26 Haziran 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. ENBİYA (042-049)(102-B)







A sayfasından devam.

42-) Kul men yekleüküm Bil leyli ven nehari miner Rahmân* bel hüm an zikri Rabbihim mu'ridun;

De ki: "Gece ve gündüzünüzde, Rahmân'dan (özündeki Rahmânî hakikatin gereklerini yaşayamamanın sonucu olan azap hâlinden) sizi kim korur?"... Hayır, onlar Rablerinin zikrinden yüz çeviricilerdir! (A.Hulusi)

042 - De ki sizi: gece ve gündüz o rahmandan kim koruyabilir? Fakat onlar rablerinin zikrinden sarfı nazar etmişlerdir. (Elmalı)


Kul men yekleüküm Bil leyli ven nehari miner Rahmân De ki sizi o sınırsız rahmet kaynağına, o rahmana karşı gece ya da gündüz kim koruyacak.

Özellikle rahman ismi kullanılıyor. Rahmetin kaynağından gazaba talip olmak ne büyük talihsizlik. Böyle bir ima hissediyorum. Rahman sıfatıyla öne çıkarıyor rabbimiz. O rahmetin sınırsız kaynağı iken, siz bu kaynaktan gazaba talip oluyorsunuz. Bu nasıl akıl, bu nasıl ahmaklık dercesine. Yani bunu nasıl beceriyorsunuz. Rahmetin kaynağından rahmete talip olunur. Siz ise rahmetin varlık içinde ki mutlak kaynağından gazaba talip oluyorsunuz. Yani bunun için epeydir bir çaba gösteriyorsunuz.

Bu gerçekten dehşet bir şey olsa gerek. O varlığa, yarattıklarına ve bu yarattıklarının zirvesinde yerleştirdiği insana rahmet etmek için tüm fırsatları değerlendiriyor, rahmet etmek için kendisine bahane vermenizi istiyor yasası gereği. Ama siz bütün bu çağrılara , bütün bu yol göstermelere sırt dönerek nasıl beceriyorsanız yine de o rahmet kaynağından gazap devşiriyorsunuz. İşte dehşet çelişki bu. İnsan oğlunun içine düşebileceği en büyük çelişki.

bel hüm an zikri Rabbihim mu'ridun ama hayır onlar rablerinin uyarılarından yüz çeviriyorlar. Yukarıda rahman sıfatı, burada rab sıfatı öncelendi. Zaten onların rahman olan Allah’ın rahmetinden bir pay almak için çabalamamalarının temelinde Allah’ın rububiyetine teslim olmamak yatıyor. Yani terbiyesine teslim olmamak. Çünkü onlar terbiye edilmemiş bir akıl, terbiye edilmemiş bir bilinç, terbiye edilmemiş bir şahsiyet, terbiye edilmemiş bir tasavvur sahibi.

Onun içinde vahiy bir inşa projesidir. İlahi bir inşa projesidir. Maksadı da insan yontmaktır. Önce insanın tasavvurunu sonra aklını sonra şahsiyetini sonra hayatını inşa eder. İnşa edilmemiş bir akıl imha edilmiş demektir. İnşa edilmemiş bir tasavvur, imha edilmiş, inşa edilmemiş bir insan imha edilmiş demektir.

İnşa edilmiş bir insan melekleri aşabilen bir ulvi varlık olurken, inşa edilmeyip imha edilmiş bir insan ise şeytanların bile yanına besmele çekerek yaklaştığı çok çukur bir varlık olabilir. Ki Kur’an ..kel en'ami belhüm edal (A’raf/179). Hayvanlar gibi diyor, daha da aşağı. Onun için burada ilahi inşaya bir çağrı da seziyoruz.


43-) Em lehüm alihetün temne'uhüm min duniNA* lâ yestetıy'une nasre enfüsihim ve lâ hüm minna yushabun;

Yoksa onların, kendilerini koruyacak bizim dûnumuzda ilâhları mı var? (Oysa) onlar (vehmettikleri tanrılar), ne kendi nefslerini kurtaracak güce sahip olurlar; ne de tarafımızdan destek görürler. (A.Hulusi)

043 - Yoksa onlar için kendilerini önümüzden men edecek ilâhlar mı var? Onlar kendi nefislerini bile kurtaramayacakları gibi bizden sahabet de olunmazlar. (Elmalı)


Em lehüm alihetün temne'uhüm min duniNA yoksa onların bizim dışımızda kendilerini savunacak bir takım tanrıları mı var. lâ yestetıy'une nasre enfüsihim ve lâ hüm minna yushabun o sahte tanrılar, o düzmece ilahlar, o kurgu eseri tanrılar kendilerine dahi yardım edecek güçten yoksunlar. Üstelik onlara katımızdan hiçbir himaye, hiçbir koruma da ulaşmayacak. Yani kendilerine dahi bir yardımları dokunmayan bu sahte tanrıların size herhangi bir yardım edeceğini mi düşünüyorsunuz.

Hakikaten tipik bir çelişki. Akıllı geçinen İnsanoğlunun kutsaldan bağlarını koparıp, Allahsız bir hayat inşa etmeye kalktığında nasıl komik bir duruma düşüp, elleriyle kendisine düzmece tanrılar icat ettiğini görmek için kadim tarihe, insanoğlunun geçmişte ki totem ve putlara inandığı tarihe gitmenize hiç gerek yok ki. Aklının geliştiğini düşündüğümüz, insanoğlunun ileri gittiğini düşündüğümüz, yada iddia edildiği böylesi bir zamanda insanın icat ettiği sahte tanrılara bakınız. Hala aynı şey devam ediyor ve hala insan bu aziym çelişkiyi yaşıyor. Fakat eskiden tanrılar belki bu kadar cıcılı bıcılı, bu kadar imajlı değildi. Şimdi sahte tanrıların imajını değiştirdiler.Aslında içerik yine aynı, çelişki yine aynı, zavallılık yine aynı. İnsan Allah’a kul olmayınca kul olacak bir şeyler mutlaka buluyor.


44-) Bel metta'na haülai ve abaehüm hatta tale aleyhimül 'umür* efela yeravne enna ne'til Arda nenkusuha min atrafiha* efehümül ğalibun;

Hayır, biz bunları ve atalarını (dünya nimetlerinden) yararlandırdık. O kadar ki, onlara ömür çok uzun geldi (bitmeyecekmiş gibi)! Görmüyorlar mı ki biz arza (fiziksel bedene) geliyoruz, onun etrafından onu noksanlaştırıyoruz (tâ ki yaşlanır ve ölümü tadar)... Galipler onlar mı? (A.Hulusi)

044 - Doğrusu biz, onları ve atalarını yaşattık hattâ o ömür onlara uzun geldi, fakat şimdi görmüyorlar mı o Arzı etrafından eksiltip duruyoruz, o halde galip onlar mı? (Elmalı)


Bel metta'na haülai ve abaehüm hatta tale aleyhimül 'umür hayır, biz onları ve atalarını geçici zevklere daldırdık, geçici zevklerin içine yuvarladık. Onlarla oyalattık Ta ki ömrün kendileri için böyle uzayıp gideceği zehabına kapıldılar. Yani bu hayat hep böyle cicim cicim gider zannettiler. Kutsaldan ve aşkından koparılmış bir hayat sahte bir ebedilik duygusu verir.

İşte bu. Eğer hayatı kutsaldan arındırırsanız, eğer hayatı ilahi olandan uzaklaştırırsanız, sahibine sahte bir ebedilik duygusu sunar. Zaten şeytanında en büyük kandırma aracı bu değil miydi? İnsanoğlunun ilk atasını böyle aldatrmaya çalışmadı mı. ..en teküna melekeyni ev teküna minel halidiyn. (A’raf/20) şeytanın Adem’e söylediği şey buydu. Ebedileşmek istemez misiniz. Ya da melek olmak, melekleşmek, yani mükemmelleşmek ve ebedileşmek.

Buyurun insanın bu zaafı şeytana yarıyor. Onun için insan bu zaafı dolayısıyla daima kutsalla ilişkisini kesiyor. Burada da o vurgulanıyor.

efela yeravne enna ne'til Arda nenkusuha min atrafiha iyi ama onlar görmüyorlar mı ki biz yer yüzünü ve yer yüzüne müdahil olup ona ait değerleri her bir tarafından sürekli eksiltiyoruz.

nenkusuha min atrafiha her tarafından eksiltmek anlamına gelen bu deyimsel ibareyi, biz değerleri eksiltiyoruz biçiminde çevirdik. Çevirimiz bu eksilişin bir değer eksilmesi olduğu yönünde. Yer yüzünün uzatılıp yayılması, medetnehe ibaresi de başka ayetlerde gelir ki, Rad/3. ayeti mesela, başka surelerde de var. Bu birbiri ile zıtlık oluşturur. Eksiltilmesi yer yüzünün ve uzatılması.

Şimdi bir takım değerler, nedir bunlar vahiy, medeniyet inşa, ilim, irfan, ihsan, ahlak, onur, şeref, haysiyet, kişilik gibi bireysel ve toplumsal bir takım değerler bazı coğrafyalardan alınıp, bazı toplumlardan işledikleri günahlar yüzünden, ya da hakikate karşı duruşları yüzünden alınıp başka bazı coğrafyalara, toplumlara verildiğini yine biz Kur’an dan öğreniyoruz. Mesela;

..men yertedde minküm an diynihı fesevfe ye'tillâhu Bi kavm..(Maide/54) kim onun hayat sistemine karşı sırt çevirirse, sizin içinizden kim böyle yaparsa, Allah onların yerine yepyeni bir toplum getirir diyor. Yine bir başka ayet;

İn yeşe' yüzhibküm ve ye'ti Bi halkın cediyd. (İbrahim/19)(Fatır/16) eğer siz Allah’a kulluk etmezseniz, eğer siz kendinize yabancılaşırsanız, eğer siz umutsuz bir vakaya dönüşürde iblisleşirseniz ki iblisin bir anlamı da budur, o zaman Allah sizin kökünüzü kazır yerinize yepyeni bir cins getirir. Bunun gibi Kur’an da ayetler var. Bir çok ayet var ve bu ayetlerle yukarıda ki ibareleri yan yana düşündüğümüzde yer yüzünü uzatmak ya da eksiltmek, değer eksiltilmesi veya değer eklenmesi, değer yüklenmesi anlamı vermek gayet mümkündür. Onun için biz burada ki nenkusuha min atrafiha ibaresine de değer eksiltilmesi biçiminde. Eğer Allah’a sırt çevirirseniz, eğer kutsalla ilişkinizi keserseniz, eğer vahye kendinizi inşa ettirmezseniz Allah sizin değerlerinizi eksiltir manasında anlamamız gayet doğru olacaktır.

efehümül ğalibun böylesi bir durumda kalkıp bir de kazanacaklarını umuyorlar öyle mi? Diyor. Yani bunu nasıl umabiliyorlar. Hem Allah’a sırt çevirecekler, hem vahye kulak tıkayacaklar, hem kendilerine yabancılaşacaklar, hem fıtrat alt yapılarının üstünü örtüp küfre dalacaklar hem de en sonunda kazanan kendileri olacak, ne mümkün.


45-) Kul innema ünziruküm Bil vahyi, ve lâ yesme'ussummüddu'âe izâ ma yünzerun;

De ki: "Ben sizi sadece vahiy ile uyarıyorum"... (Ne var ki) sağırlar uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler! (A.Hulusi)

045 - De ki ben sizi ancak vahiy ile inzar ediyorum, amma ne kadar inzar edilseler sağırlar daveti işitmezler. (Elmalı)


Kul innema ünziruküm Bil vahy Ey Muhammed ben sizi sadece vahiyle uyarıyorum de. Evet, Resulallah’a; muhataplarına söylemesi gereken bir söz talim ediliyor. Ben sizi sadece vahiyle uyarıyorum. Yani ben kendiliğimden bir şey katmıyorum. Ya da kişisel endişelerimle yola çıkmış değilim. Benim endişelerim rabbimin bana verdiği talimatlarla oluşuyor. Onun için aslında sizi uyaran Allah’tır. Dolayısıyla ben sadece bir aracıyım. Allah’tan aldıklarımı size getiriyorum. O nedenle bu uyarıya kulak verirseniz bana kulak vermiş olmayacaksınız, Allah’a kulak vermiş olacaksınız.

Tabii ki tersi de geçerli. Eğer sırt çevirirseniz bana asi olmuş olmayacaksınız, Allah’a isyan etmiş, dolayısıyla ona sırt çevirmiş olacaksınız ve sonuçta Allahsız bir hayat istediğiniz ortaya çıkacak. Ama bu mümkün değil. Sırt çevirdiğiniz Allah’a varlığınızı borçlusunuz. Bu büyük ihanettir ve bunun cezası mutlaka vardır.

ve lâ yesme'ussummüddu'âe izâ ma yünzerun ama ne kadar uyarılsalar da kalbi sağır olanlar bu çağrıyı işitmeyecekler, hiç duymayacaklar.

İşte dostlar Kur’an kavramlarıyla yepyeni bir tasavvur inşa ediyor, bakınız bu ayete; sağır kim, kör kim, dilsiz kim, akılsız kim, akıllı kim, gören kim, duyan kim. İşte sağır işitme özürlü olan değil bu ayete göre. Asıl sağır; Hakikati duymamakta ısrar edendir. Bu kalbin felç olma halidir. Yani inanan ve inkar eden, seven ve nefret eden o merkez olan insan yüreğinin felç olma halidir. Eğer bedeniniz felç olursa tabii ki doktora gider, aldığınız reçeteyle de eczaneye gider ve şifa ararsınız. Ya yüreğiniz felç olursa kime gidersiniz. İşte Kur’an eczanesi insanın manevi organlarının hastalıklarına birer devadır.

İşin kötüsü var ya, onlar kendilerini sağlam zannederler. Çünkü fiziki hastalıklar gibi görünmez. Peki ne zaman ortaya çıkar? Kalplerinin özünü gören Allah onları ortaya çıkarır. İçin dışa döndüğü gün ortaya çıkar. O gün gelmeden evvel tedavi olurlarsa kendileri için olmuş olacaklardır.


46-) Ve lein messethüm nefhatün min azâbi Rabbike le yekulünne ya veylena inna künna zâlimiyn;

Yemin olsun, eğer onlara Rabbinin azabından bir esinti dokunsa elbette: "Yazık bize! Doğrusu biz zâlimlermişiz" derler. (A.Hulusi)

046 - Mamafih kasem olsun rabbinin azâbından onlara bir nefha dokunursa muhakkak diyeceklerdir ki vay bizlere! Bizler cidden zâlimler idik. (Elmalı)


Ve lein messethüm nefhatün min azâbi Rabbike le yekulünne ya veylena inna künna zâlimiyn fakat, rabbinin azap rüzgarından onlara bir efilti dokunsa hemen; Yazıklar olsun bize derler. Meğerse biz boğazımıza kadar zulme gömülüp gitmiştik. Diye itiraf ederler. Aslında yanan; vicdanın üzerine örtülen kalın küfür örtüsüdür. O yanınca gerçeği görürler ve itiraf ederler. Ama bu itirafın hiçbir yararı olmaz. Vicdanlarının üzerine örtülmüş o kalın küfür perdesi yanınca itiraf etseler de bu itirafın bir değeri olmaz.


47-) Ve neda'ulmevaziynelkısta liyevmil kıyameti fela tuzlemu nefsün şey'a* ve in kâne miskale habbetin min hardelin eteyna Biha* ve kefa Bina hasibiyn;

Kıyamet sürecinde ulûhiyet hükümlerine göre ölçütler koyarız! Hiçbir nefs (benlik - bilinç) en küçük bir zulme uğramaz. Bir hardal tanesi ağırlığınca olsa dahi onu getiririz. Hesap görücüler olarak biz (hakikatlerindeki Hasiyb özelliği) kâfiyiz. (A.Hulusi)

047 - Biz ise Kıyamet günü için mizanlara adâleti koruz da hiç bir nefis, zerrece zulüm edilmez, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir koruz, hesapçı da biz yeteriz. (Elmalı)


Ve neda'ulmevaziynelkısta liyevmil kıyameti fela tuzlemu nefsün şey'a ve biz kıyamet günü dosdoğru tartan teraziler kurarız da hiçbir kişi en küçük bir haksızlığa bile uğratılmaz. ve in kâne miskale habbetin min hardelin eteyna Biha hatta hardal tanesi ağırlığında bir şey olsa onu dahi ortaya getiririz, gündeme getiririz.

Bu ayet zil zal suresinin 7. ve 8. son ayetlerini daha kolay anlamamıza yardım ediyor.

Femen ya'mel miskale zerretin hayren yerah. (Zilzal/7)

Ve men ya'mel miskale zerretin şerren yerah. (Zilzal/8)

Kim zerre miktarı hayır işlerse onu görür, kimde, zerre miktarı şer işler, kötülük işlerse onu görür. Burada ki görmenin aslında gündeme getirme, yani kaybetmeme olduğunu anlıyoruz. Yoksa Allah’ın rahmeti, mağfireti, affı, bağışlayıcılığı elbette sadece bırakın zerre miktarı şerri, çok büyük günahların üzerini dahi kapatıp onları silebilir. Sileceğini zaten Kur’an da da müjdeliyor. Ama hiç biri üstünden görünmezden gelinip te geçilmeyecek, gündeme getirilecek. Fakat gündeme getirilip; Bu nasıl kitap ah dediğimi de yazmış, kaydetmiş, of dediğimiz de kaydetmiş dediği gibi vahyin (Kehf/49) böyle bir film, böyle bir kamera, böyle bir kayıt sistemi, sicil sistemi.

İşte bu sicil sisteminin hiçbir şeyi atlamadığını ifade ediyor bu ayet. Fakat af ondan sonra, mağfiret ondan sonra gündeme gelecek ve sen rabbim sen hiçbir şeyi atlamadığını gözlerimle gördüm dedikten sonra rabbin, eğer affı hak etmişsen, mağfireti hak etmişsen mağfiretine elbette ki kavuşacaksın.

ve kefa Bina hasibiyn biz hesap görücü olarak yeterde artarız bile. Yani bir başka hesap görücü, bir başka muhasip, bir başka hesapçı istemeyin, biz hesabını çok iyi görürüz.


48-) Ve lekad ateyna Musa ve HarunelFurkane ve Dıyâen ve Zikran lil müttekıyn;

Andolsun ki biz Musa ve Harun'a Furkan'ı (Hak ile bâtılı ayırt edeni), korunmak isteyenler için bir ışık ve bir hatırlatıcı olarak verdik. (A.Hulusi)

048 - Celâlim hakkı için biz Musâ ile Harûn’a Furkan ve bir zıya ve bir zikir vermiştik, muttakiler için. (Elmalı)


Ve lekad ateyna Musa ve HarunelFurkane ve Dıyâen ve Zikran lil müttekıyn Yepyeni bir pasaja girdik. Tabii ki yukarısı ile bağlantılı olarak. Musa ve Harun peygambere gönderilen vahye getirdi sözü Kur’an. Öncelikle Resulallah’ın ilk muhatap olan sevgili efendimizin tasavvurunu inşa ediyor ve onu aynı zamanda teselli de ediyor bu pasajla. Doğrusu biz Musa ve Harun’a sorumluluk bilincine sahip olanlara iletmeleri için hakkı batıldan ayıran Furkan, hakkı batıldan ayıran, karanlıkları aydınlığa çıkaran dıyae’ ve yabancılaştıkları özlerini kendilerine hatırlatan zikr bir mesaj vermişizdir. Hz. Musa ve Hz. Harun’a peygamberlik ve vahiy verilişinin ayrıntısını bu sureden önce işlediğimiz Tâhâ suresinde ayetler eşliğinde dile getirmiştik.

Burada ki Furkan; vahiylerin ortak niteliğidir. Sadece Kur’an vahyinin değil tüm vahiylerin vasfıdır, sıfatıdır ve hem vahyin sıfatı, hem de o vahiyle inşa olunan insanın sıfatı haline gelir. Nedir? Hakkı batıldan ayırabilecek bir ölçü. Vahiyde bu ölçü zaten vardır. Vahiyle aklını inşa eden müminde de bu ölçü oluşur. Onun için sevgili efendimiz Hz. Ömer’e Faruk lakabını takmışlar. Faruk adını vermişlerdi. Yani hakkı batıldan ayıran bir ölçüye sahip olan bir akıl.

Kur’an la zihni inşa olmuş olan bu zat, öyle bir ölçü geliştirmişti ki, hakkı batıldan ayırabilen bir ölçü. Dolayısıyla zihnini Kur’an ın inşa ettiği insanda böyle bir ölçü gelişir. Bu ölçü geliştikten sonra, bu ölçü oluştuktan sonra o insan artık baktığı, duyduğu, gördüğü ve bildiği şeylerin  içerisinden seçme, temyiz gücünü kullanarak kötüyü iyiden seçer. Madenin hasını hamından, posasından ayırır ve dolayısıyla geçek bilgiyi sahte bilgiden ayırır. Onun içinde Furkan hem vahyin niteliğidir. Hem de vahiyle inşa olmuş aklın niteliğidir.

İkincisi dıyae’ Kur’an da iki şey kullanılır ışık için “dav’” ve “nûr”. Birbirinden ayrılan tarafları şudur; dav’; ışığın kaynağı kendisinden olan şeyin verdiği ışıktır. Yani kaynağı kendisindendir. Nûr ise kendisinden olmak zorunda değildir. Bir başkasından yansıtsa da ona Nûr denir. Onun için güneşin ışığı Kur’an da dav’ ile, ayın ışığı da Nûr ile ifade edilir.

Tabii ki dıyae’ diye ifade edilmesi bizatihi, içinde ışık vardır vahyin. Vahit bizatihi ışığın kaynağıdır demektir. Yani yansıtmaz sadece ışığın özüdür.

Üçüncü kavram ise kullanılan zikr. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu da vahyin ortak sıfatı. Hatırlatıcı, uyarıcı. Yani insana unutturduğu öz benliğini unuttuğu alt yapısını, unuttuğu fıtratını hatırlatıcı bir özellik. Tüm vahiylerin bu 3 özelliği olduğu için Hz. Musa ve Harun’a indirilen vahyinde bu özelliklere sahip olduğu dile getiriliyor.


49-) Elleziyne yahşevne Rabbehüm Bil ğaybi ve hüm minessa'ati müşfikun;

Onlar ki gaybları olarak Rablerinden haşyet ederler... Onlar o Saat'ten de titrerler. (A.Hulusi)

049 - O muttakiler için ki rablerine gıyap da haşyet beslerler ve o saatten titrer dururlar. (Elmalı)


Elleziyne yahşevne Rabbehüm Bil ğayb onlar ki idrak sınırlarını aşan bir hakikat olsa da rablerinden korkarlar.

Allah’a iman hem şahide, hem gaibe imandır dostlar. Bil ğayb’ın açılımı budur. İmanı iman yapan güvendir. İdraki aşan bir varlıktır Allah. İnsan idrakinin kavrayamayacağı bir hakikat. Dolayısıyla insan idrakinin kavrayamayacağı bir hakikat olsa da diyor rablerinden korkarlar. Yani bizzat görmüş gibi, bizzat tanımış gibi korkarlar.

Burada ki korku tabii ki insanın aslandan korkmasına, ya da zayıfın güçlüden korkmasına, ya da işçinin patrondan korkmasına, ya da vatandaşın devletten korkmasına benzemez. Burada ki korku içinde saygı bulunan korku, sevgi bulunan korkudur. Onun için de Haşyet kelimesi kullanılmıştır. Havf değil. Havf korkanın güçsüzlüğü, Haşyet ise korkulanın büyüklüğünden dolayı duyulan ürpertidir. Yani Allah öyle büyüktür ki, O’nun büyüklüğü, azameti, gücü ve O’na ihtiyacınızın büyüklüğünü fark eder, O’nun sevgisini yitirmekten dolayı korkarsınız, titrersiniz.

ve hüm minessa'ati müşfikun yine onlar görürcesine inandıkları son saatten dolayı tir tir titrerler.

Tabii ki Yukarıda Allah bilinci, burada ahiret bilinci. Davranışlarının sorumluluğunu üstlenirler demektir bu son cümle. Ahiretten dolayı tir tir titriyorlarsa bu titreme hesap verme sorumluluğunu üstlenmedir. Yani yaptıklarımın hepsinin hesabını vereceğim. Bu sorumluluğumun farkındayım demektir bu aslında.

Peki titremeyenler; fark etmeyenler? Hesap verecek bir ömür yaşamayanlardır. Yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmeyenlerdir. Dolayısıyla hesap vereceklerine inanmayanlardır.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
102. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/22/islamoglu-tef-ders-enbiya-037-077102/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder