14 Ocak 2014 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. TEĞÂBÜN (14 - 18) (177 - A)(b)



(a) sayfasından devam

14-) Ya eyyühelleziyne amenû inne min ezvaciküm ve evladiküm 'aduvven leküm fahzerûhüm* ve in ta'fu ve tasfehu ve tağfiru feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym;

Ey iman edenler! Muhakkak ki eşlerinizden ve evlatlarınızdan (onların içinden) sizin için düşman vardır! Bundan ötürü onlardan korunun! Eğer affeder, vazgeçer ve bağışlarsanız, muhakkak ki Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A. Hulusi)

14 - Ey o bütün iman edenler! Haberiniz olsun ki çiftleriniz ve evlâtlarınızdan size düşman vardır, onun için onların mahzurlarından sakının, bununla beraber affeder, kusurlarına bakmaz, örterseniz şüphe yok ki Allah gafurdur rahîmdir. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler ailesi. Zımnen vurgularını da içine alarak söyleyecek olursam; Ey iman iddiasında bulunanlar, iddianızı ispat etmek mi istiyorsunuz? Allah size emrediyor, konuşuyor; inne min ezvaciküm ve evladiküm 'aduvven leküm şunu çok iyi bilin ki eşleriniz, çocuklarınızdan size düşman olanlar var. yani burada ki min ezvaciküm teb’ıyd için eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar var. Size diyor, sizin imanınıza demiyor. Bu çok ilginç, bu farklı bir şey. Daha ince bir ayrıntı bu.

fahzerûhüm* ve in ta'fu ve tasfehu ve tağfiru her ne kadar affedici, hoş görülü bağışlayıcı olsanız da yine de onlara karşı fahzerûhüm, dikkatli olun, onlara karşı tetikte olun.

Burada üç kavram geçiyor değerli dostlar. Af, safh, ve ğafr köklerinden türetilmiş 3 kavram. İn ta’fu, ve tasfehu ve tağfiru bu üç kavramın üçü de farklı vurgulara sahip.

Af; azarlasa da cezasından vaz geçmek demektir suçun. Yani azarından vaz geçmiyor ama suçun cezasından vazgeçiyor. Vazgeçmeye af diyoruz biz Arap dilinde.

Peki Safh; Azardan ve cezadan ikisinden birlikte vaz geçmek. Yani ne azarlıyor; sen bunu yaptın sakın bir daha yapma da demiyor. Azarından da vazgeçiyor cezasından da.

Ya peki mağfiretin türetildiği ğafr ne demek? O daha müthiş. Hep Allah’ın ğufranından söz ediyoruz ya, Allah’ın mağfiretinden söz ediyoruz ya. İşte bu daha farklı bir manaya, daha ileri bir manaya geliyor o da şu. Affetmek, affettiğini bile hissettirmemek suçluyu. Öyle affetmek ki sen suç işledin, ben affettim demeyi şöyle bırakın affedildiğini bile kendisine söylememek, yani üstünü örtmek, hiç işlememiş gibi Ettâibü minezzembike mella zembeleh günahına tevbe eden o günahı işlememiş gibi. (Hadis) İşte bu mağfiretin sonucudur. Onun için mağfiretin türetildiği ğafr budur. Allah’ın affı bu üçüncüsüne girer, mağfirete girer.

feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym hiç şüpheniz olması ki, Allah mağfiret edendir, sonsuzca bağışlayandır ve rahmeti sınırsız olandır. Bu ayetin böyle, bu iki isimle bitmesi beklenirdi, değil mi? Ama zımnen sanki şöyle bir şey de var gibi; İmanınızdan dolayı, imanınıza değil de size düşmanlık edenler için. Bakınız leküm var burada, yani imanınıza değil, size düşmanlık edenler var, ama imanınızdan dolayı. Siz onları bağışlayın diyor. fakat imanınıza düşmanlık ediyorlarsa bunu bağışlamak size düşmez. İmanınızın sahibine artık onlar düşman oluyorlar. O artık Allah’a kalmıştır. Ama imanınızdan dolayı size düşman oluyorlarsa, size düşmanlık tarafını bağışlayın, çünkü o sizinle alakalı bir şey. Bu ince bir ayrım.

Evlenmenin sonucunda oğullar, kızlar veren de Allah’tır. Allah vermedikçe bir insanın asla bunlara ulaşması mümkün de değildir. Toptan yaratırdı Rabbimiz bizi ve biz, kim kimin karısı, kızı? Kim kimin oğlu, babası, bilemezdik. Ama Rabbimiz öyle yapmamış. Bizi baba, ana, karı, koca, evlât şeklinde yaratmış. Yani bu yasayı kendisi böylece belirleyen Rabbimiz şimdi bize diyor ki, “eşleriniz, çocuklarınız size düşmandır.” Peki nasıl anlayacağız bunu?
Eğer bunlar Rabbimize kulluk adına geldiğimiz, getirildiğimiz bu dünyada, bu imtihan salonunda eşlerimiz ve çocuklarımız Allah’a kulluk yolumuzda önümüze engeller, bizim esas gâyemiz olan kulluğumuza ayak bağı, cennetimize mâni olmaya başlamışlarsa, işte o noktadan itibaren bilelim ki onlar bizim düşmanımızdır. Eğer hanımlarımız ve çocuklarımız, kocalarımız ve çocuklarımız bizi Allah’a isyana, bizi kulluktan uzaklaşmaya ve cehenneme doğru götürmeye başlamışlarsa, kesinlikle bilelim ki işte o zaman onlar bizim düşmanlarımız-dır. Eğer biz kendi kendimizi hayırdan şerre, kulluktan isyana, cennetten cehenneme doğru götürmeye başlamışsak, kesinlikle bilelim ki biz kendi kendimizin düşmanı olmaya başlamışız demektir.
        İşte görüyoruz. Allah’a kulluk yolunda yürüyen mü’min bir kocaya aksi istikâmette yürüyen karısı ve çocukları veya Allah’a itaate yönelmiş mü’mine bir kadına, aksi istikâmette yürüyen kocası ve çocukları büyük engeller ve problemler çıkarabilmektedir. Genellikle Allah’a kulluğu birinci plana almış, dünyayı, dünya ikballerini, dünya zevk ve sefasını ikinci plana atmış bir erkeğe karşı hanımı ve çocukları büyük bir talihsizlik olarak bakarlar.
Öyle ki, kocalarını, babalarını cehenneme gönderme pahasına da olsa bu dünyada kendilerine refah ve zenginlik içinde bir dünya sunmasını beklerler. Yine Allah’a kulluğu birinci plana çıkarmış pek çok mü’mine hanımın kocaları ve çocuklarının onların hayatlarını zindan ettiklerini görüyoruz. Allah için bir cihada çıkacak kocaların önünde en büyük engel, hanım ve çocuklardır.
İşte Rabbimiz bu konuda bizleri uyardıktan sonra buyurur ki: “Eğer siz onları affeder, müsamaha ile muamelede bulunur, onları Allah çizgisine çekmeye çalışır, eğitme yoluna gider, hem kendi yolunuz, kendi kulluk programınızla onları tanıştırır, barıştırır, hem de Allah’la aralarını düzeltirseniz, onları Allah’a iyi kullar, cennete iyi aboneler yapabilirseniz, bunun kavgasını verirseniz, kesinlikle bilesiniz ki Allah sizi de bağışlayacak, eşlerinizi ve çocuklarınızı da bağışlayacaktır.” Beairu’l Kur’an - Ali küçük)]


15-) İnnema emvalüküm ve evladüküm fitnetun, vAllâhu 'ındeHU ecrun 'azıym;

Mallarınız ve evlatlarınız sizin için yalnızca sınav objesidir! Allâh(a gelince), O'nun indîndedir büyük ecir. (A. Hulusi)

15 - Her halde mallarınız ve evlâtlarınız bir fitnedir, Allah ise büyük ecir, onun yanındadır. (Elmalı)


İnnema emvalüküm ve evladüküm fitneh mallarınız ve çocuklarınız sizin sınanma aracınızdır. Sizin için yalnızca birer imtihan aracından ibarettir. El fetn; Madenin ergitilme işlemi demektir, pota da ergitilme işlemi. Maide/41. ayetinde de geçer. Allah sizi saflaştırıyor. Nasıl? Fitne işte Allah’ın insanı saflaştırma. Tıpkı altının hamını hasından, cevherini cürufundan ayırmak için nasıl haddehane de ergitiliyor, yüzlerce hatta binlerce derecelik ateşten geçiriliyorsa insanın başına gelen musibetler de aslında insanı altın gibi saflaştırmak içindir. Allah insanı saflaştırmak istiyor. Onun içinde ergitiyor. Fitne budur. İnsanın malının ve evladının fitne olması, insan için bir imtihan aracı olmasındandır. Bir potadır adeta. Siz hammadde olarak bu potaya girersiniz, hammaddenizin cevheri mi çok, cürufu mu çok. Hamımı çok hasımı çok orada belli olur. Yani buradan ne anlaşılıyor. Biz  çocuklarımızı eğittiğimizi düşünüyoruz ama aslında çocuklarımız bizi eğitiyor.

Demek ki işin aslı böyleymiş. Yani çocuklarımızın potasında biz eğitiliyoruz. Ya cürufa ayrılıyoruz, ya cevhere ayrılıyoruz. Umarım cevhere ayrılanlardan oluruz. Bunun içinde imtihanı, musibeti, fitneyi algılamak ve ona göre davranmak gerekiyor.

vAllâhu 'ındeHU ecrun 'azıym zira Allah büyük ecir, sonsuz karşılık, sonsuz ödül Allah katındadır. Allah muhteşem ödülün kendi katında olduğu zattır. Bir başka şekliyle tercüme edecek olursam eğer.


16-) Fettekullâhe mesteta'tum vesme'u ve etiy'u ve enfiku hayren lienfüsiküm* ve men yûka şuhha nefsihi feülaike hümül müflihun;

Öyleyse, olabildiğince Allâh'tan (yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için) korunun; algılayın ve itaat edin ve kendi hayrınıza olarak infak edin! Kim benliğinin cimriliğinden/ihtirasından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir! (A. Hulusi)

16 - Onun için gücünüz yettiği kadar Allaha korunun, dinleyin, itaat edin, infak edin, kendileriniz için hayır yapın, her kim de nefsinin hırsından korunursa işte onlar felâh bulanlardır. (Elmalı)


Fettekullâhe mesteta'tum bu halde, şu durumda gücünüz yettiğince Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Allah’tan gücünüz yettiği kadar sakının demek çok oturmadı. Allah’a karşı gücünüz yettiği kadar saygılı olun dersem daha doğru olur galiba. Ama gücünüz yettiği kadar diyor. Hakikaten ne kadar şefkatli bir ifade. Yani gücünüzün üstünde rabbimiz kendisine saygı bile istemiyor. Gücünüz yettiği kadar.

vesme'u ve etiy'u ve enfiku hayren lienfüsiküm O’nu dinleyin, O’na itaat edin. Kendi hayrınıza olmak üzere infak edin. Hayredin, karşılıksız bağışta bulunun. Allah için vermek, vermek değil almaktır. Kim gibi? Allah Hz. İbrahim’den Hz. İsmail’i istedi. Peki aldı mı? Netsin alıp ta, Allah’ın buna ne ihtiyacı var. Peki almayacaksa neden istedi? Vermek için istedi. İshak’ı da vermek için. Onun için istediğini almadı. İstediği imtihanı geçince İshak’ı üzerine lütuf olarak verdi. Bir başka lütuf olarak.

ve men yûka şuhha nefsihi feülaike hümül müflihun kim de nefsinin aç gözlülüğünden infak ile korunursa (İnfak yukarıda geçtiği için oraya zımni bir atıf olduğunu düşünüyorum) Nefsinin aç gözlülüğünden infak ile korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir, felaha erenlerin ta kendileridir Dahıyl; cimri demek. Duhl; cimrilik Şuhh ne peki? Aslında duhl ile Şuhh arasındaki farkı bir vesileyle daha önceden değindiğimi hatırlıyorum. Duhl; kendi elindekini başkasından kıskanan, saklayandır. Şuhh ise başkasının elindekini de kıskanıp  onu da eline geçirmeye çalışmaktır.

Demek ki insan bir kez kıskançlık krizine tutulursa, cimrilik krizine tutulursa, Allah’ın kendisine ne kadar cömert olduğunu unutur da, kendisi insanlara karşı pintilik hastalığıyla hareket ederse artık başladığı yerde kalmıyor. Yani kendi elindekini paylaşmamakla kalmıyor. Kendi elindekini paylaşmama hastalığı ilerleyince başkasının elindekine de sahip olmak, yani hiç kimsenin elinde bir şey olmasın, herkesin elinde ki benim olsun noktasına geliyor. Hastalığın en son varacağı çıldırma noktası burası işte. Onun için bu hastalığı daha başlangıçta tedavi etmek infak ile olur. Nifak’ın tedavisi infaksa, cimriliğim tedavisi de infaktır.


17-) İn tukridullahe kardan hasenen yuda'ıfhu leküm ve yağfir leküm* vAllâhu Şekûrun Haliym;

Eğer Allâh'a (Esmâ'sıyla var olmuş ihtiyaç sahiplerine) güzel bir ödünç verirseniz, verdiğinizi size katlayarak arttırır ve sizi mağfiret eder... Allâh Şekûr'dur, Haliym'dir. (A. Hulusi)

17 - Eğer Allaha bir karzı hasen arz ederseniz onu sizin için katlayıverir ve sizi de mağfiret buyurur, Allah şekûrdır halîmdir. (Elmalı)


İn tukridullahe kardan hasenen yuda'ıfhu leküm ve yağfir leküm eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah kat kat size döndürecek ve sizi bağışlayacaktır.

Allah’a borç vermek, infak, sadaka. Demek ki Allah’a borç vermek olarak anılıyor. Allah’a kredi açmak yani bir bakıma tabir caizse. Kişi güvendiğine borç verir değil mi. Kişi güvenmediğine kredi açmaz değil mi. Aslında Allah güvenimizi sınıyor. Allah’a borç vermekten söz ediyor ayet, Allah’ın borca ne ihtiyacı var. Yahudiler gibi mi diyeceğiz innAllâhe fakiyrun ve nahnü ağniya (A. İmran/181) Allah fakir biz zengin miyiz haşa. Böylemi bakacağız. Allah borç istedi diye buradan bu sona mı ulaşacağız. Allah korusun.

Allah, almak için istemez demiştik, vermek için ister. Aslında burada da O. Vermek için istiyor. Zaten O vermişti. Aslında veren kim. Aslında kul hiçbir şeyi vermiyor, kendinin varsa ver. Ne sana ait ki verdiğiniz söyleyeceksiniz. Vermekten söz etmek için senin yaratmış olman lazım. Oysa ki seni de yaratan, elindekileri de yaratan ve yarattığını senin eline emanet olarak veren O değil mi? O zaman ey insan ..ma ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) bu kadar keriym olan, cömert olan rabbine karşı ne bu gurur, ne bu müstağnilik, ne bu dik kafalılık. Ayet soruyor. Rabbim korusun.

Allah’a güvenen Allah için borç verir. Yani infak eder. Burada ki borç, borç verme değil infaktır aslında. Yaptığınız sadaka infak ve zekatlar Allah’a borç vermek mecazı üzerinden kullanılıyor. İmanın ahlakına güven denir. Ahlaksız iman güvensiz imandır. Ben Allah’a inanıyorum ama Allah’a güvenmiyorum havalarında ki birinin imanı ahlaksız imandır. Bu ne biçim imandır dostlar. İbrahim gönüllü ol ey mü’min, İsmail’ini kurban etki İshak’ı hak edesin. İbrahim gönüllü ol.

vAllâhu Şekûrun Haliym Allah şekurdur, haliymdir. Nasıl tercüme etsem bilmiyorum ki. Şükre hemen ve kat kat karşılık verendir. Kendisine şükredene kat kat karşılık verendir. Dahası; şükürsüzlüğü ise, - Haliym’i ben böyle çevireyim- şükürsüzlüğü ise cezalandırmakta acele etmeyendir. Şükürle bağlantılı olarak iki ismi bir arada bir biri ile bağlantısız çevirmek doğru değil. Çift isimler mutlaka birbirleriyle bağlantılı olarak çevrilmeli, anlaşılmalı. Onun için Haliym’i, şekûr ile birlikte geldiği bu bağlamda şükürsüzlüğü cezalandırmakta acele etmeyen diye anlamak daha doğrudur.


18-) 'Alimul ğaybi veşşehadetil'Aziyzül Hakiym;

Gayb ve şehâdetin Âlim'idir, Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A. Hulusi)

18 - Gayba de şahadete de âlim, azîz, hakîmdir. (Elmalı)


'Alimul ğaybi veşşehadetil'Aziyzül Hakiym O Allah’ki idraki aşan hakikatleri de bilir, idrakin kapsamına giren hakikatleri de bilir. Yani sizin açıkladıklarınızı da bilir, açıklamadıklarınızı da. Sizin gördüklerinizi de bildiği gibi görmediklerinizi ve algınızı aşan hakikatleri de bilir. O yüceler yücesidir, hikmetinde sonsuz hikmet sahibidir.

Sadakallahul azıym.

Rabbim bizi O’nun hikmetini kavrayan O’nun yüceliğini ve izzetini layıkıyla anlayan ve O’nun izzetine yaraşır bir kulluk üreten, kulluk yapan kullarından eylesin.

Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

Teğabün (11-18) suresinin sonu.
Teğabün (11-18) toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder