A sayfasından devam
3-) Lahiyeten kulubühüm* ve eserrun necva
elleziyne(necvelleziyne) zalemu* hel hazâ illâ beşerun mislüküm* efete'tunes
sıhra ve entüm tubsırun;
Akılları
fikirleri oyun eğlencede! O, nefslerine zulmedenler, aralarında fısıldaşıyorlar:
"Sizden farklı bir beşer mi sanki! Ne olduğunu görüp dururken, sihirli
sözlerine mi kapılıyorsunuz?" (A.Hulusi)
003 - Kalpleri
hep oyunda hem onlar o zalimler şu gizli fısıltıyı sırlaştılar: bu sırf sizin
gibi, bir beşer artık göre göre sihere mi gidiyorsunuz? (Elmalı)
Lahiyeten kulubühüm onların aklı
fikri oyunda oynaştadır. Yani oyun çocuğu yaşını aşamamıştır akılları. Ham bir
akıl, hayata laubali ve ciddiyetsiz yaklaşım. Akıl yaşları oyun çocuğu yaşı.
Onun için de akılları fikirleri oyunda oynaştadır. Henüz büyümemişlerdir. Belki
yaşı 50 dir, 40 tır, 30 dur, 60 tır, 70 tir, 80 dir ama akıl yaşı itibarıyla
oyun çocuğu kadar biganedir gerçeğe. Gerçeği kavramaktan uzaktır. Onun içinde
aklı fikri oyunda, oynaştadır.
ve eserrun necva elleziyne (necvelleziyne)
zalemu üstelik bu haddini bilmezler el altından şöyle fiskos
yapıyorlar. Elleziyne zalemu’yu necvelleziyne zalemu, bu haddini
bilmezler şöyle fiskos yapıyorlar diye çevirdim. Aslında zulüm kelime manası
bir şeyi yerinden etmektir. Tersi hikmettir, bir şeyi yerine koymak. Allah için
kullanıldığında hikmet; Bir şeyi yerli yerince yaratmak, kul için
kullanıldığında bir şeyi Allah’ın yarattığı yere koymaktır. Zulümde bir şeyi
Allah’ın yarattığı yerden etmektir.
Zalemu, elleziyne zalemu,
zalimiyn, zalimun gibi formlarda gelen sözcükler ve kalıplar bir tümleç
taşımadıklarında da zalemu en fusehüm
(3/117) gibi anlaşılırlar, yani kendilerine zulmedenler. Kendi kendilerine
kıyanlar. Eğer kelimenin kök anlamından gelirsek kendini Allah’ın koydu yerden
alıp başka yere oyanlar. Allah’ın verdiği rolü, Allah’ın kendileri için sevdiği
rolü benimsemeyenler. Kendilerine başka roller alanlar. Allah’ın kendilerini
yarattığı amacı gerçekleştirmeyenler.
İşte bu, onun için böyle bir
insanın zihni, alt üst olmuş bir zihindir. Yani yerinden olmuş bir zihin.
Yerinden olmuş bir zihin; amuda kalkmış bir insanın haline benzer. Eğer bir
insan yere kafasını, havaya da ayaklarını kaldırmışsa ve böyle bakıyorsa
etrafına bu insan gördüğü her şeyi ters görür. Fakat duruşunu doğru olarak
zannettiğinde, doğru gördüğünü iddia eder.
Yani her şey ters duruyor zanneder ve bunda da ısrar eder. Çünkü
yamukluğu baktığında aramaktadır, bakışında değil. Eğer bu insana gördüğünü
düzeltecek bir ekip bir güç, bir iktidar verseniz, bu sefer ters baktığını
unutarak kendi tersliğini kabullenmeksizin gördüğü her şeyi ters çevirmeye
başlar, çevirtmeye başlar ve bunu da doğrusunu yapıyorum diye yapar.
Dolayısıyla gücü ne kadar artarsa
tahribi de o kadar yükselir. İktidarı ne kadar büyürse, çevreye verdiği, insana
verdiği, kendine verdiği zarar da o kadar büyür. Onun için burada ki elleziyne
zalemu’yu haddini bilmezler diye çevirdim. Haddini bilmez, işte haddini aşar.
Sınırını bilmez. Şöyle de çevirmek mümkün; Bilinci tersyüz olmuşlar. Bilinci
alabora olmuş kişiler. Demekte mümkün.
hel hazâ illâ beşerun mislüküm ve
onlar şöyle derler, yani fısıldarlar, fiskos yaparlar. Bu da sizin gibi ölümlü
bir insan değil mi? Beklentileri nedir? Ölümsüz bir Melek. Yani bunlar
kendilerine bir meleğin peygamber olarak gönderilmesini istiyorlar. Bir insanın
değil. Peki bir Melek peygamber olarak gönderilse gerçekten samimi olarak iman
ederler miydi? Hiç sanmıyorum. Neden böyle bir bahaneyle kaçıyorlar? Şöyle
düşünüyorlar; gelen peygamber insan olduğu için, onları davet ettiği şeyi
kendisi de yaşıyor. Yani kendi hayatına aldığı bir şeye davet ediyor. Ama bir
melek onları davet etseydi bu kez bu davetten sıvışmak için çok kolay bir
bahane bulacaklardı;
- O melek biz insanız, farklı
düzlemlerin varlıklarıyız. Dolayısıyla biz nasıl Meleğin arkasına takılıp ta
Meleğin izini sürelim. Diyeceklerdi. Yani bu “bir tür kurnazlık”, bir tür
olumsuz kurnazlık, kötü kurnazlık.
efete'tunes sıhra ve entüm tubsırun
şu halde siz.. Onlar devam ediyorlar muhataplarına, akıllılar ya..! Bakınız
yani ters durunca, başları üstüne dönünce akılsız oldukları halde kendilerini
alemin akıllısı görmelerinin en tipik örneği; Şu halde siz göz göre göre büyüye
kapılıp gidecek birileri misiniz. Yani bir büyünün arkasına ı düşeceksiniz
diyorlar.
Tabii bilinci ters dönmüş birinin
tarif ettiği her şey yanlıştır. Onlar hakikati büyü gibi gördüklerine göre,
büyüyü de gerçek gibi anlıyorlar olsa gerektir. Ki gerçekten tarihsel olarak
hayatlarına baktığımızda böyle görüyorlar. Kahinlerin, kahin koltuğunda, şaman
koltuğunda oturan şairlerin, arrafların (Falcı, kahin. Müneccim),
hikayecilerin, masalcıların arkasına ciddi ciddi düşen, kendini akıllı sanan bu
insanlar, peygamberlere ilk karşı gelenler oluyor. Bunu amuda kalkmak olarak
değil de nasıl nitelersiniz.
İşte gerçeğe ters yaklaşmak, yani
insan tahterevalli gibidir bir ucu kalktığında diğer ucu iniyor. Mutlaka hakka
batıl gibi baktığında, batıla da hak gibi bakıyor. Dostunu düşman olarak
bellediğinde, düşmanını da dost olarak görüyor. Allah’la arası açıldığında,
şeytanla arası kapanıyor, yaklaşıyor. Hakikate karşı yabancılaştığında
kendisine karşı da yabancılaşıyor ve tabii batıla yaklaşıyor. Onun için insan
zihin olarak bir tür tahterevalli gibidir. Batıldan uzaklaşan doğal olarak
hakka yaklaşır. Allah’tan uzaklaşan doğal olarak şeytana yaklaşacaktır.
4-) Kale Rabbiy ya'lemul kavle fiys Semai vel'
Ard* ve HUves Semiy'ul 'Aliym;
(Hz. Rasûlullâh):
"Benim Rabbim semâda ve arzda konuşulanı bilir... O, Semi'dir,
Aliym'dir" dedi. (A.Hulusi)
004 - Dedi:
rabbim söyleneni bilir: Gökte de Yerde de ve o öyle semî, öyle alîmdir. (Elmalı)
Kale Rabbiy ya'lemul kavle fiys Semai vel' Ard
de ki; Rabbim, gökte ve yerde söylenen her sözü, her düşünceyi çok iyi
bilmektedir. ve
HUves Semiy'ul 'Aliym o her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.
5-) Bel kalu adğâsü ahlâmin belifterahu bel
huve şa'ır* felye'tina Bi ayetin kema ursilel evvelun;
Şöyle
de dediler: "Konuştukları kuruntulardan oluşan rüyalarıdır! Muhtemelen
uyduruyor... Hayır, O bir şairdir! (Eğer böyle
değilse) geçmişte yaşamış Rasûllerdeki gibi
mucizesini göstersin!" (A.Hulusi)
005 - Dediler:
adgâsü ahlâm, yok onu uydurdu, yok o bir şâir, yoksa bize evvelkilerin
gönderildikleri gibi bir âyet getirsin. (Elmalı)
Bel kalu adğâsü ahlâmin hayır
dediler bunlar karma karışık düşlerdir. Bunlar işte, ne dediğini bilmeyenlerin
ağzından çıkan şeylerdir. Bunlar haddi zatında öyle üzerinde durmaya değmeyen karma karışık rüyalardır,
hayallerdir, belki halüsinasyonlardır demeye getirdiler. Ne için diyorlar?
Vahiy için diyorlar. Kendilerinin ebedi istikbalini kurtaracak olan ve Allah’ın
insanoğluna tenezzül buyurup ta önüne açtığı gök sofrası için diyorlar. İnsan
kendi elleriyle kendi istikbalini nasıl mahvederin resmidir bu aslında.
Allah’ın rahmetine nasıl sırt döner, Allah’ın kendisine olan sevgi ve şefkatini
elinin tersiyle nasıl iterin cevabıdır işte bu.
belifterahu akıl karışırsa ağızdan
çıkanı kulakları duymaz. İşte bu ayette onların ağzından çıkanı kulaklarının
duymadığı böyle resmediliyor. Yok, tok,. Onu kendisi uydurdu diyorlar. Diyorlar
ama buna kendileri de inanmamış olacaklar ki devam ediyorlar; bel huve şa'ırun
bu da değilse o bir şair olmalı. Evet, yani aslında hiçbir şey demiyorlar
gördüğünüz gibi. Çünkü her şeyi deme iddiasında olanlar hiçbir şey dememiş
olurlar. Bunların hepsi birden olamaz. Sihir diyorlar, ondan sonra karmakarışık
düşler diyorlar, ondan sonra kendisi uydurmuş olmalı diyorlar, bu kez de o da
olmadı, bakıyorlar hiç birisi yakışmıyor, şairdir diyorlar. O da yakışmıyor,
onunda yakışmadığını biliyorlar, çünkü ömründe hiçbir şiir yazmadığını
kendileri de çok iyi biliyor Resulallah’ın.
felye'tina Bi ayetin kema ursilel evvelun
bu kez de diyorlar ki, tabii bu kez de başka bir şey diyorlar. O da ikna
etmiyor çünkü şair değil, hiç şiir yazmamış, şiir okumamış, şairler arasında
sayılmamış adı. Geçmiş hayatında böyle bir şey görülmemiş ondan; İyi ama
diyorlar bu kez de önceden gönderilen peygamberler gibi bize bir mucize
getirseydi ya.
Evet, söylediklerine kendilerinin
de inanmadığı ne kadar açık. Aslında şair derken bir yanlış anlamanın önüne
geçmek için birkaç cümle ile izah etmek isterim;
Kur’an şiiri reddediyor değil o
günün şairi, bu günün şairi gibi değildi. O gün şair şaman koltuğundaydı.
Kahinlerin bir çoğu aynı zamanda şair idiler. Dolayısıyla şiirlerini dizip
koşarken cinlerle ilişki kurduklarına inandırırlardı insanları ve gerçekten de
dizip koştukları şiirler anlamdan çok etkiye dayanırdı. Onun içinde sözleri bir
büyü gibi kullanırlardı ve gerçekten de büyü idi. Hatta halk dilinde iki söz
bir büyü deyimini bilirsiniz. Onların sözleri muhatabı büyülemek için
kullanırlardı.
Dolayısıyla vahiy şairi şaman
koltuğundan indirdi, gerçek yerine koydu ve tabii ki gerçek yerine geçen şairin
sırtına da peygamber hırkasını giydirdi. Ka’b bin. Züheyr’in sırtına giydirdiği
hırka gibi. Aslında Resulallah’ın Banet Suat kasidesini söyleyen şair Ka’b bin
Züheyr’in sırtına geçirdiği, sırtından o anda çıkarıp ta sırtına geçirdiği
hırka ka’b a verdiği bir ödül değil, şiire verdiği bir ödüldü. Belki insanlık
tarihinde şiirin alabileceği en yüksek ödüldü bu.
6-) Ma amenet kablehüm min karyetin ehleknaha*
efehüm yu'minun;
Bunlardan
önce helâk ettiğimiz hiçbir şehir halkı da iman etmemişti... Onlar mı iman
edecekler? (A.Hulusi)
006 - Onlardan
evvel İhlâk ettiğimiz hiç bir karye iman etmedi şimdi onlar mı iman edecekler? (Elmalı)
Ma amenet kablehüm min karyetin ehleknaha*
efehüm yu'minun onlardan önce kendilerini inkarda ısrarlarından
dolayı helak ettiğimiz nice kentler, nice yurtlar, nice medeniyetler iman
etmemişlerdi. Şimdi bunlar mı iman edecekler. Evet, öyle diyor Kur’an. Şimdi
bunlar mı iman edecekler. Yani burada tarihin yasasını hatırlatıyor gibidir bu
ayet. Böyle çalışan bir zihin, böyle bakan bir tasavvur sahibini zorunlu olarak
helake götürür. Böyle bir sapma açısını takip ederek yürüyen birinin varıp
duracağı durak, helak durağıdır. Bunu söylemek istiyor. Çünkü tarih ortada.
İnsanın geçmişi ortada. Eğer hakikate böylesine ters bir mantıkla yaklaşıyorsa
bu insan sonuna kadar hakikate zıt gidecektir. Yürüdükçe uzaklaşacaktır. Yol
aldıkça aslında hakikatten uzaklaşacaktır. Onun için bu yasayı hatırlatıyor
olsa gerektir bu ayet.
Şimdi bunlar mı iman edecekler.
Yani onlardan önce kendilerini inkarda ısrarlarından dolayı helak ettiğimiz
nice uygarlıklar iman etmediler ki, ki bunlar da onların yolunda. Bunlar mı
iman edecekler. Onlarda böyle başlamışlardı. Onların helaki de bu süreçte
gelişmişti. Onu haber veriyor.
7-) Ve ma erselna kableke illâ ricalen nuhiy
ileyhim fes'elu ehlez zikri in küntüm lâ ta'lemun;
Senden
önce, kendilerine erkeklerden başkasını vahiy ile irsâl etmedik... Eğer
bilmiyorsanız, geçmiş hakkında bilgi sahibi kişilere sorun. (A.Hulusi)
007 - Senden
evvel de başka değil ancak kendilerine vahiy gönderdiğimiz bir takım ricâl
gönderdik, haydin zikir ehline sorun bilmiyorsanız. (Elmalı)
Ve ma erselna kableke illâ ricalen nuhiy
ileyhim biz senden önce de kendilerine mesajlarımızı ilettiğimiz
ölümlü insanlardan başka birilerini peygamber olarak göndermedik. fes'elu ehlez zikri
in küntüm lâ ta'lemun hem eğer bu konuda bir şey bilmiyorsanız
geçmiş vahiylerin mensuplarına sorun.
illâ ricalen erkekler manasına gelir harfiyen, lafzen. Fakat bu
surenin yukarıda mealini ve tefsirini verdiğimiz 3. ayeti, yine 7. ayet ve 8.
ayetlerden anlaşılan, bu ayetlerin münkir, inkarcı muhatapları, peygamberlerin
cinsiyetlerine ilişkin bir itirazda bulunmuyorlar ki, yani ortada
peygamberlerinin cinsiyetlerinin tartışılması diye bir şey söz konusu değil.
Onun için bu ayetten yola çıkarak peygamberlerin erkek ya da bayan olduğunu
söylemek, ya da şu cinsten olmak zorundalar, bu cinsten olmamak durumundalar
demenin bu ayetle bir alakası yok. Çünkü ayet bağlamı itibarıyla, hem iç
bağlam, hem tarihi bağlamı itibarıyla cinsiyetle alakalı değil. İnsan olmakla
alakalı, beşeriyetle alakalı. Çünkü muhataplar peygamberin insanlığına itiraz
ediyorlar, cinsiyetine değil.
Hatta; bilmiyorsanız geçmiş
vahyin mensuplarına sorun diye bitiyor bu ayet. Geçmiş vahyin mensuplarının
kitabına baktığımızda Tevrat’a, Tevrat’ta başta Deborah peygamber olmak üzere
bir çok kadın peygamberin hayatının anlatıldığını görüyoruz. Yani bu pasajın
anlatmak istediği şey peygamberin cinsiyeti değil. İnkarcı muhataplar Melek
peygamber istiyorlar ve Allah’ta tüm insanlık tarihi boyunca hep insan
peygamber gönderdiğini ifade buyuruyor.
8-) Ve ma cealnahüm ceseden lâ ye'külunet
ta'ame ve ma kânu halidiyn;
Onları
(Nebi/Rasûlleri),
yemeğe ihtiyacı olmayan bedenli olarak meydana getirmedik! (Onlar dünyada) ebedî
kalıcılar da değillerdi. (A.Hulusi)
008 -
Biz onları hem yemek yemez bir ceset yapmadık hem de mühalled değildiler. (Elmalı)
Ve ma cealnahüm ceseden lâ ye'külunet ta'ame ve
ma kânu halidiyn biz onları yemeğe bile ihtiyaç duymayan varlıklar
olarak göndermedik. İşte yine bağlam devam ediyor. Dahası onlar ölümsüz de
değildiler. Melek peygamber talebine bir cevap bu ayet. Yani onlar şöyle
diyorlardı Kur’an ın bir yerinde;
..mali hazer Rasûli ye'külüt taame ve yemşi
fiyl esvak. (Furkan/7) bu ne biçim peygamber diyorlardı. Yemek
yiyor, üstelik bir de çarşıda pazarda dolaşıyor. Yani onlar kendileri gibi
yiyen, içen, yaşayan, hastalanan ve ölen birinin peygamberliğini kabul
etmemekte direniyorlardı.
Bu haddi zatında biraz önce de
söylediğim gibi uyanıkça bir sıvışmanın yöntemi idi. Vahyi izlemek
istemiyorlardı. Vahyi hayatlarına koymak istemiyorlardı. Yani vahyin
kılavuzluğuna uymamak için böyle bir bahanenin arkasına sığınıyorlardı. Eğer
Melek bir peygamber gönderilmiş olsaydı ki bu zaten mümkün değil, Allah’ın
yasasına aykırı, Çünkü siz melek misiniz ki size melek peygamber göndereyim
diyordu vahiy. Kendi cinsinizden olmak zorundaydı peygamber. Çünkü peygamberler
izlenmek için vardır. İz bırakan izlenir. İzi olmayan nasıl izlenir.
Peygamberler iz bırakırlar. Yürürler çünkü. İzleri kalır yer yüzünde ve onların
izini takip ederek gidenler onların yolunu tutmuş olurlar.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
101.
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/15/islamoglu-tef-ders-enbiya-001-036101/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder