B sayfasından denam
71-) Kale amentüm lehu kable en azene leküm*
innehu le kebiyrukümülleziy allemekümüssıhr* fele ükattıanne eydiyeküm ve
ercüleküm min hılafin ve le usallibenneküm fiy cüzû'ınnahl* ve leta'lemünne
eyyüna eşeddü azâben ve ebka;
(Firavun) dedi ki: "Ben
size izin vermeden Ona iman ettiniz ha! Muhakkak ki O, size sihri öğreten
büyüğünüzdür... Andolsun ki, sizin ellerinizi ve sizin ayaklarınızı çaprazlama
keseceğim ve elbette sizi hurma dallarından asacağım... Hangimizin azapça daha
şiddetli ve daha kalıcı olduğunu elbette bileceksiniz!" (A.Hulusi)
071 - Ya!
Dedi: ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha? O her halde size sihri
öğreten büyüğünüz, o halde ahdim olsun ben ve elbet sizin ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve elbette sizleri hurma dallarına asacağım,
ve her halde bileceksiniz ki hangimiz azapça daha şiddetli ve daha bakalı?
(Elmalı)
Kale amentüm lehu kable en azene leküm
Firavun; Demek siz benden izin almadan ona inandınız ha? Dedi. innehu le
kebiyrukümülleziy allemekümüssıhr öyle anlaşılıyor ki size sihri
öğreten ustanız, en büyüğünüz bu olsa gerek. fele ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min
hılafin ve le usallibenneküm fiy cüzû'ınnahl fakat, mutlaka
dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim ve topunuzu götürüp
hurma kütüklerine asacağım.
Burada ki Min hilafin i dönekliğinizden dolayı diye çevirmek bağlamada
sözcüğün etimolojik kökenine de çok daha uygun. Ama genelde çaprazlama
keseceğim biçiminde anlaşılmış. Fakat muhalefetimizden dolayı bana olan
muhalefetinizden dolayı, ya da dönekliğinizden dolayı diye çevirmek hadisenin
yapısına da uygun görünüyor.
ve leta'lemünne eyyüna eşeddü azâben ve ebka
Firavun’un tehditleri devam ediyor. Böylece hangimizin cezasının daha şiddetli
ve kalıcı olduğunu iyice anlamış olacaksınız. Hangimiz dediği; Allah’ın mı
benim mi. Şuna bakınız. İşte Firavunlaşmak bu. Allah ile boy ölçüşmeye kalkmak.
Allah’la ayaklaşmaya kalkmak, haddini bilmemek..!
İnanca karşı tüm zamanlarda
despot ve zorbaların tek silahı bu olmuş. Tehdit, baskı, işkence ve ortadan
kaldırma. Firavun da bunu yapıyor. Aslında Firavun bir çizginin sözcülüğünü
üstlenmiş durumda burada. Kur’an da bu olayı farklı farklı surelerde aktarmakla
tarih boyunca devam eden despot ve zorba bir çizgiyi deşifre ediyor.
İzinli ve izinsiz iman görüyoruz.
Ve diyor ki firavun benden izin almadan inandınız ha? Çok ilginç gerçekten.
Yani benim izin verdiğim kadar inanın anlamını da içeriyor bu. İzin alın öyle
inanın. İzinli iman diye bir kavramla karşılaşıyoruz burada. Tabii izinsiz
iman. Firavununuzdan izin alacaksınız ve öyle inanacaksınız. Yani öyle diyor
firavun. Firavununuzdan izin alacaksınız, öyle inanacaksınız. Firavununuz izin
vermiyorsa inanmayacaksınız.
Peki izin vermediği halde
inanırsanız? O zaman imajınızı bozarım. Yani ben birini öldürmeyi gözüme
koyduğum zaman ona şu derim, ona, işte burada söylüyor; Vatanımızdan çıkarmak
istiyor bu vatan hainleri diyor. Ona terörist adını veririm diyor. Hz. Musa’ya
Firavun terörist muamelesi yapıyor burada. Çünkü ülkemizden bizi çıkarmak
istiyor, iktidarımıza karşı ayaklanmış durumda diyor. onun içinde imajınızı
bozarım, bir köpeği öldürmeyi kafasına koymuş olan bir zalim köpeği öldürmeye
kalksa etraftan tepki görecektir fakat kuduz olduğuna inandırdıktan sonra
öldürse teşekkür alacaktır. Bu imaj bozmadır.
Onun için Firavun imaj bozmaya
kalkıyor ve izin almadan inandınız ha diyor. Benden izin almadan inandınız.
Kendisi gibi düşünmeyene hayat hakkı tanımıyor. Firavunca bir tavır tabii ki ve
Allah ile ayaklaşıyor. Allah’a karşı savaş açıyor.
72-) Kalu len nü'sireke alâ ma caena minel
beyyinati velleziy fetarena fakdı ma ente kad* innema takdiy hazihil hayated
dünya;
Dediler
ki: "Bize gelen apaçık mucizelerden sonra, bizi yaratan üstüne seni asla
tercih etmeyeceğiz... Ne hükmedeceksen hükmet! Sen sadece şu dünya hayatına
hükmedersin." (A.Hulusi)
072 - İhtimali
yok dediler: bize gelen bu açık mucizelere ve bizi yaratana karşı seni tercih
edemeyiz, artık neye hükmün geçer, ne yapabilirsen yap, senin olsa olsa bu
Dünya hayata hükmün geçer. (Elmalı)
Kalu len nü'sireke alâ ma caena minel beyyinati
velleziy fetarena onlar şöyle cevap verdiler senin tehditlerine
kapılıp ta asla bize gelen hakikatin apaçık delillerine ve bizi yaratana sırt
dönmeyeceğiz. fakdı
ma ente kad nr karar verirsen ver umurumuzda değil. Kim söylüyor
bunu? Yeni mümin, eski sihirbazlar. Firavunun kendilerine iktidar umudu
bağladığı eski sihirbazlar yeni müminler işte böyle bir imani şuura eriyorlar.
Ne karar verirsen ver umurumuzda bile değil, innema takdiy hazihil hayated dünya
nasıl olsa senin kararın sadece bu fani dünya hayatında geçerlidir. İşte
pazarlıksız iman dediğim şey bu.
Şimdi manzarayı gözünüzün önüne
getiriniz lütfen. Hakikati gördüklerini biliyoruz biz eski sihirbazların.
Firavunun sihirbazları hakikati gördüler. Ama en azından hakikati görünce
tedbir almak adına şöyle davranabilirlerdi. Musa’nın kulağına eğilip; Tamam biz
gerçeği gördük iman edeceğiz ama senin elinde bu gücü yaratan senin rabbin bizi
de korur mu? Bu zalimin zulmüne karşı bize bir garanti verebilir misin
diyebilirlerdi.
Bunu demiyorlar. Hz. Musa’nın
gözüne bakmıyorlar, hatta Firavun; sizin ellerinizi ayaklarınızı keseceğim
dönekliğinizden dolayı dediğinde ona karşı cevapları; Bizi Musa kurtarır da
olmuyor. Musa’nın gözüne bakmakta olmuyor. Sadece ve sadece Allah’a
güvendiklerini, kendisinin dünyada sadece zulmedebileceğini ve ahirete yönelik
hiçbir hükümde bulunamayacağını, kendilerininse ebedi mutluluğa talip olduklarını
dile getiriyorlar. Kısa zamanda imanın zirvesine çıkışları çok ilginç. İşte bu
taklidi değil, bilgiye dayalı tahkiki iman oluşundan kaynaklanıyor.
73-) İnna amenna Bi Rabbina li yağfire lena
hatayana ve ma ekrehtena aleyhi mines sıhr* vAllâhu hayrun ve ebka;
"Gerçekten
Rabbimize iman ettik ki bizim için hatalarımızı ve sihirbazlığımızı mağfiret
etsin... Allâh daha hayırlı ve bâkîdir." (A.Hulusi)
073 - Doğrusu
biz günahlarımıza ve bizi zorladığın sihre karşı bize mağrifet etsin diye
rabbimize iman ettik, Allah, hem daha hayırlı hem daha bekalıdır. (Elmalı)
İnna amenna Bi Rabbina li yağfire lena hatayana
ve ma ekrehtena aleyhi mines sıhr şu kesin ki diyorlar biz
hatalarımızı ve senin bizi icra etmeye zorladığın sihir türü şeyleri
bağışlaması için gönülden inanıp güvenmişiz Allah’a. Yani biz hatalarımızı
bağışlaması için senin bizi zorladığın sihirden dolayı da bizi affetmesi için
Allah’a güvendik. Yani gidiyoruz, O’nun huzuruna hesap vermeye gidiyoruz. İşte
bu sorumluluk bilinci. Artık öyle bir bilinçle kuşanmışlar ki görür gibi
inandıkları ahiretin endişesini yaşıyorlar. Dünyanın değil.
Hayata ilişkin bir endişe
taşımıyorlar. Umurumuzda bile değil dediler. Umurlarında olan tek şey var
Allah. Firavun umurlarında değil. Dünya umurlarında değil, Umurlarında olan
bire şey var Ahiret. Halk ne der, Firavun ne der demiyorlar, Firavunum ne der
demiyorlar. Allah’ım ne der. Umurlarında olan bir şey var. Ebedi hayat. Geçici
hayat umurlarında değil. İşte bu imanın anında inşa ettiği muhteşem bir tasavvur.
vAllâhu hayrun ve ebka zira Allah
güven duyulanların en hayırlısı ve en kalıcısıdır.
74-) İnnehu men ye'ti Rabbehu mücrimen feinne
lehu cehennem* lâ yemutü fiyha ve lâ yahyâ;
Gerçek
şu ki: Kim Rabbine karşı suçlu olarak gelirse işte cehennem onun içindir...
Orada ne ölür (kurtulur), ne de diriliği yaşar! (A.Hulusi)
074 - Her
kim rabbine mücrim olarak varırsa şüphesiz ki ona Cehennem var onda ne ölür ne
dirilir. (Elmalı)
İnnehu men ye'ti Rabbehu mücrimen feinne lehu
cehennem Buraya kadar kıssa anlatıldı. Gerçekten Tarihte görülen
ender imani inkılaplardan birinin gerçekleştiği bu sahne gözlerimizi önüne
serildi. Tabii ki bir hikaye olarak değil. Pazarlıksız iman nasıl olur. Bilgiye
dayalı tahkiki imanın, bilgisizce cehalete dayalı taklidi imandan nasıl farklı
olduğu ve sahibini nasıl yüksek bir bilince şuura eriştirdiği anlatıldıktan
sonra şimdi onlarla, onların izini izleyenler için Allah’ın hazırladığı ebedi
mutluluk diyarından bir takım unsurlar gözümüzün önüne seriliyor.
İnnehu men ye'ti Rabbehu mücrimen feinne lehu
cehennem Önce günahkarlar, önce sapkınlar, önce zalimlerin akıbeti
konusunda bir ayet. Şüphe yok ki kim rabbine günahkar olarak kavuşursa,
kendisini cehennemin beklediğini unutmasın. lâ yemutü fiyha ve lâ Yahyâ orada ne ölebilir ne
yaşayabilir.
75-) Ve men ye'tihi mu'minen kad amiles
salihati feülaike lehümüd derecatül 'ula;
Kim de
O'na iman ederek, imanın gereği uygulamalarla gelirse, işte onlar için en yüce
dereceler vardır. (A.Hulusi)
075 - Her
kim de ona mümin olarak Salih ameller işlemiş bir halde varırsa işte onlara en
yüksek dereceler var. (Elmalı)
Ve men ye'tihi mu'minen kad amiles salihat
işte burada da o iman inkılabının büyük kahramanları olan eski sihirbaz, yeni
müminler ve onların izini izleyenleri akıbeti geldi gündeme. Ama kimde sahibine
erdemli işler yaptıran bir iman ile Allah’a kavuşursa feülaike lehümüd derecatül 'ula
işte en yüce makamlar onların olacaktır.
İmanın etkisinin eylemde ortaya
çıkacağını ifade eden bir ayet.. Yani imanın ispatı ameldir diyen bir ayet.
Nasıl ki hayatın ispatı büyümek ve çoğalmaksa, nasıl ki canın ispatı hareketse,
nasıl ki ağacın ispatı meyve ise, imanın ispatı da amel diyor bu ayet.
76-) Cennatu Adnin tecriy min tahtihel enharu
halidiyne fiyha* ve zâlike cezaü men tezekkâ;
Altlarından
nehirler akan ADN cennetleri... Onda sonsuz yaşarlar... Arınıp tezkiye olanın
karşılığı işte budur.
(A.Hulusi)
076 - Adin
Cennetleri altından nehirler akar, onlarda muhalled olarak kalacaklar, ve o
işte temizlenen kimsenin mükâfatı. (Elmalı)
Cennatu Adnin tecriy min tahtihel enharu
halidiyne fiyha Mutluluğun üretildiği içerisinden ırmakların
çağıldadığı, girenin bir daha çıkmadığı cennetler. Cennetu adnin; Mutluluğun
üretildiği diye çevirdim, bu etimolojik kökene dayalı bir çeviridir. Çünkü adn,
madenle aynı kökten gelir. Maden ise bir şeyin üretildiği merkez demektir. Bir
şeyin üretildiği ve kaynaklandığı merkez. Cennet mutluluğun üretildiği
merkezlerdir. Mutluluğun madeni oradan çıkar yani.
[Atlanan cümle; ve zâlike cezaü
men tezekkâ
ve
o işte temizlenen kimsenin mükâfatı. (Elmalı)]
77-) Ve lekad evhayna ila Musa en esri Bi
ıbadİY fadrib lehüm tariykan fiyl bahri yebesa* lâ tehafü dereken ve lâ tahşâ;
Andolsun
ki, Musa'ya (şunu) vahyettik: "Kullarımı geceleyin yürüt... Onlar için denizde asanla
vurarak kuru bir yol aç! Yetişilmekten korkmaksızın ve (denizde boğulmaktan) dehşet
duymaksızın (yürüsünler)!" (A.Hulusi)
077 - Ve
filhakika Musâ’ya şöyle vahy ettik: kullarımla geceleyin yürü de onlara denizde
kuru bir yol aç, yetişilmekten korkmazsın ve perva etmezsin, (Elmalı)
Ve lekad evhayna ila Musa ve doğrusu
biz Musa’ya şöyle vahyetmiştik. en esri Bi ıbadİY fadrib lehüm tariykan fiyl bahri yebesa
kullarımla birlikte geceleyin yola koyul. Onları denizin ortasında kuru bir
yola vur.
En esri Bi ibadİY Hz. Musanın İsrası. Aslında Hz. Peygamberin
tasavvurunu inşa amaçlı olan bu kıssa Hicrete de bir ima taşıyor. Aslında
hicrete yavaş yavaş hazırlan imasıdır bu. Yani her firavunun bir Musa’sı, her Musa’nın bir hicreti, isrası,
her hicretin bir Medine’si vardır. Ya Muhammed sen de bunu aklına koy ve hiç
çıkarma ki, Firavunun ne kadar zalim ve güçlü olursa olsun Allah onu bir gün
cezalandırır. Ne kadar ağır acılarla sınanırsan sınan, bir gün kurtuluş
mukadder olur ve Medine’ni kurarsın. Tıpkı Musa gibi. Mesaj bu.
lâ tehafü dereken ve lâ tahşâ
arkanızdan yetişirler diye endişe etme, hepsinden öte Allah’tan gayrı kimseden
korkma. Çünkü böyle çevirdim. Tırman içinde bir metnin zipli açılması aslında
bu haşyet ve havf arasında ki fark daha önce defaatle vurgulamıştım burada iki
kelime de aynı cümlede kullanılıyor. Havf korkanın küçüklüğünden kaynaklanan
korku, Haşyet korkulanın büyüklüğünden kaynaklanan korku. Onun için de gözünde
büyütme ey Musa diyor bu ayet. Gözünde büyütme, eğer çekinilecek biri varsa o
da sadece ve sadece Allah’tır. O’na karşı duyman gereken ürpertiyi bir başkası
için duyma mesajıdır bu.
Buradaki ırmak veya su, deniz;
Kızıl deniz diye geçmiş bazı tarihi kayıtlarda. Bazıları da Nil diye geçmiş,
bazılarında ise Akdeniz olarak. Bunun neresi olduğunu Kur’an bize haber
vermiyor. Fakat bir su kütlesi olduğu açık. Hatta bugün Potsaid’in hemen
kıyısından, Mısır’ın Potsaid kentinin hemen kıyısından başlayıp Nil’in Dimyat
ağzı, ki Nil’in iki ağzı var döküldüğü. Biri İskenderiye ağzı, biri Dimyat ağzı.
Dimyat ağzına kadar denizin ortasından, Akdeniz’in ortasından bir otobanlık yol
gider. İçi de deniz dışı da deniz. Denizin içinde. Böyle bir yer kabuğu oluşumu
var orada.
Çok ilginç. Ve Mısır’da sadece
orada yok, Nil deltasının daha alt ucunda da bu tip yerler var. Çünkü Nil
deltası dediğimiz o büyük üçgen. Hemen hemen Kahire’de başlayıp on binlerce
dönüm araziyi kaplayan o büyük üçgen Nil’in getirdiği alüvyonlarla dolmuştur.
Denizden kazanılmıştır adeta. Denizden kazanılmış topraklardır. Onun içinde
neresi deniz, neresi kara çok fazla belli olmaz. O bölgelerden birinden bir
geçit, ilahi bir yardımla bir geçit açılmış ve Hz. Musa toplumunu ilahi
yardımın eseri olarak geçirmiş ve arkadan onları takip eden Firavun ve
askerleri bildiğimiz akıbetle boğulmuşlar.
Aslında bu şöyle de
tanımlanabilir. İradeli Müslümanların başı sıkışınca, İradesiz Müslüman olan
toprak, su, ırmak, deniz yardıma koşmuşlar. Çünkü ikisinin de rabbi aynı.
Birinin başı daralınca öbürü yardıma koşar. Nihayetinde eşya ya bilerek Allah’a
itaat eder irade ile varlık, ya da iradesiz biçimde. İradesi olmayan varlıklar
zaten Allah’a itaat etmişlerdir. Güneş, ay, dünya, dağlar, denizler
Müslüman’dırlar. İradesiz Müslüman’dırlar. Allah onlara gelin demiştir itaate
gelin, onlarda isteyerek itaat etmişlerdir. Kur’an da ifade buyrulduğu gibi.
..fekale leha ve lil Ardı'tiya tav'an ev
kerha.* kaleta eteyna tai'ıyn
(Fussilet/11) onlarda biz kayıtsız şartsız itaat ettik demişlerdir.
Bu mecazi bir diyalogdur tabii ki
bu ayette geçen. Fakat iradeli varlık olan insan ise iradesi ile çağrılmıştır
ve sadece insan itaat etme gücüne sahip olduğu için ve isyan etme gücüne sahip
olduğu için isyanı cezalandırılmış, itaati de ödüllendirilmiştir.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
99. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/01/islamoglu-tef-ders-taha-056-09899/
bulabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder