(a) sayfasından devam
14-) Ya eyyühelleziyne amenû inne min ezvaciküm
ve evladiküm 'aduvven leküm fahzerûhüm* ve in ta'fu ve tasfehu ve tağfiru
feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym;
Ey iman
edenler! Muhakkak ki eşlerinizden ve evlatlarınızdan (onların içinden) sizin için
düşman vardır! Bundan ötürü onlardan korunun! Eğer affeder, vazgeçer ve
bağışlarsanız, muhakkak ki Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A. Hulusi)
14 - Ey
o bütün iman edenler! Haberiniz olsun ki çiftleriniz ve evlâtlarınızdan size
düşman vardır, onun için onların mahzurlarından sakının, bununla beraber affeder,
kusurlarına bakmaz, örterseniz şüphe yok ki Allah gafurdur rahîmdir. (Elmalı)
Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman
edenler ailesi. Zımnen vurgularını da içine alarak söyleyecek olursam; Ey iman
iddiasında bulunanlar, iddianızı ispat etmek mi istiyorsunuz? Allah size
emrediyor, konuşuyor; inne min ezvaciküm ve evladiküm 'aduvven leküm şunu
çok iyi bilin ki eşleriniz, çocuklarınızdan size düşman olanlar var. yani
burada ki min ezvaciküm teb’ıyd için
eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar var. Size diyor, sizin
imanınıza demiyor. Bu çok ilginç, bu farklı bir şey. Daha ince bir ayrıntı bu.
fahzerûhüm* ve in ta'fu ve tasfehu ve tağfiru
her ne kadar affedici, hoş görülü bağışlayıcı olsanız da yine de onlara karşı fahzerûhüm, dikkatli olun, onlara karşı
tetikte olun.
Burada üç kavram geçiyor değerli
dostlar. Af, safh, ve ğafr köklerinden türetilmiş 3 kavram. İn ta’fu, ve tasfehu ve tağfiru bu üç
kavramın üçü de farklı vurgulara sahip.
Af; azarlasa da cezasından vaz
geçmek demektir suçun. Yani azarından vaz geçmiyor ama suçun cezasından
vazgeçiyor. Vazgeçmeye af diyoruz biz Arap dilinde.
Peki Safh; Azardan ve cezadan
ikisinden birlikte vaz geçmek. Yani ne azarlıyor; sen bunu yaptın sakın bir
daha yapma da demiyor. Azarından da vazgeçiyor cezasından da.
Ya peki mağfiretin türetildiği
ğafr ne demek? O daha müthiş. Hep Allah’ın ğufranından söz ediyoruz ya,
Allah’ın mağfiretinden söz ediyoruz ya. İşte bu daha farklı bir manaya, daha
ileri bir manaya geliyor o da şu. Affetmek, affettiğini bile hissettirmemek
suçluyu. Öyle affetmek ki sen suç işledin, ben affettim demeyi şöyle bırakın
affedildiğini bile kendisine söylememek, yani üstünü örtmek, hiç işlememiş gibi
Ettâibü minezzembike mella zembeleh
günahına tevbe eden o günahı işlememiş gibi. (Hadis) İşte bu mağfiretin
sonucudur. Onun için mağfiretin türetildiği ğafr budur. Allah’ın affı bu
üçüncüsüne girer, mağfirete girer.
feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym hiç
şüpheniz olması ki, Allah mağfiret edendir, sonsuzca bağışlayandır ve rahmeti
sınırsız olandır. Bu ayetin böyle, bu iki isimle bitmesi beklenirdi, değil mi?
Ama zımnen sanki şöyle bir şey de var gibi; İmanınızdan dolayı, imanınıza değil
de size düşmanlık edenler için. Bakınız leküm var burada, yani imanınıza değil,
size düşmanlık edenler var, ama imanınızdan dolayı. Siz onları bağışlayın
diyor. fakat imanınıza düşmanlık ediyorlarsa bunu bağışlamak size düşmez.
İmanınızın sahibine artık onlar düşman oluyorlar. O artık Allah’a kalmıştır.
Ama imanınızdan dolayı size düşman oluyorlarsa, size düşmanlık tarafını
bağışlayın, çünkü o sizinle alakalı bir şey. Bu ince bir ayrım.
[Ek bilgi; NASIL
DÜŞMAN OLURLAR
Evlenmenin sonucunda oğullar,
kızlar veren de Allah’tır. Allah vermedikçe bir insanın asla bunlara ulaşması
mümkün de değildir. Toptan yaratırdı Rabbimiz bizi ve biz, kim kimin karısı,
kızı? Kim kimin oğlu, babası, bilemezdik. Ama Rabbimiz öyle yapmamış. Bizi
baba, ana, karı, koca, evlât şeklinde yaratmış. Yani bu yasayı kendisi böylece
belirleyen Rabbimiz şimdi bize diyor ki, “eşleriniz, çocuklarınız size
düşmandır.” Peki nasıl anlayacağız bunu?
Eğer bunlar Rabbimize kulluk
adına geldiğimiz, getirildiğimiz bu dünyada, bu imtihan salonunda eşlerimiz ve
çocuklarımız Allah’a kulluk yolumuzda önümüze engeller, bizim esas gâyemiz olan
kulluğumuza ayak bağı, cennetimize mâni olmaya başlamışlarsa, işte o noktadan
itibaren bilelim ki onlar bizim düşmanımızdır. Eğer hanımlarımız ve
çocuklarımız, kocalarımız ve çocuklarımız bizi Allah’a isyana, bizi kulluktan
uzaklaşmaya ve cehenneme doğru götürmeye başlamışlarsa, kesinlikle bilelim ki
işte o zaman onlar bizim düşmanlarımız-dır. Eğer biz kendi kendimizi hayırdan
şerre, kulluktan isyana, cennetten cehenneme doğru götürmeye başlamışsak,
kesinlikle bilelim ki biz kendi kendimizin düşmanı olmaya başlamışız demektir.
İşte
görüyoruz. Allah’a kulluk yolunda yürüyen mü’min bir kocaya aksi istikâmette
yürüyen karısı ve çocukları veya Allah’a itaate yönelmiş mü’mine bir kadına,
aksi istikâmette yürüyen kocası ve çocukları büyük engeller ve problemler
çıkarabilmektedir. Genellikle Allah’a kulluğu birinci plana almış, dünyayı,
dünya ikballerini, dünya zevk ve sefasını ikinci plana atmış bir erkeğe karşı
hanımı ve çocukları büyük bir talihsizlik olarak bakarlar.
Öyle ki, kocalarını,
babalarını cehenneme gönderme pahasına da olsa bu dünyada kendilerine refah ve
zenginlik içinde bir dünya sunmasını beklerler. Yine Allah’a kulluğu birinci
plana çıkarmış pek çok mü’mine hanımın kocaları ve çocuklarının onların
hayatlarını zindan ettiklerini görüyoruz. Allah için bir cihada çıkacak
kocaların önünde en büyük engel, hanım ve çocuklardır.
İşte Rabbimiz bu konuda
bizleri uyardıktan sonra buyurur ki: “Eğer siz onları affeder, müsamaha ile
muamelede bulunur, onları Allah çizgisine çekmeye çalışır, eğitme yoluna gider,
hem kendi yolunuz, kendi kulluk programınızla onları tanıştırır, barıştırır,
hem de Allah’la aralarını düzeltirseniz, onları Allah’a iyi kullar, cennete iyi
aboneler yapabilirseniz, bunun kavgasını verirseniz, kesinlikle bilesiniz ki
Allah sizi de bağışlayacak, eşlerinizi ve çocuklarınızı da bağışlayacaktır.”
Beairu’l Kur’an - Ali küçük)]
15-) İnnema emvalüküm ve evladüküm fitnetun,
vAllâhu 'ındeHU ecrun 'azıym;
Mallarınız
ve evlatlarınız sizin için yalnızca sınav objesidir! Allâh(a gelince), O'nun
indîndedir büyük ecir. (A. Hulusi)
15 - Her
halde mallarınız ve evlâtlarınız bir fitnedir, Allah ise büyük ecir, onun
yanındadır. (Elmalı)
İnnema emvalüküm ve evladüküm fitneh
mallarınız ve çocuklarınız sizin sınanma aracınızdır. Sizin için yalnızca birer
imtihan aracından ibarettir. El fetn; Madenin ergitilme işlemi demektir, pota
da ergitilme işlemi. Maide/41. ayetinde de geçer. Allah sizi saflaştırıyor.
Nasıl? Fitne işte Allah’ın insanı saflaştırma. Tıpkı altının hamını hasından,
cevherini cürufundan ayırmak için nasıl haddehane de ergitiliyor, yüzlerce
hatta binlerce derecelik ateşten geçiriliyorsa insanın başına gelen musibetler
de aslında insanı altın gibi saflaştırmak içindir. Allah insanı saflaştırmak
istiyor. Onun içinde ergitiyor. Fitne budur. İnsanın malının ve evladının fitne
olması, insan için bir imtihan aracı olmasındandır. Bir potadır adeta. Siz
hammadde olarak bu potaya girersiniz, hammaddenizin cevheri mi çok, cürufu mu
çok. Hamımı çok hasımı çok orada belli olur. Yani buradan ne anlaşılıyor.
Biz çocuklarımızı eğittiğimizi
düşünüyoruz ama aslında çocuklarımız bizi eğitiyor.
Demek ki işin aslı böyleymiş.
Yani çocuklarımızın potasında biz eğitiliyoruz. Ya cürufa ayrılıyoruz, ya
cevhere ayrılıyoruz. Umarım cevhere ayrılanlardan oluruz. Bunun içinde
imtihanı, musibeti, fitneyi algılamak ve ona göre davranmak gerekiyor.
vAllâhu 'ındeHU ecrun 'azıym zira
Allah büyük ecir, sonsuz karşılık, sonsuz ödül Allah katındadır. Allah muhteşem
ödülün kendi katında olduğu zattır. Bir başka şekliyle tercüme edecek olursam
eğer.
16-) Fettekullâhe mesteta'tum vesme'u ve etiy'u
ve enfiku hayren lienfüsiküm* ve men yûka şuhha nefsihi feülaike hümül
müflihun;
Öyleyse,
olabildiğince Allâh'tan (yaptıklarınızın
sonucunu yaşatacağı için) korunun; algılayın
ve itaat edin ve kendi hayrınıza olarak infak edin! Kim benliğinin cimriliğinden/ihtirasından
korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir! (A. Hulusi)
16 - Onun
için gücünüz yettiği kadar Allaha korunun, dinleyin, itaat edin, infak edin,
kendileriniz için hayır yapın, her kim de nefsinin hırsından korunursa işte
onlar felâh bulanlardır. (Elmalı)
Fettekullâhe mesteta'tum bu halde,
şu durumda gücünüz yettiğince Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun.
Allah’tan gücünüz yettiği kadar sakının demek çok oturmadı. Allah’a karşı
gücünüz yettiği kadar saygılı olun dersem daha doğru olur galiba. Ama gücünüz
yettiği kadar diyor. Hakikaten ne kadar şefkatli bir ifade. Yani gücünüzün
üstünde rabbimiz kendisine saygı bile istemiyor. Gücünüz yettiği kadar.
vesme'u ve etiy'u ve enfiku hayren lienfüsiküm
O’nu dinleyin, O’na itaat edin. Kendi hayrınıza olmak üzere infak edin.
Hayredin, karşılıksız bağışta bulunun. Allah için vermek, vermek değil
almaktır. Kim gibi? Allah Hz. İbrahim’den Hz. İsmail’i istedi. Peki aldı mı?
Netsin alıp ta, Allah’ın buna ne ihtiyacı var. Peki almayacaksa neden istedi?
Vermek için istedi. İshak’ı da vermek için. Onun için istediğini almadı.
İstediği imtihanı geçince İshak’ı üzerine lütuf olarak verdi. Bir başka lütuf
olarak.
ve men yûka şuhha nefsihi feülaike hümül
müflihun kim de nefsinin aç gözlülüğünden infak ile korunursa (İnfak
yukarıda geçtiği için oraya zımni bir atıf olduğunu düşünüyorum) Nefsinin aç
gözlülüğünden infak ile korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridir, felaha erenlerin ta kendileridir Dahıyl; cimri demek. Duhl;
cimrilik Şuhh ne peki? Aslında duhl ile Şuhh arasındaki farkı bir vesileyle
daha önceden değindiğimi hatırlıyorum. Duhl; kendi elindekini başkasından
kıskanan, saklayandır. Şuhh ise başkasının elindekini de kıskanıp onu da eline geçirmeye çalışmaktır.
Demek ki insan bir kez kıskançlık
krizine tutulursa, cimrilik krizine tutulursa, Allah’ın kendisine ne kadar
cömert olduğunu unutur da, kendisi insanlara karşı pintilik hastalığıyla
hareket ederse artık başladığı yerde kalmıyor. Yani kendi elindekini paylaşmamakla
kalmıyor. Kendi elindekini paylaşmama hastalığı ilerleyince başkasının
elindekine de sahip olmak, yani hiç kimsenin elinde bir şey olmasın, herkesin
elinde ki benim olsun noktasına geliyor. Hastalığın en son varacağı çıldırma
noktası burası işte. Onun için bu hastalığı daha başlangıçta tedavi etmek infak
ile olur. Nifak’ın tedavisi infaksa, cimriliğim tedavisi de infaktır.
17-) İn tukridullahe kardan hasenen yuda'ıfhu
leküm ve yağfir leküm* vAllâhu Şekûrun Haliym;
Eğer
Allâh'a (Esmâ'sıyla var olmuş ihtiyaç
sahiplerine) güzel bir ödünç verirseniz,
verdiğinizi size katlayarak arttırır ve sizi mağfiret eder... Allâh Şekûr'dur,
Haliym'dir. (A. Hulusi)
17 - Eğer
Allaha bir karzı hasen arz ederseniz onu sizin için katlayıverir ve sizi de
mağfiret buyurur, Allah şekûrdır halîmdir. (Elmalı)
İn tukridullahe kardan hasenen yuda'ıfhu leküm
ve yağfir leküm eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah kat kat
size döndürecek ve sizi bağışlayacaktır.
Allah’a borç vermek, infak,
sadaka. Demek ki Allah’a borç vermek olarak anılıyor. Allah’a kredi açmak yani
bir bakıma tabir caizse. Kişi güvendiğine borç verir değil mi. Kişi
güvenmediğine kredi açmaz değil mi. Aslında Allah güvenimizi sınıyor. Allah’a
borç vermekten söz ediyor ayet, Allah’ın borca ne ihtiyacı var. Yahudiler gibi
mi diyeceğiz innAllâhe
fakiyrun ve nahnü ağniya (A. İmran/181) Allah fakir biz zengin miyiz haşa.
Böylemi bakacağız. Allah borç istedi diye buradan bu sona mı ulaşacağız. Allah
korusun.
Allah, almak
için istemez demiştik, vermek için ister. Aslında burada da O. Vermek için
istiyor. Zaten O vermişti. Aslında veren kim. Aslında kul hiçbir şeyi vermiyor,
kendinin varsa ver. Ne sana ait ki verdiğiniz söyleyeceksiniz. Vermekten söz
etmek için senin yaratmış olman lazım. Oysa ki seni de yaratan, elindekileri de
yaratan ve yarattığını senin eline emanet olarak veren O değil mi? O zaman ey
insan ..ma
ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) bu kadar keriym olan, cömert
olan rabbine karşı ne bu gurur, ne bu müstağnilik, ne bu dik kafalılık. Ayet
soruyor. Rabbim korusun.
Allah’a
güvenen Allah için borç verir. Yani infak eder. Burada ki borç, borç verme
değil infaktır aslında. Yaptığınız sadaka infak ve zekatlar Allah’a borç vermek
mecazı üzerinden kullanılıyor. İmanın ahlakına güven denir. Ahlaksız iman
güvensiz imandır. Ben Allah’a inanıyorum ama Allah’a güvenmiyorum havalarında
ki birinin imanı ahlaksız imandır. Bu ne biçim imandır dostlar. İbrahim gönüllü
ol ey mü’min, İsmail’ini kurban etki İshak’ı hak edesin. İbrahim gönüllü ol.
vAllâhu Şekûrun Haliym Allah
şekurdur, haliymdir. Nasıl tercüme etsem bilmiyorum ki. Şükre hemen ve kat kat
karşılık verendir. Kendisine şükredene kat kat karşılık verendir. Dahası;
şükürsüzlüğü ise, - Haliym’i ben böyle çevireyim- şükürsüzlüğü ise
cezalandırmakta acele etmeyendir. Şükürle bağlantılı olarak iki ismi bir arada
bir biri ile bağlantısız çevirmek doğru değil. Çift isimler mutlaka
birbirleriyle bağlantılı olarak çevrilmeli, anlaşılmalı. Onun için Haliym’i,
şekûr ile birlikte geldiği bu bağlamda şükürsüzlüğü cezalandırmakta acele
etmeyen diye anlamak daha doğrudur.
18-) 'Alimul ğaybi veşşehadetil'Aziyzül Hakiym;
Gayb ve
şehâdetin Âlim'idir, Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A. Hulusi)
18 - Gayba
de şahadete de âlim, azîz, hakîmdir. (Elmalı)
'Alimul ğaybi veşşehadetil'Aziyzül Hakiym
O Allah’ki idraki aşan hakikatleri de bilir, idrakin kapsamına giren
hakikatleri de bilir. Yani sizin açıkladıklarınızı da bilir,
açıklamadıklarınızı da. Sizin gördüklerinizi de bildiği gibi görmediklerinizi
ve algınızı aşan hakikatleri de bilir. O yüceler yücesidir, hikmetinde sonsuz
hikmet sahibidir.
Sadakallahul azıym.
Rabbim bizi O’nun hikmetini
kavrayan O’nun yüceliğini ve izzetini layıkıyla anlayan ve O’nun izzetine
yaraşır bir kulluk üreten, kulluk yapan kullarından eylesin.
“Ve ahiru
davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan
Allah’a hamd’adır.
Teğabün (11-18) suresinin sonu.
Teğabün (11-18) toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder