Değerli Kur’an dostları bugünkü
dersimize inşallah Ankebût suresinin 24. ayetiyle devam ediyoruz. Ancak bugünkü
dersimizin ilk ayetlerine başlamadan bir açıklama yapmamız gerekli. 24. ayetle
devam eden konu, haddi zatında daha önceki 16 ve 18. ayetlerle dile gelen Hz.
İbrahim ile ilgili kıssanın bir devamı. 16 – 18. ayetler arasında kıssa
aktarıldı ve 18. ayette bir noktada kesildi. Kıssadan hisseye geçildi yani. 19
– 23. ayetler arasında, bu kıssadan ne hisse alabileceğimiz vurgulandı.
Önce afaki ayetlere çekildi
dikkatimiz, sonra yaratılışın nasıl başladığına. Daha sonra da ahirete ve
yeniden dirilişe değinildi. İşte bu noktada. Hz. İbrahim ile ilgili kıssaya
yeniden dönülüp şöyle buyruluyor.
Bismillah.
24-) Fema kâne cevabe kavmihi illâ en
kaluktüluhü ev harrikuhü feencahullahu minen nar* inne fiy zâlike le âyâtin li
kavmin yu'minun;
(İbrahim'in) toplumunun
cevabı şu oldu: "Onu öldürün yahut Onu yakın!" (Fakat) Allâh, Onu ateşten
kurtardı... Muhakkak ki bu olayda, iman eden toplum için elbette işaretler
vardır. (A.Hulusi)
24 - Onun
için ona kavminin cevabı sâde şu oldu: öldürün onu veya yakın dediler, Allah da
onu o ateşten kurtardı, elbette bunda iman edecek bir kavim için şüphesiz
âyetler var. (Elmalı)
Fema kâne cevabe kavmihi illâ en kaluktüluhü ev
harrikuhü İbrahim’e tekrar dönecek olursak, böyle bir parantez içi
giriş cümlesi kullanmak durumundayız. Kavminin onun davetine verdiği tek cevap
onu öldürün, ya da yakın demekten ibaretti. Aslında bir peygamber var.
Peygamber Allah’tan aldığı emri kavmine götürmüş. Kavmi putlara tapıyor.
Allah’tan başkalarına ilahlık yakıştırıyor. Kendi şeref ve izzetlerine hakaret
ediyor. Kendi kerametlerini beş paralık ediyorlar.
Peygamberleri onlara insan
kerametine uygun davranın, Allah’a nankörlük yapmayın, kendi değerinizi beş
paralık etmeyin eşyayı putlaştırıp kendinizi nesneleştirmeyin, eşya karşısında
nesne olmayın, iç enerjinizi tüketmeyin. Eğer ille de kul olacaksanız, ki,
mutlaka olacaksınız, sizi yaratana kul olun diyor. Peki buna karşı onların
cevabı ne oluyor? Daha doğrusu cevapları olmuyor, tehditleri oluyor. Onu
öldürün, ya da yakın.
Sözün gücüne karşı gücün sözü
harekete geçiyor. Peygamberin kullandığı güç sözün gücü, ilahi vahiy. Fakat ona
karşı söyleyecek söz bulamayanlar gücü konuşturuyorlar. Tehdidi, işkenceyi,
saldırganlığı. Tarihin tüm devirlerinde olduğu gibi hakikate karşı söyleyecek
sözü olmayan tüm zorbalar, tarihin her döneminde hak söz karşısında mutlaka güç
kullanmaya kalkmışlar, tehdit etmişler, yıldırmak istemişler, varlığını ortadan
kaldırmak istemişler, işkence ve eziyet etmişlerdir. Aslında Hz. İbrahim’e karşı
girişilen bu gücün sözcülüğü tarih boyunca tüm çağların Nemrutlarının hakka
karşı tek tavrı olmuştur.
Eşkıya dünyaya hükümdar olunca,
sözün gücünün yerini, gücün sözü alır. İslam bir söz medeniyetidir, tüm
peygamberler bu medeniyetin söz işçisidirler. Onlar sitelerini, medeniyetlerini
söz taşlarıyla inşa ederler. Çünkü söz değerlidir. Eğer söz değerli olmasaydı
Allah konuşmazdı. Önce söz vardı. Yuhanna incili doğru sözle başlıyor. Önce söz
vardı ve inanın yine Hakk söz kalacaktır, gerisi yok olacaktır. Tüm
zorbalıklar, tüm müstekbirlikler, tüm tehdit, işkence ve yıldırma operasyonları
sözü alt edemeyecektir. Hakk söz gücünü kendisinden alır. Onun için hakikat
zorbalığa karşı boyun eğmemiştir ve geriye kalan yine hakikatin gücü olmuş.
İşte bu kıssa, işte Kur’an da ki
tüm İbrahim kıssaları aslında Kur’an da ki tüm peygamberler kıssaları Hakk
sözün gücü, gücün gücünü alt eder. Gücün sözcülerini alt eder ilkesinin,
kanununun, yasasının kıssa biçiminde ifadesinden başka bir şey değildir.
Sözlerin sultanı vahiyden bu gerçeği öğrenmeye devam edelim.
feencahullahu minen nar Fakat Allah onu
ateşten kurtardı. Enbiya/69. ayetine
müracaat edersek bu kurtuluş daha açık bir biçimde yer alır.
Ya naru kûniy berden ve selâmen alâ
İbrahiym.(Enbiya/69) ey ateş İbrahim’e serin ve selamet ol. Emri ile
aslında varlık içerisindeki şuursuz Müslümanlar, yani ateşte Allah’ın
kanunlarına tabi, gökte yerde, soğuk ve sıcakta, ay da güneşte, gecede
gündüzde, ırmakta denizde. Onun için şuursuz Müslümanlar şuurlu kardeşleri darda
kaldığında onların yardımına koşarlar. Tıpkı Musa’nın yardımına koşan deniz
gibi, Tıpkı Nuh’un yardımına koşan su gibi, tıpkı İbrahim’in yardımına koşan
ateş gibi.
inne fiy zâlike le âyâtin li kavmin yu'minun
Şüphesiz inanan bir toplum için bunda da alınacak bir ders mutlaka vardır.
Nedir ders? İlk ayeti hatırlayalım;
Ehasiben Nasu en yütrekû en yekulu amenna
ve hüm lâ yüftenun. (01) sadece iman ettik demekle sınanmadan,
denenmeden bırakılacağınızı, kurtulacağınızı mı sandınız, sanıyorsunuz. Yanlış
sanıyorsunuz, bu doğru değil. Sınanacak ve deneneceksiniz. Allah bu yasasını
İbrahim’e dahi istisna kılmadı. Peygamberlerini dahi bu yasasından müstesna
tutmadı. Muhammed’ini dahi tutmadı. -Hepsine salâtu selâm olsun.- Sizi mi
tutsun, niye tutsun. İşte bakın alınacak ders bu. Mutlaka bir ders vardır ve bu
derslerin başında da ilahi yasaya atıf gelir. Sınanmadan kimse güzelleşmiyor,
yücelmiyor. İbrahim’in imanı ateşle imtihanının simgesidir. Öyle bir imtihan ki
ateşin aşkı yakmadığının göstergesi.
Eğer aşık isen yare,
Düş İbrahim gibi nare.
Sakın aldanma ağyare,
Bu Gülşen de yanar olmaz.
(Seyyid Nizamoğlu)
Diyor duya Allah dostu bir aşk
eri. Eğer aşık isen gözünü kırpmadan düş ateşe. Bu gül bahçesinde yanan olur
mu? Onun için aşk yanmaz. Gerçek iman yanmaz. Gerçek muhabbet yanmaz. Yanan
bedendir. O yanmaz. Onun için belki o güçlü olursa bedeni de yakmaz. Yani tıpkı
güçlü benden bir elektrik akımı gibi atlama yapar. Ruhtan bedene, bedeni de
içine alır, alanına kapsamına alır ve onu da yakmaz.
Kamil imanı hiçbir Nemrut’un
ateşi tarihte yakmamıştır, yakamamıştır. İmanı yakan bir ateş yoktur aslında.
Bakın cehennem bile imanı yakamayacaktır. Onun için kalbinde hardal tanesi
kadar imanı olanlar, son genel afta, çünkü onu yakamayacaktır. Allah onları
bırakın diyecek diyor sevgili efendimiz Buhari’nin naklettiği bir hadiste.
[Ek bilgi; Enbiya/69) http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/22/islamoglu-tef-ders-enbiya-037-077102/
]
25-) Ve kale innemet tehaztüm min dûnillâhi
evsânen meveddete beyniküm fiyl hayatid dünya* sümme yevmel kıyameti yekfüru
ba'duküm Biba'dın ve yel'anü ba'duküm ba'da* ve me'vakümün naru ve ma leküm min
nasıriyn;
(İbrahim) dedi ki: "Siz
dünya hayatında (atalarınızla) aranızdaki duygu bağı yüzünden Allâh dûnunda putlar
edindiniz. Bu yüzden kıyamet sürecinde kiminiz kiminizi inkâr edecek ve bir
diğerine lânet edecektir! Mekânınız ateştir ve yardımcınız da yoktur." (A.Hulusi)
25 - Ve
dedi ki: siz sâde Dünya hayatta aranızda sevişmek için Allah ı bırakıp bir
takım evsâna tutulmuşsunuz amma sonra Kıyamet günü bazınız bazınıza küfredecek
ve bazınız bazınızı lânetleyecek varacağınız yer ateştir, sizin için
yardımcılardan eser de yoktur. (Elmalı)
Ve kale innemet tehaztüm min dûnillâhi evsânen
meveddete beyniküm fiyl hayatid dünya ve İbrahim dedi ki. İbrahim’e
karşı kavmi böyle cevap vermişti. Aslında verememişti, tehdit etmişti. Cevap
veremeyince cevapları tehdit olmuştu. Ve İbrahim buna karşılık şöyle dedi.
Allah’ı bırakıp ta bir takım heykeller peydahlamanızın tek nedeni şu dünya
hayatında onlarla aranızdaki çarpık sevgi bağıdır. Dedi.
Evet, buradaki “çarpık” ifadesini
açıklayıcı olarak kullandım. Aslında zımnen hitabın yan anlamı olarak zaten
var. Çünkü; fahvel hitaptan sözün gelişinden
onu anlıyoruz. meveddete beyniküm fiyl hayatid dünya şu dünya
hayatında aranızda ki çarpık sevgiden kaynaklanıyor diyor onları
tanrılaştırmanız. Onları tanrılaştırıp heykellerini dikmeniz.
Çarpık sevgi. Hani Bakara/165.
ayeti olacak değil mi; Allah’ı sever gibi severler diyordu ya; yuhıbbûnehüm
kehubbillâh* velleziyne âmenû eşeddü hubben Lillâh. (Bakara/165)
Fakat iman edenler en çok Allah’ı sever. Sevgiyi en çok Allah’a ayırırlar
sevgiden en büyük payı. İşte oraya bir atıf görmek lazım burada.
Sevginin
çarpığına tutku derler. Aslında gerçek sevgi özgürleştirir, tutku tutuklar.
Tutku zincir vurur. Tanrılaştırmayla sonuçlanır tutkunun süreci. Gerçek sevgi
sevene hayat verir. Tutku ise sevenin hayatını yok eder, alır. Gerçek sevgi ak
sevdadır, tutku kara sevdadır. Yani sevdanın yüzüne çalınmış bir karadır.
Çarpık sevgi enerjiyi, insanın iç enerjisini yok eder, öldürür. Elini kolunu
döker. Gerçek sevgi ise insana enerji verir. Sevdin mi dağları devirirsin,
Bisütun dağını delen Ferhat gibi. Ama çarpık sevgi insanın elini kolunu döker,
hatta aklını başından alır. O nedenle ikisi arasındaki farkı vurguluyor aynı
zamanda ayet.
Bu ibare
aynı zamanda şu gerçeği de söylüyor. Ayette geçen evsân, Heykeller, tapınma nesnesi olan heykeller. Aslında doğrudan
bu ifade o heykellere atıf değil, o heykellerin kendisini temsil ettiği
kimselere, tarihi şahsiyetlere bir atıf. Onun için ayetin devamını böyle okumak
lazım.
sümme yevmel kıyameti yekfüru ba'duküm Biba'dın
ve yel'anü ba'duküm ba'da zaten bu ibare biraz önce söylediğim şeyin
delili. Daha sonra kıyamet gününde birbirinizi reddedecek ve birbirinizi
lanetleyeceksiniz diyor. Tanrılaştırılanlarla, tanrılaştıranlar karşılıklı
birbirlerini reddedecekler. Kur’an da sık sık bu diyaloga yer verilir.
Birbirleri ile polemik yaparlar. Özellikle iş işten geçtikten sonra, yani
gerçeği gördükten sonra, yani hesap gününde.
Bizi bu adam kurtaracak, veya biz
bu adamın arkasına takılırsak yaşadık. Veya dünyada bu adamla biz şeref buluruz
dedikleri kimseler orada yüz karası çıkınca onların arkasına takılmak tan
dolayı bırakın bir ödül almayı, aferin almayı; yazıklar olsun size denildikte
onlar orada sanki dünyada arkalarından gitmemişler gibi; biz sizden beriyiz,
bizim sizinle bir işimiz yok diyecekler. Tanrılaştırdıkları, kendilerini
tanrılaştıranların suçunu üstlenmeyecek. Bakın biz demedik ki bunlara bizi
tanrı yapın diye, bizi tanrılaştırın, veya bizi tapınma nesnesi yapın, bizim
heykellerimizi dikip de onlara tazim gösterin diye biz demedik ki diyecekler.
Tabii demeye yüzü olanlar bunu
diyecekler. Peygamber olsun, aziyz olsun, veliy olsun, şeytan olsun, Nemrut
olsun, Firavun olsun fark etmez. Yani tanrılaştırılanın kim olduğu fark etmez.
Onun için bu ayette birbirlerini lanetleyecekler diyor. Yani siz beni
tanrılaştırmakla laneti hak etmişsiniz, ne şikayet etmeye hakkınız var.
Tabii öteki tanrılaştıran da,
veya onu saygı nesnesi olarak görende; Biz sizinle onunla şerefleniriz diye
bunu yaptık. Yani bir getirimiz olur diye yaptık. Biz ahirette böylesine
götüreceğinizi bilsek, böylesine yüz karası olacağınızı bilsek size yer yüzünde
bu kadar önem verir miydik diyecekler. Onun için atıf oraya.
ve me'vakümün nar en sonunda
hepinizin varıp duracağı yer ateştir. ve ma leküm min nasıriyn size yardım eden biri de
asla ama asla çıkmayacaktır.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
125.
videoyu toplu olarak burada
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder