A sayfasından devam
3-) Kebure makten 'indAllâhi en tekûlû ma lâ
tef'alun;
Yapmayacağınız
şeyi söylemeniz, Allâh indînde çok nefret edilesidir! (A. Hulusi)
03 -
Yapmayacağınız şey'i söylemeniz, Allah yanında çok mebguzdur. (Elmalı)
Kebure makten 'indAllâhi en tekûlû ma lâ
tef'alun yapmadığınız, yapmayacağınız, ya da yapamayacağınız şeyleri
söylemeniz Allah katında ağır sonuçları olan bir davranıştır. Çirkin bir davranıştır. Allah’ın hiç
hoşlanmadığı bir davranıştır. Neden rabbimiz kişinin yapmayacağı şeyleri
söylemesini hoşlanmaz? Söylemle eylem arasında fark olan kimselerin bu tavrını
hoşlanmaz, çünkü bu bir tür nifak alametidir. Yani göründüğünden farklı olmak,
içi başka dışı başka olmaya doğru giden sanki bir yolun başlangıcı gibi
gözüküyor. Onun için Allah kalpleri bilmiyor mu? Allah senin içini bilmiyor mu.
Yani aslında böyle bir zaaf, Allah inancında ki zaaftan kaynaklanır. Çünkü
gönüllerin özünü bilen, Allah’ın her an gördüğünü ve hiç unutmadığını bilen ve
iman eden biri buna tevessül eder mi? Elbet etmez.
[Ek
bilgi; Bu âyetin bir kaç boyutu vardır:
1- Ey
mü’minler, amelin konusu olmayan, yapmanın konusu olmayan şeyleri niye
konuşuyorsunuz? Yani amelin konusu olmayan, yarın amele dökülemeyecek konuları,
sizi amele sevk etmeyecek, uygulama imkânı olmayan konuları niye konuşup
duruyorsunuz?
Ne gibi!
A.B.D’yi konuşuyoruz, Çin’i, Maçin’i, Mançurya’yı, İnka’ların Amerikan
kültürüne etkilerini konuşuyoruz. Sumatra dosyasını konuşuyoruz. Başkalarının
çocuklarının eğitim problemini konuşuyoruz. Yani bütün bunlar bizden amel
istemiyor ki! Lüks şeyler bunlar! Yarın amele dökülemeyecek fantastik konuları
niye konuşuyorsunuz? diyor Allah.
2- İkinci
mânâsı da, yapmadığınız, yapmayacağınız şeyleri niye konuşup duruyorsunuz?
Konuştuğunuz şeyler niye olduğu yerde kalıyor? Yani sizler hep söz Müslümanı mı
olacaksınız? Hep söz planında mı Müslüman olacaksınız? Amel planında Müslüman
olmayacak mısınız? Namaz kılmayacağınız yerde niye abdest alıyorsunuz? Abdest,
bir daha abdest bir daha abdest! Yeter ya, bir de namaz kılmayı öğrensenize!
Halbuki Allah, konuşma yerine iş yapmayı sever. Allah, konuşma yerine iş
yapmayı sever. Laf ebeliği, laf üretmek yerine lafı eyleme geçirmeyi ve saf saf
savaş toplumu olarak Allah yolunda savaşanları sever. Bu işin edebiyatını
yapanları değil, amelini gerçekleştirenleri sever. “Yapmak lazım, kurmak lazım,
kırmak lazım, vermek lazım,” gibi laf ebeliğiyle meşgul olanları değil.
.
…... Çok lüzumsuz şeyler konuşuyoruz. Filan şu
kadar kazanmış, filanın şu kadar malı varmış, filanın evinin tipi, tefrişi
şöyleymiş, falanın arabasının modeli, filanın dükkanı, tezgahı böyleymiş
konuşuyoruz. Kendi çocuklarımızın eğitim derdini unutup başkalarının çocuklarının
eğitim problemini konuşuyoruz. Veya adam henüz evlenmemişken boşanma konularını
tartışıyor. Her gün yatağa girerken okunacak duaları bırakıp, hac ortamında
değilken oturduğumuz yerlerde ihramlıyken okunacak duaları, ihramlıya yasak
olan konuları konuşuyoruz.
Oturduğumuz
her bir mecliste attan, avrattan, fiyattan, arabadan, saptan, samandan,
marktan, dolardan söz ediyoruz. Niye konuşuyoruz bütün bunları? Yani bizden
amel istemiyor ki bütün bu konular! Lüks şeyler bunlar! Yarın amele dökülemeyecek
fantastik konuları niye konuşuyorsunuz? Sizi ilgilendirmeyen, amelin konusu
olmayan ve yarın mizanınıza konmayacak cinsten olan, konsa bile sizi cennete
götürücü olmayan bu sözleri niye konuşup duruyorsunuz? Bunların tümünden yüz
çevirmek zorundasınız, diyor Rabbimiz.
.
.… Demek ki, dikkat
etmemiz gereken; başkasına iyiliği
emrederken, kendimizi unutmamamız, kendimize de emretmemizdir; Sadece
başkalarına anlatarak görevimizi yaptığımızı iddia edemeyiz.
Sadece başkalarına anlatmakla
yetinenlerin, postacıdan veya taşıdığı kitaptan yararlanmayan dört ayaklılardan
farkı olmayacaktır. İmam Gazali bu konuda
şu benzetmeleri yapar:
“Bildiği ile amel etmeyenler, sayfaları ilimle dolu
defter veya kitap gibidir; başkasına kârı olsa da kendisi on-dan yararlanamaz.
Bileği taşı gibidir; bıçağı biler, fakat kendisi kesmez. İğne gibidir;
başkasını giydirir, fakat kendisi daima çıplak durur. Lâmba fitili gibidir;
başkasına ışık verir, fakat kendisi yanmaktan kurtulamaz.” (Besariu’l Kur’an-
Ali Küçük)]
4-) İnnAllâhe yuhıbbulleziyne yukatilune fiy
sebilihi saffen keennehüm bünyanun mersus;
Allâh,
kendi yolunda çelik karkas blok bina bütünlüğünce saf bağlayarak savaşan
kimseleri sever. (A. Hulusi)
04 -
Haberiniz olsun ki Allah kendi yolunda kurşunlu bir bina gibi saf bağlıyarak
çarpışanları sever. (Elmalı)
İnnAllâhe yuhıbbulleziyne yukatilune fiy
sebilihi saffen keennehüm bünyanun mersus hiç şüphe yok ki Allah
kendi yolunda, kendi davası uğrunda birbirine kurşunla berkitilmiş surlar gibi,
kaleler gibi, duvarlar gibi saf saf savaşanları, mücadele edenleri sever. Açık
ve net.
Aslında Bünyanun mersus; hem kurşunla perçinlenmiş bir binayı ifade eder,
hem de birbirine kenetlenmiş elemanlardan oluşan bir binayı ifade eder.
Kelimenin kökeninin nereden türettiğimizle bağlantılı olarak değişir.
Alternatif manayı onun için verdim. Her sahici başarı toplumsal birlik ve
beraberlik sayesinde gerçekleşir. Bu ayetin söylediği ebedi hakikat budur ve
tüm çağlarda geçerlidir.
Saf modeli aslında İslam’ın bir
sosyo politik bir modelidir. Sadece camide cemaatin duruş şekli değil, Tersi
nedir bu modelin? Piramit modelidir. Saf modelinde insanlar yan yana dururlar.
Hatta öyle ki İslam mimarisinde mümkin olan en uzun şekilde yapılır, yani enine
geniş olarak yapılır. Eğer imkan olsaydı tüm cemaati tek bir safa dizmek
isterdi İslam. Onun için ön safın faziletinden söz eder Allah resulü.
Böyle olursa ne olur? Böyle
olursa insanlar omuzlarını birbirlerine bitiştirirler. İnsanlar öne geçme
yarışını bir hayırda yarış olarak görürler. Bir adım önlerinde durur liderleri.
Eğer ona bir şey olursa arkadaki onun yerine geçer. Eğer o bayılır, abdesti
bozulur, yanılırsa arkadaki onun yanlışını düzeltir. Abdesti bozulursa o çıkar
yerinden arkadaki onun yerine geçer. Yani bu şu anlama geliyor; Saf düzeninde
hiç kimse saftan kopamaz. İmamı, lideri, rehberi, yöneticisi dahi bir adım
öndedir. Kimse kimsenin tepesine basarak yükselemez. Kimse kimsenin omzuna
basmaz.
Bu düzenin tersi piramit
düzenidir. Piramit düzeninde zulüm düzenidir ki yükselmek için başlara basmak
gerekir. Ne kadar başa basarsanız o kadar çok yükselirsiniz. Saf düzeninde ise
koşmak gerekir. İşte iki sisten arasında ki fark budur, iki model arasındaki
fark budur.
5-) Ve iz kale Musa likavmihi ya kavmi lime
tu'zûneniy ve kad ta'lemune enniy Rasûlullahi ileyküm* felemma zağu ezağAllâhu
kulubehüm* vAllâhu lâ yehdilkavmel fasikıyn;
Hani
Musa kavmine dedi ki: "Ey kavmim... Size (irsâl
olmuş) Rasûlullâh olduğumu bildiğiniz hâlde
niçin bana eziyet ediyorsunuz?"... Onlar (Hak'tan) saptıklarında, Allâh onların kalplerini (Hak'tan) döndürdü (gerçeği algılayamazlar artık)!
Allâh, inancı bozulmuş toplumu hakikate erdirmez! (A. Hulusi)
05 -
Ve hani bir vakit Musâ kavmine şöyle demişti: ey kavmim! Benim size Allahın
Resulü olduğumu bildiğiniz halde niçin bana ezâ ediyorsunuz? Sonra vakta ki
yamukluk ettiler Allah da kalplerini yamulttu, öyle ya Allah fasıklar güruhunu
doğru yola çıkarmaz. (Elmalı)
Ve iz kale Musa likavmihi ya kavmi lime
tu'zûneniy ve kad ta'lemune enniy Rasûlullahi ileyküm sizin bu
durumunuz (Yine parantez içi eliptik metni açalım; Burada yok metinde ama böyle
bir başlangıç cümlesi koymamız lazım açıklama için. (Sizin bu durumunuz)
Musa’nın kavmine; Allah’ın elçisi olduğumu bile bile beni niçin üzüyorsunuz
dediği duruma benziyor. Dediği durumu çağrıştırıyor. Kimin durumu? Mü’minlerin
durumu. Bu ayetin indiğinde mü’minler de Allah resulünü üzmüşler demek ki.
felemma zağu ezağAllâhu kulubehüm ne
zaman kaydılar, Allah’ta onların kalplerini kaydırdı. Bu ibare çok önemli, bir
daha tercüme edeyim; Ne zaman kendileri kaydılar, kaymak istediler, Allah’ta
onların yüreklerini kaydırdı. vAllâhu lâ yehdilkavmel fasikıyn Zira Allah
yoldan çıkmış bir toplumu asla doğru yola iletmez, yöneltmez, rehberlik etmez.
Aziz Kur’an dostları, bir ilke olarak
veriyorum bunu.Tüm Kur’an da, Kur’an ın neresinde yudillü men yeşa’u, yehdiy men yeşa’u, yehdiy bihi men yeşa’u veya
gibi ibareler görmüşsek, yani o istediğini saptırır, istediğini hidayete
erdirir gibi ibareler varsa bu ayetin ışığında anlaşılmalıdır. Görüyorsunuz,
Allah birini saptırmaz aslında; Sapmak isteyenin sapmasına izin verir. Allah
birini hiç sebep yokken hidayete ulaştırmaz, rehberlik etmez. Doğru yola
yönelmek isteyen, böyle bir arzu duyan, bunun bedelini ödeyen, bunun için
gayret edene izin verir, yardım eder. Bu ayet bize bu ezeli ve ebedi gerçeği
söylüyor. Onun için falanı Allah saptırdı dememiz Allah’a iftira olur. siz
kayarsınız, Allah’ta kalbinizi kaydırır. Yani önce siz kayarız Allah korusun.
Sizi, bizi, hepimizi.
Devam ediyor bir sonraki sayfaya
geçiniz.
Saff suresini toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder