B sayfasından devam
36-) Ve izâ ezâknenNase rahmeten ferihu Biha*
ve in tusıbhüm seyyietün Bima kaddemet eydiyhim izâ hüm yaknetun;
İnsanlara
bir rahmet tattırdığımızda, onunla sevinirler... Kendi elleriyle yaptıkları
sonucu olarak bir kötülük yaşarlarsa, hemen onlar ümitsizliğe düşerler! (A.Hulusi)
36 - Bir
de biz insanlara bir rahmet tattırdığımız vakit ona güveniyorlar da ellerinin
takdim ettiği bir sebeple başlarına bir fenalık gelirse her ümidi
kesiveriyorlar. (Elmalı)
Ve izâ ezâknenNase rahmeten ferihu Biha
Evet, ne zaman insanlara bir rahmet tattıracak olsak onunla sevince gark
olurlar. Maddi başarıyı mutluluk sanırlar, yukarıda da söyledik. Allah’sız ve
ahiret siz kariyer planlaması yaparlar. Elde ettikleri başarıyı bu benim
yiğitliğim zannedeler, ben elde ettim derler ve başarıyı Allah’tan kopuk
algılarlar. Başarının tesadüf olduğu gibi bir sonuca bile varabilirler böylece.
Ya da nihai tahlilde başarının bütünsel olmayan, birbiriyle irtibatı olmayan şu
hayat içerisinde insanın mutlak elinde olduğunu düşünürler ve istediklerinde
başarılı olabildiklerini, başarısız olanlarında aslında istemedikleri için
başarısız oldukları gibi bir sonuca varırlar. Tabii ki saçma bir sonuç olduğunu
söylemeye hacet yok.
ve in tusıbhüm seyyietün Bima kaddemet eydiyhim
izâ hüm yaknetun ama elleri ile işledikleri yüzünden başlarına bir
kötülük gelse o zaman da hemen umutsuzluğa kapılıverirler. Allah’tan bağımsız
kariyer planlaması yapanların akıbeti bu.
Evet, burada elleriyle yaptıkları
yüzünden başlarına bir iş gelse hemen mutsuzluğa kapılırlar. Birincisinde bir
şey elde ettiklerinde şımarırlar, ikincisinde ise umutsuzluğa kapılırlar.
Bunlar birbirinin tam zıddı tavırlar, dengesiz tavırlar. Şımarmakta,
umutsuzluğa kapılmakta. Onun için beynel
havfi ver reca daima dikkatli ve uyanık olmak, korku ile umut arasında olmak.
Bu iki uç arasında olmak, yani bu
iki duyguyu dengede tutmak insanın iç potansiyelini ortaya çıkarır. Sürekli
diri kılar insanı. Bu adeta gerilmiş bir davul derisi gibi insanın iç
duyargalarını olağan üstü hassaslaştırır. Bu hassaslık insana yol gösterir.
Çünkü günaha gittiğinizde bu hassaslık size yanlış yere gittiğinizi haber
verir. Mutluluktan uzaklaştığınızı sevaba doğru yöneldiğinizde bu hassaslık
size güzel yana doğru gittiğinizi haber verir. Yani içinizin titreşimleri adeta
size yön tayin etmeye başlar, yol göstermeye başlar. Vicdanınız ses vermeye
başlar. Artık doğru göstermeye başlar. Onun için bu beynel havfi ver reca, şımarıklıktan ve umutsuzluktan uzak olmak.
Parçada kötü olan bir şey bütünde
iyi olabilir. Hayatı parçalayan bir mantık bunu göremez. Parça da kötüdür,
mesela; Bir uçağa biletiniz var ve yetişmek için çıktınız. Fakat yolda yoğun
trafikten dolayı yetişemediniz, varana dek dokuz doğurdunuz. Vardınız ki 5
dakika önce kapanmış gişe ve almıyorlar. Kahrettiniz, çünkü bu parça. Ama parça
içinde çok kötü duruyor. Üzüldünüz, sitem ettiniz, bunu kötü olarak
yorumladınız. Fakat bu parçayı bütün içine alalım. Biraz sonra duydunuz ki uçak
düştü. Biraz önce kahrettiğiniz, üzüldüğünüz şeye, başlarsınız sevinmeye. Çünkü
parçayı bütün içinde algılamaya başladınız. Parça olarak kötü görünen şey bütün
içinde sizin için iyi olmaya başladı.
Tabii ahirete vardınız, bunun
daha makro bütünü var. Orada hesap vereceksiniz büyük mahkemede sizinle aynı
uçağa bilet alan insanlar gördünüz ve düşen uçakta ölmüşler. Öldükleri için günah
işlememişler, ya da az işlemişler, ya da çocukken öldüğü için kurtuluşa
ermişler ve hesap vermeye başladınız verilemeyecek bir hesap karşınıza çıktı.
Çok kötü bir hayat yaşamışsınız ve orada keşke dediniz, ben de o uçakta
olsaydım. Makro bütünde geri değişti. Yani değerli dostlar parça ile bütün
arasında irtibat kuramayan her zihin aldanmaya mahkumdur. Parçada kötü duran
makro bütünde mükemmel durabilir. Bu da Allah’ın gör dediği yerden bakmakla
anlaşılabilecek bir şey. O nedenle Parçayı görüp de bütünü sezemeyenler, fark
edemeyenler parçaya göre hayatlarını ayarladıkları için sonuçta mutluluğa
ulaşamayacaklardır. Mutluluğa ulaşacak olanlar bütünü görenler, en azından
bütünü bilenler inananlar ve sezenler olacaktır.
[Ek bilgi; KÖYLÜ VE ERKEN KARAR
VERMEK
Köyün birinde bir yaşlı adam
varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış.
Öyle dillere destan bir beyaz
atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif
etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir
dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.
Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana
bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar
beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.
İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece
at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve
verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?
Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl
geleceğini kimse bilemez."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden
at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.
Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.
"Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir
talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün
var.."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar.
"Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan
ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin
birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden
"Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler... Bir hafta geçmeden,
vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını
kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın"
demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak.
Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı
olacaksın" demişler.
İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."
İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral
son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen
görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere
almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden
gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."
"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."
"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlamış:
"Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı
hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz
mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı
daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı
huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir
kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir
hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz." (Lao Tzu
öğretisinden) ]
37-) Evelem yerav ennAllâhe yebsütur rizka
limen yeşau ve yakdir* inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yu'minun;
Görmediler
mi ki, Allâh, dilediğine yaşam gıdasını genişletir veya kısar... Muhakkak ki
bunda, iman eden bir toplum için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)
37 - Görmediler
de mi? Allah dilediğine rızkı serer hem de sıkar, şüphesiz bunda iman edecek
bir kavim için âyetler vardır. (Elmalı)
Evelem yerav ennAllâhe yebsütur rizka limen
yeşau ve yakdir şimdi onlar Allah’ın dilediğine rızkı açtıkça
açtığını, dilediğine de sınırlandırdığını görmüyorlar mı inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yu'minun
kuşkusuz bunda iman eden bir toplum için mutlaka alınacak bir ders vardır.
38-) Feâti zelkurba hakkahu vel miskiyne vebnes
sebiyl* zâlike hayrun lilleziyne yüriydune vechAllâhi ve ülaike hümül müflihun;
Yakınlarınıza
hakkını verin; yoksullara ve yolcuya da... Bu, Vechullâhı isteyenler için daha
hayırlıdır! İşte onlar şartları zorlayarak kurtuluşa erenlerin ta kendileridir!
(A.Hulusi)
38 - O
halde yakınlığı olana da hakkını ver, miskîne de yolcuya da, Allah yüzünü murad
edenler için o daha hayırlıdır, felâh bulanlar da işte onlardır. (Elmalı)
Feâti zelkurba hakkahu vel miskiyne vebnes
sebiyl şu halde yakınlara yoksullara ve yolda kalmışlara haklarını
verin. Burada ki vebnes sebiy yol oğlu demektir. Sadece yolcuya değil bizce
mekansızlara, hatta çok çok daha öncelikle sokak çocuklarına da bir atıf
olmalıdır, olsa gerektir. zâlike hayrun lilleziyne yüriydune vechAllâh bu
Allah’ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. ve ülaike hümül müflihun zira onlar
mutluluğa erecek olanların ta kendileridir.
Evet değerli dostlar, yoklukla,
varlıkla sınayan Allah’tır. Yukarıda rızkı bazılarına açtığını, bazılarına da
kıstığını buyuruyor ayet ve varsılların, varlıktan haklarını vermeleri
gerektiğini, yani Allah’ın kimini yoklukla kimini varlıkla sınadığını, bu
sınavdan geçmek için de doğru davranışın seçilmesi gerektiğini ifade buyuruyor
ayet. Evet, varlıklarını paylaştıklarında sınavı vermiş olurlar varlık sahipleri.
Burada bir üstteki ayetlerle iç
içe aslında bu. yani parçayı bütün içinde değerlendirirlerse aslında yoklukta
varlıkta bir olur. Var olan elde ettiği şeyi, eline geçirdiği şeyi benim
sanmaz, mutlak mülkiyet iddiasının sahte olduğunu bilir. Onun emanet olduğunu
bilir. Yok olan da dar olan da bunun bir sınav olduğunu bilir. Ve varlıklılarla
yoksulların birbiriyle sınandığını bilir ve bunun bir parça olduğunu bilir.
Bütün içinde bunun değerlendirmesini yapar ve o zaman şu sonuca ulaşır ki makro
planda Allah bunu benim hakkımda hayırlı kılsın, bu duayı yapar. Bu niyazı
yapar ve böyle hayırlıymış der. Başkalarının üzüldüğü şeyi kendisi hayra yorar.
Onun içinde yukarıda ki ayetlerle bağlantılı olarak okunmalı.
Tevhid ile ilgili ayetler geldi,
şimdi adaletle ilgili ayetler geldi. Yani hayatın iki boyutuna ilişkin iki
temel düstur; Tevhid ve adalet. İnsandan Allah’a yönelik olarak tevhid,
insandan insana yönelik olarak adalet.
39-) Ve ma ateytüm min riben li yerbüve fiy
emvalinNasi fela yerbu indAllâh* ve ma ateytüm min zekâtin türiydune vechAllâhi
feülaike hümül mud'ıfun;
İnsanların,
malları artsın amacıyla riba almak üzere verdiğiniz şey, Allâh indînde artmaz!
Vechullâhı isteyerek zekât (tezkiye,
saflaştırma) olarak verdiğinize gelince; işte
onlar kat kat arttıranların ta kendileridir! (A.Hulusi)
39 - Nâsın
mallarında nemalansın diye verdiğiniz ribâ (fâiz) Allah yanında nemalanmaz,
Allah yüzünü murad ederek verdiğiniz zekât ise katlayanlar işte onlardır.
(Elmalı)
Ve ma ateytüm min riben li yerbüve fiy emvalinNasi
fela yerbu indAllâh yine iyi bilin ki; başka insanların mal varlığı
sayesinde artsın diye faiz karşılığı verdikleriniz asla Allah katında size
artış sağlamaz.
Faiz yasağının Kur’an da ki
süreci şöyle kısaca; ilk bahseden ayet budur faizden. Burada bir yasak yok.
Fakat açıkça yeriyor bu faizi, fakat bir yasak yok. Yani Rum/39. ayeti faizden
bahseden ilk ayet. Sürecin 2. aşaması Nisa/160-161. ayetleri. Faizci Yahudileri
kınıyor. Sürecin 3. aşaması A. İmran/130. ayeti, ilk yasak geliyor. Uhud dolayısıyla
geliyor. Uhud’da okçuların yerlerini terk etmelerinin altında yatan derin sebep
faizdi. Aldıkları borçların faizleri kat kat olmuştu içlerinden bazılarının ve
bundan kurtulmak için Resulallah’ın emrini çiğnemek durumunda oldular,
çiğnediler. Yani koca bir başarı böyle bir günah uğruna, yanlış uğruna elden
çıkmıştı.
Faiz sadece ocakları yıkmıyor
aynı zaman da ülkeleri de yıkıyor. Savaşları da kaybettiriyor. İşte A.
İmran/130. ayetinde ilk yasak geldi, 4. ve son aşaması Bakara/275-279. ayetleri
kesin yasakla faiz kaldırıldı. Haksız kazanç çünkü. Emeğin sömürülmesine
dayanıyor. Faiz haram para getiriyor. Yani haksız kazanç, haram para. Haram
paranın sadece girişi problem değil, çıkışı da problem. Çünkü haram para günah
sektörünü doğurur. Giren her haram para çıkacak haram delik arar. Onun içindir
ki günah sektörünü besleyen haram paradır. Haram paranın giriş deliklerini
tıkarsanız, günah sektörünü de baştan tıkamış olursunuz. İşte vahiy bunu
yapıyor.
ve ma ateytüm min zekâtin türiydune vechAllâh
bir de Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz arındırıcı mali yükümlülükler
var. Faizin zıddı zekat. Biri tek dünyalının, diğeri çift dünyalının kâr
tasavvuru. Faizcinin tasavvuru tek dünyalı bir tasavvur. Kazanayım da ne olursa
olsun. Ama zekât sahibinin, zekat verenin tasavvuru çift dünyalı bir tasavvur.
Vereyim de alacağım olsun. Yani bu dünyaya sahip olmak için değil, şahit olmak
için geldik diyenin tasavvurudur zekat. Ama faiz bu dünyaya sahip olmak için
geldik diyenin tasavvurudur. Birbirinin zıddı olarak adeta yer alıyor ayette.
Zekat verenin mantığı ile faiz alanın mantığı bir birine zıt mantıklar.
feülaike hümül mud'ıfun işte böyle
yapanlar ödüllerini kat kat artıranların ta kendileridir. Mud’ıfun, ödüllerini
kat kat artıracak olanlardır.
Bu ayet paylaşımcı İslam
ekonomisiyle sömürücü kapitalist ekonominin arasındaki farkın aslında sadece
ekonomi anlayışından değil, hayatı algılayıştan kaynaklanan çok temel bir fark
olduğunu dile getiriyor. Hayatı algılayış, yani parçaya mı bakıyorsunuz bütüne
mi bakıyorsunuz. Hayatı bütün içinde mi algılıyorsunuz,yoksa ahiretten bağımsız
sadece parça olarak mı. Mutluluğu nasıl tarif ediyorsunuz. Aslında onunla çok
doğrudan ilgilidir. Bir faizcinin kafa yapısıyla zekat veren bir müminin bakış
açısı arasında ki fark, haddi zatında ta temelde hayata bakışta ki farktır.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
128. videoyu toplu olarak burada
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder