13 Ocak 2014 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. TEĞÂBÜN (11 - 13) (177 - A)(a)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Allahümme amin.

Değerli Kur’an dostları bugün dersimize Teğabün suresinin kaldığımız ayetinden, yani 11. ayetinden devam edeceğiz. Ancak bu ayete gelmeden önce sure nelerden söz etti kısaca bir hatırlatmak isterim. Teğabün suresi akidemizin üç umdesinden söz etmişti. Tevhid, nübüvvet ve mead. Yani giriş ayetleri ile Allah’ın birliğine ve Allah’ın kainata ve hadisata müdahil oluşuna atıf yapmıştı. Daha sonra nübüvvetle ilgili ayetler gelmiş ve inkarcı muhatapların insan türünden bir peygamber gönderilmesine yaptıkları itirazı dile getirmişti. Bu itirazı açıklama sadedinde inkarcıların insan soyundan nasıl umut kestiğine değinmiştik. Daha sonra ise Mead adını verdiğimiz, kelâmda meâd olarak isimlendirilen ahiret, cennet, cehennem, ödül, ceza. Ondan önce hesap dile getirilmiş ve zaten hemen 10. ayette de inkar edenleri bekleyen eliym azab dile getirilmişti. Şimdi 11. ayetle, yeni bir pasajla teğabün suresinin tefsirine devam ediyoruz.



11-) Ma esabe min musıybetin illâ Biiznillâh* ve men yu'min Billâhi yehdi kalbeh* vAllâhu Bikülli şey'in 'Aliym;

Bi-iznillâh (Allâh'ın, hakikatin olan Esmâ'sı elvermedikçe) hiçbir musîbet isâbet etmez! Kim hakikatinin Allâh Esmâ'sı olduğuna iman ederse, ona şuurunda hakikati yaşatır! Allâh Bi-küllî şey'in (Esmâ'sıyla her şeyde olarak) Aliym'dir. (A. Hulusi)

11 - Allahın izni olmayınca hiç bir musîbet isabet etmez, her kim de Allaha iman ederse o onun kalbine hidayet verir, ve Allah her şey'i bilir. (Elmalı)


Ma esabe min musıybetin illâ Biiznillâh hiçbir musibet, hiçbir kimseye isabet etmez ki Allah’ın izni olmamış olsun. Yani düz cümle olarak ifade edecek olursak; Allah izin vermedikçe hiç kimsenin başına hiçbir musibet gelmez.

El izn; ayette geçen Biiznillâh. Biiznillâh ifadesi, ibaresi İslam’ın kültür kodlarından biridir. Tıpkı; Bismillah, Maşâ Allah, Allahuekber, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh gibi. El izn; Özneye hareket serbestisi kazandıran şeydir. Aslında El Emr’in zıddıdır. El Emr; emirdir, El izn, izindir. Yani emirde hareket serbestisi yoktur. Emreden emreder, emredilen de yapar. Ama El izn de; Emredilen değil izin verilen vardır, izin verilen isterse izni yerine getirir, isterse getirmez. İşte muhayyerlik vardır, fark budur. Özne ister kullanır izni, isterse kullanmaz. Bu bağlamda alemde cereyan eden, ki bu ayetin bağlamında. Alemde bütün bir kâinatta cereyen eden sebep sonuç ilişkilerine delâlet eder.

Ancak Allah koyduğu yasaların mahkumu değildir. Biz mü’minler sebep sonuçtan söz ettiğimizde determinizmden söz etmiş olmayız. Yani determinizme iman etmiş bir mantıkla hareket etmeyiz. Neden? Determinizm, Tüm varlığı sebep sonuca mahkum eder. Bir Müslüman ise determine, yani sebep sonuç ilişkilerine Allah’ın bir yasası olarak bakar. Ve Allah koyduğu yasaların mahkumu değildir. Allah koyduğu yasaların hakimidir. Bunu hiç aklından çıkarmaz. Hatta şunu da bilir bir Mü’min Allah koyduğu yasaları daha üst yasalarla aşar. Mucizeler zaten böyle izah edilirler. Dilerse eşyaya, yasalarını da aşarak doğrudan müdahale eder. Zaten Allah koyduğu yasalara dokunamaz gibi bakmak, yani mutlak determinizm veya determinizme mutlaklık yüklemek aslından Allah’ı tatil etmektir. Atıl bırakmaktır (haşa). Yani Allah yasa koyar ama koyduğu yasayı kaldıramaz. Allah yasa koyar ama koyduğu yasaya karışamaz. Allah yasa koyar ama koyduğu yasanın da mahkumu olur demektir ki, haşa deriz biz buna.

Bakara/155 - 156. ayetleri bu ayetin tefsiridir. Yani insan musibetlerin sebebidir. Aslında musibet kelimesi Arap dilinde hem olumlu hem olumsuz için kullanılır, mücerret olarak. Fakat dilde daha çok olumsuz şeyler için kullanılagelmiştir. İnsanın başına musibetin ancak Allah’ın izniyle gelmesi, insanın izin istemesini gerektirmez mi. İzin istememişseniz Allah neye izin verecek? İzinden söz edilen bir yerde izin isteyen biri vardır demektir.

Peki insan musibet için Allah’tan nasıl izin ister. Musibeti hele olumsuz manada alırsak, insan; Ya rabbi izin verirsen benim başıma bela gelsin der mi? Der. Nasıl der?

1 - Kendisine verilen irade emanetini kötüye kullanarak. Aslında insanın günah işlemesi, iradeyi kötüye kullanması, kötülük yapması, kötüyü tercih etmesi. Hak dururken batılı tercih etmesi iyi dururken kötüyü tercih etmesi, güzel dururken çirkini tercih etmesi, iradesiyle musibet için izin istemek anlamına gelir. Ya rabbi bana musibet için izin verir misin demiş olur.

2 -  İkincisi iman iddiasında bulunmak izin istemek manasına gelebilir. Yani? Yanisi şu: İman büyük bir iddiadır, iddialar ispat ister. Allah böyle büyük bir iddia da bulunan mü’mini musibetle sınar, imtihan eder ki iddiasında samimi mi, iddiasını ispat edecek mi. İşte izin istemenin 2. şekli de bu olabilir.

3. Üçüncü bir şekli daha var, dua etmek. Ki dua eden bir insan aslında sınanmaya da hazır demektir. Daha doğrusu sınanan bir ins da eklenebilir.an dua eder ve dua eden insan da sınanır. Sınandıktan sonra eğer sınavı geçerse o zaman Allah’tan ödülü hak etmiş olur. Dua eden bir insanın duasının kabulü için sınanması, bir tür musibet için izin isteme anlamına gelebil ki. buna başkaları da eklenebilirse de doğrusu bu üç şık altında tüm izin istemeler toplanabilir.

ve men yu'min Billâhi yehdi kalbeh ve kim Allah’a iman ederse O, onun kalbine rehberlik eder. yehdi kalbehu. O onun kalbine rehberlik eder.

İfadeye bakınız değerli Kur’an dostları Allah’ın mü’minin kalbine rehberlik etmesi, ne muhteşem bir ifade bu, ifadenin ulaştığı zirve bu. Allah kulun kalbine eder diyor. Bu şayet musibeti kolayca savuşturmak olarak anlaşılırsa ben şöyle de ifade edebilirim. Acıyı bal eylemek için Allah onun kalbine rehberlik eder. Yani insanın başına gelen musibet insana acı vermez. O zaman tatlı verir. İnsan derdini sevmeye başlar. Acısından haz almaya başlar. Hatta musibetin arkasında yatan o büyük hakikati gördüğü için belki de musibete göz kırpar. Bu gerçekten de imanın zirvesi olsa gerek. Bu anlamda acıyı bal eylemek, derdini sevmek, musibete göz kırpmak biraz rızaya ram olmakla alakalı değil mi? Rıza’ya ram olmak, Allah’ın mü’minin kalbine rehberlik etmesi değil de nedir. Allah mü’minin kalbine rehberlik ederse, Allah’ın insan için istediğini, insan kendisi için ister. Ram olmak budur zaten.

Öyle ki bunu fark edenler, bu dereceye ulaşanlar, Allah ile samimiyeti bu derece ilerletenler dua ederken hapsi hali, ‘ansuali derlermiş. Rabbim senden dua olarak, sana dua olarak halim yeter. Senden isteğimi halime bak ta anla, halim ifade eder ya rabbi. Benim bir şey söylememe gerek yok. Dilim konuşmuyor ya rabbi halim konuşuyor. Dolayısıyla, mü’minin kalbine Allah’ın rehberlik etmesi acıyı bal eylemesidir. İşte o zaman Seyrani’nin dediği gibi;

Ey tabip elden gelirse yaremi gel emleme.
Yar elinden gelmedir bu yareyi melhemleme. (Seyrani)

Der insan. Yine Fuzuli gibi;

El çek ilacından tabib, aşk derdiyle hoşem,
Kılma derman kim helâkim zehr-i dermanındadır.

Der. Yani senin derman dediğin benim zehrimdir, elini ilacından çek der, derdini sever. Allah musibet gelen bir kalbe rehberlik ederse. O zaman işte Allah resulü gibi; Ben senden razıyım. Taif dönüşünde Allah resulünün dediği gibi; eğer bana gazaplı değilsen; İn lem tekûn gadbane aleyye, felâ ubâli, ben bu çektiklerimin hiç birine aldırmıyorum ya rabbi. Diyecek dereceye gelir ve arkasından da velâ tekilnî ilâ nefsî tarfete ‘ayn. Beni nefsimle bir lahza baş başa bırakma Allah’ım diye yalvarır. İnsanı nefsiyle bir lahza baş başa bırakmamak, Allah’ın mü’minin kalbine rehberlik etmesi değil de nedir.

vAllâhu Bikülli şey'in 'Aliym zira Allah her bir şeyi en ince detayına kadar bilendir. Öğrenmek için değil sınaması, musibet vermesi. Ya ne için? Allah bilmez mi? elâ ya’lemu men halâk. (Mülk/14) yaratan bilmez mi? yarattığını bilmez mi. Peki ya ne için sınar, musibet verir? Öğretmek için. Seni sana öğretmek için. Kişiyi kendine öğretmek için.

Hicretin hemen ertesinde zor şartlar da inen bu ayetleri anlamak için Mekke den Medine’ye hicret eden mü’minlerin nelerden vaz geçtiğini ve nasıl zor tercihlerde bulunduğunu gözümüzün önüne getirmemiz lazım. O zaman daha iyi anlarız.

Kafirler mü’minlerin çektiği sıkıntıyı; Eğer Allah onlardan yana olsaydı bu kadar sıkıntıya düşmezlerdi gibi laflarla karşılıyorlardı. Mantığa bakınız. Yani dünya da kim daha rahat ediyorsa Allah ondan yana olmuş oluyor müşrik mantığına göre. Bu mantığı bugüne de getirerek herkes kendisini sorgulasın. Kim daha varlıklı, kim daha refah içinde, kimin dişi kanamıyor, kimin başı ağrımıyor, kimin başına hiç musibet gelmiyorsa Allah’a en çok o yakın mı diyeceğiz. O zaman peygamberlerin, insanlığın en çok acı çeken kutupları olduğunu, bu gerçeği nasıl izah edeceğiz. “İnniy Nebiyyül ahzan” (hadis) ben hüzünlerin peygamberiyim diyen peygamberi nasıl anlayacağız. “Eşeddül belâ, alel enbiya, sümmel ulema sümmel emselü fel emsel” (Hadis) belanın en şiddetlisi peygamberlere ve sonra diğerlerine Allah’a yakınlığına göre gelir gerçeğini nasıl anlayacağız. Demek ki müşriklerin dediği gibi değilmiş.


12-) Ve etıy'ullahe ve etıy'urRasûl* fein tevelleytüm feinnema 'alâ RasûliNElbelağulmubiyn;

Allâh'a itaat edin, Rasûl'e itaat edin! Eğer yüz çevirirseniz, Rasûlümüzün üstüne düşen yalnızca apaçık bir tebliğdir. (A. Hulusi)

12 - İman edin de Allaha itaat eyleyin ve Resulüne itaat eyleyin eğer aksine giderseniz Resulünüze ait olan sade açık bir tebliğden ibarettir. (Elmalı)


Ve etıy'ullahe ve etıy'urRasûl ve Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin. fein tevelleytüm feinnema 'alâ RasûliNElbelağulmubiyn yok eğer yüz çevirirseniz, eğer sırt dönerseniz eğer hakikatten yüz çevirirseniz şunu çok iyi bilin ki elçimizin üzerine düşen şey sadece ve sadece apaçık tebliğdir. Hakikati açık ve net bir biçimde tebliğ etmekten başka ona bir şey düşmez. Yani O jandarma değil, sizi üzerinize güç kullanıp ta istediği yola soksun. Zaten hidayette kişinin tercihine verilmiş bir ödül değil mi? Rabbiniz kalbinize rehberlik etsin istiyorsanız öncelikle siz kalbinizi doğru koordinatlara yönlendireceksiniz. Ne diyordu Kur’an; felemma zağu ezağAllâhu kulubehüm. (Saff/5) ne zaman onlar kaydılar Allah’ta kalplerini kaydırdı. Yani siz kaymazsanız Allah kaydırmaz. Onun için siz de doğru yola yönelmezseniz, Allah size rehberlik etmez, kalbinize rehberlik etmez.

Tevhid ve nübüvvet. burada bu dinin iki ana umdesi dile getiriliyor. İman özgür tercihin eseridir deniliyor zımnen. Ben bu ayet ve buna mücavir ayetlerden Hz. Yunus peygamberin kaçış örneğini de hatırlıyorum. Sanki ona bir atıf, gizli bir ima var gibi geliyor. Yani peygamberin görevi tebliğdir. Eğer muhataplar iman etmiyorsa bundan peygamber sorumlu değildir. Onun içinde Yunus peygamberin iman etmiyorlar diye kavmini terk edipte gitmesi gerekmiyordu. Yani adeta bunun üzerinden Allah Resulüne ders veriliyor. Unutmayalım Kur’an ın nüzul sürecinde Allah resulüne ilk anlatılan kıssa Yunus kıssasıdır kalem suresidir ve bu da boşuna değildir. Allah resulüne sakın Yunus’un yaptığını yapmak aklından geçmesin, aklının köşesine bile getirme uyarısı olduğunu anlıyoruz oradan.


13-) Allâhu lâ ilâhe illâ HU* ve 'alAllâhi felyetevekkelil mu'minun;

Allâh, tanrı yok; sadece "HÛ"! İman edenler Allâh'a tevekkül etsinler! (A. Hulusi)

13 – Allah dan başka Tanrı yoktur, onun için mü'minler hep Allaha dayansınlar. (Elmalı)


Allâhu lâ ilâhe illâ HU Allah kendisinden başka ilah olmayandır. Kendisinden başka tapınılmaya layık mabut ve varlık olmayandır. ve 'alAllâhi felyetevekkelil mu'minun eğer böyle ise tevhit ve nübüvvetle ilgili bu ayetler demiştik, eğer böyle ise Allah kendisinden başka tapılmaya layık varlık olmayan ise, O zat ise bu durumda mü’minler, yani O’na güvendiklerini söyleyip bu güvenlerini iman ile ispat edenler sadece O’na dayanmış felyetevekkelil mu'minun mü’minler sadece O’na dayansınlar.

El Mü’minun iman iddiasını Allah’ın onayladıkları, Elleziyne  amenü; henüz onaylamadıkları manasına geldiğini Taberi’den naklen yer yer söylemiştim.

Devam ediyor (b) sayfasına geçiniz.
Teğabün (11-18) toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder