12 Aralık 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. ANKEBUT (46-49)(126-B)



A sayfasından devam.

46-) Ve lâ tücadilu ehlel Kitabi illâ Billetiy hiye ahsen* illelleziyne zalemu minhüm ve kulu amenna Billeziy ünzile ileyna ve ünzile ileyküm ve ilâhuna ve ilâhuküm Vahidün ve nahnu leHU müslimun;

Aralarındaki zulmedenler müstesna! Geçmişte kendilerine BİLGİ verilmiş olanlarla, en güzeli neyse o şekilde mücadele edin ve şöyle deyin: "Bize inzâl olunana da size inzâl olunana da iman ettik... İlâhımız ve ilâhınız aynı TEK'tir! Biz O'na teslim olmuşlarız." (A.Hulusi)

46 - Ehli kitâba en güzel olan suretten başkasıyla mücadele de etmeyin ancak zulmedenler başka, ve deyin ki: biz, hem bize indirilene iman ettik hem size indirilene ve bizim ilâhımızla sizin ilâhınız bir, şu kadar ki biz yalnız ona Müslim’iz. (Elmalı)


Ve lâ tücadilu ehlel Kitabi illâ Billetiy hiye ahsen* illelleziyne zalemu minhüm önceki vahyin muhataplarıyla tartışırken haksızlık etmedikleri sürece, illelleziyne zalemu minhüm. Haksızlık etmedikleri, zulmetmedikleri sürece en güzel yol ve yöntemden başkasına itibar etmeyin.

İşte Kur’an ın çağrısı dostlar. Ne diyordu?  Ud'u ila sebiyli Rabbike Bil hikmeti velmev'ızatil hasene.. (Nahl/125) Rabbimin yoluna hikmetle en güzel usul üslup neyse o an o zemin, o zaman neyi gerektiriyorsa dengeli bir biçimde zulmetmeden, haksızlık etmeden, bağcıyı dövmek için değil, üzüm yemek için çağır. Velmev’ızatil hasene ve güzel bir öğütle çağır. ve cadilhüm Billetiy hiye Ahsen. (Nahl/125) ve onlarla güzellikle mücadele et. Buyurun, işte vahyin muhatabını terbiyesi. Bir başka ayet, ona da geçelim;

Ve lâ testevil hasenetü ve les seyyie. (Fussilet/34) hiç kötülükle iyilik bir olur mu? idfa' Billetiy hiye Ahsen tezini güzel savun. Çünkü savunduğun tezin güzel olması yetmez, onu güzel bir üslupla savunman şart. Dünyanın en güzel elmasını en kötü pakete sarıp verirsen müşteri tiksinir. Onun için güzel savun. feizelleziy beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün hamiym. (Fussilet/34)ola ki muhatabınla senin aranda bir düşmanlık olabilir. Eğer tezini güzel savunursan o sana sımsıcak bir dost kesilecektir. Bu da Fussilet/34. ayeti. İşte Kur’an. Burada da buna benzer bir öğüt veriyor.

ve kulu amenna Billeziy ünzile ileyna ve ünzile ileyküm ve deyin ki biz, bize de indirilene inandık, size de indirilene inandık. Ne müthiş bir mücadele yöntemi değil mi, baksanıza dostlar. Bir ehli kitap ile konuşurken aslında onun konuşacağı çok şey olmamalı. Niye? Beni davet edeceği bir şey yoktur ki. Beni İncil’e imana mı davet edecek. Ben zaten İncil’e iman etmeden Kur’an a etmiş olmam ki. Beni İsa’ya imana mı, Musa’ya imana mı davet edecek. Onlar benim peygamberim. Benim problemim yok bu konuda. Problem onun problemi. Onun için niye benin problemim varmış gibi davranayım ki. Problem onun problemi. İnanmayan o. Yoksa ben ona inanmazsam zaten Müslüman olmam.

Peygamberler silsilesinden, zincirinden bir tek halka düşerse tüm zincir düşer. Bunu bilirim, buna iman ederim lâ nuferriku beyne ehadin min RusuliH..(Bakara/285) Onun resuller, elçileri arasında birini ayırmam, ayırt etmem. Ben bununla emr olundum vahiy bana bunu öğretti. Onun için bu gerçeği bu kadar basit söylenebilecek bir gerçeği söyleyi vereyim kurtulurum. O düşünsün, muhatabınız düşünsün. Ortak değerlere atıf yapın diyor yani. Ortak değerleri öne çıkarın ve iletişim kurmak için bu değerlerden başlayın muhatabınızla diyaloga girmek için.

ve ilâhuna ve ilâhuküm Vahid bizimde, sizin de ilahınız bir ve tektir deyin devam edin. ve nahnu leHU müslimun ne ki; fark şurada Biz Allah’a; O’na kayıtsız şartsız teslim olmuşuz. Sizin probleminiz kayıtsız şartsız O’na teslim olamamak. Yani pazarlık yapmak. Bize gönderdiğine evet ama bizden göndermeyip de falancalardan gönderdiğine hayır demek. Onun için ya rabbi sen gönderdinse gönderdiklerinin hepsine iman ediyorum deseydin kayıtsız şartsız iman olacaktı. Onun için Müslüman olmak, Allah’la pazarlık yapmaksızın imandır. Fark bu işte. Teslim olmuş bir duruş.


47-) Ve kezâlike enzelna ileykel Kitab* felleziyne ateynahümül Kitabe yu'minune Bih* ve min haülai men yu'minu Bih* ve ma yechadü Bi âyâtiNA illel kafirun;

Böylece sana Kitabı (Hakikat ve Sünnetullâh bilgisini) inzâl ettik... Kendilerine Kitap verdiklerimiz (hakikatleri olarak) O'na iman ederler... İşte bunlardan, O'na (hakikatlerine) iman eden kimse de vardır... İşaretlerimizi sadece hakikat bilgisini inkâr edenler (kilitlenmişler) bile bile inkâr eder. (A.Hulusi)

47 - İşte sana böyle kitap indirdik, onun için kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ederler, şunlardan da ona iman eden var ve bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr eder. (Elmalı)


Ve kezâlike enzelna ileykel Kitab ey peygamber, işte bu kitabı sana böyle bir mesajla indirdik. felleziyne ateynahümül Kitabe yu'minune Bih bu yüzdendir ki bu kitabı kendilerine verdiklerimiz yu’minune Bih ona iman ederler. Gönülden güvenirler. İmanın ahlaki tarifi güvendir. Onun için; Ben Allah’a iman ettim ama güvenmiyorum tavırları, aslında iman etmemektir. İman ettinizse güveneceksin. İmanın ahlaki karşılığı güvendir. Güvenin akidevi karşılığı imandır. Güvenirler ve dolayısıyla inanırlar.

ve min haülai men yu'minu Bih işte bu önceki vahyin mensupları arasında da inananlar olacaktır. Yani haülâi şunlar arasında da inananlar olacaktır. Bu ibareyi Mekke’li kadınlar için de anlamış bazı müfessirler ve öyle yorumlamışlar. Fakat bundan önceki cümleyi ehli kitaba değil, mü’minlere, bu kitabın muhatabına, bu vahyin muhataplarına hamletmek daha doğru olur. Onun içinde 2. cümleyi ehli kitaba hamletmek daha doğru olur.

ve ma yechadü Bi âyâtiNA illel kafirun zaten nankörler dışında hiç kimse ayetlerimizi yechadü, bile bile inkar etmek, bile bile inkar etmezler. Burada ki el kâfirun’u nankörler diye çevirdim. Çünkü nasıl ki imanın ahlaki tanımı güvense, küfrün ahlaki karşılığı da nankörlüktür.


48-) Ve ma künte tetlu min kablihi min Kitabin ve lâ tehuttuhu Bi yemiynike izen lertabel mubtılun;

Sen O'ndan (inzâl ettiğimiz BİLGİden) önce (Tevrat, İncil gibisinden) bir kitap okumuyor ve onu sağ elinle de yazmıyordun... (Demek ki genel anlamda okur - yazar olabilir... Furkan: 5) (Eğer okuyup yazıyor olsaydın) o takdirde dediklerini çürütmek isteyenler elbette şüphe ederdi. (A.Hulusi)

48 - Sen bundan evvel kitap okur değildin, hâlâ da elinde yazı yazmazsın öyle olsaydı mubtıller şüphelene bilirlerdi. (Elmalı)


Ve ma künte tetlu min kablihi min Kitabin hem sen bu Kur’an dan önce her hangi bir kitabı okumuş değildin. ve lâ tehuttuhu Bi yemiynik dahası onu kendi elinle yazmışta değildin. Evet, yani bundan önce, bu vahiyden önce ne okuman, ne yazman vardı. Ümmi Nebiy, Kur’an da ifade buyrulduğu gibi A’raf/157-158. ayetlerinde en Nebiyyil Ümmiy ümmi nebi. 2 şey ifade eder. Hem okuma yazması olmayan ümmi, hem de anasından doğduğu gibi tertemiz, çağının kültürleri ile kafası bulaşmamış, bulanmamış olan demektir. Ümmiy, anneye nispettir zaten Üm annedir. Yani anadan doğduğu gibi pırıl pırıl demek.

Onun için onun ümmiliği okuma yazmamakla sınırlı olmayıp o anlam, aynı zamanda çağının kültür pisliklerine hiç bulaşmamış olmaktır. Yani onu onun için Allah eğitti. Onun için onu anne babaya bile bırakmadı. Yani doğrudan terbiye. Doğmadan baba, doğduktan hemen sonra anne alınıverdi. Yetimlerin efendisi, yetim kalmıştı. Onu rabbi eğitti. Onu rabbi terbiye etti. Onu rabbi edeplendirdi. Onun için öyle demişti;

'Eddebenî Rabbî fe ahsene te'dîbî Rabbim beni edeplendirdi. Ne güzel yaptı bu işi. Buyurmuştu. Hakikaten de öyle olmuştu.

Nebinin okuma yazma bilip bilmediğine ilişkin tarihte bir çok spekülasyon olmuş. Zaten peygamberlik öncesinde okuma yazması olmadığı konusunda hiçbir ihtilaf yok. Zaten böyle bir şey olsaydı bu ayete ilk defa itiraz edecek olanlar, orada yaşayanlar, onu bilenler olurdu. Onlardan da hiç çıt çıkmamış, itiraz gelmemiş. Yok böyle bir ihtilaf. Fakat asıl ihtilaf peygamberlik geldikten sonra peygamberimizin bazı davranışlarıyla sanki okuma biliyormuş gibi yorumlara yol açması.

Nedir bunların başında, hatta en belli başlısı Hudeybiye anlaşması günü Resulallah’ın anlaşma maddesine koydurulan Resulallah Muhammed’le işte Mekkeliler arasında ki anlaşma diye yazılan o girizgahta ki Resulallah maddesine Mekkelilerin görüşmecisi olan Süheyl bin Amr itiraz eder. Eğer bunun Resulallah olduğuna iman etseydik zaten bunlar olmazdı aramızda, bu anlaşmaya gerek yoktu, onun için anlaşmadan çıkarın der bunu. Bunu silin. Ama yazılmıştır, Hz. Ali de katiptir. Resulallah, Buhari’de ki bir rivayette üzerine parmağını koyar, burayı silin der. Bir rivayette kendisi siler. Bir rivayette başkasına sildirir. Bir rivayette sildirir, kendisi mührü ile yazar. Yani rivayetler birbirini tutmuyor. Çok garip, çok çelişkili.

Fakat ilginçtir, nedir bu yazı veya okuma ibaresi? Resulallah’ın peygamberlik mühründe zaten var bu. Bunu okumayı bilmek için okuma yazma bilmek gerekmiyor ki. Hepsi hepsi iki kelimelik bir şey. Zaten Resulallah mühür basıyor. Mühre hakkedilmiş, kazınmış. Onun için buradan yola çıkarak spekülasyon yapmak gerçekten de mercimeğin kütüğüne ayak dayamak olur. Hiçbir şey ifade etmez sadece salt spekülasyon olur.

Kaldı ki bu spekülasyona izin veren de maalesef İslami kaynaklar olmuş. Onlar buradan yola çıkarak Resulallah’ın okuma yazması yoktu bunu herkes biliyordu dostta düşmanda. O halde mucizedir bu şeklinde bir sonuca varmak için. Yani güya Resulallah’a bir artı değer yüklemek için. Ama bunu müsteşrikler, oryantalistler istismar ettiler.

Görüyorsunuz, aslında olmayan şeylerden olmayan şeyleri zorla çıkarmaya kalkmak hiç hayır getirmiyor. O nedenle Allah burada açıkça beyan ediyor. Sen daha önce ne okurdun ne yazardın. Bu kesin ve açık, bu yeterli.

izen lertabel mubtılun böyle olsaydı eğer insanları şüpheye düşürürlerdi batıl iddia sahipleri. Yani batıl iddia sahipleri eğer senin okuma yazman olsaydı daha önceden, böyle bir şey sadır olsaydı diyeceklerdi ki kendisi yazdı. Bunu diyemediler. Diyemediler çünkü herkesin bildiği bir gerçek; Bilmiyor. Mekkeliler bunu çok iyi biliyor. Mekke de okuma yazma bilen insan sayısı toplam 17 kişi isimleri bile biliniyor. Onun için bunu kullanamadılar. Diyemediler.

Lertab bu ibaredeki şed den farklı bir şey. Ya doğruysa kuşkusu taşımak demek. Ya doğruysa? Ya ona Allah’tan geldiyse. Demek ki inkarcı muhataplar da dahi bir ya..! var. Alttan alta bir korku var. Şek değil. Şek; yalın kuşku. Ama erayb alttan alta ya öyleyse  kuşkusu. Onun için o kelime ile gelmiş bu.


49-) Bel HUve ayatun beyyinatün fiy sudurilleziyne utül ılme* ve ma yechadü Bi âyâtiNA illez zâlimun;

Bilakis O (Kur'ân), kendilerine ilim verilmiş olanların derûnlarında apaçık işaretlerdir... (Hakikatlerinde mevcut) işaretlerimizi ancak nefsine zulmedenler inkâr eder. (A.Hulusi)

49 - Fakat o (Kur'an) kendilerine ilim verilmiş kimselerin sînelerinde parıldayan parlak âyetlerdir ve bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder. (Elmalı)


Bel HUve ayatun beyyinatün fiy sudurilleziyne utül ‘ılm aksine o kitap kendisine ilim verilenlerin gönüllerinde yer bulan hakikatin apaçık belgelerinden oluşmuştur. Öyle çevirmiş olalım. Çünkü ayetun beyyinat hakikatin apaçık belgeleri manasına gelir. Aslında vahyin doğruluğuna atıf olarak gönderilen vahiy dışı mucizelerdir. Ayat-ı beyyinat. Yani peygamberlere Allah’ın kendilerine vahiy gönderdiğinin işareti olarak verilen mucizeler vahye dipnottur.

Şimdi şu soru aslında sorulmalı araç mı büyüktür, amaç mı? Mucize vahye atıf yapan bir parmaktır. Tıpkı güneşi gösteren parmak gibi. Onun için mucizeye bakıp ta mucizenin gösterdiği vahye bakmayanlara ne demeli. Parmağa bakıp ta güneşe bakmayanlara ne demekse onu demeli. İşte onun için burada, bir sonraki ayette gelecek, yani daha sonraki ayetlerde gelecek mucize beklentilerine Kur’an ın verdiği o gerçekten de ölümsüz cevap, aslında parmağa bakıp ta aya bakmayanların nasıl bir mantıkla yaklaştıklarını deşifre ediyor.

ve ma yechadü Bi âyâtiNA illez zâlimun zaten bilinci alt üst olmuş kimselerden başkası ayetlerimizi bile bile inkara yeltenmezler.

İllez zâlimun; bilinci alt üst olmuş kimseler diye çevirdim. Çünkü zalim..! Kime zulmetti bunlar? Bir başkasına değil kendi kendilerine zulmettiler. İnsan kendisine zulmetmesi ne demek? Kendisini Allah’ın koyduğu yerden alıp bir başka yere koymak demek. Düşünün, eşyaya tanrılık yakıştıran, Allah’a ait bir niteliği, Allah dışında bir varlığa yakıştıran biri, kendisinin tanrısını kendisi atayan biridir. Bu nasıl kulluktur ki tanrısını kendisi atıyor. Öyle şey olur mu? Kendi atadığı tanrıya kul olabilir mi kişi? İşte böylesine trajik ve aynı zamanda komik bir durum Kur’an ın deşifre ettiği şey.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
126. videoyu burada bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder