nedenle vahiy
insanı bir başka yere değil, kendine yönlendirir. İnsanın kendisine karşı
yabancılaşmasının önüne geçer. Kendisi ile kavgalı olmasının önüne geçer.
Vahyin en büyük niteliklerinden biri bunun için zikr dir, hatırlatmadır.
100-) Men a'reda anhü feinnehu yahmilu yevmel
kıyameti vizra;
Kim
Ondan (hatırlatılan hakikatten) yüz çevirirse, muhakkak ki o kıyamet sürecinde ağır bir
suç yüklenecektir! (A.Hulusi)
100 - Her
kim ondan yüz çevirirse şüphesiz o, Kıyamet günü bir vebal yüklenecek. (Elmalı)
Men a'reda anhü feinnehu yahmilu yevmel
kıyameti vizra her kim bu ilahi mesajdan yüz çevirirse, iyi bilsin
ki o kıyamet günü zorlanacağı bir sorumluluğun altına girmiş olacaktır.
Evet, vizr, yük, aslında
sorumluluk. Yani maddi yük için daha çok himl kullanılır. Ki bir sonraki ayette
o kullanılacak. Ama vizr manevi
sorumluluk, sorumluluğun insanın omuzlarına ağır bir yük gibi oturması. Ve
vada'nâ 'anke vizrek (İnşirah/2) senin yükünü kaldırmadık mı Elem neşrah
leke sadrek (1) daralan göğsünü, bunalan göğsünü, adeta kalbini bir
serçe gibi sıkan göğsünü genişletmedik mi, ferahlatmadık mı, içini
ferahlatmadık mı. Elem neşrah leke sadrek(1), Ve vada'nâ 'anke vizrek(2) , Ve refa'nâ
leke zikrek (4) adını yüceltmedik mi ve sırtından yükünü almadık mı.
Elleziy
enkada zahrek (3) o yük ki ne kadar ağır olduğunu düşünün. Belini
iki büklüm etmiş
Elleziy enkada zahrek sırtını adeta yere yapıştırmıştı. Öyle bir
ağır yük.
Onun için
işte orada ki yük. Ağır sorumluluk, İnsan yükü ağır yük dostlar. Bunu insan
yükü taşıyanlar bilirler. İnsan yükü her yükten ağır. Çünkü insan ağır. ..Ya eyyühessekalân
(Rahman/31) diye şuna mı diyor Kur’an insanlar ve cinler için ey ağır varlık,
ağır varlık, ağır ve değerli. Gerçekten insan yükü dağlardan da ağır. Onun için
peygamberler dağlardan ağır yüklerin altına girerler. Onun için “inni nebiyyül
ahzan” derdi sevgili nebi, ben hüzünlerin peygamberiyim. Onun için “Şey’ebetniy
suretuhu” demişti. Benim saçlarımı Hud suresi ve onun gibi omzuma
yük yükleyen,bana sorumluluğumun ağırlığını hatırlatan sureler, ayetler ağarttı
demişti. O nedenle bu ağırlığın en çok farkına varanlar nebilerdir.
101-) Halidine fiyh* ve sae lehüm yevmel
kıyameti hımla;
O
suçlarının sonucunu yaşamaları sonsuza dektir! Kıyamet süreci o (suç), onlar için ne kötü
bir yüktür! (A.Hulusi)
101 - Ebediyen
onun altında kalacaklar ki onlar içir Kıyamet günü o ne fena yüktür. (Elmalı)
Halidine fiyh o sorumluluğun
altından bir daha da asla kalkamayacaklardır. Yani çok ağır bir sorumluluğun
altına girecekler ve bir daha da çıkamayacaklar. ve sae lehüm yevmel kıyameti hımla
üstelik o kıyamet günü onlar için çok berbat bir yük olacaktır.
Çok ilginçtir, Kur’an ın bir
şifresini hatırlatmak isterim; Dünyada manevi olan tüm iyilikler ve kötülükler,
hastalıklar ve ödüller ahirette fiziki olana dönüşecek. Dünyada insanın ahlakı
eğer maymun vari bir taklitçiliğe sapmışsa ahlaken orada bu fiziki bir biçim
alacak. Dünyada insanın içinde gerçekten curuf bir fosseptik çukur akar olmuşsa
orada bu koku fiili ve fiziki bir kokuya dönüşecek. Onun için Kur’an hep yer
yüzünde manevi iyi ve kötünün insana arız olmuş, insana yapışmış manevi iyi ve
kötü ahirete gelince ortaya çıkacak ve fiili ve fiziki bir durum alacak. Onun
içinde burada fiziki yük anlamına gelen Hımla,
yukarıdaki vizra diye biterken,
burada himla diye bitmekte.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
100.
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/08/islamoglu-tef-ders-taha-099-138100/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder