26 Aralık 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. RÛM (36-39) (128-C)



B sayfasından devam

36-) Ve izâ ezâknenNase rahmeten ferihu Biha* ve in tusıbhüm seyyietün Bima kaddemet eydiyhim izâ hüm yaknetun;

İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda, onunla sevinirler... Kendi elleriyle yaptıkları sonucu olarak bir kötülük yaşarlarsa, hemen onlar ümitsizliğe düşerler! (A.Hulusi)

36 - Bir de biz insanlara bir rahmet tattırdığımız vakit ona güveniyorlar da ellerinin takdim ettiği bir sebeple başlarına bir fenalık gelirse her ümidi kesiveriyorlar. (Elmalı)


Ve izâ ezâknenNase rahmeten ferihu Biha Evet, ne zaman insanlara bir rahmet tattıracak olsak onunla sevince gark olurlar. Maddi başarıyı mutluluk sanırlar, yukarıda da söyledik. Allah’sız ve ahiret siz kariyer planlaması yaparlar. Elde ettikleri başarıyı bu benim yiğitliğim zannedeler, ben elde ettim derler ve başarıyı Allah’tan kopuk algılarlar. Başarının tesadüf olduğu gibi bir sonuca bile varabilirler böylece. Ya da nihai tahlilde başarının bütünsel olmayan, birbiriyle irtibatı olmayan şu hayat içerisinde insanın mutlak elinde olduğunu düşünürler ve istediklerinde başarılı olabildiklerini, başarısız olanlarında aslında istemedikleri için başarısız oldukları gibi bir sonuca varırlar. Tabii ki saçma bir sonuç olduğunu söylemeye hacet yok.

ve in tusıbhüm seyyietün Bima kaddemet eydiyhim izâ hüm yaknetun ama elleri ile işledikleri yüzünden başlarına bir kötülük gelse o zaman da hemen umutsuzluğa kapılıverirler. Allah’tan bağımsız kariyer planlaması yapanların akıbeti bu.

Evet, burada elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir iş gelse hemen mutsuzluğa kapılırlar. Birincisinde bir şey elde ettiklerinde şımarırlar, ikincisinde ise umutsuzluğa kapılırlar. Bunlar birbirinin tam zıddı tavırlar, dengesiz tavırlar. Şımarmakta, umutsuzluğa kapılmakta. Onun için beynel havfi ver reca daima dikkatli ve uyanık olmak, korku ile umut arasında  olmak.

Bu iki uç arasında olmak, yani bu iki duyguyu dengede tutmak insanın iç potansiyelini ortaya çıkarır. Sürekli diri kılar insanı. Bu adeta gerilmiş bir davul derisi gibi insanın iç duyargalarını olağan üstü hassaslaştırır. Bu hassaslık insana yol gösterir. Çünkü günaha gittiğinizde bu hassaslık size yanlış yere gittiğinizi haber verir. Mutluluktan uzaklaştığınızı sevaba doğru yöneldiğinizde bu hassaslık size güzel yana doğru gittiğinizi haber verir. Yani içinizin titreşimleri adeta size yön tayin etmeye başlar, yol göstermeye başlar. Vicdanınız ses vermeye başlar. Artık doğru göstermeye başlar. Onun için bu beynel havfi ver reca, şımarıklıktan ve umutsuzluktan uzak olmak.

Parçada kötü olan bir şey bütünde iyi olabilir. Hayatı parçalayan bir mantık bunu göremez. Parça da kötüdür, mesela; Bir uçağa biletiniz var ve yetişmek için çıktınız. Fakat yolda yoğun trafikten dolayı yetişemediniz, varana dek dokuz doğurdunuz. Vardınız ki 5 dakika önce kapanmış gişe ve almıyorlar. Kahrettiniz, çünkü bu parça. Ama parça içinde çok kötü duruyor. Üzüldünüz, sitem ettiniz, bunu kötü olarak yorumladınız. Fakat bu parçayı bütün içine alalım. Biraz sonra duydunuz ki uçak düştü. Biraz önce kahrettiğiniz, üzüldüğünüz şeye, başlarsınız sevinmeye. Çünkü parçayı bütün içinde algılamaya başladınız. Parça olarak kötü görünen şey bütün içinde sizin için iyi olmaya başladı.

Tabii ahirete vardınız, bunun daha makro bütünü var. Orada hesap vereceksiniz büyük mahkemede sizinle aynı uçağa bilet alan insanlar gördünüz ve düşen uçakta ölmüşler. Öldükleri için günah işlememişler, ya da az işlemişler, ya da çocukken öldüğü için kurtuluşa ermişler ve hesap vermeye başladınız verilemeyecek bir hesap karşınıza çıktı. Çok kötü bir hayat yaşamışsınız ve orada keşke dediniz, ben de o uçakta olsaydım. Makro bütünde geri değişti. Yani değerli dostlar parça ile bütün arasında irtibat kuramayan her zihin aldanmaya mahkumdur. Parçada kötü duran makro bütünde mükemmel durabilir. Bu da Allah’ın gör dediği yerden bakmakla anlaşılabilecek bir şey. O nedenle Parçayı görüp de bütünü sezemeyenler, fark edemeyenler parçaya göre hayatlarını ayarladıkları için sonuçta mutluluğa ulaşamayacaklardır. Mutluluğa ulaşacak olanlar bütünü görenler, en azından bütünü bilenler inananlar ve sezenler olacaktır.

[Ek bilgi; KÖYLÜ VE ERKEN KARAR VERMEK

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış.

Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.

Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.

İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.

Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. "Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"

Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler... Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.

Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.
İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."
"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlamış:

"Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz." (Lao Tzu öğretisinden) ]


37-) Evelem yerav ennAllâhe yebsütur rizka limen yeşau ve yakdir* inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yu'minun;

Görmediler mi ki, Allâh, dilediğine yaşam gıdasını genişletir veya kısar... Muhakkak ki bunda, iman eden bir toplum için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)

37 - Görmediler de mi? Allah dilediğine rızkı serer hem de sıkar, şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için âyetler vardır. (Elmalı)


Evelem yerav ennAllâhe yebsütur rizka limen yeşau ve yakdir şimdi onlar Allah’ın dilediğine rızkı açtıkça açtığını, dilediğine de sınırlandırdığını görmüyorlar mı inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yu'minun kuşkusuz bunda iman eden bir toplum için mutlaka alınacak bir ders vardır.


38-) Feâti zelkurba hakkahu vel miskiyne vebnes sebiyl* zâlike hayrun lilleziyne yüriydune vechAllâhi ve ülaike hümül müflihun;

Yakınlarınıza hakkını verin; yoksullara ve yolcuya da... Bu, Vechullâhı isteyenler için daha hayırlıdır! İşte onlar şartları zorlayarak kurtuluşa erenlerin ta kendileridir! (A.Hulusi)

38 - O halde yakınlığı olana da hakkını ver, miskîne de yolcuya da, Allah yüzünü murad edenler için o daha hayırlıdır, felâh bulanlar da işte onlardır. (Elmalı)


Feâti zelkurba hakkahu vel miskiyne vebnes sebiyl şu halde yakınlara yoksullara ve yolda kalmışlara haklarını verin. Burada ki vebnes sebiy yol oğlu demektir. Sadece yolcuya değil bizce mekansızlara, hatta çok çok daha öncelikle sokak çocuklarına da bir atıf olmalıdır, olsa gerektir. zâlike hayrun lilleziyne yüriydune vechAllâh bu Allah’ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. ve ülaike hümül müflihun zira onlar mutluluğa erecek olanların ta kendileridir.

Evet değerli dostlar, yoklukla, varlıkla sınayan Allah’tır. Yukarıda rızkı bazılarına açtığını, bazılarına da kıstığını buyuruyor ayet ve varsılların, varlıktan haklarını vermeleri gerektiğini, yani Allah’ın kimini yoklukla kimini varlıkla sınadığını, bu sınavdan geçmek için de doğru davranışın seçilmesi gerektiğini ifade buyuruyor ayet. Evet, varlıklarını paylaştıklarında sınavı vermiş olurlar varlık sahipleri.

Burada bir üstteki ayetlerle iç içe aslında bu. yani parçayı bütün içinde değerlendirirlerse aslında yoklukta varlıkta bir olur. Var olan elde ettiği şeyi, eline geçirdiği şeyi benim sanmaz, mutlak mülkiyet iddiasının sahte olduğunu bilir. Onun emanet olduğunu bilir. Yok olan da dar olan da bunun bir sınav olduğunu bilir. Ve varlıklılarla yoksulların birbiriyle sınandığını bilir ve bunun bir parça olduğunu bilir. Bütün içinde bunun değerlendirmesini yapar ve o zaman şu sonuca ulaşır ki makro planda Allah bunu benim hakkımda hayırlı kılsın, bu duayı yapar. Bu niyazı yapar ve böyle hayırlıymış der. Başkalarının üzüldüğü şeyi kendisi hayra yorar. Onun içinde yukarıda ki ayetlerle bağlantılı olarak okunmalı.

Tevhid ile ilgili ayetler geldi, şimdi adaletle ilgili ayetler geldi. Yani hayatın iki boyutuna ilişkin iki temel düstur; Tevhid ve adalet. İnsandan Allah’a yönelik olarak tevhid, insandan insana yönelik olarak adalet.


39-) Ve ma ateytüm min riben li yerbüve fiy emvalinNasi fela yerbu indAllâh* ve ma ateytüm min zekâtin türiydune vechAllâhi feülaike hümül mud'ıfun;

İnsanların, malları artsın amacıyla riba almak üzere verdiğiniz şey, Allâh indînde artmaz! Vechullâhı isteyerek zekât (tezkiye, saflaştırma) olarak verdiğinize gelince; işte onlar kat kat arttıranların ta kendileridir! (A.Hulusi)

39 - Nâsın mallarında nemalansın diye verdiğiniz ribâ (fâiz) Allah yanında nemalanmaz, Allah yüzünü murad ederek verdiğiniz zekât ise katlayanlar işte onlardır. (Elmalı)


Ve ma ateytüm min riben li yerbüve fiy emvalinNasi fela yerbu indAllâh yine iyi bilin ki; başka insanların mal varlığı sayesinde artsın diye faiz karşılığı verdikleriniz asla Allah katında size artış sağlamaz.

Faiz yasağının Kur’an da ki süreci şöyle kısaca; ilk bahseden ayet budur faizden. Burada bir yasak yok. Fakat açıkça yeriyor bu faizi, fakat bir yasak yok. Yani Rum/39. ayeti faizden bahseden ilk ayet. Sürecin 2. aşaması Nisa/160-161. ayetleri. Faizci Yahudileri kınıyor. Sürecin 3. aşaması A. İmran/130. ayeti, ilk yasak geliyor. Uhud dolayısıyla geliyor. Uhud’da okçuların yerlerini terk etmelerinin altında yatan derin sebep faizdi. Aldıkları borçların faizleri kat kat olmuştu içlerinden bazılarının ve bundan kurtulmak için Resulallah’ın emrini çiğnemek durumunda oldular, çiğnediler. Yani koca bir başarı böyle bir günah uğruna, yanlış uğruna elden çıkmıştı.

Faiz sadece ocakları yıkmıyor aynı zaman da ülkeleri de yıkıyor. Savaşları da kaybettiriyor. İşte A. İmran/130. ayetinde ilk yasak geldi, 4. ve son aşaması Bakara/275-279. ayetleri kesin yasakla faiz kaldırıldı. Haksız kazanç çünkü. Emeğin sömürülmesine dayanıyor. Faiz haram para getiriyor. Yani haksız kazanç, haram para. Haram paranın sadece girişi problem değil, çıkışı da problem. Çünkü haram para günah sektörünü doğurur. Giren her haram para çıkacak haram delik arar. Onun içindir ki günah sektörünü besleyen haram paradır. Haram paranın giriş deliklerini tıkarsanız, günah sektörünü de baştan tıkamış olursunuz. İşte vahiy bunu yapıyor.

ve ma ateytüm min zekâtin türiydune vechAllâh bir de Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz arındırıcı mali yükümlülükler var. Faizin zıddı zekat. Biri tek dünyalının, diğeri çift dünyalının kâr tasavvuru. Faizcinin tasavvuru tek dünyalı bir tasavvur. Kazanayım da ne olursa olsun. Ama zekât sahibinin, zekat verenin tasavvuru çift dünyalı bir tasavvur. Vereyim de alacağım olsun. Yani bu dünyaya sahip olmak için değil, şahit olmak için geldik diyenin tasavvurudur zekat. Ama faiz bu dünyaya sahip olmak için geldik diyenin tasavvurudur. Birbirinin zıddı olarak adeta yer alıyor ayette. Zekat verenin mantığı ile faiz alanın mantığı bir birine zıt mantıklar.

feülaike hümül mud'ıfun işte böyle yapanlar ödüllerini kat kat artıranların ta kendileridir. Mud’ıfun, ödüllerini kat kat artıracak olanlardır.

Bu ayet paylaşımcı İslam ekonomisiyle sömürücü kapitalist ekonominin arasındaki farkın aslında sadece ekonomi anlayışından değil, hayatı algılayıştan kaynaklanan çok temel bir fark olduğunu dile getiriyor. Hayatı algılayış, yani parçaya mı bakıyorsunuz bütüne mi bakıyorsunuz. Hayatı bütün içinde mi algılıyorsunuz,yoksa ahiretten bağımsız sadece parça olarak mı. Mutluluğu nasıl tarif ediyorsunuz. Aslında onunla çok doğrudan ilgilidir. Bir faizcinin kafa yapısıyla zekat veren bir müminin bakış açısı arasında ki fark, haddi zatında ta temelde hayata bakışta ki farktır.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
128. videoyu toplu olarak burada bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder