El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Değerli Kur’an dostları bir
önceki dersimizde Haşr suresinin son üç ayeti hariç tefsir etmeye çalışmıştık.
Kasıtlı olarak son 3 ayetini bir sonraki derse bırakmıştık. Zira hasr suresinin
son 3 ayeti doğrudan Allah’tan söz eden ayetlerdi. Allah’tan söz eden ayetler
varlığın zirvesinden söz eden ayetlerdir. En güzelden söz eden ayetlerdir. En
güzelden bahis açan söz, sözün en güzelidir. Vahiy zaten en güzelin sözüdür.
Vahyin en güzeli de Allah’ın zatı hakkında konuştuğu ayetlerdir. İşte bu
ayetler Allah’ın zatı hakkında konuştuğu ayetler.
22-) "HU"vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ
"HÛ"* 'Âlimulğaybi veşşehâdeti, "Hu"verRahmânurRahıym;
"HÛ"
Allâh, tanrı yok, sadece "HÛ"! Gayb ve şehâdeti daimî bilendir!
"HÛ", Er Rahmân (tüm El Esmâ
özelliklerini mündemiç olan) Er Rahıym'dir (tüm El Esmâ özelliklerini açığa çıkaran - o özelliklerle
Efâl âlemini seyrinde yaşamakta olan). (A.
Hulusi)
22 - O öyle Allah ki ondan başka Tanrı yok gaybı de bilir
şahadeti de, o rahmândır, rahîmdir. (Elmalı)
“HU"vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ
"HÛ". “HU"vAllâhu;
O Allah’tır. Kendi içinde bir cümledir. Müpteda ve haberden oluşan bir isim
cümlesi. Ama bu isim cümlesi aynı zamanda kelimeyi Tevhidin de müptedasıdır,
yani daha uzun bir isim cümlesinin bir parçasıdır. O Allah Ki; Kendisinden
başka hiçbir ilah yoktur. O Allah ki kendisinden başka tapılmaya layık hiçbir
varlık yoktur. O %100 Allah’tır. O kendisinden başka tapılmaya layık hiçbir
varlığın olmadığı Allah’tır. Farklı farklı şekillerde dilimize aktarabiliriz. “HU"vAllâhu
O Allah’tır.
Her isim Allah’a döner tüm ilahi
esma ve sıfat Allah’a döner. Yan, Allah’u keriymun, Allah’u rahiymun, Allah’u
rabbün, Allah’u Hâlıkun. Allah’u Aziymun, Allah’u Aliymun, Allah’u Habiyrun
gibi tüm esmanın mevsufudur Allah lafzı. Yani tüm esma Allah lafzını niteler,
sıfatı olur. Allah büyüktür, Allah cömerttir, Allah görendir, Allah işitendir,
Allah bilendir, Allah rızık verendir, Allah yaratandır gibi her isim ve sıfat
Allah ismine döner.
Peki Allah ismi neye döner? İşte
burada onu görüyoruz. Allah ismi de “Hüve” yani O zamirine döner. Zatı ilahinin
mutlak varlığını temsil eder. Hüve zamiri. O demektir. 3. tekil şahıs zamiri.
Aslı “Hu” dur “vav” zaiddir hüma vehüm gibi ikil ve çoğul formlarda düşer. Hüve
ma değil, Hüma şeklinde gelir. Bazılarına göre Allah isminin türetildiği asıl
Hüve dir. “H” hüvenin de aslıdır. “vav” fazladır demiştik zaiddir. “He” bir ses
değildir, “h” bir nefestir. Her canlı soluk alırken “h” der. Yani ciğer insan
istese de istemese de, canlı istese de istemese de “h” sesi çıkarır. Soluğun
doğal sesidir bu. “O” demektir. “O’na”
işarettir. Ek Hayy olan, mutlak diri olan ve tüm dirilere diriliği
kendisi vermiş olan Allah’a canlı varlıkların doğrudan bir atfıdır. Nefes
canlılığın alametidir.
Varlık ilahi bir nefestir. Kevn
ve fesad oluş ve bozuluş, bu nefesin veriliş ve alınışını temsil eder. Cemal
sıfatları ilahi nefesin alınışını, Celal sıfatları ilahi nefesin verilişini
temsil eder. Nefes alan canlılar içinde yalnızca insan İradi olmayan tespihi,
iradi olana dönüştürebilir. İradesiz olana tespih denilir zaten, iradeli olana
Zikr denilir. Onun içinde Kur’an bu kavramları iradi olana dönüştürmek için
tespihi, zikr kavramını kullanır ki, Kur’an ın kendisi de zaten bir zikrdir.
Ve sorar “O” kimdir? İnsan
iradesiyle sorar O kimdir. Çünkü nefes alırken “O”, “O”, “O” demektedir. “h”,
“h”, “h” derken, nefes alırken “O” kimdir. İdrakin derinliklerinden bir ses
gelir, yek bir ses; “O” Allah’tır. “HüveAllahu” O Allah’tır. Fıtratla beraber
vahiyde cevap verir. İşte bu cevap O cevaptır.
Allah ağızda başlar, ciğerde
biter. “Al-lah” Yani sesin çıktığı yerde
başlar sesin kaynağında biter, ciğerde. Dudaklar hiç birbirine değmez, bu tıpkı
yaratılış sürecinde olduğu gibi dıştan içe doğru bir süreci, bir seyri takip
eder. Dışarıdan içe doğru, ciğere doğru. Adeta Allah insanın dışında ki kainat
üzerinden vardığı bir hakikat olarak ta.! İçine nüfuz eder. ta.! Yüreğine nüfuz
eder. Aklına nüfuz eder. Allah lafzında ki sesin seyri, sesin gidiş istikamti
insana bunu hatırlatır.
El İlâh; E-le-he fiilinden
türetilmiştir dilcilerin grüşüne göre. Mabut edindi, rab edindi, kulluk etti,
ibadet etti anlamına gelir. Bu kök aslında cazibe, sevgi, muhabbet, çekicilik,
aşk, sadakat, hayranlık anlamlarına gelen bir köktür. Ki aynı 3 kelimeden
sülasi mücerretten türetilmiş 7 form; E-lehe, e-he-le, he-le-ve, he-ve-le,
ve-le-he, ye-le-he, ve-he-le. 7 form. Bunların Arap dilinde ki kök
karşılıklarına baktığımızda hepsinin ortak bir tek anlamı vardır; sevgi ve
cazibe. Aslında sevgisini yitirmekten korkulan bir şey, bir güç, bir özne
anlamını verir bize. E-le-he sülasi mücerredinin kök harflerinin tüm
kombinezonlarından oluşmuş kelimelerin ortak manası.
Genel görüşe göre Allah lafsı
türetilmemiştir. Mutlak isimdir. İsmi has bile değildir, mutlak isimdir.
Allahümme de ki mim dilcilere göre azamet zamiri anlamına gelir. Yani Allah’ın
yüceliğini ifade eder. Ey Allah’ım manasına da gelir. 2. bir görüştür bu, nida
manasına da gelir, dua manasına gelir yani. Ama bendenize göre Arap dilinde ki
diğer mimler gibi küm, hüm, zamirlerinde ki cemimi gibi bu mim de genel kuralın
içindedir. Yani cemiy ifade eder.
Peki Allahümme’yi nasıl izah
edeceğiz cemiy olarak? Şöyle tüm kemal sıfatların onda toplandığı, tüm noksan
sıfatlardan da masun ve mahfuz olduğu, yani tüm noksan sıfatlardan da arınmış
olduğu yönünde te’vil ve tefsir edebiliriz.
Kur’an da Allah ismi 2.697 kez
geçer. Kur’an da geçen en çok geçen izimdir, şanına layık bir biçimde geçer.
İslam’da varlık tasavvuru 3 tür. Vacip varlık, mümkin varlık, ve muhal, mümteni
varlık. Vacip varlık; Varlığı zorunlu olandır. Yani var olması için bir var
ediciye ihtiyaç bulunmayandır. O Allah’tır. Mümkin varlık; varlığı da yokluğu
da mümkin olan, yani bir var edici olmadan var olamayacak olan varlıklardır ki
Allah dışında ki insan da dahil tüm görünen ve görünmeyen alemlerdir. Muhal
varlık ise, aslında farzı muhaldir. Yokluktur. Yokluk; yoktur. Karanlığa
benzer. Varlığın olmaması halidir. Allah bütün varlığı yokluk aleminden
çıkardığı için böyle bir kategori koymuşlardır kelam ulemamız. Dolayısıyla
Allah varlığın zirvesidir. Varlık evreninin zirvesi Allah’tır.
Cahiiliyede Allah inancı vardı.
Onlara; Ve
lein seeltehüm men halekas Semavati vel Arda ve sahhareş Şemse vel Kamere le
yekulünnAllâh. (Ankebut/61) eğer onlara sorsan, desen ki gökleri ve
yeri kim yarattı? Elbette Allah yarattı derler. Diyor ayet. Kur’an ın bize
haber verdiği gibi cahiliye müşrikleri Allah’a inanırlardı. Fakat onların problemi
uzak Allah inancı idi. Allah’ı hayata karışmayan bir Allah tasavvuruyla biliyor
ve inanıyorlardı. Onun içinde aracılar koyuyorlardı.
Putlar uzak tanrı tasavvurundan
neşet etmişti. Madem uzaktı, bizi duyamazdı, o zaman aracılar koyalım dediler
ve putları icat ettiler. Putlar; Onlarla Allah arasında aracılık yapıyorlardı
sözüm ona. Onun için cahiliye müşriklerini olağan dışı zamanlar müstesna hiç
dua ederken görmeyiz. Görmeyiz; çünkü Kur’an bize şah damarımızdan daha yakın
olduğunu söylerken Allah’ın cahiliye müşrikleri ötelerin ötesinde, uzakta, çok
uzakta, insanla ilgilenmeyen ve insanı duymayan bir varlık olarak tasavvur
ederlerdi.
Kur’an cahiliye müşriklerinin bu
sapık tanrı inancını yıktı. Duayı mü’minin hayatının her anına soktu. Namazı
duanın ayaklanmış biçimi yaptı. Zikir, ibadet, tefekkür hep Allah ile insan
arasında ki yakınlığı ifade etti. ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd. (Kaf/16)
dedi Kur’an ve Kur’an dan Allah; Biz kulumuza şah damarından daha yakınız.
Tanrı atamak
dediğimiz problem hep uzak tanrı tasavvurundan kaynaklandı. Çünkü insan bir kez
Allah ile arasına aracılar atama yetkisini kendinde görmeye başladığında artık
tanrısını kendisi atıyor demektir. İnsan kendi atadığı tanrıya kul olabilir mi?
Kul olursa nasıl kul olur? Kişi tanrısının amiri olursa bu ne biçim bir iştir.
İşte tüm şirk türlerinin düştüğü komik durum, gülünç durum buydu.
Marifetullah,
Allah’ı bilmek değildir sadece. Marifetullah Allah’ı tanımak, dahası Allah’ı
anlamaktır. İşte Kur’an Allah’ı tanıyacağımız, Allah’ı anlayacağımız en sahici,
en gerçekçi ve en temel en hakiki kaynaktır. İnsan tanımadığı, bilmediği,
anlamadığı bir Allah’a nasıl kulluk yapabilir ki. İşte vahiy bize Allah’ı
tanıtıyor ve Haşr suresinin bu son ayetleri de vahyin Allah’ı en açık tanıttığı
ayetlerin başında geliyor. Tıpkı İhlas suresi gibi. Tıpkı Ayet el kürsi gibi bu
ayetlerde Haşr suresinin son pasajı da Allah’ın vahiyde açık ve net bir biçimde
tanıtıldığı bölümlerin başında gelmektedir.
Allah’ın
varlığı o kadar gerçektir ki O vardır demek bile abes kaçar. Çünkü O yoktur
diyebilmek bu dili, bu sözü söyleyen insanı yok etmeden mümkin değildir. Eğer
bu sözü söyleyen insan var ise O vardır. Onun için “O” yoktur diyen bile O’nun
varlığını ispat etmiş olur. Çünkü o dil O’nun sayesinde var. O ses “O”nun
sayesinde var. O yoktur diyen insan O’nun sayesinde var ve o insanı var eden
çevre, şart, anne, baba, nesil; O’nun sayesinde var. Yani ne ki var,O’nun
sayesinde var. Onun için Allah vardır demek bile abestir ve Kur’an ın hiçbir
tarafında Allah’ın varlığı ispat edilmez. Çünkü O Bedîhi olarak vardır, zorunlu
olarak vardır, bizatihi vardır.
İman bu
manada ön bilgidir. Küfür ise ön yargıdır. Allah’ın varlığı hakkında ki
imanımız aslında dışarıdan kazandığımız bir şey değil, insanın fıtratına
nakşedilmiş olan ilahi bir yazıdır. İnsan kul olmak için doğmuştur. Eğer bir
Allah’a kul olmaktan yüz çevirirse, kul olacağı, önünde eğileceği binlerce
tanrı icat eder. Tarihte ve bugün görüldüğü gibi. Onun için insanın kaderi
Allah’a kulluktur. Kul olmak için var olmuştur, kul olmak için dizayn
edilmiştir, kul olmak için gerekli olan her şeyle kuşatılmıştır. Rabbine
kulluktan yüz çeviren insan kulluktan kaçmış olmaz, ama kendinden aşağı şeylere
kulluğa mahkum olmuş olur. Sadece kendine yazık etmiş olur, kendini beş paralık
etmiş olur.
"HU"vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ
"HÛ"- lâ ilâhe illâ HÛ,
bizim kelime-i tevhid olarak söylediğimiz la ilahe illallah’ın sonu zamire
dönüştürülmüş şeklidir. Aslında Lâ ilâhe illallah biçiminde Muhammed/19.
ayetinde geçer. Lâ ilahe İllallah, lâ ilâhe illa Hu; aynı anlamı verir.
Kelime-i tevhid imanın imzasıdır,
hakikatin itirafıdır, sözün özüdür, kelamın atan kalbidir. Varlık hakikatinin
söz kalıbında billurlaşmış şeklidir. Her şey Lâ ile İlla arasında olup biter.
Var olmak tevhid okumaktır. Var olmak muvahhid olmaktır. Açık bir süreçtir
kelime-i tevhid. Kişi lâ ilâhe illallah derken hiç dudak birbirine değmez.
Adeta süren, kesintisiz bir süreç. Tıpkı Allah derken değmediği gibi.
Kesintisin bir süreç, bitimsiz bire süreç, sonu ve başı olmayan bir süreç
adeta. Adeta afak ve enfüsteki ayetlerin tamamı kelimei tevhid aynasında
yansır.
Senüriyhim âyâtina fiyl afakı ve fiy
enfüsihim hattâ yetebeyyene lehüm enneHUl Hakk. (Fussilet/53)
ayetinde ifade edildiği gibi. Biz onlara dış dünyada ve iç dünyalarında. Afakta
ve enfüste ayetlerimizi göstereceğiz.. Ta ki O’nun, Allah’ın mutlak varlığının
hakikat olduğu ayan beyan ortaya çıksın. İşte bu ayetler her zaman içimizde ve
dış dünyamızda bize; Beni oku, beni oku, beni oku diye gülümsüyor. Yere bakın,
göğe bakın, aya bakın, güneşe bakın, yıldıza bakın, insana bakın, toprağa
bakın, suya bakın, nereye bakarsanız bakın Allah’ın esmasının tecellisini
görürsünüz. Varlık aynasında O yansır ve her şey O’nu haykırır her şey O’na
işaret eder, her şey adeta bir işaret parmağı gibi O’nu gösterir. Ben demez O
der. Çünkü sanat varsa bir sanatkar vardır, fiil varsa bir fail vardır, eser
varsa bir müessir vardır. Sanatın olup ta sanatkarın olmadığını söylemek abesle
iştigaldir. Onun için varlık; Allah’ı gösteren bir işaret parmağıdır.
Kelimeyi tevhid içinde bir tek
noktalı harf geçmez. bu adeta bize şu mesajı verir; Hepsi asli seslerden
oluşmuş olan kelimeyi tevhid de nokta kadar bile ayrılık yoktur. Yani kelimeyi
tevhidi getiren lâ ilâhe illallah diyen bir mü’min kainatı bir bütün olarak
algılar. Hâlık ve mahluk arasında ki bağı koparmaz. Mahluku Hâlıktan bağımsız
ve bağlantısız anlamaz. Her şey, her şeyle, ve her şey bir ile alakalıdır der.
Onun için kelimeyi tevhide hiçbir noktalı harf yer almaz. Tevhid insanın Allah
karşısında ki esas duruşunu temsil eder. Kelimeyi tevhid yerler ve göklerden
daha ağırdır. Efendimiz böyle buyurur bir hadisinde;
Terazinin bir kefesine lâ ilâhe
illallahı öbür kefesine tüm yaratılmış varlıkları, yerler ve gökleri koysanız
lâ ilâhe illallah daha ağır gelir.
Aslında ben buradan şunu
anlıyorum Lâ ilâhe ilallah varlığın kapısını açan anahtardır. Adeta şöyle de
anlayabiliriz. Lâ ilahe illallah öyle bir elmastır ki, yerlerin ve göklerin
tamamını satın alır, bu değerde bir elmastır. Çünkü bu söz varlığın kalbine
girmek için verilen ilahi bir paroladan başka bir şey değildir. Allah ile,
ahiretle, cennetle iletişim için bir şifre, bir pesfört hükmündedir. Bu
şifreyle girersiniz eşyanın kalbine. Bu şifreyle girersiniz varlığın kalbine.
Kelimeyi tevhid işte odur. Onsuz girilmez bir alemdir cennet. Adeta cennetin
kapısında şu levhayı görür gibi olursunuz; İman etmeyen giremez. “Lâ ilâhe illallah”
ise imanın giriş kartıdır, ilk cümlesidir.
“Lâ ilahe” nefiydir, “illallah”
ispat. Kelimeyi tevhid iki kısımdan oluşur. “Lâ ilahe”, ve “illallah”. “Lâ” yok
demektir, hayır demektir. Lâ süpürgesiyle yüreği süpürmeden illa ile inşa
edemezsiniz. Lâ ilahe; hiçbir ilah yok, hiçbir tanrı yok. Tapılmaya layık
hiçbir şey yok. ”İllallah” sadece, yalnızca Allah var. Bu demektir. Nefiy ve
ispat cümlesinden oluşan bir ibaredir lâ ilâhe illallah. Cümle her ne kadar
olumsuzsa da mana tasavvurda pekiştirilmiş bir ispattır. Cümlenin nefiy ispar
tarzında gelmesinin anlamı şudur;
1 – Tevhidin inşası, şirkin
imhası ile mümkündür. Lâ ilâhe illallah. Hiçbir tanrı yoktur, sadece Allah
vardır şeklinde gelmesi tevhidin inşası, şirkin imhası ile mümkindir anlamına
gelir.
2 – Kayıtsız şartsız bir evet,
güçlü bir hayır ile başlamalıdır manasını verir.
3 – Tevhid bir nefestir. Nefesin
yarısı almak, yarısı da vermektir. Dolayısıyla Lâ ilahe illallah bir nefesin
alınan ve verilen iki yarısına benzer.
4 – İman kalbin tevbesidir. Tevbe
ise kalbin öz eleştirisidir. Yönelişidir. Yanlıştan vaz geçip doğruya
dönmesidir. Yanlıştan vazgeçip doğruya yönelmeyen bir gönül, Allah’a yönelmemiş
demektir.
5 – Sadece tezin ispat şekli,
ispat edilmesi, ucu açık bir süreçtir, ifadedir. Ard niyetler bu ibareden bir
şey çıkaramasalar da bir şey ilave edebilirler. Onun için diğer ucunun da
kapalı olması lazımdır. Yani ucu açık bir süreç olmaması lazımdır. Onun için,
ucunu kapatmak için nefiy kullanılmıştır. Nefiy ve ispat yöntemi işte iki ucunu
da paranteze almak içindir.
6 – Allah demek yetmez, %100
Allah demek şarttır. İllallah demek, %100 Allah demektir.
7 – Yokun yokluğunu ne kadar
güçlü haykırırsanız haykırın, varın varlığını o kadar güçlü ispat etmiş
olursunuz. Yokun yokluğunu ne kadar iyi haykırırsanız, varın varlığını da o
kadar güçlü haykırmış olursunuz, ispat etmiş olursunuz.
Bu çerçeve de kelimeyi şahadet;
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ben diye başlar, ben idrakiyle başlar. Var olmak,
şahit olmaktır. Allah’a tanık olmak; ödülü cennet olan bir şahitliktir. Şahadet
tanık kılmaktır, kendini O’na tanık kılmaktır, Allah’ın sizi kendisine
tanıklığa çağırmaktır, çağırmasıdır. Onun için insan canını, varlığını, malını,
servetini, her şeyini Allah’a şahit kılarsa şehiyd hükmündedir.
Önce ben diyorsun, ben. Eşhedü,
ben şahadet ederim ki, Ben diyerek giriyorsun varlığını O’nun varlığına şahit
kılıp, Onun varlığına şahit oluyorsun. Şahit olan özne, nefis; Ben şahadet
ederim ki demekle varlığını, O’nun varlığına şahit tutmuş olur. İşte kelimeyi
şahadet insanın bir parmak hükmünde olmasıdır ki; Ben Allah’ı gösteren bir
parmağım demiş olur zımnen.
Kelimeyi tevhid üzerinden bu
açıklamaları yaptıktan sonra Haşr suresinin 22. ayetine devam edelim.
"HU"vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ
"HÛ"* 'Âlimulğaybi veşşehâdeti, "Hu"verRahmânurRahıym
O; görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen tüm alemlerin alimidir. Her
şeyi bilir. Sadece dışarınızı değil, içinizi de bilir. Sadece maskenizi değil,
gerçek yüzünüzü de bilir. Sadece yüzünüzü değil özünüzü de bilir. Sadece
özünüzü değil içinizin 40. odasını, kimselere göstermediğiniz, kendinizden bile
gizlediklerinizi de bilir. Sadece yaptıklarınızı değil, yaptıklarınızın
arkasında yatan niyeti bilir. Sadece niyetinizi değil, o niyeti doğuran iç
güdülerinizi bilir. Sadece iç güdülerinizi değil o içgüdülere sebep olan temel
duygularınızı da bilir. Bu, bu demektir.
'Âlimulğaybi veşşehâdeh Hu"verRahmânurRahıym bilir bilmesine de O
Rahmandır,ü O Rahiymdir. O özünde sonsuz merhamet sahibi, işinde de
merhametlidir. O özü itibarıyla sonsuzca bağışlayan merhametin kaynağı olan
Allah’tır, tüm işlerinde de o merhamet vardır. Yani O Rahmandır, O Rahiymdir.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
174-A videosunu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder