C sayfasından devam
64-) Ferace'û ila enfüsihim fekalu inneküm
entümüzzâlimun;
Şöyle
bir düşündükten sonra: "Muhakkak ki siz, evet siz zâlimlersiniz"
dediler (birbirlerine). (A.Hulusi)
064 - Bunun
üzerine vicdanlarına müracaat ettiler de dediler: doğrusu siz haksızsınız. (Elmalı)
Ferace'û ila enfüsihim fekalu inneküm
entümüzzâlimun bunun üzerine kendi iç dünyalarına döndüler ve kendi
kendilerine; Siz var ya siz dediler, içlerinden. İşte haddini bilmesiz ta
kendisisiniz. Evet, bunu diyorlar. Ama biraz sonra vazgeçiyorlar. Çünkü iman
doğru olanın ne olduğunu bilmek değildir sadece onu ikrar etmektir aynı zamanda.
İşte onların beceremediği, yapmadığı, yapamadığı da bu. Onu dile
getiremiyorlar.
65-) Sümme nükisu alâ ruusihim* lekad alimte ma
haülai yentıkun;
Sonra
gene kafaları alt üst olup eski fikirlerinde ısrarla: "Sen gerçekten
bilirsin ki, bunlar konuşmazlar!" (dediler). (A.Hulusi)
065 - Sonra
yine tepeleri üstü ters döndüler, sen cidden bilirsin ki bunlar söylemez
dediler. (Elmalı)
Sümme nükisu alâ ruusihim fakat daha
sonra baş aşağı çevrilmiş ters dönmüş bir bilinç haline geri dönerek, bu çok
önemli nükisu alâ ruusihim. Bu
aslında zulmün Kur’an da ki tariflerinden biridir. Bakın bire önceki 64. ayet
zâlimuun biçiminde bitiyordu. Onun tanımıdır bu. nükisu alâ ruusihim baş aşağı dönmüş bire bilinç, amuda kalkmış
bir bilinç.
Bu bilinç nasıl algılar? Ters algılar.
Yani hakikati ters yüz eder. İşte tüm tefsir derslerinde dile getirdiğim.
Geçiciyi kalıcı, kalıcıyı geçici, yüceyi alçak alçağı yüce, değerliyi değersiz,
değersizi değerli biçiminde algılayan bilinç, zalim bilinçtir. Zulümde budur
aslında
lekad alimte ma haülai yentıkun.
Tabii baş aşağı çevrilmiş bilince geri döndüler. Biraz önce anlık bir
doğruya gittiler ve geldiler. Daha
doğrusu vicdanlarının sesi biraz geldi,
ama üstünü yine kapatıverdiler. Ve dediler ki;
Doğrusu onların konuşamayacağını
kendin de çok iyi biliyorsun.
66-) Kale efeta'budune min dûnillâhi ma lâ
yenfeuküm şey'en ve lâ yedurruküm;
(İbrahim) dedi ki:
"Allâh dûnunda size hiçbir yarar ya da zarar da veremeyen şeylere mi
tapınıyorsunuz?" (A.Hulusi)
066 - O
halde dedi: Allah’ı bırakıp da size hiç bir fayda veremeyecek, zarar da edemeyecek
nesnelere mi tapıyorsunuz? (Elmalı)
Kale efeta'budune min dûnillâhi ma lâ yenfeuküm
şey'en ve lâ yedurruküm İbrahim bu kez onlara döndü ve dedi ki;
Şimdi siz Allah’ı bırakıp ta size hiçbir yarar saplamayan, ve başınıza gelecek
hiçbir zararı da önleyemeyecek olan şeylere mi tapıyorsunuz, kulluk
ediyorsunuz.
67-) Üffin leküm ve lima ta'budune min
dunillâh* efela ta'kılun;
"Yazık
size! Allâh dûnunda taptıklarınıza! Aklınızı kullanamıyor musunuz?"
(A.Hulusi)
067 - Yuf
size ve Allah dan başka taptıklarınıza! hâlâ akıllanmayacak mısınız? (Elmalı)
Üffin leküm ve lima ta'budune min dunillâh*
efela ta'kılun size de Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar
olsun, daha doğrusu yuh olsun. Uffin
leküm. Size de taptığınız bu putlara da yuh olsun. Siz hiç mi
akıllanmayacaksınız, efela ta’kılun
hiç mi aklınızı başınıza toplamayacaksınız dedi. Vayyin çağrısı, sağduyunun
çağrısıdır demiştim ya dostlar. İşte aklın çağrısı, vahyin çağrısı, aklın
çağrısıdır. Selim akılla sahih nakil aynı kapıya götürürler insanı. Ayrı ayrı
değil. Çünkü aklın sahibi de Allah’tır, vahyin sahibi de. Bozulmamış akıl
insana verilmiş bir vahiydir. Bozulmamış nakil ise indirilmiş bir vahiydir.
Biri alt yapıdır, diğeri üst yapı. Üst yapı ile alt yapı birbiri ile buluşursa
o zaman mutluluk gerçekleşir. İşte o zaman insan kendisine karşı yabancılaşmaz.
68-) Kalu harrikuhu vensuru aliheteküm in
küntüm fa'ıliyn;
Dediler
ki: "Onu (İbrahim'i) yakarak tanrılarınıza destek verin... Eğer elinizden bir
şey gelirse (bunu yapın)." (A.Hulusi)
068 - Siz
bunu, dediler: yakın da ilâhlarınızın öcünü alın, bir iş yapacaksınız. (Elmalı)
Kalu harrikuhu ne diyeceklerdi,
cevapları mı vardı. Tarih boyunca tüm zalimlerin yaptığını onlar da yaptı ve
dediler ki onu yakın diye çağrıştılar. vensuru aliheteküm in küntüm fa'ıliyn ille de bir
şey yapacaksanız böyle yapın ki tanrılarınıza destek çıkmış olasınız.
Şunlara bakınız, şu komediye
bakınız. Bu nasıl tanrı ki sizin desteğinize ihtiyaç duyar, bu nasıl tanrı ki
siz onu koruyorsunuz o sizi koruyacak yerde. Yani kendi açmazlarının aslında
kendileri de farkındalar.
69-) Kulna ya naru kûniy berden ve selâmen alâ
İbrahiym;
Dedik:
"Ey Ateş... İbrahim'e serin ve selâm (selâmet) ol!" (A.Hulusi)
069 - Ey
nâr, serin ve selâmet ol İbrahim’e dedik. (Elmalı)
Kulna ya naru kûniy berden ve selâmen alâ
İbrahiym tabii ki her zaman olduğu gibi şuurlu müminlerin daha
doğrusu şuurlu Müslümanların başı sıkışınca şuursuz kardeşleri olan yerler,
gökler, eşya, varlık onların yardımına yetişir. Çünkü aslında varlık Allah’a
teslim olmuştur. Burada da şuursuz Müslümanlardan biri olan, bu varlıklardan
biri olan ateş, başı sıkışan kardeşleri İbrahim’in yardımına koşar ve Allah’ın
emri orada da yetişir. Biz; Ey ateş dedik, sakın İbrahim’e dokunma, ona karşı
serin ol.
Bazı modern müfessirler bunu
mecaz olarak yorumlarlar. Zulüm ateşi diye te’vil ederler. Fakat ne dil, ne
bağlam, ne de maksat bu yorumu desteklemez. Haddi zatında saffat suresinin 97.
ayetiyle birlikte düşündüğümüzde bu yorumun kırılganlığı daha bir ortaya çıkar.
Mucize aciz bırakan demektir. Mucize insan içindir. Allah için mucize olmaz.
Onun için mucizenin sahibi Allah’tır. Mucizenin aciz bıraktığı ise insandır.
Allah acz değildir ve Allah yasalarının mahkumu değil, hakimidir. Elbette
Allah’ın yasaları vardır eşya için koyduğu, fakat bu yasalar statik değil
dinamiktir. Bunlar iç içe geçmiş yasalardır ki, bir üst yasa bir alt yasayı
kendisine göre yeniden inşa eder. Onun için eşyanın yasaları tek kat değil, kat
kattır. Allah eşyaya her an müdahildir.
külle yevmin
HUve fiy şe'n. (Rahman/29) her an iş başında oluşu aslında eşyaya
her an müdahil oluşunun da bir göstergesidir. O nedenle bu gibi mucizevi
hadiseleri zorlama yorumlarla te’vil etmeye kalkmak pek doğru olmasa gerek.
[Ek
bilgi; Hz. İbrahim’in ateşe atılma olayı;
Babil’lilerin bayramı idi.
Onların âdetlerine göre; bayram gelir gelmez küçük-büyük kadın-erkek zengin-fakir kim varsa bayram yerine koşarlardı. Şehirde kimse
kalmazdı. O gün putlara hizmet edenler de bayram yerine gitmeye
hazırlandılar. İbrahim'e:
- Sen de gel birlikte gidelim dediler. İbrahim:
- Bugün ben yıldızlara baktım rahatsızım gelemem dedi.
Nitekim Kur'an şöyle ifade
eder:
"(İbrahim) yıldızlara bir bakışla baktı ve dedi ki:
'Ben hastayım.' (Kavminden olanlar) ondan yüz çevirip gittiler." (SAFFAT/88-90)
O zamanın halkı yıldızlara bakarak hareket ederlerdi. İbrahim hasta olmadığı halde onları ikna etmek için onlar gibi hastalığı ile yıldızlar arasında
ilişki kurmuştu.
- Sen gitmiyorsan dışarı çık kapıyı sıkıca kapayalım Dediler. İbrahim'de dışarı çıktı. Hizmetçiler
de kapıyı sağlamca kapadılar bayram yerine gittiler. İbrahim kavmi gidince dedi ki:
- "Andolsun Allah'a sizler dönüp gittikten sonra putlarınıza tuzak kuracağım."
(ENBİYA/57)
Ve kendi kendine şöyle
söylendi:
- Siz sağlamca kapasanız da Vallahi ben siz gidince kapıyı açarım. Putlarınızı kırar paramparça ederim.
Puthane hizmetçilerinden
birisi İbrahim'den bu sözü işitmişti:
- Bu çocuk delidir! Ne
söylediğini bilmiyor..!
Önem vermeden gitti. O da bekçiler gözden kaybolunca put haneye gitti. Kapısını açtı. İçeri
girdi. Elinde balta vardı. Putlara baktı önlerine türlü türlü yiyeceklerin konulmuş olduğunu
gördü. Kâfirlerin âdeti şu idi ki bayram için ne yiyecek pişirirlerse büyük puta ondan bir pay ayırırlardı. Her
putun önüne de o yemeklerden biraz koyarlardı. Sonra o
yiyecekleri alarak:
-İlâhlarımızın bakışı ile
bereketlenmiştir derlerdi.
Onları saklar kendileri yerlerdi. İbrahim baltası elinde putlara şöyle seslendi:
- Niçin bu yiyecekleri
yemiyorsunuz? Niçin cevap vermiyorsunuz? Söylesenize! Ama doğru! Yiyemezsiniz!
O halde bu halka nasıl ilâhlık edersiniz? Dedi.
Baltayı sağ eline aldı.
Putlara saldırdı. Balta ile kiminin başını kırdı. Kiminin ayağını kesti. Kimini
belinden ikiye ayırdı. Kiminin başını ikiye böldü. Kimisini de yüzüstü bıraktı.
Büyük puta ise ilişmedi. Onu altın bir tahtın üstüne oturtmuşlardı. Türlü
mücevherlerle de o putu süslemişlerdi. Baltayı onun boynuna astı. Sonra dışarı çıktı.
Kapıyı bekçilerin kapadığı gibi kapadı. Dışarıda
oturdu bekledi.
Put hane hizmetçileri geldiği
zaman o hali görünce şaşırıp kaldılar. Feryada
başladılar. Hemen o saatte gidip 'Nemrut'a haber verdiler:
- Putlar kırılmış! Dediler.
Nemrut hemen yerinden fırladı. Put haneye geldi. O
hali görünce şaşırıp kaldı. Ve:
"Dediler ki: 'Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zalimlerdendir.'" (ENBİYA/59)
Nemrut hizmetçilere kızdı:
- Bunu yapan kim ise onu bulup getirin! Dedi.
İbrahim'in: “Siz gidin. Ben de
putlarınızı kırarım!” dediğini işiten bekçi Nemrut'a:
- İbrahim adlı bir gençten putlarınızı ben kıracağım! Diye söylendiğini
işittik dedi.
Nemrut:
- İbrahim'i bana getirin! Eğer
bu söz doğru ise işitenler tanıklık etsinler! Ben onun
cezasını veririm! Dedi. Nitekim Kuran şöyle der:
"Dediler ki: 'Onu insanların gözleri önüne getirin. Umulur ki
onlar şahitlik ederler." (ENBİYA/61)
Nemrut ne kadar kâfir ise de iki kişi tanıklık etmeyince hüküm vermezdi.
Hem de şöyle düşündü:
- Bu genç Vezir'in oğludur. Suçlu değilse
cezalandırmayalım.
İbrahim'i getirdiler.
"Dediler ki: 'Bunu
ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?'" (ENBİYA/62)
İbrahim:
"Bilakis onların büyüğü bunu yaptı. Şayet
konuşabilirlerse onlara sorun." (ENBİYA/63)
Dedi. Sonra şöyle ilave etti:
- Onlar söyleyemeyecek olursa o büyük puta sorun! Bu işi niçin yaptığını söylesin!
"Sonra başlarını
çevirdiler. 'Sen gerçekten bilirsin ki bunlar konuşamazlar!'" (ENBİYA/65)
Dediler. İbrahim bu sözleri işitince şöyle dedi:
- Bu putlar mademki konuşamaz bunu biliyorsunuz o halde kimseye fayda ve zarar veremeyecek
şeyleri niçin İlah ediniyorsunuz?
O zaman putları kıranın
İbrahim olduğu anlaşıldı. Nemrut:
- Bunu cezalandırın işkence edin! Dedi.
Bundan sonra da İbrahim peygamberliğini açığa vurdu. Halkı Hakka çağırdı. Babil’liler İbrahim'e:
- Atamızın anamızın dinini bırakmamızı mı istiyorsun?
Dediler. O da:
- Ana ve atalarınız da sizin
gibi sapkınlık içindedirler. Çünkü öyle bir şeye tapıyorlar ki onlara ne faydası ne de zararı vardır! Nitekim Allah(c.c)
şöyle buyurur:
"Biz bu delillerimizi kavmine karşı İbrahim'e verdik. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Muhakkak senin Rabbin Hakim'dir Alim'dir." (ENAM/83)
Ve yine Allah(c.c) şöyle
buyurmuştur:
"Onun kavmi onunla mücadele etti. (İbrahim) dedi ki:
'Allah beni doğru yola iletti. Siz O'nun hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Ben O'na şirk koştuğunuz şeylerden korkmuyorum ancak Rabbimin dilemesi müstesna. Benim Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır düşünmüyor musunuz?'" (ENAM/80)
Nemrut İbrahim'e:
- Senin İlahın ne yapıyor ki
bende onu yapayım? Dedi. Nitekim Allah(c.c) şöyle buyurur:
"Allah'ın kendisine mülk verdiği o kimseyi görmedin mi? Ki o İbrahim'le Rabbi konusunda mücadele
ediyordu. İbrahim dediği zaman benim Rabbim O ki diriltir ve öldürür. (Nemrut) dedi ki: 'Ben
de diriltir ve öldürürüm.'" (BAKARA/258)
Nemrut zindandan iki kişi getirtti. Birisini
öldürttü:
- İşte dedi. Diriyi öldürdüm!
Sonra ötekisinin ellerini
çözdürdü:
- İşte ölüyü de dirilttim! Çünkü elleri bağlı olan
öldürülecek kimseydi. Şimdi onu bağışladım salıverdim. Böylece ona hayat verdim! Dedi.
Bunun üzerine İbrahim Nemrut'a tekrar şöyle hitap etti:
".İbrahim dedi ki:
'Muhakkak benim Rabbim Güneşi doğudan getiriyor sen de onu batıdan getir.' (Bunun üzerine) o Hakkı
örten şaşırdı. Muhakkak Allah zalim kavmi hidayete erdirmez. "
(BAKARA/258)
Nemrut buna cevap veremedi sustu. O cebbar Nemrut'un dili sanki
tutuldu. İbrahim bundan sonra yine halkı İslam'a çağırdı. Fakat hiç kimse olumlu cevap vermedi. Çünkü Nemrut'tan
korkuyorlardı. Nemrut:
- İbrahim'i bir eve kapatınız!
Dedi.
Bir kapalı yere İbrahim'i
kapattılar bekçiler koydular. Elini ayağını sağlamca bağladılar. Halktan insaflı merhametli kimseler onun yanına görmeye gelirlerdi. O da onları İslam'a davet ederdi.
İbrahim o hapishanede bu şekilde bir süre kaldı. Bir süre sonra babası Azer öldü. Nemrut'ta İbrahim'e işkence etmeye ve öldürmeye
niyetlendi. Bu nedenle de ateşe atmaya karar verdiler ve şöyle dediler:
"Şayet yapacaksanız onu(İbrahim'i) yakın! Ve ilahlarınıza yardım
edin!" (ENBİYA/68)
Sonra Nemrut'un emrince yüksek bir yer yapıldı. Ateş yakılacak yeri
çevirdiler. Nitekim Allah şöyle buyurur:
"'(İbrahim) için bir bina
yapın da onu ateşe atın!' dediler." (SAFFAT/97)
Ateşin çevre duvarı yapılıp- tamamlanınca Nemrut emretti. Ateş için odunlar taşındı.
Oraya odun götürmek için odun yüklenen develer odunların İbrahim'i yakmak için taşındığını
bildiklerinden sırtlarındaki yükü yere düşürürlerdi götürmek istemezlerdi. Bundan ötürü İbrahim onlara hayır duada bulunurdu. Ancak katır hırsla ve gönülden odun taşımıştı. İbrahim katırlara lanet etti. Bu odunlar bir yıl boyu taşındı. İbrahim'in ateşe atılacağının bütün ülkede bilinmesi ve
halkın orada hazır bulunması için iş uzatıldı. Beli bükülmüş ihtiyarlar hastalar sürüne sürüne giderler dağdan sırtlarında birer ikişer odun getirirlerdi.
Bizde bir hayırda bulunalım.
İlahlarımıza yardım edelim. Onların düşmanını ateşte yakalım derlerdi. Bu yolda bir yıl tamamlanınca odunlar bir dağ gibi yığıldı. Sonra bu
odunlar ateşe verildi. Öyle bir yanış yandı ki alevleri gökyüzünü sardı. Daha sonra
İbrahim'i zincirlerle bağlı olduğu halde o ateşe atmaya getirdiler. Nemrut halkı onu görünce sevindiler. İbrahim'i sevenler
ise gizli gizli ağlaşır Allah'a yalvarırlardı.
İbrahim'in ateşe atılmasına
gelince sıcaklığından ötürü kimse yanaşamadı. Ne
kadar çalıştılarsa onu ateşe atamadılar. Aciz kaldılar. Şeytan İbrahim'in ateşe atılamadığını görünce hemen kendisini önemli bir kimse şekline soktu.
Önemli bir insan havasında Nemrut'un karşısına geçti.
Nemrut ona:
- Sen kimsin ne kişisin? Diye sordu. Şeytan:
- İşittim ki şu büyücü kimseyi ateşe atmak istemiş atamamışsınız. Sana onu ateşe atmanın yolunu göstermeye geldim dedi. Nemrut:
- Yöntemin nedir söyle bakalım! Dedi. Şeytan:
- O'nu mancınıklarla atın!
Diyerek Nemrut'a mancınığın yapılmasını öğretti.
Mancınık yapılınca Nemrut emretti İbrahim'i zincirlerle bağlı olarak getirdiler.
Mancınığa koyup atmak istediler. Lâkin mancınıkla da
atamadılar.
Tekrar aciz kalınca yine Şeytan işe karıştı ve şöyle dedi:
- Bir erkekle bir kız kardeş burada çiftleşmeli ki bunu ateşe atabilesiniz!
Nemrut onun dediği gibi biri
kız biri erkek iki kardeş buldurttu. Açıkta
çiftleştirdi. İbrahim sonra mancınığın içine konuldu ve ateşe
atıldı. İbrahim mancınıktan fırlatılınca havada ateşe doğru ilerlemeye başladı.
Allah(c.c) Cebrail'e emretti:
- Yetiş! İbrahim havadayken
tut! Ona: "Ben Cebrail'im de! Benim yapabileceğim bir dileğin var mı? Diye
sor" dedi.
Cebrail hemen o anda İbrahim'e yetişti:
- Ey İbrahim! dedi. Ben
Cebrail'im! Allah'nün emriyle sana geldim. Benden ne dilersen dile! Dedi.
İbrahim:
- Benim dileğim Allah’a dır sana değildir. Ben O'nun kuluyum! Ateşte
O'nundur! Nasıl dilerse öyle yapsın! Dedi.
İbrahim Allah'tan başka kimseden yardım dilemeyerek:
“Ben sadece Allah'tan yardım isterim.” dediği için Allah ona "Halilim" (dostum)dedi ve adı
"Halilullah"(Allah'ın dostu) oldu.
Allah(c.c.) o zaman ateşe şöyle emretti:
"Biz söyledik: 'Ey ateş İbrahim'in üzerine soğuk ve selâmet
ol!'" (ENBİYA/69)
Ve İbrahim ateşin ortasına düşünce ateş dört yana çekildi. Ateşin ortasında bir
yer açıldı. Güzel bir pınar çıktı. Çevresi yeşillendi. O da geldi pınarın yanına oturdu. Ayağındaki zincir
bağları çözüldü.
Nemrut yüksek bir saray yaptırmıştı. O sarayın
üstüne ağaçtan yüksek bir sedir yapılmasını
emretti. O yüksek yere çıkarak ateşi görmek istedi. Hem de şöyle dedi:
- İbrahim'in ateş içindeki
halini göreyim! Acaba yanıp kavruldu mu?
Nemrut ateşin içine baktı. Ateş ortasında pınarı ve yeşilliği gördü. İbrahim'de sağ olarak pınarın yanında oturuyordu.
Nemrut bu hal karşısında şaşırdı kaldı.
- Ey İbrahim! Diye bağırdı.
İbrahim'de:
- Ey Allanın düşmanı! Ne diyorsun? Diye cevap
verdi.
Nemrut:
- Bu ateşi senin için kim
böyle yaptı? Diye sordu. O da:
- Ateşi Yaratan! Dedi. Nemrut:
- O Yaratanın hakkı için
ateşin içinden dışarı çık. Seni göreyim! Dedi.
İbrahim kalktı. Ateşin içinde
yürüdü. Nereye
ayakbastıysa o yerdeki ateş sönüyor orası çimenlik oluyordu. Bu suretle İbrahim dışarı çıktı durdu. Nemrut:
- Ey İbrahim! Sana ne
söyleyeyim! Senin yüce bir Rabbin varmış. Şimdi dileğim senin Rabbine konukluk etmektir! Dedi.
İbrahim:
- Benim Rabbimin konukluğa
ihtiyacı yoktur. Dedi.Nemrut:
- Ben onu konuklasam gerek!
Dedi. Bin at bin deve koyun sığır ve kuşları; yani sultanları
konuklamaya yarar şeyleri getirdiler. Hepsini İbrahim'in Rabbine karşı kurban ettiler.
Ancak Allah hiç birisini kabul etmedi.
Nemrut kurbanın kabul edilmediğini anlayınca İbrahim karşısında mahcup oldu. Bu utançla İbrahim'in yüzüne bakamadı. Üç gün sarayına
kapandı. Nemrut halkın kendisinden yüz çevirmesinden
korktuğu için sabırsızlandı. Saraydan dışarı çıktı hemen adamlarını dört bir yana mektuplar yazarak yolladı:
- Çabucak ordular gönderin!
Tamamen silahlansınlar. Gök Tanrısı ile savaş etsem gerek! Dedi.
Yüz bine yakın talimli asker Nemrut'un önünde toplandı. Sonra Melek Nemrut'un yanına varıp:
- Ey zavallı senin gibi bir biçareye asker ne gerek! Yüce
Allah yarattığı en küçük bir kuluna emrederse seni de askerini de yok eder!" Dedi. Yüzünü
göğe yöneltti:
- Yarabbi Sen bu tağutun neler söylediğini bilirsin. Bunun
helakini sana havale ediyorum! Dedi.
Yüce Allah yaratıklarının en zayıfı olan sivrisinek
ordusuna emretti. Akın akın geldiler. Nemrut ordusundaki askerin yüzlerine gözlerine üşüştüler. Sivrisineğin
çokluğundan askerler birbirlerini görmezlerdi. Her adamı ve atını
ısırdığında acısı dayanılmaz olurdu. Bu acıyla hayvanlar şaha kalkar canının acısından askerleri yerlere fırlatırdı. Böylece bu zalim ordu perişan oldu.
Nemrut yapayalnız kaldı. Kaçıp sarayına girdi. Kapıları sağlamca kapattı. O
beladan kurtuldum sandı. Fakat Yüce Allah sineklerin en zayıfına emretti. Öyle
ki bir gözü kör bir ayağı topaldı. Baca deliğinden içeri
girmiş Nemrut'un dizi üstüne konmuştu. O onu tutup öldürmek istedi. Sinek uçtu yüzüne kondu. O da onu yüzünden kovmak istedi. Sinek yine uçtu onun burnunun içine girdi. Oradan beyninin
içine kadar yürüdü. Azar azar beynini kemirmeğe başladı.
Nemrut iki eliyle yüzüne gözüne vuruyor acısını bir parça dindirmek istiyordu. Sinek
ona o kadar işkence ediyordu ki, ne zaman başını sallasa, sineğin kemirişi
diniyordu. O da, o zaman rahat ediyordu. Eğer başına bir şeylerle vurmazlarsa
sineğin beynini yemesi yine devam ediyordu. O zaman Nemrut'un feryadı göklere
çıkıyordu.
Sonunda başına vuracak bir görevli gerekti.
Tokmaklar hazırlandı. Nemrut'un yakınlarından nöbetle onun başına vuracak
kişiler görevlendirildi. Nemrut hafif vurandan darılır kuvvetli vurandan memnun
olurdu. İşte kendisini "tanrılaştıran" ve kendi çağının en büyük
krallığının başındaki zalimin akıbeti!
Kaynak: Tarih-i Taberi Çev. M. Faruk Gürtunca C.1 Sağlam Yy İstanbul.]
Devam ediyor
E sayfasına geçiniz.