11 Haziran 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. TÂHÂ (099-101)(100-A)










Sevgili Kur’an dostları bugün Kur’an derslerimiz için müstesna bir gün. Bu ders Kur’an derslerimiz arasında müstesna bir ders. Çünkü bugün, bu uzun maratonda 100. dersimize gelmiş bulunuyoruz. Rabbimize hamd ediyoruz, şükrediyoruz. Bizi Kur’an la yaşatsın, bizi Kur’an la huzuruna alsın. Kur’an a mutabık bir hayatı bize zimmetlesin ve emanete ihanet etmeyenlerden kılsın. Yarın diriliş gününde peygamberin kendisini Allah’a şikayet ettiği;

Ya rabbi, bunlar senin kelamını metruk bıraktı, mahzun bıraktı, öksüz bıraktı.” Dediklerinden kılmasın inşallah.

En büyük niyazım, en büyük arzum şuydu; Kur’an ın 1400 yıllık rivayet zincirinde mütevazi bir halka olmak. Bu zincirin mütevazi bir halkası olmak için Kur’an ı anlama ve anlatma gibi çok zor, çok sorumluluk isteyen ağır bir yükün altına girdik.

100. ders demek 50 ay demek. Yani 4 yılı aşkın bir zaman. Günde bazen 16 saate kadar varan, ama ortalama 12 saati bulan yorucu bir çalışma emek, zahmet. 100 kadar tefsir, ulum-ül Kur’an ve dil kaynağının arasında gömülüp sizlere; Allah insanla konuşurken ne diyor, ne demek istiyor. Allah u teala insandan ne istiyor sorusunu sormak ve doğru cevabını aramak için işte böylesine yorucu bir çabanın altına girmek.

Bu dersler bu fakir için bu anlama geliyor. Umarım bu çabalarımız Allah tarafından verimli kılınır, umarım biz sırtında kitap taşıyan merkeplerden olmayız. Bizi dinleyenler, bizi izleyenler ve Kur’an ın ne demek istediğini öğrenmek isteyenler, yaşamak isteyenler, hayatına koymak isteyenler de umarım aradıklarını bu yorucu çabada bulurlar.

Değerli Kur’an dostları, 100. dersimizi idrak ettiğimiz gerçekten yorucu bir maratonun ortasını geçtiğimiz ve daha 3 yılı aşkın bir zaman sürecek olan bu koşuda birlikte olmanın sanırım sevincini siz de yaşadınız, yaşıyorsunuz. Bu birlikteliğimiz sırasında aramızdaki bağ Kur’an idi. İrtibat Kur’an idi. Kur’an hem sizinle bizi birbirimize bağlayan bağdı, hem de hepimizi Allah’a bağlayan bağ oldu.

Kur’an ı anlama hususunda benim tefsirimin özellikleri vardı. Bu özellikleri bu tefsiri başından beri takip eden siz değerli Kur’an dostları da fark etmişsinizdir umarım. Bunları baştan sona saymak ve ayrıntılandırmanın yeri burası olmasa gerek. Ama yinede bir hatırlatma babından bundan sonraki tefsir derslerini daha istifadeli bir biçimde takip etmeniz için bir hatırlatma babından şu maddeleri sıralayabilirim tefsirimin özellikleri cümlesinden:

1 – Lafız mana ve maksadı gözeterek tefsir yapmaya çalıştık. İlk ikisini son birine hakem yaptık. Lafza aykırı bir manadan sakınmaya, maksada aykırı bir lafız ve manadan sakınmaya gayret ettik. Hepsinden öte Kur’an ın bir amacı olduğunu hiç göz ardı etmeden ayetleri tek tek Kur’an ın parçalarını, Kur’an ın bütününe vurduk, onun onayını aldık. Kur’a ın nihai amacından sapan bir yorum doğru bir yorum olamazdı. Onun içinde hep nihai amacına uygun olup olmadığını kontrol ettik.

2 – Kur’an a hem müfessir, hem de müfesser bir metin olarak yaklaştık. Yani Kur’an hem varlığı ve hakikati tefsir eden bir kitap, hem de tefsire konu olan tefsir edilen bir kitaptı. Hem tefsirin öznesi, hem de nesnesi idi. Biz bu kurala uygun olarak tefsirimizi inşa etmeye çalıştık.

3 – Her ayeti Kur’an ın bütünü, Kur’anın bütününü de bir tek ayet gibi gördük ve bu ilke çerçevesinde tefsirimizi yapmaya gayret ettik.

4 - İnsan Kainat ve hadisat kitaplarını, Kelâm-ı kadiym ile birlikte, ilahi kelâm ile birlikte mütalaa ettik. İlahi mesajı insan kitabından, kâinat kitabından, hadisat, yani olaylar ve tarih kitabından bağımsız görmedik. Çünkü Kur’an bize bu bilinci zaten peşinen veriyordu.

Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn. (Zariyat/20)

Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun (21)

Diye Kur’an Allah’ın yer yüzünde ayetleri var. Tabii ki gören bir göze sahip olan, düşünen bir akla sahip olan inanan ve kani olan bir yüreğe sahip olan kimseler için. Ve aynı zamanda kendi öz benliğinizde de Allah’ın ayetleri var. Yani siz de bir kitapsınız diyen Kur’an idi.

5 – Kur’an ı tefsir ederken tefsir geleneğimizden bağımsız bir tefsir yürütmemeye çalıştık. 1400 yıllık bu muhteşem geleneği yok saymadık. Bu muhteşem gelenek içerisinde ayetlerin nasıl yorumlandığına, bizden önceki müfessirlerin neler söylediğine, onların yaklaşımlarına hep önem verdik. Fakat bu hiçbir zaman körü körüne bir taklit ve geçmişin otoritesine körü körüne bir sığınma anlamına gelmedi.

6 – Muradı ilahiyi hep merak ettik ve önde tutarak şu soruyu sorduk; Allah ne diyor dan da öte, Allah ne demek istiyor. İşte ne demek istediğine dair yorumlarımızı hep müdellel bir biçimde mutlaka delil getirerek dilden, Kur’an dan, sünnet’ten ve tefsir geleneğimizin büyüklerinden delil getirerek mutlaka bir kaynağa yaslamaya çalıştık ve Allah ne demek istiyor sorusunu doğru cevaplamak için alın teri, zihin teri, yürek teri döktük. Bazen bu soruyu doğru cevaplamak amacıyla bir ayete 3 gün, tam 3 gün ayırdık.

Bazen bir tek kelimeye bir tam gün ayırdık. Sabahtan akşama dek kitapların arasında o kelimenin o ana kadar verilen anlamının bizi ikna etmediğini gördüğümüzde ikna edecek anlamını aramaya, araştırmaya koyulduk. Ama sonunda hala ikna edememiş, hala ikna olamamışsak bunu da bu tefsirin sadık talebeleriyle paylaştık.

7 – Son ve yedinci olarak Kur’an ın ebedi mesajını Akif’imizin, Kur’an şairi olan iki ayaklı çağdaş bir Kur’an olan Mehmet Afif’imizin ifadesi ile asrın idrakine söyletmeye çalıştık. Bunun içinde yeni bir din dili geliştirme konusunda gayret gösterdik.

Hep inandık ki reforma İslam’ın ve Kur’an ın hiçbir ihtiyacı olmamıştır. Ama dilin ihtiyacı olmuştur. Dili yenilemeye çalıştık. Onun içinde yeni bir din dili ile Kur’an ın ebedi mesajını, Kur’an ın son muhatapları olan sizlere aktarmaya çalıştık. Bunu yaparken anlaşılır bir dil kullanmaya gayret ettik. Fakat anlaşılsın diye dilin düzeyini düşürmedik, düşürmek istemedik. Muhatabın düzeyini yüksek bir dil düzeyine yükseltmenin çabasını gösterdik. Onun içinde hep başından beri Kur’an ı anlama konusunda gayret sarf edenler, sarf ettiği gayret kadar Kur’an ı anladılar.

Bu girişin ardından değerli dostlar şimdi geçen ders kaldığımız Tâhâ suresinin 99. ayeti ile dersimize devam ediyoruz.


99-) Kezâlike nekussu aleyke min enbai ma kad sebeka ve kad ateynake min ledünna zikra;

İşte böylece öne geçmiş olanların haberlerinden bazısını sana hikâye ediyoruz... Gerçek ki, sana ledünnümüzden bir zikir (hatırlatıcı) verdik. (A.Hulusi)

099 - İşte sana böyle - ya Muhammed - geçmişin mühim haberlerinden kıssa naklediyoruz, şüphe yok ki sana ledünlümüzden bir zikir verdik. (Elmalı)


Kezâlike nekussu aleyke min enbai ma kad sebek işte bu şekilde geçmişte yaşanmış bire takım olayların özüne ilişkin anlatımı sana sunmuş oluyoruz.

Tabii bu ayeti kerimede söylenen şey belli. 99. ayete kadar anlatılan Hz. Musa ve Firavuna karşı verdiği mücadele, bir yandan da İsrail oğullarının sapmasına karşı verdiği mücadele dile getirilmişti. Hem de ayrıntılı olarak. Yani çift yönlü bir mücadeleydi Hz. Musa‘nınki. Çünkü hem içerden düşmanı vardı, hem dışardan. Çünkü sadece muhalifi dış çevrelerden değildi. Aynı zamanda kendisine inanmış gibi duran insanlar arasından da muhalifleri vardı. O nedenle buraya kadar ayrıntılı bir biçimde kıssası anlatılan Hz. Musa’nın verdiği bu mücadele, öncelikle vahyin ilk muhatabı olan Resulallah’a örnek gösteriliyordu, model gösteriliyordu.

Vahyin geçmişten verdiği tüm örnek şahsiyetler aslında vahyin ilk muhatabı olan Resulallah’ın şahsiyetini inşa amaçlıdır. Dolayısıyla vahyin tüm  muhataplarının şahsiyetini inşa amaçlıdır. Yani Kur’an da eğer bir Adem, bir Nuh, bir İbrahim, bir Musa, bir İsa ve diğer tüm örnek insanlar, örnek peygamberler kıssalarla anlatılıyorsa bunun amacı muhatabında bir şahsiyet inşa etmektir. Örneklik müessesesi budur işte. Onun için tabii ki ilk inşa etmek istediği şahsiyet sevgili peygamberimizin şahsiyetiydi.

Kur’an ın anlattığı olumlu tipler numune-i İntisaldir. Yani iyi örnektirler. Olumsuz tiplerse ibret-i alemdir. İşte Firavun, işte Nemrut, işte diğerleri. Onun için Kur’an olumsuz tipleri de ibret-i alem için anlatır ve; Ey insanoğlu ibret al, yolunu tercih et, belirle. Zaman içinde akacağın yatağın hangi yatak olduğunu tespit et. Birinden kir, diğerinden Nur akan bu iki yataktan hangisini tercih ediyorsun ve sen kimin izinde yürüyorsun. Bu tercihi muhataba sunmaktır Kur’an ın gayesi.

ve kad ateynake min ledünna zikra zira sana katımızdan hatırlatıcı bir mesaj vermiş bulunuyoruz.

Burada ayet zikra diye bitti. Ben bunu hatırlatıcı bir mesaj olarak çevirmeyi uygun buldum. Çünkü zikr, sanıldığı gibi Kur’an a has bir niteleme değildir, vahye has bir nitelemedir. Yani tüm vahiylerin özelliğidir zikr. İncil vahyi, Tevrat vahyi, ondan önceki peygamberlere gelen tüm vahiyler ve tabii ki vahiylerin zirvesi olan Kur’an vahyinin de bir niteliğidir zikr. Yani hatırlatma.

Neden? Unutulan bir şeyin olmadığı yerde hatırlatmadan söz edilebilir mi? Unutulan bir şey var. Vahiy bir hatırlatmadır. Evet, unutulan bir şey var ki hatırlatıyor. Demek ki vahiy aslında insanda sıfırdan yeni bir şey inşa etmiyor. Zaten olan bir şeyin üstünü açıyor. İşte bu çok önemli. Yani vahiy insanı özüne döndürüyor. Zaten küfür de insanın temeline yerleştirilmiş olan o statik vahyin üstünün örtülmesi değil midir.

Sabit vahiy yani format. Allah insanı daha ilk yaratılışta vahyin formatıyla formatladı, yapılandırdı. Alt yapısı fıtrat budur işte. Yani insan özü itibarıyla iyi bir varlıktır., Olumlu bir varlıktır. Sapma sonradandır, arızidir. Onun içinde vahiy sonradan olanı, yani sonradan olan sapmayı düzeltip, insanı özüne davet eder. Bu nedenle vahiy insanı bir başka yere değil, kendine yönlendirir. İnsanın kendisine karşı yabancılaşmasının önüne geçer. Kendisi ile kavgalı olmasının önüne geçer. Vahyin en büyük niteliklerinden biri bunun için zikr dir, hatırlatmadır.


100-) Men a'reda anhü feinnehu yahmilu yevmel kıyameti vizra;

Kim Ondan (hatırlatılan hakikatten) yüz çevirirse, muhakkak ki o kıyamet sürecinde ağır bir suç yüklenecektir! (A.Hulusi)

100 - Her kim ondan yüz çevirirse şüphesiz o, Kıyamet günü bir vebal yüklenecek. (Elmalı)


Men a'reda anhü feinnehu yahmilu yevmel kıyameti vizra her kim bu ilahi mesajdan yüz çevirirse, iyi bilsin ki o kıyamet günü zorlanacağı bir sorumluluğun altına girmiş olacaktır.

Evet, vizr, yük, aslında sorumluluk. Yani maddi yük için daha çok himl kullanılır. Ki bir sonraki ayette o  kullanılacak. Ama vizr manevi sorumluluk, sorumluluğun insanın omuzlarına ağır bir yük gibi oturması. Ve vada'nâ 'anke vizrek (İnşirah/2) senin yükünü kaldırmadık mı Elem neşrah leke sadrek (1) daralan göğsünü, bunalan göğsünü, adeta kalbini bir serçe gibi sıkan göğsünü genişletmedik mi, ferahlatmadık mı, içini ferahlatmadık mı. Elem neşrah leke sadrek(1), Ve vada'nâ 'anke vizrek(2) , Ve refa'nâ leke zikrek (4) adını yüceltmedik mi ve sırtından yükünü almadık mı. Elleziy enkada zahrek (3) o yük ki ne kadar ağır olduğunu düşünün. Belini iki büklüm etmiş Elleziy enkada zahrek sırtını adeta yere yapıştırmıştı. Öyle bir ağır yük.

Onun için işte orada ki yük. Ağır sorumluluk, İnsan yükü ağır yük dostlar. Bunu insan yükü taşıyanlar bilirler. İnsan yükü her yükten ağır. Çünkü insan ağır. ..Ya eyyühessekalân (Rahman/31) diye şuna mı diyor Kur’an insanlar ve cinler için ey ağır varlık, ağır varlık, ağır ve değerli. Gerçekten insan yükü dağlardan da ağır. Onun için peygamberler dağlardan ağır yüklerin altına girerler. Onun için “inni nebiyyül ahzan” derdi sevgili nebi, ben hüzünlerin peygamberiyim. Onun için “Şey’ebetniy suretuhu” demişti. Benim saçlarımı Hud suresi ve onun gibi omzuma yük yükleyen,bana sorumluluğumun ağırlığını hatırlatan sureler, ayetler ağarttı demişti. O nedenle bu ağırlığın en çok farkına varanlar nebilerdir.


101-) Halidine fiyh* ve sae lehüm yevmel kıyameti hımla;

O suçlarının sonucunu yaşamaları sonsuza dektir! Kıyamet süreci o (suç), onlar için ne kötü bir yüktür! (A.Hulusi)

101 - Ebediyen onun altında kalacaklar ki onlar içir Kıyamet günü o ne fena yüktür. (Elmalı)


Halidine fiyh o sorumluluğun altından bir daha da asla kalkamayacaklardır. Yani çok ağır bir sorumluluğun altına girecekler ve bir daha da çıkamayacaklar. ve sae lehüm yevmel kıyameti hımla üstelik o kıyamet günü onlar için çok berbat bir yük olacaktır.

Çok ilginçtir, Kur’an ın bir şifresini hatırlatmak isterim; Dünyada manevi olan tüm iyilikler ve kötülükler, hastalıklar ve ödüller ahirette fiziki olana dönüşecek. Dünyada insanın ahlakı eğer maymun vari bir taklitçiliğe sapmışsa ahlaken orada bu fiziki bir biçim alacak. Dünyada insanın içinde gerçekten curuf bir fosseptik çukur akar olmuşsa orada bu koku fiili ve fiziki bir kokuya dönüşecek. Onun için Kur’an hep yer yüzünde manevi iyi ve kötünün insana arız olmuş, insana yapışmış manevi iyi ve kötü ahirete gelince ortaya çıkacak ve fiili ve fiziki bir durum alacak. Onun içinde burada fiziki yük anlamına gelen Hımla, yukarıdaki vizra diye biterken, burada himla diye bitmekte.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
100. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/08/islamoglu-tef-ders-taha-099-138100/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder