A
sayfasından devam.
46-) Ve lâ tücadilu ehlel Kitabi illâ Billetiy
hiye ahsen* illelleziyne zalemu minhüm ve kulu amenna Billeziy ünzile ileyna ve
ünzile ileyküm ve ilâhuna ve ilâhuküm Vahidün ve nahnu leHU müslimun;
Aralarındaki
zulmedenler müstesna! Geçmişte kendilerine BİLGİ verilmiş olanlarla, en güzeli
neyse o şekilde mücadele edin ve şöyle deyin: "Bize inzâl olunana da size
inzâl olunana da iman ettik... İlâhımız ve ilâhınız aynı TEK'tir! Biz O'na
teslim olmuşlarız." (A.Hulusi)
46 - Ehli
kitâba en güzel olan suretten başkasıyla mücadele de etmeyin ancak zulmedenler
başka, ve deyin ki: biz, hem bize indirilene iman ettik hem size indirilene ve
bizim ilâhımızla sizin ilâhınız bir, şu kadar ki biz yalnız ona Müslim’iz. (Elmalı)
Ve lâ tücadilu ehlel Kitabi illâ Billetiy hiye
ahsen* illelleziyne zalemu minhüm önceki vahyin muhataplarıyla
tartışırken haksızlık etmedikleri sürece, illelleziyne
zalemu minhüm. Haksızlık etmedikleri, zulmetmedikleri sürece en güzel yol
ve yöntemden başkasına itibar etmeyin.
İşte Kur’an ın çağrısı dostlar.
Ne diyordu? Ud'u ila sebiyli
Rabbike Bil hikmeti velmev'ızatil hasene.. (Nahl/125) Rabbimin yoluna hikmetle en güzel usul üslup neyse o
an o zemin, o zaman neyi gerektiriyorsa dengeli bir biçimde zulmetmeden,
haksızlık etmeden, bağcıyı dövmek için değil, üzüm yemek için çağır. Velmev’ızatil
hasene ve güzel bir öğütle çağır. ve cadilhüm
Billetiy hiye Ahsen. (Nahl/125) ve onlarla güzellikle mücadele et. Buyurun, işte vahyin
muhatabını terbiyesi. Bir başka ayet, ona da geçelim;
Ve lâ testevil
hasenetü ve les seyyie. (Fussilet/34) hiç kötülükle iyilik bir olur
mu? idfa'
Billetiy hiye Ahsen tezini güzel savun. Çünkü savunduğun tezin güzel
olması yetmez, onu güzel bir üslupla savunman şart. Dünyanın en güzel elmasını
en kötü pakete sarıp verirsen müşteri tiksinir. Onun için güzel savun. feizelleziy beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün
hamiym. (Fussilet/34)ola ki muhatabınla senin aranda bir düşmanlık
olabilir. Eğer tezini güzel savunursan o sana sımsıcak bir dost kesilecektir.
Bu da Fussilet/34. ayeti. İşte Kur’an. Burada da buna benzer bir öğüt veriyor.
ve kulu amenna Billeziy ünzile ileyna ve ünzile
ileyküm ve deyin ki biz, bize de indirilene inandık, size de
indirilene inandık. Ne müthiş bir mücadele yöntemi değil mi, baksanıza dostlar.
Bir ehli kitap ile konuşurken aslında onun konuşacağı çok şey olmamalı. Niye?
Beni davet edeceği bir şey yoktur ki. Beni İncil’e imana mı davet edecek. Ben
zaten İncil’e iman etmeden Kur’an a etmiş olmam ki. Beni İsa’ya imana mı,
Musa’ya imana mı davet edecek. Onlar benim peygamberim. Benim problemim yok bu
konuda. Problem onun problemi. Onun için niye benin problemim varmış gibi davranayım
ki. Problem onun problemi. İnanmayan o. Yoksa ben ona inanmazsam zaten Müslüman
olmam.
Peygamberler silsilesinden,
zincirinden bir tek halka düşerse tüm zincir düşer. Bunu bilirim, buna iman
ederim lâ nuferriku beyne ehadin min RusuliH..(Bakara/285)
Onun resuller, elçileri arasında birini ayırmam, ayırt etmem. Ben bununla emr
olundum vahiy bana bunu öğretti. Onun için bu gerçeği bu kadar basit
söylenebilecek bir gerçeği söyleyi vereyim kurtulurum. O düşünsün, muhatabınız
düşünsün. Ortak değerlere atıf yapın diyor yani. Ortak değerleri öne çıkarın ve
iletişim kurmak için bu değerlerden başlayın muhatabınızla diyaloga girmek
için.
ve ilâhuna ve ilâhuküm Vahid
bizimde, sizin de ilahınız bir ve tektir deyin devam edin. ve nahnu leHU müslimun ne ki; fark
şurada Biz Allah’a; O’na kayıtsız şartsız teslim olmuşuz. Sizin probleminiz
kayıtsız şartsız O’na teslim olamamak. Yani pazarlık yapmak. Bize gönderdiğine
evet ama bizden göndermeyip de falancalardan gönderdiğine hayır demek. Onun
için ya rabbi sen gönderdinse gönderdiklerinin hepsine iman ediyorum deseydin
kayıtsız şartsız iman olacaktı. Onun için Müslüman olmak, Allah’la pazarlık
yapmaksızın imandır. Fark bu işte. Teslim olmuş bir duruş.
47-) Ve kezâlike enzelna ileykel Kitab*
felleziyne ateynahümül Kitabe yu'minune Bih* ve min haülai men yu'minu Bih* ve
ma yechadü Bi âyâtiNA illel kafirun;
Böylece
sana Kitabı (Hakikat ve Sünnetullâh bilgisini) inzâl ettik... Kendilerine Kitap verdiklerimiz (hakikatleri olarak) O'na
iman ederler... İşte bunlardan, O'na (hakikatlerine) iman eden kimse de vardır... İşaretlerimizi sadece
hakikat bilgisini inkâr edenler (kilitlenmişler) bile bile inkâr eder. (A.Hulusi)
47 - İşte
sana böyle kitap indirdik, onun için kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman
ederler, şunlardan da ona iman eden var ve bizim âyetlerimizi ancak kâfirler
inkâr eder. (Elmalı)
Ve kezâlike enzelna ileykel Kitab ey
peygamber, işte bu kitabı sana böyle bir mesajla indirdik. felleziyne ateynahümül Kitabe yu'minune Bih
bu yüzdendir ki bu kitabı kendilerine verdiklerimiz yu’minune Bih ona iman ederler. Gönülden güvenirler. İmanın ahlaki
tarifi güvendir. Onun için; Ben Allah’a iman ettim ama güvenmiyorum tavırları,
aslında iman etmemektir. İman ettinizse güveneceksin. İmanın ahlaki karşılığı
güvendir. Güvenin akidevi karşılığı imandır. Güvenirler ve dolayısıyla
inanırlar.
ve min haülai men yu'minu Bih işte
bu önceki vahyin mensupları arasında da inananlar olacaktır. Yani haülâi şunlar arasında da inananlar
olacaktır. Bu ibareyi Mekke’li kadınlar için de anlamış bazı müfessirler ve
öyle yorumlamışlar. Fakat bundan önceki cümleyi ehli kitaba değil, mü’minlere,
bu kitabın muhatabına, bu vahyin muhataplarına hamletmek daha doğru olur. Onun
içinde 2. cümleyi ehli kitaba hamletmek daha doğru olur.
ve ma yechadü Bi âyâtiNA illel kafirun
zaten nankörler dışında hiç kimse ayetlerimizi yechadü, bile bile inkar etmek, bile bile inkar etmezler. Burada ki
el kâfirun’u nankörler diye
çevirdim. Çünkü nasıl ki imanın ahlaki tanımı güvense, küfrün ahlaki karşılığı
da nankörlüktür.
48-) Ve ma künte tetlu min kablihi min Kitabin
ve lâ tehuttuhu Bi yemiynike izen lertabel mubtılun;
Sen
O'ndan (inzâl ettiğimiz BİLGİden) önce (Tevrat, İncil
gibisinden) bir kitap okumuyor ve onu sağ
elinle de yazmıyordun... (Demek ki genel
anlamda okur - yazar olabilir... Furkan: 5) (Eğer okuyup yazıyor olsaydın)
o takdirde dediklerini çürütmek isteyenler elbette şüphe ederdi. (A.Hulusi)
48 - Sen
bundan evvel kitap okur değildin, hâlâ da elinde yazı yazmazsın öyle olsaydı
mubtıller şüphelene bilirlerdi. (Elmalı)
Ve ma künte tetlu min kablihi min Kitabin
hem sen bu Kur’an dan önce her hangi bir kitabı okumuş değildin. ve lâ tehuttuhu Bi
yemiynik dahası onu kendi elinle yazmışta değildin. Evet, yani
bundan önce, bu vahiyden önce ne okuman, ne yazman vardı. Ümmi Nebiy, Kur’an da
ifade buyrulduğu gibi A’raf/157-158. ayetlerinde en Nebiyyil Ümmiy ümmi nebi. 2 şey
ifade eder. Hem okuma yazması olmayan ümmi, hem de anasından doğduğu gibi
tertemiz, çağının kültürleri ile kafası bulaşmamış, bulanmamış olan demektir.
Ümmiy, anneye nispettir zaten Üm annedir. Yani anadan doğduğu gibi pırıl pırıl
demek.
Onun için onun ümmiliği okuma
yazmamakla sınırlı olmayıp o anlam, aynı zamanda çağının kültür pisliklerine
hiç bulaşmamış olmaktır. Yani onu onun için Allah eğitti. Onun için onu anne
babaya bile bırakmadı. Yani doğrudan terbiye. Doğmadan baba, doğduktan hemen
sonra anne alınıverdi. Yetimlerin efendisi, yetim kalmıştı. Onu rabbi eğitti.
Onu rabbi terbiye etti. Onu rabbi edeplendirdi. Onun için öyle demişti;
'Eddebenî Rabbî fe ahsene te'dîbî Rabbim beni edeplendirdi. Ne
güzel yaptı bu işi. Buyurmuştu. Hakikaten de öyle olmuştu.
Nebinin okuma
yazma bilip bilmediğine ilişkin tarihte bir çok spekülasyon olmuş. Zaten
peygamberlik öncesinde okuma yazması olmadığı konusunda hiçbir ihtilaf yok.
Zaten böyle bir şey olsaydı bu ayete ilk defa itiraz edecek olanlar, orada
yaşayanlar, onu bilenler olurdu. Onlardan da hiç çıt çıkmamış, itiraz gelmemiş.
Yok böyle bir ihtilaf. Fakat asıl ihtilaf peygamberlik geldikten sonra
peygamberimizin bazı davranışlarıyla sanki okuma biliyormuş gibi yorumlara yol
açması.
Nedir bunların
başında, hatta en belli başlısı Hudeybiye anlaşması günü Resulallah’ın anlaşma
maddesine koydurulan Resulallah Muhammed’le işte Mekkeliler arasında ki anlaşma
diye yazılan o girizgahta ki Resulallah maddesine Mekkelilerin görüşmecisi olan
Süheyl bin Amr itiraz eder. Eğer bunun Resulallah olduğuna iman etseydik zaten
bunlar olmazdı aramızda, bu anlaşmaya gerek yoktu, onun için anlaşmadan çıkarın
der bunu. Bunu silin. Ama yazılmıştır, Hz. Ali de katiptir. Resulallah,
Buhari’de ki bir rivayette üzerine parmağını koyar, burayı silin der. Bir
rivayette kendisi siler. Bir rivayette başkasına sildirir. Bir rivayette
sildirir, kendisi mührü ile yazar. Yani rivayetler birbirini tutmuyor. Çok
garip, çok çelişkili.
Fakat ilginçtir,
nedir bu yazı veya okuma ibaresi? Resulallah’ın peygamberlik mühründe zaten var
bu. Bunu okumayı bilmek için okuma yazma bilmek gerekmiyor ki. Hepsi hepsi iki
kelimelik bir şey. Zaten Resulallah mühür basıyor. Mühre hakkedilmiş, kazınmış.
Onun için buradan yola çıkarak spekülasyon yapmak gerçekten de mercimeğin
kütüğüne ayak dayamak olur. Hiçbir şey ifade etmez sadece salt spekülasyon
olur.
Kaldı ki bu
spekülasyona izin veren de maalesef İslami kaynaklar olmuş. Onlar buradan yola
çıkarak Resulallah’ın okuma yazması yoktu bunu herkes biliyordu dostta
düşmanda. O halde mucizedir bu şeklinde bir sonuca varmak için. Yani güya
Resulallah’a bir artı değer yüklemek için. Ama bunu müsteşrikler,
oryantalistler istismar ettiler.
Görüyorsunuz,
aslında olmayan şeylerden olmayan şeyleri zorla çıkarmaya kalkmak hiç hayır
getirmiyor. O nedenle Allah burada açıkça beyan ediyor. Sen daha önce ne
okurdun ne yazardın. Bu kesin ve açık, bu yeterli.
izen lertabel mubtılun böyle olsaydı
eğer insanları şüpheye düşürürlerdi batıl iddia sahipleri. Yani batıl iddia
sahipleri eğer senin okuma yazman olsaydı daha önceden, böyle bir şey sadır
olsaydı diyeceklerdi ki kendisi yazdı. Bunu diyemediler. Diyemediler çünkü
herkesin bildiği bir gerçek; Bilmiyor. Mekkeliler bunu çok iyi biliyor. Mekke
de okuma yazma bilen insan sayısı toplam 17 kişi isimleri bile biliniyor. Onun
için bunu kullanamadılar. Diyemediler.
Lertab bu ibaredeki şed den
farklı bir şey. Ya doğruysa kuşkusu taşımak demek. Ya doğruysa? Ya ona
Allah’tan geldiyse. Demek ki inkarcı muhataplar da dahi bir ya..! var. Alttan
alta bir korku var. Şek değil. Şek; yalın kuşku. Ama erayb alttan alta ya
öyleyse kuşkusu. Onun için o kelime ile
gelmiş bu.
49-) Bel HUve ayatun beyyinatün fiy
sudurilleziyne utül ılme* ve ma yechadü Bi âyâtiNA illez zâlimun;
Bilakis
O (Kur'ân),
kendilerine ilim verilmiş olanların derûnlarında apaçık işaretlerdir... (Hakikatlerinde mevcut)
işaretlerimizi ancak nefsine zulmedenler inkâr eder. (A.Hulusi)
49 - Fakat
o (Kur'an) kendilerine ilim verilmiş kimselerin sînelerinde parıldayan parlak
âyetlerdir ve bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder. (Elmalı)
Bel HUve ayatun beyyinatün fiy sudurilleziyne
utül ‘ılm aksine o kitap kendisine ilim verilenlerin gönüllerinde
yer bulan hakikatin apaçık belgelerinden oluşmuştur. Öyle çevirmiş olalım.
Çünkü ayetun beyyinat hakikatin apaçık belgeleri manasına gelir. Aslında vahyin
doğruluğuna atıf olarak gönderilen vahiy dışı mucizelerdir. Ayat-ı beyyinat.
Yani peygamberlere Allah’ın kendilerine vahiy gönderdiğinin işareti olarak
verilen mucizeler vahye dipnottur.
Şimdi şu soru aslında sorulmalı
araç mı büyüktür, amaç mı? Mucize vahye atıf yapan bir parmaktır. Tıpkı güneşi
gösteren parmak gibi. Onun için mucizeye bakıp ta mucizenin gösterdiği vahye
bakmayanlara ne demeli. Parmağa bakıp ta güneşe bakmayanlara ne demekse onu
demeli. İşte onun için burada, bir sonraki ayette gelecek, yani daha sonraki
ayetlerde gelecek mucize beklentilerine Kur’an ın verdiği o gerçekten de
ölümsüz cevap, aslında parmağa bakıp ta aya bakmayanların nasıl bir mantıkla
yaklaştıklarını deşifre ediyor.
ve ma yechadü Bi âyâtiNA illez zâlimun
zaten bilinci alt üst olmuş kimselerden başkası ayetlerimizi bile bile inkara
yeltenmezler.
İllez zâlimun; bilinci alt üst
olmuş kimseler diye çevirdim. Çünkü zalim..! Kime zulmetti bunlar? Bir
başkasına değil kendi kendilerine zulmettiler. İnsan kendisine zulmetmesi ne
demek? Kendisini Allah’ın koyduğu yerden alıp bir başka yere koymak demek.
Düşünün, eşyaya tanrılık yakıştıran, Allah’a ait bir niteliği, Allah dışında
bir varlığa yakıştıran biri, kendisinin tanrısını kendisi atayan biridir. Bu
nasıl kulluktur ki tanrısını kendisi atıyor. Öyle şey olur mu? Kendi atadığı
tanrıya kul olabilir mi kişi? İşte böylesine trajik ve aynı zamanda komik bir
durum Kur’an ın deşifre ettiği şey.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
126. videoyu burada
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder