13 Aralık 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. ANKEBUT (57-59)(126-D)



C sayfasından devam.

57-) Küllü nefsin zâikatül mevti sümme ileyna turce'un;

Her nefs, ölümü tadacaktır! Sonra bize döndürüleceksiniz! (A.Hulusi)

57 - Her nefis, ölümü tadacak, sonra döndürülüp bize getirileceksiniz. (Elmalı)


Küllü nefsin zâikatül mevt her can ölümü tadıcıdır.

Zâika; ismi fail, bir nükte aklıma geliyor. Her nefis her an ölümü tatmaktadır diye de anlayabiliriz yapısal olarak, dil açısından bu ibareyi. Yani vücutta ki tüm proteinler biliyorsunuz her 6 ayda sıfırlanır, atılır, dönüştürülür. 6 ay önce gördüğünüz dostunuzun yüzü, 6 ay sonraki dostunuzun yüzü ile aynı değildir, yenilenmiştir. Hatta karaciğer de bu çok daha sık periyotlarla yapılır. Görüyorsunuz, siz farkında değilsiniz ama beden ülkenizin içerisinde her an ölüm, her an hayat deveran etmekte. Allah’ın Muhyi ve Mumiyd isminin tecellisi her saniye sizin beden ülkenizde gerçekleşmekte.

sümme ileyna turce'un en sonunda bize dönüp geleceksiniz.

Ne yazık ki günümüzde "ÖLÜM" olayı, gerçeğine uygun bir biçimde bilinmemekte, genelde ölümün bir "son" olduğu zannedilmektedir! Oysa ölüm, bir son olmayıp; madde âlemden, madde ötesi âleme geçişten başka bir şey değildir!.. Yani bir dönüşümdür!
İnsan, ölüm denen olayla, madde bedeni terk ederek, "RUH" denilen "holografik dalga" yapılı bedeniyle ya mezarda, ya da mezar dışında yaşamına devam eder! Yani ölüm; madde bedenle yaşamın sona erip, RUH bedenle devam etmesidir.
İslâm Dini'nin esaslarını bildiren Kur'ân-ı Kerîm, ölüm olayına şöyle açıklama getirir:
"Her NEFS ölümü TADACAKTIR!.."
Ölüm denen olay, biyolojik madde bedenin terk edilerek, RUH bedenle dalga âlem yaşamına geçilmesidir. Beynin durmasıyla birlikte, vücuda yayılan biyoelektrik enerji kesildiği için; beden, ruhu kendisine bağlı tutan elektromagnetizmasını yitirir ve böylece, RUH, bedenden bağımsız yaşam biçimine geçer. İşte bu olay ölüm kelimesiyle anlatılır.
Yaşam boyunca kişinin beyninden geçen tüm faaliyetler, ses ve görüntü dalgalarıyla yüklenmiş televizyon dalgaları gibi, RUH'a, yani holografik dalga bedene yüklenmiş olduğu için, kendisinde hiçbir değişiklik hissetmeden, ruh boyutunda yaşama geçiliverir... Ve kişi, RUH olarak, aynen bedende olduğu gibi yaşamına devam eder!..
Ancak bir farkla... O bedende, tamamıyla canlı ve şuurlu olmasına karşın, madde bedenini kullanamaz! Sanki bitkisel hayata girmiş, canlı, şuurlu bir kişi gibi!.. Dışarıda olup biten her şeyi görür, duyar, algılar fakat kendisinden dışarıdakilere hiçbir mesaj ulaştıramaz!
Nitekim büyük İslâm âlimi Erzurumlu İbrahim Hakkı, "Marifetname" isimli eserinde, Hz. Muhammed'in ağzından ölüm olayını şöyle nakleder:
"Meyyit (ölümü tatmış kişi), bedenini kimin yıkadığını, kimin kefenlediğini, namazını kimlerin kıldığını, ardından kimlerin geldiğini, lahde kimlerin indirdiğini ve kimlerin telkin verdiğini bilir."
"Meyyitin yanında haykırıp, saçınızı başınızı yolmayın, ona eziyet edersiniz" uyarısı da, gene meyyitin sizi görüp hâlinizden üzüntü duymasından ileri gelir.
Ölüm denen madde bedeni kullanamama hâlini tatmış kişinin mezarda "ruh olarak" diri, aklı şuuru yerinde ve dışardan gelen hitapları algılar bir hâlde olduğunu bize en iyi idrak ettirecek olan BUHARÎ isimli hadis kitabında mevcut olan şu hadîs-î Rasûlullâh'a dikkat edelim:
"Talha radıyallâhu anh şöyle anlatmıştır:
Bedir savaşı günü Nebi (sallâllâhu aleyhi vesellem) Kureyş eşrafından 24 kişinin cesedlerinin bir araya kaldırılmasını emretti de bunlar Bedr kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Bu suretle pis kuyu yeni pislikleri toplamış oldu. Rasûlullâh düşman bir kavme galip gelince onun açık sahasında üç gün konaklamak âdeti idi.
Bedr savaşının üçüncü günü olunca da Rasûlullâh devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Rasûlullâh yürüdü. Ashab da peşinden yürüdüler. Bu arada birbirlerine, herhâlde Rasûlullâh bir hâcet için gidiyor, diye konuştular. Nihayet, Rasûlullâh Efendimiz maktûllerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu ve onlara kendi ve babalarının adlarıyla seslendi:
- Yâ filan ibn-i filan, yâ Eba Cehil İbn-i Hişam, yâ Utbe İbn-i Rebia... Siz ALLÂH'a ve Rasûlüne inanıp itaat etseydiniz şimdi sevinir miydiniz?.. Ey maktûller!.. Biz, Rabbimizin vadetmiş olduğu zaferi gerçekten bulduk. Siz de Rabbinizin vadettiği zaferi gerçek üzere buldunuz mu?
Bu hitap üzere Ömer (r.a.) sordu:
- Yâ Rasûlullâh... Hayatı olmayan cesedlere ne diye konuşursun?
Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
- Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitmezsiniz!.."
Görüldüğü gibi, Buharî'de nakledilen bu olayda, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) büyük bir yanlış anlamayı tashih etmekte.
"İnsanlar, mezara ölmüş olarak konur ve sonra da onlar kıyamette dirilirler" şeklindeki gerçek dışı inanışı, bundan daha iyi düzeltecek bir hadis olamaz.
İnsanlar, aynen şu andaki kadar aklı, şuuru yerinde olarak mezarlara konurlar ve dışarıdan kendilerine yapılan hitapları dışardaymışcasına rahatça işitirler.
Üçüncü Halife Osman bin Affan (r.a.), bir mezar başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya kadar ağlardı. Bu sebeple kendisine;
- Sen cenneti ve cehennemi anıyorsun, ağlamıyorsun da; bundan, yani kabir korkusundan dolayı ağlıyorsun, denildi.
Osman cevap verdi:
- Rasûlullâh'tan duydum ki. "Muhakkak mezar, âhiret konaklarının ilkidir!.. Eğer kişi ondan kurtulursa, ondan sonrakilerden de kolay kurtulur. Şayet kişi ondan kurtulamazsa, ondan sonrakiler ondan şiddetli olur!.."
Sonra Osman (r.a.) şöyle devam etti; Rasûlullâh şöyle buyurdu. "Mezar kadar KORKUNÇ hiçbir feci manzara görmedim!.."
İslâm'ın en önde gelen şehîdlerinden olup, Hz. Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) tarafından cesedi toprağa verilen Sa'd bin Muâz'ın kabri başında ise Rasûlullâh şöyle buyuruyordu:
"Şu seçkin kul ki, arş Onun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki, az kaldı kemikleri çatırdıyacaktı!.. Eğer kabir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılarından kurtuluş olsaydı, bu önce Sa'de nasip olurdu!.. O, ulaştığı mertebe itibarıyla bu sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!.."
Şimdi düşünelim... Kişi, mezarda "diri" yani "şuuru yerinde" olarak mevcut olmasa, böyle bir azap söz konusu olur mu hiç?
Soruluyor Hz. Rasûlullâh'a.
- Rasûlullâh, müminlerin hangisi daha akıllı, şuurludur?
- Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan ve ölüm ötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı... İşte onlar en akıllı-şuurlu olandır.
Gene bir başka ifadesinde şöyle buyuruyor:
"En şuurlu, ileri görüşlü insan odur ki, nefsini ilâhî hükümlere tâbi kılar, ölümden sonra yararını göreceği fiilleri yapar... Âciz de nefsinin arzularına tâbi olur, sonra da bir şeyler umar, ALLÂH'tan!.."
Gene Rasûlullâh'ın ashabından İbni Mes'ud, kabirde görülen azap hakkında:
- Mutlaka günahkâr olanlar, kabirlerinde azap olunurlar. Hatta hayvanlar onların seslerini işitir... dediğini Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)'den işittim.
Ebu Said el Hudrî anlatıyor; Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) buyurdu:
"İnkârcıya mezarında kendisini kıyamet gününe kadar sokup ısıran 99 ejderha musallat edilir. Eğer bunlardan bir tanesi yeryüzüne üflemiş olsa, hiçbir yeşil ot yeşermez!.."
İbn-i Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor... Rasûlullâh buyurdu:
"Sizden birisi ölünce, cennetlik olsun, cehennemlik olsun akşam sabah kendisine makâmı gösterilir. Burası yerindir. Kıyametteki bâ'sına kadar buradasın."
Burada bir de şu hususa dikkat çekelim. Âmentü'de okunan şu cümleye bir bakın...
"Vel ba'sü ba'del MEVT"... Dikkat ediniz!.. "Vel ba'sü ba'del KIYAMET" denmiyor!
Yani, "bâ's" kelimesiyle anlatılan olay, "KIYAMET"ten sonraki değil, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonrakidir!
Dünya'da, bildiğimiz madde bedenle ve bu arada bu madde beynin ürettiği ruh bedenle yaşarız. Nitekim büyük İslâm âlimi ve mutasavvıfı İMAM GAZÂLİ, "Esmâ ül Hüsnâ şerhi" isimli eserinde "El BÂİS" ismini açıklarken bakın ne diyor:
"İnsanlardan birçokları bu hususta yanlış vehimlere kapılırlar... Bunu da çeşitli şekillerde izaha çalışırlar, derler ki; ölüm yokluktur. Bâ's; yok olduktan sonra yeniden dirilmektir, aynen birinci dirilme ve canlandırma gibi...
Bir kere onların ölümün yokluk olduğunu zan etmeleri yanlıştır! İkinci diriltmenin de birinci gibi olduğunu sanmaları dahi yanlıştır. Ölümün yokluk olduğunu sanmak bâtıldır!.. Çünkü kabir; ya ateş çukurlarından bir çukurdur, ya da cennet bahçelerinden bir bahçe...
İşin içyüzüne vâkıf olan Erbab-ı Basîret, insan varlığının ebediyet için halkolduğunu bilir ve anlar... Ona yokluk arız olmaz...
Evet, bazen cesedle ilgisi kesilir de kendisi hakkında öldü derler... Bazen cesede iade edilir de hakkında diriltildi derler...
Dirilmenin ilk yaratılış gibi, ikinci bir yaratılış olduğunu sananlar da bu zanlarında yanılmışlardır!.. Çünkü diriltmek ilk canlandırılışlarına uymayan yepyeni bir yaratma fiilinden ibarettir. Aslında insanoğlunun birçok dirilmesi vardır; onun dirilmesi iki defadan ibaret değildir..."
Ölümü tadınca, madde beden çözülür; ve RUH bedenle bâ's olmuş olarak kabirde kıyamete kadar yaşamımız devam eder. Sonra "Kıyamet" denen, Dünya'nın Güneş ısısında bozunumu devresinde, bugünkü karakteristiği istikametinde yeniden bâ's olur!.. Ve nihayet son defa, bu bedenler de gittiği ortama göre yeniden bir bâ's ile oluşurlar.
Kabirde, şu andaki mevcut aklımızla, algılama-değerlendirme mekanizmamızla mı olacağız?..
Bu konuda Abdullah bin Ömer anlatıyor...
Hz. Ömer, Münkir ve Nekir adlı iki meleğin kabirde gelip sual sorması hususunu Hz. Rasûlullâh ile konuşurken sordu:
- (Kabirde) aklımız başımızda olacak mı yâ Rasûlullâh?..
- Evet!.. Aynen bugünkü gibi!..
Evet, ölümü tatmış, aklı şuuru yerinde, fakat bedeni kullanım dışı kalmış diri kişi, mezara konulunca ne olur?..
Bunu da Enes radıyallâhu anh'ın ağzından dinleyelim:
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
"Kul kabre konulduğunda, kabirden uzaklaşanların ayak seslerini işitir... Onlar uzaklaşırken iki melek gelir ve onu oturtup şöyle sorarlar:
- Muhammed denen adam hakkında ne dersin?..
Eğer müminse...
- Şehâdet ederim Muhammed ALLÂH'ın kulu ve Rasûlüdür... Bunun üzerine;
- Şu cehennemdeki yerine bak!.. ALLÂH onu cennettekine tebdil etti...
O, artık hem cehennemdeki yerini, hem de cennette gideceği yeri görür...
İnkârcı veya gösterişte Müslüman ise şöyle der:
- Bu konuda kesin bir düşüncem yok. İnsanların konuştuklarından başka!..
Ve ona şöyle denilir:
- O'nu tanıyamadın ve bilemedin!..
Sonra ona öyle bir tokmakla vurulur ki, feryadını insanlar ve cinler dışındaki her şey işitir!.."
Nihayet şu hadis ile konuya son verelim...
"Ölümü tatmış kişi, yakınlarının ağlaması sebebiyle azap görür."
Bu konuda daha pek çok Rasûlullâh uyarısı vardır, ilgili hadis kitaplarında okunabilir. Netice şudur ki: KİŞİ ÖLMEZ, "ÖLÜM"Ü TADAR!.. Yaşam boyutunu değiştirir!
Ölümü tatmak, denilen olay, kişinin madde bedenin kumandasını yitirip, "ruh" adı verilen holografik dalga bedenle yaşamına kaldığı yerden devam etmesidir.
Bu hâl dolayısıyla, kabre konan her kişinin şuuru yerinde, aklı başındadır! Kıyamete kadar da şuurlu olarak yaşamına devam eder. Kıyamette de o günün şartlarına göre, yeni bedene kavuşur.. (A.Hulusi) ]


58-) Velleziyne amenû ve amilus salihati le nübevviennehüm minel cenneti ğurefen tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha* nı'me ecrul amiliyn;

(Hakikatlerine) iman edip imanın gereğini uygulayanlara gelince, kesinlikle onlara cennetten, altlarından nehirler akan yüksek odalar hazırlayacağız... Onlarda sonsuza dek yaşarlar... Çalışanların karşılığı ne güzeldir! (A.Hulusi)

58 - Ve iman edip salih salih ameller yapmış olanlar, elbette onları Cennetin altlarından ırmaklar akan şehnişînlerine yerleştireceğiz, o halde ki orada ebedî kalacaklar, ne güzeldir ecri o iş görenlerin. (Elmalı)


Velleziyne amenû ve amilus salihati le nübevviennehüm minel cenneti ğurefen tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha İman eden güzel ve erdemli davranışlar sergileyen, davranışlarda bulunanları içinde sürekli kalmak üzere cennetin altından ırmaklar çağıldayan, akan yüce köşklerine yerleştireceğiz, ğurefen. nı'me ecrul amiliyn iyi davranışta bulunanların ödülü ne güzeldir, ne hoştur. 

İman ve iyi, güzel, doğru davranış. İkisi yan yana, bu ikisi ayrılmıyor. Kur’an da tam 62 yerde doğrudan birlikte kullanılır. Evet, 55. ayetle de doğrudan alakalı, hicretle bağlantılı. İman uğruna bedel ödeyenler, bedelleri ödülle karşılanacak.

Bu surenin ilk ayetini hatırlayın, hiç sınanmadan, denenmeden iman ettik demekle kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz diye başlamıştı ya, işte burada o sınanma ve denenme. Bunu söylüyor.


59-) Elleziyne saberu ve alâ Rabbihim yetevekkelun;

Onlar ki sabrediyorlar ve Rablerine tevekkül ediyorlar (nefslerinin hakikatindeki El Vekiyl isminin özelliğine iman edip işlevine güveniyorlar)! (A.Hulusi)

59 - Ki sabretmişlerdir ve yalnız rablerine dayanırlar. (Elmalı)


Elleziyne saberu ve alâ Rabbihim yetevekkelun onlar ki sıkıntılara karşı göğüs gerdiler ve hep rablerine güvendiler. Sabır, direniş, hakta direniş yani ve alâ Rabbihim yetevekkelun burada ki tevekkül Allah davasını dert edinenlerin kendi dertlerini Allah’ın satın alacağına güvenmeleridir. Tevekkül budur. Allah davasını dert edinen birinin kendi özel dertlerini Allah’ın satın alacağına güvenmektir. Budur. Tevekkülün en zirvesi de böyle tanımlanmalıdır.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
126. videoyu toplu olarak burada bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder