C sayfasından devam.
57-) Küllü nefsin zâikatül mevti sümme ileyna
turce'un;
Her
nefs, ölümü tadacaktır! Sonra bize döndürüleceksiniz! (A.Hulusi)
57 - Her
nefis, ölümü tadacak, sonra döndürülüp bize getirileceksiniz. (Elmalı)
Küllü nefsin zâikatül mevt her can
ölümü tadıcıdır.
Zâika; ismi fail, bir nükte
aklıma geliyor. Her nefis her an ölümü tatmaktadır diye de anlayabiliriz
yapısal olarak, dil açısından bu ibareyi. Yani vücutta ki tüm proteinler
biliyorsunuz her 6 ayda sıfırlanır, atılır, dönüştürülür. 6 ay önce gördüğünüz
dostunuzun yüzü, 6 ay sonraki dostunuzun yüzü ile aynı değildir, yenilenmiştir.
Hatta karaciğer de bu çok daha sık periyotlarla yapılır. Görüyorsunuz, siz
farkında değilsiniz ama beden ülkenizin içerisinde her an ölüm, her an hayat
deveran etmekte. Allah’ın Muhyi ve Mumiyd isminin tecellisi her saniye sizin
beden ülkenizde gerçekleşmekte.
sümme ileyna turce'un en sonunda
bize dönüp geleceksiniz.
[Ek bilgi;
"ÖLÜM"
NEDİR? ÖLÜMÜN İÇYÜZÜ
Ne yazık ki
günümüzde "ÖLÜM" olayı, gerçeğine uygun bir biçimde
bilinmemekte, genelde ölümün bir "son" olduğu
zannedilmektedir! Oysa ölüm, bir son olmayıp; madde âlemden, madde ötesi
âleme geçişten başka bir şey değildir!.. Yani bir dönüşümdür!
İnsan, ölüm
denen olayla, madde bedeni terk ederek, "RUH" denilen "holografik dalga"
yapılı bedeniyle ya mezarda, ya da mezar dışında yaşamına devam eder! Yani
ölüm; madde bedenle yaşamın sona erip, RUH bedenle devam etmesidir.
İslâm Dini'nin
esaslarını bildiren Kur'ân-ı Kerîm, ölüm olayına şöyle açıklama getirir:
"Her
NEFS ölümü TADACAKTIR!.."
Ölüm denen olay, biyolojik madde bedenin terk
edilerek, RUH bedenle dalga âlem yaşamına geçilmesidir. Beynin
durmasıyla birlikte, vücuda yayılan biyoelektrik enerji kesildiği için; beden,
ruhu kendisine bağlı tutan elektromagnetizmasını yitirir ve böylece, RUH,
bedenden bağımsız yaşam biçimine geçer. İşte bu olay ölüm kelimesiyle
anlatılır.
Yaşam boyunca
kişinin beyninden geçen tüm faaliyetler, ses ve görüntü dalgalarıyla yüklenmiş
televizyon dalgaları gibi, RUH'a, yani holografik dalga bedene yüklenmiş
olduğu için, kendisinde hiçbir değişiklik hissetmeden, ruh boyutunda yaşama
geçiliverir... Ve kişi, RUH olarak, aynen bedende olduğu gibi yaşamına devam
eder!..
Ancak bir
farkla... O bedende, tamamıyla canlı ve şuurlu olmasına karşın, madde bedenini
kullanamaz! Sanki bitkisel hayata girmiş, canlı, şuurlu bir kişi gibi!..
Dışarıda olup biten her şeyi görür, duyar, algılar fakat kendisinden
dışarıdakilere hiçbir mesaj ulaştıramaz!
Nitekim büyük
İslâm âlimi Erzurumlu İbrahim Hakkı, "Marifetname" isimli eserinde,
Hz. Muhammed'in ağzından ölüm olayını şöyle nakleder:
"Meyyit
(ölümü tatmış kişi), bedenini kimin yıkadığını, kimin kefenlediğini, namazını
kimlerin kıldığını, ardından kimlerin geldiğini, lahde kimlerin indirdiğini ve
kimlerin telkin verdiğini bilir."
"Meyyitin
yanında haykırıp, saçınızı başınızı yolmayın, ona eziyet edersiniz" uyarısı da, gene meyyitin sizi görüp
hâlinizden üzüntü duymasından ileri gelir.
Ölüm denen
madde bedeni kullanamama hâlini tatmış kişinin mezarda "ruh
olarak" diri, aklı şuuru yerinde ve dışardan gelen hitapları algılar
bir hâlde olduğunu bize en iyi idrak ettirecek olan BUHARÎ isimli hadis
kitabında mevcut olan şu hadîs-î Rasûlullâh'a dikkat edelim:
"Talha
radıyallâhu anh şöyle anlatmıştır:
Bedir savaşı
günü Nebi (sallâllâhu
aleyhi vesellem) Kureyş eşrafından 24 kişinin cesedlerinin bir araya
kaldırılmasını emretti de bunlar Bedr kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Bu
suretle pis kuyu yeni pislikleri toplamış oldu. Rasûlullâh düşman bir kavme
galip gelince onun açık sahasında üç gün konaklamak âdeti idi.
Bedr
savaşının üçüncü günü olunca da Rasûlullâh devesinin getirilmesini emretti. Yol
ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Rasûlullâh yürüdü. Ashab da peşinden
yürüdüler. Bu arada birbirlerine, herhâlde Rasûlullâh bir hâcet için gidiyor,
diye konuştular. Nihayet, Rasûlullâh Efendimiz maktûllerin atıldığı kuyunun bir
tarafında durdu ve onlara kendi ve babalarının adlarıyla seslendi:
- Yâ filan
ibn-i filan, yâ Eba Cehil İbn-i Hişam, yâ Utbe İbn-i Rebia... Siz ALLÂH'a ve
Rasûlüne inanıp itaat etseydiniz şimdi sevinir miydiniz?.. Ey maktûller!.. Biz,
Rabbimizin vadetmiş olduğu zaferi gerçekten bulduk. Siz de Rabbinizin vadettiği
zaferi gerçek üzere buldunuz mu?
Bu hitap
üzere Ömer (r.a.) sordu:
- Yâ
Rasûlullâh... Hayatı olmayan cesedlere ne diye konuşursun?
Rasûlullâh
aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
-
Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan
daha iyi işitmezsiniz!.."
Görüldüğü gibi,
Buharî'de nakledilen bu olayda, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)
büyük bir yanlış anlamayı tashih etmekte.
"İnsanlar, mezara
ölmüş olarak konur ve sonra da onlar kıyamette dirilirler" şeklindeki gerçek dışı inanışı, bundan daha
iyi düzeltecek bir hadis olamaz.
İnsanlar, aynen
şu andaki kadar aklı, şuuru yerinde olarak mezarlara konurlar ve dışarıdan
kendilerine yapılan hitapları dışardaymışcasına rahatça işitirler.
Üçüncü Halife
Osman bin Affan (r.a.), bir mezar başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya
kadar ağlardı. Bu sebeple kendisine;
- Sen
cenneti ve cehennemi anıyorsun, ağlamıyorsun da; bundan, yani kabir korkusundan
dolayı ağlıyorsun, denildi.
Osman cevap
verdi:
-
Rasûlullâh'tan duydum ki. "Muhakkak mezar, âhiret konaklarının ilkidir!..
Eğer kişi ondan kurtulursa, ondan sonrakilerden de kolay kurtulur. Şayet kişi
ondan kurtulamazsa, ondan sonrakiler ondan şiddetli olur!.."
Sonra Osman
(r.a.) şöyle devam etti; Rasûlullâh şöyle buyurdu. "Mezar kadar KORKUNÇ
hiçbir feci manzara görmedim!.."
İslâm'ın en
önde gelen şehîdlerinden olup, Hz. Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi
vesellem) tarafından cesedi toprağa verilen Sa'd bin Muâz'ın kabri
başında ise Rasûlullâh şöyle buyuruyordu:
"Şu
seçkin kul ki, arş Onun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek
yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki, az kaldı kemikleri
çatırdıyacaktı!.. Eğer kabir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılarından kurtuluş
olsaydı, bu önce Sa'de nasip olurdu!.. O, ulaştığı mertebe itibarıyla bu
sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!.."
Şimdi
düşünelim... Kişi, mezarda "diri" yani "şuuru
yerinde" olarak mevcut olmasa, böyle bir azap söz konusu olur mu hiç?
Soruluyor Hz.
Rasûlullâh'a.
- Yâ Rasûlullâh, müminlerin hangisi
daha akıllı, şuurludur?
- Ölümle
başına geleceği en çok hatırlayan ve ölüm ötesi hayatı için en güzel şekilde
hazırlananı... İşte onlar en akıllı-şuurlu olandır.
Gene bir başka
ifadesinde şöyle buyuruyor:
"En
şuurlu, ileri görüşlü insan odur ki, nefsini ilâhî hükümlere tâbi kılar,
ölümden sonra yararını göreceği fiilleri yapar... Âciz de nefsinin arzularına
tâbi olur, sonra da bir şeyler umar, ALLÂH'tan!.."
Gene Rasûlullâh'ın
ashabından İbni Mes'ud, kabirde görülen azap hakkında:
- Mutlaka
günahkâr olanlar, kabirlerinde azap olunurlar. Hatta hayvanlar onların
seslerini işitir... dediğini Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)'den
işittim.
Ebu Said el
Hudrî anlatıyor; Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) buyurdu:
"İnkârcıya
mezarında kendisini kıyamet gününe kadar sokup ısıran 99 ejderha musallat
edilir. Eğer bunlardan bir tanesi yeryüzüne üflemiş olsa, hiçbir yeşil ot
yeşermez!.."
İbn-i Ömer
(radıyallâhu anh) anlatıyor... Rasûlullâh buyurdu:
"Sizden
birisi ölünce, cennetlik olsun, cehennemlik olsun akşam sabah kendisine makâmı
gösterilir. Burası yerindir. Kıyametteki bâ'sına kadar buradasın."
Burada bir de
şu hususa dikkat çekelim. Âmentü'de okunan şu cümleye bir bakın...
"Vel
ba'sü ba'del MEVT"... Dikkat ediniz!.. "Vel ba'sü ba'del KIYAMET" denmiyor!
Yani, "bâ's"
kelimesiyle anlatılan olay, "KIYAMET"ten sonraki değil, ÖLÜMÜ
TATTIKTAN sonrakidir!
Dünya'da,
bildiğimiz madde bedenle ve bu arada bu madde beynin ürettiği ruh bedenle
yaşarız. Nitekim büyük İslâm âlimi ve mutasavvıfı İMAM GAZÂLİ, "Esmâ ül
Hüsnâ şerhi" isimli eserinde "El BÂİS" ismini
açıklarken bakın ne diyor:
"İnsanlardan
birçokları bu hususta yanlış vehimlere kapılırlar... Bunu da çeşitli şekillerde
izaha çalışırlar, derler ki; ölüm yokluktur. Bâ's; yok olduktan sonra yeniden
dirilmektir, aynen birinci dirilme ve canlandırma gibi...
Bir kere onların ölümün yokluk olduğunu zan etmeleri yanlıştır! İkinci
diriltmenin de birinci gibi olduğunu sanmaları dahi yanlıştır. Ölümün yokluk
olduğunu sanmak bâtıldır!.. Çünkü kabir; ya ateş çukurlarından bir çukurdur, ya
da cennet bahçelerinden bir bahçe...
İşin içyüzüne vâkıf olan Erbab-ı Basîret, insan varlığının ebediyet
için halkolduğunu bilir ve anlar... Ona yokluk arız olmaz...
Evet, bazen cesedle ilgisi kesilir de kendisi hakkında öldü derler...
Bazen cesede iade edilir de hakkında diriltildi derler...
Dirilmenin ilk yaratılış gibi, ikinci bir yaratılış olduğunu sananlar
da bu zanlarında yanılmışlardır!.. Çünkü diriltmek ilk canlandırılışlarına
uymayan yepyeni bir yaratma fiilinden ibarettir. Aslında insanoğlunun birçok
dirilmesi vardır; onun dirilmesi iki defadan ibaret değildir..."
Ölümü tadınca,
madde beden çözülür; ve RUH bedenle bâ's olmuş olarak kabirde kıyamete
kadar yaşamımız devam eder. Sonra "Kıyamet" denen, Dünya'nın
Güneş ısısında bozunumu devresinde, bugünkü karakteristiği istikametinde
yeniden bâ's olur!.. Ve nihayet son defa, bu bedenler de gittiği ortama göre
yeniden bir bâ's ile oluşurlar.
Kabirde, şu
andaki mevcut aklımızla, algılama-değerlendirme mekanizmamızla mı olacağız?..
Bu konuda
Abdullah bin Ömer anlatıyor...
Hz. Ömer, Münkir ve Nekir adlı iki meleğin kabirde
gelip sual sorması hususunu Hz. Rasûlullâh ile konuşurken sordu:
- (Kabirde)
aklımız başımızda olacak mı yâ Rasûlullâh?..
- Evet!..
Aynen bugünkü gibi!..
Evet, ölümü
tatmış, aklı şuuru yerinde, fakat bedeni kullanım dışı kalmış diri kişi, mezara
konulunca ne olur?..
Bunu da Enes
radıyallâhu anh'ın ağzından dinleyelim:
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
"Kul
kabre konulduğunda, kabirden uzaklaşanların ayak seslerini işitir... Onlar
uzaklaşırken iki melek gelir ve onu oturtup şöyle sorarlar:
- Muhammed
denen adam hakkında ne dersin?..
Eğer
müminse...
- Şehâdet
ederim Muhammed ALLÂH'ın kulu ve Rasûlüdür... Bunun üzerine;
- Şu
cehennemdeki yerine bak!.. ALLÂH onu cennettekine tebdil etti...
O, artık hem
cehennemdeki yerini, hem de cennette gideceği yeri görür...
İnkârcı veya
gösterişte Müslüman ise şöyle der:
- Bu konuda
kesin bir düşüncem yok. İnsanların konuştuklarından başka!..
Ve ona şöyle
denilir:
- O'nu
tanıyamadın ve bilemedin!..
Sonra ona
öyle bir tokmakla vurulur ki, feryadını insanlar ve cinler dışındaki her şey
işitir!.."
Nihayet şu
hadis ile konuya son verelim...
"Ölümü
tatmış kişi, yakınlarının ağlaması sebebiyle azap görür."
Bu konuda daha
pek çok Rasûlullâh uyarısı vardır, ilgili hadis kitaplarında okunabilir.
Netice şudur ki: KİŞİ ÖLMEZ, "ÖLÜM"Ü TADAR!.. Yaşam boyutunu
değiştirir!
Ölümü tatmak,
denilen olay, kişinin madde bedenin kumandasını yitirip, "ruh"
adı verilen holografik dalga bedenle yaşamına kaldığı yerden devam etmesidir.
Bu hâl
dolayısıyla, kabre konan her kişinin şuuru yerinde, aklı başındadır! Kıyamete
kadar da şuurlu olarak yaşamına devam eder. Kıyamette de o günün şartlarına
göre, yeni bedene kavuşur.. (A.Hulusi) ]
58-) Velleziyne amenû ve amilus salihati le nübevviennehüm
minel cenneti ğurefen tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha* nı'me ecrul
amiliyn;
(Hakikatlerine) iman edip
imanın gereğini uygulayanlara gelince, kesinlikle onlara cennetten, altlarından
nehirler akan yüksek odalar hazırlayacağız... Onlarda sonsuza dek yaşarlar...
Çalışanların karşılığı ne güzeldir! (A.Hulusi)
58 - Ve
iman edip salih salih ameller yapmış olanlar, elbette onları Cennetin
altlarından ırmaklar akan şehnişînlerine yerleştireceğiz, o halde ki orada
ebedî kalacaklar, ne güzeldir ecri o iş görenlerin. (Elmalı)
Velleziyne amenû ve amilus salihati le
nübevviennehüm minel cenneti ğurefen tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha
İman eden güzel ve erdemli davranışlar sergileyen, davranışlarda bulunanları
içinde sürekli kalmak üzere cennetin altından ırmaklar çağıldayan, akan yüce
köşklerine yerleştireceğiz, ğurefen. nı'me ecrul amiliyn iyi davranışta bulunanların
ödülü ne güzeldir, ne hoştur.
İman ve iyi, güzel, doğru
davranış. İkisi yan yana, bu ikisi ayrılmıyor. Kur’an da tam 62 yerde doğrudan
birlikte kullanılır. Evet, 55. ayetle de doğrudan alakalı, hicretle bağlantılı.
İman uğruna bedel ödeyenler, bedelleri ödülle karşılanacak.
Bu surenin ilk ayetini
hatırlayın, hiç sınanmadan, denenmeden iman ettik demekle kurtulacağınızı mı
sanıyorsunuz diye başlamıştı ya, işte burada o sınanma ve denenme. Bunu
söylüyor.
59-) Elleziyne saberu ve alâ Rabbihim
yetevekkelun;
Onlar
ki sabrediyorlar ve Rablerine tevekkül ediyorlar (nefslerinin hakikatindeki El Vekiyl isminin özelliğine iman
edip işlevine güveniyorlar)! (A.Hulusi)
59 - Ki
sabretmişlerdir ve yalnız rablerine dayanırlar. (Elmalı)
Elleziyne saberu ve alâ Rabbihim yetevekkelun
onlar ki sıkıntılara karşı göğüs gerdiler ve hep rablerine güvendiler. Sabır,
direniş, hakta direniş yani ve alâ Rabbihim yetevekkelun burada ki tevekkül
Allah davasını dert edinenlerin kendi dertlerini Allah’ın satın alacağına
güvenmeleridir. Tevekkül budur. Allah davasını dert edinen birinin kendi özel
dertlerini Allah’ın satın alacağına güvenmektir. Budur. Tevekkülün en zirvesi
de böyle tanımlanmalıdır.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
126. videoyu toplu olarak burada
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder