31 Ekim 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Yunus (021-024)(68-A)






Sevgili Kur’an dostları bugünkü dersimize Yunus suresinin 21. ayeti ile devam ediyoruz.


21-) Ve izâ ezaknenNase rahmeten min ba'di darrae messethüm izâ lehüm mekrun fiy âyâtina* kulillâhu esra'u mekra* inne Rusulena yektübune ma temkürun;

İnsanlara, kendilerine dokunmuş bir sıkıntıdan sonra bir rahmet, güzellik tattırdığımızda, işaretlerimiz hakkında hemen bir mekre düşerler... De ki: "Mekr itibarıyla Allâh daha süratlidir... Muhakkak ki Rasûllerimiz mekrlerinizi yazıyorlar." (Yaşadıkları sıkıntının, elleriyle yaptıklarının sonucu olduğunu kavrayamayıp; ardından gelen rahmetin ise, yaptıkları yanlışın gerçekte yanlış olmamasının sonucu olduğunu ve doğru yolda olduklarını sanırlar. Allâh da onların bu sanılarını bozmaz ve yanlışta devam etmelerine müsaade ederek, azaplarının daha da büyümesine izin verir. İşte onların bu zanları, kendi mekrleri; Allâh'ın yanlışlarında devama müsaadesi de, karşı mekridir. A.H.) (A.Hulusi)

21 - İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra bir rahmet tattırdığımız zaman da âyetlerimiz hakkında derhal bir mekirleri vardır, de ki: Allahın mekri daha çabuktur, haberiniz olsun: elçilerimiz yaptığınız mekirleri yazıp duruyorlar. (Elmalı)


Ve izâ ezaknenNase rahmeten min ba'di darrae messethüm izâ lehüm mekrun fiy âyâtina ve ne zaman kendilerine dokunan bir sıkıntının ardından bu tiplere rahmetimizden bir parça tattırsak derhal ayetlerimiz hakkında tuzak tezler tasarlamaya başlarlar.

Bu tipler diye çevirdim yaklaşık bir çeviriyle, kim o tipler; Hemen hatırlayacak olursanız geçen dersimizin son ayetinde, yani 20. ayette sevgili efendimizden Kur’an la yetinmeyip bir mucize, bir olağanüstülük isteyen. Sanki Kur’an mucize değilmiş gibi gözlerini bu insanoğlunun gördüğü en büyük mucizeye kapatıp ta daha farklı ilginçlikler isteyen işte bu insanlar. Ki onların bir takım vasıflarından 7- 11- 12- 15- 18. ayetlerde de söz edilmişti.

Ayette; izâ lehüm mekrun ibaresi; Orada ki İzâ ile mekr kelimesi birleşince dil açısından hemen gerçekleşen bir eyleme delalet eder. Ferrâ’ya göre dilci. Ayetlerimiz diye çevirdim. Âyâtina. Yalnızca hitabi ayetler kastedilmiyor burada. Daha önceki dersimizden de hatırlayacak olursanız; Göklerdeki ve yerdeki ayetler, yani kevni ayetlerden söz edilmişti. Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinden söz edilmişti. İşte onlar da birer ayet. Onun için buradaki; fiy âyâtina ibaresinde ki ayetler, yalnızca hitabi ayetler, kitabi ayetler değil, varlık ayetleri, olay ayetleri, hepsi onun içine giriyor.

Burada tasarım diye çevirdiğim bir ibare var. Mekr. Ben ona tuzak diye çevirmeyi doğru bulmayıp tasarım dedim. Bu tasarımı bu tip insanlar neye karşı yapıyorlar? Ya hitaba yönelik yapıyorlar, bu surenin 2. ayetinde olduğu gibi. Ne diyorlar? Sihir diyorlar. Bu bir hitaba yönelik tez, bir tasarım, daha doğrusu bir peşin fikir, ön fikir, ön yargı. Önyargı insanın ayartıcı güdülerine dayanır. Ön bilgi ise imanına.

Ya hitaba yönelik demiştim, ya da varlık ve olayların anlaşılmasına yönelik olur bu tasarım, bu tuzak. Nasıl olur bu tuzak düşünce; olayları ve kainatı Allah’tan bağımsız değerlendirir. Başına gelen olayların Allah’la ilgisinin olmadığını düşünür, ki yine geçen derse bir atıf yapmak durumundayım. Geçen derste başlarına gelen kimi hadiseleri, müşrik bir göz, tanrısını seçme, atama, tayin etme hakkının kendisinde olduğunu zanneden tiptir müşrik. İşte bu tip öyle bir düşünceye sahiptir ki; varlık ile Allah arasında bir bağlantı yoktur ona göre. İşte buna tasarım diyor Kur’an. Böyle düşünürler.

Kur’an ın gerek kaynağına yönelik olsun, gerek kainatta ki Allah’ın fiili ayetlerine yönelik olsun, ters dönmüş bir akıl işte böyle bir tuzak kurar kendi kendisine.

kulillâhu esra'u mekra De ki Allah hassas tasarımda  daha çabuktur. inne Rusulena yektübune ma temkürun; dikkat edin elçilerimiz inceden inceye tasarladığınız her şeyi kayda alıyorlar.


22-) "HU"velleziy yüseyyiruküm fiyl berri vel bahr* hatta izâ küntüm fiyl fülki ve cerayne Bihim Bi riyhın tayyibetin ve ferihu Biha caetha riyhun asıfün ve caehümül mevcü min külli mekanin ve zannu ennehüm uhıyta Bihim, deavullahe muhlisıyne lehüd diyn* lein enceytena min hazihi le nekûnenne mineş şakiriyn;

"HÛ" ki sizi karada ve denizde seyrettirmekte... Hatta siz gemideyken; gemiler, içindekileri sakin bir rüzgâr ile akıp götürdükleri sırada bundan mutlularken; onlara fırtına gelip çatar, dalgalar her taraftan onları vurur! Onlar da dalgalarla kuşatıldıklarını ve büyük tehlikede olduklarını düşündüklerinde, tüm oluşumun Allâh'ın kudret elinde olduğuna inanmış olarak dua ederler: "Andolsun ki eğer bizi şundan kurtarırsan, kesinlikle şükredenlerden olacağız." (A.Hulusi)

22 - O, odur ki sizleri karada ve denizde gezdirtir, hattâ gemilerde bulunduğunuz ve içindekileri alıp hoş bir heva ile aktıkları ve tam onunla ferahlandıkları sırada ona şiddetli bir fırtına gelir çatar ve her yerden onlara dalga gelmeğe başlar ve zannederler ki tamamen ihata olunup bittiler, o vakit Allaha dini halis kılarak dua ederler: «ahdimiz olsun ki, derler, eğer bizi bundan halâs edersen, şeksiz şüphesiz şükreden kullarından oluruz».(Elmalı)


"HU"velleziy yüseyyiruküm fiyl berri vel bahr sizi karada ve denizde gezdiren O’dur.

Aslında bize normal gibi geliyor. Biz insan oğlu nedense her gün gördüğümüz mucizeleri görmezden geliriz de, başka mucizeler isteriz. Aslında suyun kaldırma gücünün, havanın itme gücünün ve eşyanın tabi olduğu tüm yasa ve kanunların Allah tarafından konulmuş olduğunu unuturuz ve Allah’tan başka deliller bekleriz.

İşte burada da 7. yy. ın akışkanlar dinamiğini bilmeyen insanı için deniz olağanüstü, olağandışı bir yolculuk aracıdır, yoldur daha doğrusu. Onun içindenizden örnek veriliyor çölün insanına.

hatta izâ küntüm fiyl fülk dahası, tutun ki sizler gemide bulunuyorsunuz, ve cerayne Bihim Bi riyhın tayyibetin tatlı bir rüzgarda onunla yol alıyorsunuz. ve ferihu Biha caetha riyhun asıfün ve caehümül mevcü min külli mekan üstelik tam da bunun sevinciyle denizde salına salına bir gemide mest olmuşken, birden bir fırtına yakalıyor gemiyi ve dalgalar her yandan yolcuları kuşatıyor. ve zannu ennehüm uhıyta Bihim onlar her yandan ölümle sarıldıklarına kanaat getirmişlerdir. deavullahe muhlisıyne lehüd diyn* lein enceytena min hazihi le nekûnenne mineş şakiriyn; Ne yapıyorlar böyle bir durumda olan insanlar; Tüm içtenlikle Allah’a yönelip yalnız onun dinine sığınarak; Eğer bizi bu beladan kurtarırsan yemin olsun ki şükredenlerden olacağız diye yalvarıp yakarıyorlar.

Ayetin aslında simgesel bir dille tüm insanların başına gelebilecek bir hadiseyi anlamışızdır. Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi, siz diye giren ayet hemen bir cümle ilerde onlara geçiyor, zamir değiştiriyor ve en sonunda siz diye bitiyor. Yani zamirler ayet içerisinde metaforik bir biçimde dönüşüyor.

Bundan bendeniz şunu anlıyorum; Öz benliğini karşısına koyup muhasebe yapmaya çağırıyor insanı. Sen kendini karşına koy ve bir bela ile, bir felaketle yüz yüze geldiğinde nereye yönelirsin.İşte insanın fıtratına bir göndermedir bu. İnsan canı yandığı zaman fıtratında yazılı olan gerçek zata yönelir. İnsan darda kaldığı zaman, insan çıkmaza düştüğü zaman,tüm kapılar önünde kapandığı zaman açık kapının Allah’ın kapısı olduğunu kendiliğinden bilir. Her insan için bu böyledir. Onun için de burada fıtrata dönüş dile getiriliyor.

Her felaket insan ruhunun, insan fıtratının üzerine sürülmüş sentetik boyaları döken bir tinerdir. Sentetik boyalar dökülünce  Sıbgatallah. altından Allah’ın boyası çıkar. ve men ahsenü minellahi sıbğatev.. (Bakara/138) Allah’tan daha güzel boya vuran kimdir. İşte bunu o zaman görürüz ve duanın gerçek dilini söylüyor ayet.

Duanın gerçek dili fıtrat dilidir. Duanın gerçek dili, işte fıtratın dili. O fıtratın dili konuşmaya başladığı zaman kültürlerin, insanın sonradan öğrendiklerinin, insana enjekte edilen ideolojik farklılıkların hepsi bir yana, sadece Allah’la insan baş başa kalıyor ve insan o zor zamanda o dar zamanda kıblesini doğrudan Allah’a çeviriyor.

Bu ayetin tefsirinde müfessir Reşit Rıza’nın çok hoş bir öyküsünü okumuştum. Bir denizde giderken fırtınaya tutulan bir geminin yolcuları başlarlar, bir tanesi; “Yetiş ya seyit bedevi.”. Öbürü; “Yetiş ya pirim Abdulkadir Geylani.”. Öbürü; “Yetiş ya falanca hazret”. Öbürü; “Yetiş ya falanca seyyid” diye herkes kendi sevdiğini imdada çağırmaya başlayınca gemi yolcuları arasından bulunan bir Allah dostu; “Batır Allah’ım batır..!” demiş. “Hiç biri de seni hatırlamadılar, bunlar seni unuttular, batır bunları.”

Yetiş Ya Rabbi denilecek yerdir. Onu, burada hikayesi anlatılan Mekke’nin putperestleri dahi diyor.


23-) Felemma encahüm izâ hüm yebğune fiyl Ardı Biğayril Hakk* ya eyyühenNasu innema bağyüküm alâ enfüsiküm metaal hayatid dünya sümme ileyna merciuküm fenünebbiuküm Bima küntüm ta'melun;

Ne zaman ki Allâh onları kurtarır, yeryüzünde haksız olarak hemen azgınlığa başlarlar... Ey insanlar, sizin zulüm ve taşkınlığınız, sadece nefislerinize zarar verecektir! O dünya hayatının geçici zevklerinden yararlanırsınız; sonra dönüşünüz bizedir! (İşte o zaman) yapmış olduklarınızı (hakikatini) bildiririz. (A.Hulusi)

23 - Derken vaktâki onları halâs eder, çıkar çıkmaz Yer yüzünde haksızlıkla bagye başlarlar, ey insanlar, bagyiniz sırf kendi aleyhinizedir, o alçak hayatın biraz zevkini sürersiniz, sonra döner bize gelirsiniz, biz de bütün yaptıklarınızı size haber veririz. (Elmalı)


Felemma encahüm izâ hüm yebğune fiyl Ardı Biğayril Hakk sonunda ne olur biliyor musunuz, yukarıda ki hadiseden sonra, Kurtarmasının hemen ardından bu kimseler yer yüzünde haksız yere azgınlık yapmaya başlarlar.

Sanırım anlaşılıyor. İnsan oğlunun nankörce tavrı dile getiriliyor. Bu surenin 12. ayetinde de dile getirilmişti hatırlar mısınız. Bundan önce tefsir ettiğimiz ayetlerde. Orada da aynen insanoğlu rabbi tarafından kendisi sınanırken, rabbine söz verdiği halde onun başından belayı kaldırır kaldırmaz yine eski haline döner, rabbini unutur. İşte bu nankörlüğe.

Nankörlük küfrün ahlaki tavrıdır. Ahlaki karşılığıdır. Yani küfür ahlak haline gelirse Nankörleşir. İşte nankörlükle küfür arasında böyle bir bağ vardır. Nankörlüğün akidevi olanına küfür, küfrün davranış biçimi olanına nankörlük denilir.

ya eyyühenNasu innema bağyüküm alâ enfüsiküm ey insanlık, yaptığınız azgınlığın sonucu yine gelip sizi bulacaktır. Her olumsuz tavrın insani bir sonucu var. Yani insan üzerinde bir iz bırakıyor. Her insan ile Allah arasındaki olumsuz ilişki, ruhsal planda insanı yaralıyor ve yoksullaştırıyor, insanın içini fakirleştiriyor. Bu ayet ona bir dikkat çekiş. İnsanın yaptığı her olumsuz davranış, Allah’ın yapma dediği her olumsuzluk, insanı ruhsal açıdan yoksullaştıran bir davranış biçimi. Allah yoksullaşmamızı istemiyor. Zengin yarattığı iç dünyamızın yine yem yeşil, yine bitek, yine verimli, yine ürünlü olmasını istediği için kendi kendimizi yoksullaştırmamıza razı olmuyor.

 metaal hayatid dünya Dünya hayatının zevkleri gelip geçicidir. Veciz bir metin, Kur’an ın tüm metninde olduğu gibi burada da icaz var. En az kelime ile en çok hakikati anlatma icazı. sümme ileyna merciuküm fenünebbiuküm Bima küntüm ta'melun; sonunda bize döneceksiniz ve biz yaptıklarınızı bir bir size haber vereceğiz.


24-) İnnema meselül hayatid dünya kemain enzelnahu minesSemai fahteleta Bihi nebatül Ardı mimma ye'külün Nasu vel en'am* hatta izâ ehazetil Ardu zuhrufeha vezzeyyenet ve zanne ehlüha ennehüm kadirune aleyha, etaha emruna leylen ev neharen fecealnaha hasıyden keen lem tağne Bil ems* kezâlike nufessılül âyâti likavmin yetefekkerun;

Dünya hayatı şuna benzer... Semâdan inzâl ettiğimiz bir su; onunla insanların ve hayvanların yediği, yeryüzünün yetiştirdikleri oluşmuştur. Nihayet yeryüzü, ürettikleriyle en güzel hâle ulaştığında; yaşayanları da, kendilerini kudretli sandıklarında, gecenin ya da gündüzün bir anında, hükmümüz açığa çıkıverdi! Onu, sanki bir an öncesinde hiç şe'nlenmemiş gibi biçip atarız! Tefekkür eden bir topluluk için işaretleri işte böyle detaylandırıyoruz! (A.Hulusi)

24 - O Dünya hayatın meseli sırf şunun gibidir: bir su, biz onu Semâdan indirmişiz derken onunla Yer yüzünün otu: insan ve davar yiyeceğinden birbirine girmiştir, Nihayet Arz, bütün ziynetini takınıp süslendiği, ehli de onun üzerine kendilerini kadir zannettikleri bir sırada geceleyin veya gündüzün ona emrimiz gelivermiş bir lâhzada ona öyle bir tırpan atıvermiştir ki sanki dün hiç bir şenlik yokmuş, işte düşünecek bir kavim için âyetleri böyle tavsıl ediyoruz. (Elmalı)


İnnema meselül hayatid dünya kemain enzelnahu minesSema’ mesela bu dünyanın cezp edici hayatı bir su gibidir ki onu gökten biz indirdik. fahteleta Bihi nebatül Ardı mimma ye'külün Nasu vel en'am derken o insanların ve hayvanların kendisinden beslendiği bitkilerce emildi. hatta izâ ehazetil Ardu zuhrufeha vezzeyyenet ve zanne ehlüha ennehüm kadirune aleyha

İlginç, ayeti kerime gerçekten insanın tüylerini diken diken etmesi gerekir. Sonunda toprak yapay bir parlaklık ve baştan çıkarıcı bir tezyin ile arzı endam edipte sakinleri onun üzerinde tamamıyla egemen olduklarını düşünmeye başladıkları zaman;

etaha emruna leylen ev neharen bir gece vakti ya da gündüz gözü ile ansızın emrimizin infaz vakti geliverir.

Zuhruf dedi yukarıda. Kur’an da zuhruf aynı zamanda altın anlamına da kullanılır. Bu isimde bir de sure vardır. Sentetik altın parlaklığına bir gönderme. Madeni parlaklığa. Dinleyenin aklına hemen kurgusal güzelliği getiriyor. Doğal güzellik değil, kurgusal. İnsan yer yüzünü artık benim egemen diye, orada mutlak egemen oldum diye ele geçirir ve yer yüzünde kendisine sahte bir cennet kurar. İşte altının madeni parlaklığı, albenisi orada kullanılmış.

Bu insan tabiata emanet diye bakmaz. Böyle bir davranış emanet diye bakan bir insandan çıkmaz. Tabiata bir köle, bir cariye bir tutsak gibi muamele eder. Onun için tabiat kölesidir. Ona istediği işkenceyi yapar ve ondan istediğini alır. Onun için de tabiatla dost olmak gibi bir derdi yoktur. Çünkü eğer gücü yetiyorsa, kendisi onun efendisi olmak isteyecektir. Oysaki onun da, kendisinin de bir efendisi olduğunu, onunda Allah olduğunu unutur ve varlık içerisinde her şeyin bir rolü olduğunu ve bu rollerden bir gün hesaba çekeceğini, soracağını unutur. Onun için burada sentetik güzelliğe bir atıf var.

Tabii insan şehvet ve iktidar güdüsünü tabiatın sırtından tatmin etmeye başladığında ne olur? etaha emruna leylen ev neharen Allah’ın bir gece vakti ya da gündüz gözü ile ansızın emri geliverir. İnfaz edilir.

Aslında bu bir yasa, kainat yasası. İnsan davranışları için konulmuş ilahi bir yasa. İnsanlar azgınlaşınca, insanlar kendilerine emanet edilenlere ihanet etmeye başlayınca, ihanet ettikleri şeylerin cezasını görürler. Dünyaya ihanet ederler, tabiata ihanet ederler; Tabiat onlardan öç alır. Denize ihanet ederler öç alır. Göle ihanet ederler öç alır. Allah’a ihanet ederler Azizüyntikam olan Allah’ta onlara yaptıkları ihanetin acısını tattırır.

fecealnaha hasıyden keen lem tağne Bil ems Peki sonuç; Böylece onu sanki önceden hiç safa sürmemiş gibi kökünden sökülmüşe çevirir. Hasat yapar, ama ürünsüz. Allah’ın bela hasat’ıdır bu, kökünden söker.

Kökünden sökülmüştür diye çevirdim çünkü bu ayetlerin indiği dünyada hasat biçerek değil, otçul bitkileri otçul bitkileri kökünden sökerek yapılırdı. Onun içinde ben indiği andaki manayı vurgulamak için kökünden biçme değil de kökünden sökme biçiminde anlam verdim.

kezâlike nufessılül âyâti likavmin yetefekkerun; İşte biz düşünen bir toplum için ayetlerimizi böyle açık ve net bir biçimde dile getiririz.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder