b sayfasından devam
8-) Ve emma men câeke yes'â;
Ama sana öğrenme hevesiyle
gelen o! (A. Hulusi)
08 - Ve amma sana can
atarak gelen, (Elmalı)
Ve emma men câeke yes'â yine sözün muhatabının
akışı değişti, Fakat büyük bir iştiyakla yürekten ve gönülden sana koşup gelene
gelince:
9-) Ve hüve yahşâ;
O haşyet duyuyor! (A.
Hulusi)
09 - Haşyet duyarak
gelmişken, (Elmalı)
Ve hüve yahşâ ki o Allah’a saygıda kusur
etmemişti. Yani Allah’tan hep haşyet içinde, Allah’ın yüceliğinin hep şuuru
içinde olmuştu.
10-) Feente 'anhu telehha;
Sen onunla ilgilenmiyorsun!
(A. Hulusi)
10 - Sen ondan tegafül
ediyorsun, (Elmalı)
Feente 'anhu telehha sen işte onu ihmal ettin,
yani ihmal ettiğin kişi böyle biriydi. Allah’tan tir tir titreyen, Allah’ın
azametinin farkında olan, Allah’ı tanıyan, Allah’ı bilen, Allah’ı seven
biriydi. Fakat sen işte onu, böyle birini ihmal edip öbürüne yöneldin. Yani
senin gönlün ona yönelikti, onlar imana ererse Mekke kurtulur. Önde gidenler
mü’min olursa arkadan gelenler zaten olur diye düşündün ki bu aslında hepimiz
bir parça böyle düşünüyoruz. Bu çok kınanacak bir şey de değil. Ama rabbimiz
yine de resulüne böyle düşünmemesini emrediyor, istiyor. İşte pasaj burada
bitti ve yeni pasaja giriyoruz. Yeni pasaja girerken de öğütler genelleşiyor.
11-) Kellâ inneha tezkiretun;
Hayır, muhakkak ki o
hatırlatmadır. (A. Hulusi)
11 - Hayır hayır zinhar,
çünkü o bir tezkiredir, (Elmalı)
Kellâ inneha tezkirah yoo..! böyle yapma, sizde
böyle yapmayın ey mü’minler. Ey resulün risalet mirasını üstlenenler,
yüklenenler, siz de böyle yapmayın. inneha tezkirah bu (ayetler) bir uyarıdır. Yani rabbin seni uyarıyor ey nebi, ey
alemlere rahmet olan. Bu bir uyarıdır. Hatta biz bunun altında şöyle zımni bir
şefkat ifadesini de görüyoruz. Maksat seni üzmek değildir, seni uyarmaktır.
Yani Kellâ da biz bunu zımnen görüyoruz. Maksat seni uyarmaktır. Neden? Dost,
dostu uyarır. Rabbin senin hasmın değil dostundur, rabbin seni uyarıyor. Sen
Ona teşekkür et, sen seni uyarana teşekkür et, yanlış yapmaman için seni
uyaran, sana iyilik eden demektir. zımnen böyle bir nükte de görüyoruz burada.
12-) Femen şâe zekereh;
Dileyen Onu hatırlar! (A.
Hulusi)
12 - İmdi onu dileyen
tezekkür etsin. (Elmalı)
Femen şâe zekereh tabii ki uyarı kabul eden,
uyarılmayı dileyene, öğüt almak isteyen kimse için bu bir uyarıdır. Ama öğüt
almayan ne kadar uyarırsan uyar, kellim, kellim la yem faağ söyle söyle fayda
vermez. Yani yalnız sana değil. Bu son ayet Femen şâe zekereh oradaki “men” in kapsamı
hepimizi içine alır. Uyarı alacak, öğüt alacak herkes için burada anlatılanlar
bir uyarıdır. Biz de bu uyarıya dahiliz. Bizi uyarıyor rabbimiz aslında. Biz bu
ayetlerin sebebi nüzulüyüz.
13-) Fiy suhufin mükerremetin;
Çok şerefli kayıtlardadır,
(A. Hulusi)
13 - Tekrim edilir. (Elmalı)
Fiy suhufin mükerremetin bu uyarı, bu öğüdün
kaynağı seçkin ve kutsal kayıtlar altında korunmuştur. Kutsal kayıt, seçkin
kayıtlar altında. Mükerrameh; aslında kerem, keriym; bir türün en seçkinine en
iyisine verilen isimdir, keriym. Dolayısıyla mükerrameh, keriym kılınmış
demektir. Kendisinden keriym değil, kendisinden kutsal değil, Allah ona
kutsiyet vermiş. Yani onu keriym kılan biri var. Onun içinde o kendiliğinden
mübarek değil, o kendiliğinden kutsal değil. Allah onu bereketlendirmiş ve
kutsal kılmış. Dolayısıyla Fiy suhufin mükerrameh Burada ki suhuf aslında
kayıt manasına geliyor. Yani seçkin kayıtlar altında korunmuştur vahyin
kaynağı. Bu şu manaya geliyor; vahyin kaynağını kimse saptıramaz. Vahyin
kaynağına kimse tecavüz edemez. Vahyin kaynağını kimse bulandıramaz manasına
geliyor.
Bu zımnen de bir Kur’an ın kaynağının ilahi olduğuna
dair ‘Abese suresinde bir delilin olduğunu göstermiyor mu? Kur’an ın Allah
resulü tarafından yazılan bir vahiy değil, Allah’tan gelen bir vahiy olduğunun
delilini görmüyor muyuz. Eğer ResulAllah kendi elleriyle kaleme almış olsaydı,
kendi kendisine kızar mıydı? Veya eğer ResulAllah’ın bir şeyleri gizlemek gibi
bir hakkı olsaydı gizleyeceği ilk yerlerden biri de burası olmaz mıydı? Çünkü
burada ona uyarı yapılıyor (Azar işitiyor) Rabbinden uyarı alıyor. Rabbinden
aldığı uyarıyı bize iletmek zorunda. Yani bu ayette aslında Allah Resulünü
uyardığım cümleler de Kur’an a girer, çünkü korunmuştur. O manası var.
14-) Merfû'atin mutahheretin;
Ulviyete yükseltilmiş ve
tümüyle arınmış! (A. Hulusi)
14 - Yüksek tutulur mutahhar
sahîfelerde, (Elmalı)
Merfû'atin mutahherah yüce ve şaibesiz.
Mutahherah; tertemiz, şaibesiz bir kelam bu kelam. Bu hitap şaibesiz bir hitap,
yüce bir hitap. Yani o hitabı kimse kaynağında bulandıramaz. O hitaba kimse
dokunamaz. Kimse oynayamaz onunla.
15-) Bieydiy seferetin;
Sefere'nin
(yazıcı meleklerin) elleri (kuvveleri) ile. (A. Hulusi)
15 - Kiramı
berabere, (Elmalı)
Bieydiy seferah elçilerin elleriyle
taşınan, seferah, sefiyr de oradan geliyor. Büyük elçiye sefir derler. Bieydiy seferah yüce elçilerin. Orada
ki kapalı “t” yi biz açarsak böyle
bir zımni anlam da alırız. Yüce ve kutlu elçilerin elleriyle taşınan bu mübarek
ayetlerin kaynağına kimse müdahale edemez.
16-) Kiramin berereh;
Keriym
(şerefli, üstün)
ve Barr (daima iyilik ve tâat sadır olan Sefere) (A. Hulusi)
16 - Sefere
ellerinde, (Elmalı)
Kiramin berereh türünün en iyisi ve hatasız. Bererah; hatasız. Sıfır hata
demektir. çünkü melekler hata yapmazlar. Melekler Allah’a teslim olmuş iradesiz
varlıklardır. Yani iradeleri olsaydı hata yapma yetenekleri de olurdu. Allah
irade vermemiştir hata yapma yetenekleri olmadığı için. Veya irade vermediği
için hata yapma yetenekleri yoktur. sadece emre muti olmakla görevlidirler.
Onlar Allah’ın görevlileridirler.
17-) Kutilel'İnsanu ma ekfereh;
Ölesi (de hakikati göresi) insan,
ne kadar da inkârcıdır! (A. Hulusi)
17 - O
kahrolası insan ne nankör şey, (Elmalı)
Kutilel'İnsanu ma ekfereh insana
getirdi sözü ‘abese suresi ve tüm insan soyunun bize, yapısını ele veren bir
gerçeği dile getiriyor şimdi. Canı çıkası insan, nankörlükte ne kadar da sınır
tanımazdır. Kutile aslında Arap dilinde ölesice, geberesice, canı çıkasıca
manasına gelir, tıpkı Türkçede ki kullanımı gibi hem severken hem de döverken
kullanılır. Yani bazen severken de söyleriz mesela geberesice deriz. Bazen
kızarken de deriz. Arap dilinde de aynen böyle iki yanlı kullanılır.
İnsan nankörlükte ne kadar da
sınır tanımaz? Ma ekferah burada ki
fiili teaccübi evvel siğa içinde kalıp bu. Yani hayret edilecek kadar nankör
bir varlık. Şaşılası nankörlükte bir varlık. Niye bu kadar nankör olur insan?
Anlamak mümkün değil gibi bir açılımı var.
[Ek
bilgi; İnsandan sâdır olan her amel/eylem, ya şükürdür veya küfür (nankörlük).
Kişinin içinde yüzdüğü bunca nimeti görmezlikten gelip başına gelen bazı
musibetleri anması, nankörlük karakterini uyandıran durumlardandır. Yine İnsana
ulaşan sıkıntıların ve korkuların ortadan kalkması da nankörlüğün ortaya
çıktığı durumlardandır. (Besâiru-l Kur’an- A. Küçük)]
18-) Min eyyi şey'in halekah;
Hangi
şeyden yarattı onu? (A. Hulusi)
18 - O
yaratan onu hangi şeyden yarattı? (Elmalı)
Min eyyi şey'in halekah peki o Allah
insanı neden yarattı? Şöyle bir baksın. Bu nankörlüğüne tağyan olmayan,
nankörlüğüne yeter olmayan insan şöyle dönüp de neden yaratıldığına bir baksın.
19-) Min nutfetin, halekahu fekadderehu;
Bir
nutfeden yarattı onu; tabiatını oluşturdu! (A. Hulusi)
19 - Bir
nutfeden, yarattı da onu biçimine koydu, (Elmalı)
Min nutfetin, bir basit sıvıdan,
basit bir damlacıktan yaratıldı. Min
nutfetin; öz sudan yaratıldı. halekahu fekadderah o basit sıvıya Allah nazar etti, öyle bir
görev yükledi, öyle bir yetenek bahşetti, öyle bir müdahale de bulundu ki, o,
bir yerine bulaşması durumunda kin saydığı insanın, yıkamadan rahat edemediği,
içinin rahat etmediği o şeyden muhteşem bir varlık yarattı Allah. Onu da o
yarattı,O’ndan yarattı. Aslında burada Min
nutfetin aynı zamanda insan türünün yaratıldığı özü gösteriyor. Buna Adem
de dahildir. Adem’in de nutfeden, can suyundan, spermden yaratıldığına buradan
yola çıkarak hükmedebiliriz.
halekahu fekadderah ve sonra, onu yarattı halekahu, onu yarattı, fekadderah
sonra ona takdir yeteneği bahşetti. Fakirin tercihi bu kelimeye takdir yeteneği,
kadderah. Ama bir başka anlamla
şöyle de çevirebilirim. Onu yarattı ve onu takdir etti. Yaratmak aynı zamanda
zaten takdiri içerir. Onun için kadderahu
ona takdir etme yeteneği ona miktar koyma yeteneği verdi. Ki bununla Ve
alleme AdemelEsmâe küllehâ.. (Bakara31) yı yan yana koyabiliriz.
Ademe isimlerin tamamını öğretti. Veya Halekal İnsân, Allemehül beyân. (Rahman/3-4)
İnsanı yarattı, ona kendini ifade etme yeteneğini verdi, beyanı öğretti.
Bunların üçünü yan yana koyduğumuzda fekadderah
ibaresine fakirin verdiği mana Allah’u alem isabetli gibi görünüyor. Yani ona
takdir yeteneği verdi.
20-) Sümmessebiyle yesserah;
Sonra
yolunu kolaylaştırdı ona. (A. Hulusi)
20 - Sonra
ona yolunu kolaylattı. (Elmalı)
Sümmessebiyle yesserah sonra ona
doğru yolu kolaylaştırdı. Ona doğru yolda yürümeyi, hidayeti bulmayı
kolaylaştırdı. Ne ile? 1 - fıtrat verdi, 2 – akıl verdi 3 - irade verdi,
bununla da yetinmedi peygamber gönderdi, peygamberlerle kitaplar mesajlar
gönderdi daha ne yapsın Allah. Bu kaç kere şefkattir, kaç kere rahmettir, kaç
kere mağfirettir. Bütün bunlara aslında nankörlük yapan, küfreden insan bir
kere değil kaç kere nankörlük yapmaktadır, kaç kere küfür etmektedir.
Nankörlüğü kaç kattır insanın Allah’a karşı söyler misiniz. Ma ekferah (17) bu
işte nankörlükte ne kadar da sınır tanımazdır bu işte.
21-) Sümme ematehu feakbereh;
Sonra
öldürdü de kabre (bedene) yerleştirdi onu. (A. Hulusi)
21 - Sonra
onu öldürdü de kabre gömdürdü. (Elmalı)
Sümme ematehu feakbereh sonra onun
için ölümü yarattı ve kabre girmeyi takdir etti. Yani ölümü yarattı ve ondan
sonra yolunu kabre düşürttü, kabre uğrattı.
22-) Sümme izâ şâe enşerah;
Sonra
onu dilediğinde kabrinden (bedeninden) bâ's eder. (A. Hulusi)
22 - Sonra
dilediği vakit ona nüşur verecek. (Elmalı)
Sümme izâ şâe enşerah sonra
dilediğinde onu tekrar diriltecek, inşa edecek yaratacaktır. Başlangıçta nasıl
yoktan var etmişse, rabbimiz vardan var edecektir. Yoktan var ettiğine inanıp,
vardan var ettiğine inanmamak bir çelişki, yoktan var olan insanı, vardan var
edeceği konusunda tereddüde düşmek bir başka çelişki. Dolayısıyla yoktan var
eden Allah vardan var edemez mi? Böyle mi düşünüyorsunuz. Tabiata bakın, kıştan
sonra bahar nasıl geliyor, tabiata bakın geceden sonra gündüz nasıl geliyor.
Kendinize bakın, şu yüzünüz 6 ay önceki yüzünüz değil, 6 ayda yüzünüzde
değişmeyen hücre kalmıyor. Yani sizin vücudunuzda her an milyonlarca hücre
ölüyor, milyonlarcası doğuyor. Bunu görün. Aslında siz ölümün ve hayatın
deveran ettiği bir aynasınız. Kendinize bakmayı bir becerebilseniz.
Devam ediyor d sayfasına geçiniz
‘Abese suresini toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder