21 Ekim 2011 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. Tevbe (114-118)(66-C)

B sayfasından devam


114-) Ve ma kânestiğfaru İbrahiyme li ebiyhi illâ an mev'ıdetin veadeha iyyah* felemma tebeyyene lehu ennehu adüvvün lilhahi teberrae minhü, inne İbrahiyme le Evvahün Haliym;

Babası için İbrahim'in istiğfarı, ancak ona verdiği bir söz yüzünden idi... Onun bir Allâh düşmanı olduğu açıkça kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı... Muhakkak ki İbrahim ince kalpli ve hilm sahibiydi. (A.Hulusi)

114 – İbrahim’in babası hakkındaki istiğfarı da sırf ona vermiş olduğu bir vaatten dolayı idi, böyle iken onun için Allah düşmanı olduğu kendisine tebeyyün edince ondan teberri etti, her halde İbrahim çok yanık, çok halîm idi. (Elmalı)


Ve ma kânestiğfaru İbrahiyme li ebiyhi illâ an mev'ıdetin veadeha iyyah İbrahim’in babası için Allah’tan af dilemesinin nedeni yalnızca berikinin diğerine hayatta iken verdiği bir söze dayanıyor.

Demek ki sebeb-i nüzûl rivayetlerinde anlatılanların bir doğruluk payı olsa gerek, ki böyle bir gerekçe ileri sürene cevap verilmiş. Bu söz için Hz. İbrahim’in babasının sağlığında verdiği söz için Kuran’da ki Meryem suresinin 47 ve 48. ayetlerine ve Mümtahine suresinin 4. ayetine bakılabilir.

Ölmeden önce yani mühürlenmeden önce tabii ki dua edilir. Hidayeti için. Herkese dua edilmeli, edilmeliyiz demek ki. Zaten emr-i bil ma’ruf, davet İslami bir davet, bir dua değimlidir. Fiili bir duadır. Fakat artık şirk üzere Allah’a küfürde isyanda direnerek ölmüşse Allah’ın onu affetmeyeceğini söylemesine ve açıklamasına, açıkça ifade buyurmasına rağmen hala af dilemek, bu nokta da Allah’ın gör dediği yeri görmemek olur. İşte bunu veriyor ayet bize.

felemma tebeyyene lehu ennehu adüvvün lilhahi teberrae minhü fakat ona diğerinin Allah düşmanı olduğu açıklanınca, kime; Hz. İbrahim’e babasının, ondan hemen el çek, vazgeç diyor, ısrar etme diyor. inne İbrahiyme le Evvahün Haliym; Zaten İbrahim çok yufka yürekli, yumuşak huylu biriydi. Bunu da övercesine söylüyor Kuran’ımız.

Ben, sevgili Kuran dostları burada bir noktaya, gözden kaçırılması muhtemel bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Af dilemek isabetsizlik için sadece şık kaçmaz diyor. Yani kötü biri, müşrik biri, küfür üzerinde ısrarla ölmüş birinin arkasından Allah’tan af dilemek şık kaçmaz diyor. Sadece bu kadar, şık kaçmaz. Yani af dileme de yanılırsanız sadece şık kaçmaz. Ya tekfir de yanılırsanız, işte onu ayırıyor. Bakınız, ona şık kaçmaz falan demiyor. Biliyorsunuz daha önce bununla ilgili birkaç ayeti tefsir ettik. Maide suresinin yanılmıyorsam 5 veya 6. ayetinin sonu olacak, orada ne diyordu;

 ve men yekfür Bil iymani fekad habita amel.. (Maide/5)

Metinlerini de okuyorum ki verdiği numarada eğer isabet ettiremezsem, tutturamazsam metinlerden anahtara bakarsınız, yani sözlüklere Kuran sözlüklerine oradan bulabilirsiniz diye.

Ne diyor burada; Kim imanı inkar ederse; ve men yekfür Bil iymani fekad habita amel onun ameli boşa gider. İmanı inkar. Küçük şey mi..! İmanı inkar demek. Üstelik bu ayetin nüzûl sebebi de Yahudi ve Hıristiyanların kestiklerinin yeneceğini söyleyen ayet pasajı içerisinde yer alır bu. 5. ayet olduğunu söylemiştim ki doğru. Bu pasaj içerisinde bu ayetin sebeb-i nüzûlü olarak ta; “Yahu onların kestiği de yenir mi..!” diyen birkaç kişiye cevap olarak deforme olmuş bir imanı bile kesip atamazsınız diyor Kuran. İşte fark. Yani tekfir ederken bin kat daha hassas Kuran.


115-) Ve ma kânAllâhu liyudılle kavmen ba'de iz hedahüm hatta yübeyyine lehüm ma yettekun* innAllâhe Bi külli şey'in Aliym;

Allâh bir topluluğu hakikate erdirdikten sonra, saptırmaz; korunacakları şeyler kendilerine açıkça belli olup, onlardan sapma olmadıkça! Muhakkak ki Allâh Bi-küllî şey'in Aliym'dir. (A.Hulusi)

115 - Allah bir kavmi hidayete çıkardıktan sonra nelerden sakınacaklarını kendilerine beyan etmedikçe onları dalalete düşürmek ihtimali yoktur, hakikat, Allah her şeye alîmdir. (Elmalı)


Ve ma kânAllâhu liyudılle kavmen ba'de iz hedahüm hatta yübeyyine lehüm ma yettekun Hem Allah hiçbir topluluğu, parantez içinde bir açıklama yapmak zorundayım; Akıl, irade ve fıtratla doğru yolu gösterdikten sonra bile, korunup sakınacakları şeyleri kendilerine bütünüyle açıklamadan sapıklıkla suçlamaz. Bu ne güzel bir ifade. Yani akıl vermiş, fıtrat vermiş, irade vermiş, bir de bunun üzerine vahiy göndermiş. Peygamber göndermiş, onlarla açıklamış neden sakınacaklarını. Hudutları sınırları çizmiş. Bunu yapmadan Allah suçlamaz sapıklıkla diyor.

Aslında liyudılle yi sapıklıkla suçlamak anlamına çevirdim. Bu benim çevirim değil, bu; Taberi, Razi, Zemahşeri, Suyuti ve diğerleri, daha bir çok müfessir burada ki liyudille yi, sapıklıkla itham etmek manasına selefi bir tefsir olarak almış ki doğru bir yaklaşımdır. Hatta Razi’ye göre muhatabı bu ayetlerin hitap ettiği, münafıklar ve müşrikler diyor. Ki bendeniz Razi’nin bu yorumunu daha isabetli buluyorum ayetin muhatabı açısından. Yani bu ayetin muhatabı, işte Müslümanların yakınlarına rahmet dileyen Müslümanlardır diyenler isabetli değil gibime geliyor. Bu ayetler; Münafıklar ve müşriklere hitap eden ayetler.

innAllâhe Bi külli şey'in Aliym; Elbette ki Allah her bir şeyi bilendir. Yani burada doğru yolu bulmamış, ısrarla küfürde direnen insanlara rabbimiz, sizin bir mazeretiniz yok. Zaten Allah sapık, küfür ve şirk üzere olduğunu söylüyorsa, onun hiçbir mazereti kalmadı da onun için söylüyor demektir. Biraz önceki açıklamamın mütemmim cüzüydü.


116-) İnnAllâhe leHU mülküs Semavati vel Ard* yuhyiy ve yümiyt* ve ma leküm min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasıyr;

Semâların ve arzın mülkü Allâh içindir... Diriltir ve öldürür... Sizin için Allâh dûnunda ne bir Veliyy ve ne de bir yardımcı vardır. (A.Hulusi)

116 - Hakikat Allah, bütün Göklerin Yerin mülkü onun, diriltir de öldürür de ve size ondan başka ne bir veliy vardır ne bir nasîr. (Elmalı)


İnnAllâhe leHU mülküs Semavati vel Ard ve elbette yerin ve gökleri hakimiyeti yalnızca Allah’a aittir. yuhyiy ve yümiyt hayatı da ölümü de O takdir eder. ve ma leküm min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasıyr; sonuçta sizin için Allah dışında ne bir yar, ne de bir yardımcı var.


117-) Lekad tabAllâhu alenNebiyyi vel Mühaciriyne vel Ensarilleziynettebeûhu fiy saatil usreti min ba'di ma kâde yeziyğu kulubü feriykın minhüm sümme tabe aleyhim* inneHU Bihim Raûfun Rahıym;

Andolsun ki Allâh, fazlını nasip etti... Hz. Rasûllullah'a da, o güçlük saatinde O'na tâbi olan muhacirler ile ensara da; içlerinden bir bölümünün kalpleri neredeyse kaymak üzere iken tövbeye (yanlışlarından dönmeye) muvaffak kıldı. Sonra onların tövbelerini kabul etti... O, onlarda Raûf'tur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)

117 - Şanına kasem olsun ki Allah yine lütfetti Peygambere ve o güçlük saatinde ona ittiba' eyleyen Muhacirîn ve Ensara ki içlerinden bir kısmının kalpleri az daha eğilecek gibi olmuş iken sonra kendilerine tövbelerinin kabul ile iltifat buyurdu, hakikat o, onlara rauftur, rahîmdir. (Elmalı)


Lekad tabAllâhu alenNebiyyi doğrusu Allah peygambere, vel Mühaciriyn imkanların tükendiği yerden, imkanların üretileceği yere göç edenlere, vel Ensarilleziynettebeûhu fiy saatil usre zorluk demlerinde, zorluk zamanlarında, yani zor zamanda kendi imkanlarını onlarla paylaşarak din yardımcılarına, evet devam ediyoruz; min ba'di ma kâde yeziyğu kulubü feriykın minhüm üstelik içlerinden bir kısmının kalbinin kaymaya yüz tuttuğu bir durumun ardından rahmet ve bağışıyla yöneldi. Başa dönüyoruz, Lekad tabAllâh Allah işte bunlara rahmet ve bağışıyla yöneldi.

Görüyorsunuz sevgili dostlar. Allah’ta tevbe ediyor. Allah’ın tevbe etmesi işte bu. Kulun tevbe etmesi Allah’a yönelmektir. Hata ettikten sonra “Ben ettim, sen etme Allah’ım” demesidir. Ya Allah’ın tevbesi; tabAllâh kendisine yönelen kula yönelmesi ve onu bağışlamasıdır. Onun için Allah kendisine tevbe edenin tevbesini kabul eder. Burada Tebük’ten mazeretsiz geri kalıpta tevbe eden gruba dikkat çekiliyor. Konusu hiç şüphesiz ki o dur.

sümme tabe aleyhim evet, onların tevbelerini kabul ettim.

Burada ki sümme’nin en güzel karşılığı evettir. Çünkü yukarıda yine aynısını söyledi, evet onların tevbelerini kabul etti. Neden derseniz; inneHU Bihim Raûfun Rahıym; çünkü O, onları da sınırsız şefkatle ve merhametiyle kuşatır.


118-) Ve ales selasetilleziyne hullifu* hatta izâ dakat aleyhimül' Ardu Bi ma rahubet ve dakat aleyhim enfüsühüm ve zannu en lâ melcee minAllâhi illâ ileyh* sümme tabe aleyhim li yetubu* innAllâhe HUvetTevvabur Rahıym;

Geride bırakılan o üç kişinin de (tövbesini kabul etti)... Genişliğine rağmen arz onlara dar gelmiş, nefsleri kendilerine dar gelmiş ve (nihayet) Allâh'tan sığınılacak yerin, gene ancak O olduğunu düşünmüşlerdi... Sonra, dönmeleri için (Allâh) onların tövbesini kabul etti... Muhakkak ki Allâh, "HÛ" Tevvab'dır, Rahıym'dir. (A.Hulusi)

118 - O üç kişiye de ki geri bırakılmışlardı, nihayet o derece bunalmışlardı ki Yer yüzü bütün genişliğiyle başlarına dar geldi vicdanları da kendilerini tazyik etti ve Allahtan yine Allaha sığınmaktan başka çare olmadığını anladılar, evet, tam o vakit tövbelerinin kabulü ile tekrar iltifat buyurdu ki o tövbekârlar miyanına rucu' etsinler, hakikat, Allah, odur öyle tevvab, öyle rahîm. (Elmalı)


Ve ales selasetilleziyne hullifu yine geri kalan 3 kişi ya da grup kimseye de Allah şefkat ve merhametiyle yöneldi.

Kim bunlar; Kişi ya da grup dedim. Ben gruba daha temayüllüyüm ama klasik tüm tefsirlerimiz üç kişiyi öne çıkarırlar. Ki bu doğrudur. Kimdir onlar; Kâb Bin Malik, Mürare Bin Rebiî, Hilal bin Ümeyye. Kâb Bin Malik’in ağzından öğreniyoruz olanları.

Kâb, Medine yerlisi bir Müslüman. Üstelik Medine’deki tüm savaşlara Resulallah’ın arkasında iştirak etmiş sağlam yapılı bir mümin. Hem de şair üstelik. Medine’nin ünlü şairlerinden. Sözü geçen kabilesinde, gerçekten eşraf sayılan Medine de sözü dinlenir. Hatta civar site devletlerinde hatırlı biri. Öyle diyor; Hiç Tebük seferinde ki kadar rahat olmamıştım madden. Fakat sefer hazırlıkları başlayınca; “Biraz bekle canım nasıl olsa her şeyim hazır.é dedim kendi kendime. Günler yaklaştı ben hala kendimi ihmallikte böyle avutuyordum. Fakat sefer günü geldi, bu sefer kendimi şöyle avutmaya başladım: “Senin nasıl olsa bineğin güçlü, sen onların arkasından yetişirsin.” Dedim. Yine unuttum kendimi. Şeytan yine beni aldattı.” Diyor. Ve çektiler gittiler. Ama öyle bir zaman geldi ki artık arkalarından da yetişemezdim. Yerimden kalkamadım.

Resulallah seferden döndü fakat ben bu süre zarfında içim içime sığmadı. Vicdanım beni rahatsız etti. Baktım yaşlılar, sakatlar ve bir de tescilli münafıklar geride kalmış. “Ben bu adamlarla mı beraberim.” Dedim. Vicdanım beni durdurmadı. O kadar rahatsız oldum ki, Resulallah dönünceye kadar içim içimi yedi.

Resulallah döndü her zaman yaptığı gibi mescide geldi, ayağının tozu ile iki rekat namaz kıldı. Dönünce yaklaşık 80 kişilik münafıklar sıraya dizildiler, her biri yemin billah ederek bir yığın mazeret saydılar. Onları Resulallah dinliyor, sadece dinliyor, Kendisi; Allah seni affetsin senin için istiğfar edeceğim deyip gönderiyordu ve mazeretlerini kabul ediyordu. Beni gördü, suçlu suçlu orada oturan beni.

- Ya sen niye gelmedin..! dedi.

Kafam önüme eğildi. 

- Ya Resulallah dedim. Ben konuşmasını iyi bilen biriyim. Şairdi. Eğer mazeret uyduracak olsam şunların hepsinden daha tumturaklı mazeretler uydururdum. Fakat Allah biliyor. Seni aldatsam Allah’ı aldatamam. Onun içinde doğru söylemek durumundayım. Hiçbir mazeretim yoktu ya Resulallah. Hiçbir dönemde de elim bu kadar rahat olmamıştı. Ama tembelliğime yenildim.

- Allah senin hakkındaki hükmü verinceye kadar bekle o halde. Dedi.

Etrafımdaki bir çok adam beni sağımdan solumdan  rahatsız ediyordu. Bir mazerette sen uydur. Ama yapamadım. Daha sonra 2 kişinin daha benim yaptığım gibi yaptığını, mazeretleri olmadığını ve doğru söylediklerini duydum. Biri Mürare idi, biri de Hilal idi. Biraz olsun rahatladım ve evime gittim.

Resulallah kimsenin benimle konuşmamasını söylemişti. Kimse konuşmuyordu. Mescide geliyordum, namaz kılıyordum. Her zaman olduğu gibi Resulallah’a selam veriyor ve onun hemen arkasına duruyordum.

Boşuna bakıyordum Resulallah’ın dudaklarına. Kıpırdamıyordu bile. Ah bir selamımı alsaydı..! Dünyalar benim olacaktı. Fakat hiç dudaklarının kıpırdadığını görmedim. Öyle hissediyordum. Resulallah beni süzüyordu.Fakat bir den hissetmem doğrumu diye Resulallah’a başımı kaldırdığımda çeviriveriyordu hemen kafasını. Günler böyle geçip giderken yer yüzü bana dar gelmeye başlamıştı.

Bir haber daha geldi, eşinden de ayrılacaksın. Boşayacak mıyım diye sordum, hayır sadece ayrılacaksınız, ayrı duracaksınız. Şimdi eşimi de babamın evine yollamıştım. Artık yapayalnızdım. Sabahlara kadar rabbimle evimin damında hem namaz kılıyor, hem ağlıyordum.

Amcamın oğluna gittim. Benim can ciğer dostumdu. Evinin kapısından değil duvarından atladım kimseye görünmeden. Selam verdim, o bile almadı. Ebu Katade. O bile almadı selamımı. Bir daha selam verdim, almadı ve dayanamadım dedim ki; “Ey amcamın oğlu ben Allah ve resulünü sevmiyor muyum yoksa..!” Bana sadece bir cümle söyledi. Allahu ve resulühu alehu alem. Allah ve peygamberi daha iyi bilir. Artık tamamen yıkılmıştım eve geldim. Ne yiyor ne içiyordum. Yer demir gök bakır kesilmiş, beni içine sığdıramaz olmuştu.

Yaklaşık 50 gün geçtikten sonra yine evimin damında göz yaşları içinde Allah’a secde halindeyken gür bir ses duydum.

- Müjdeler olsun ya Kâb..! diyordu.

Gözün aydınlandı, gönlüm aydınlandı. Güneş doğdu sanki içime. Koşa koşa mescide geldim, Resulallah’ın gözlerine baktım, gözleri parıl parıldı.

- Müjdelerim seni. Dedi.

- Ya Resulallah senden mi yoksa Allah’tan mı. Dedim;

- Allah’tan. dedi. Ve bu ayetleri okudu.

Resulallah’ın önünde çıktım;

- Ya Resulallah tevbemin sadakat bedeli olarak malımı bağışlamak istiyorum.

- Çocuklarına bir kısmını bırak. dedi.

O halde Hayber’de kini bırakıyorum ve gerisini bağışladım. Vallahi ben doğru sözlülüğümün kârını gördüm. Allah’ın resulünü kandıranlar Allah’ı kandıramadılar. Fakat ben Allah’ı gözettiğim için Allah’ta beni affetti. Bu sadece kendi çağında yaşanmış dramatik bir öykü değil, her çağa, bir iman inkılabının nasıl bir insan tipi yetiştireceğinin en güzel örneği. Bugün için bizim de önümüzü, ufkumuzu aydınlatan, imanın insanda nelere kadir olduğunu gösteren muhteşem bir örnek.

hatta izâ dakat aleyhimül' Ardu Bi ma rahubet o kadar ki olanca genişliğine rağmen yer yüzü onlara dar gelmiş, ve dakat aleyhim enfüsühüm dahası vicdanları da kendilerini sıkıştırmıştı. ve zannu en lâ melcee minAllâhi illâ ileyh sonunda yalnız Allah’tan başka sığınak olmadığını anladılar. Biraz önce anlattığımız öykünün kimi ayrıntılarına dikkat çeken ayetler.

sümme tabe aleyhim li yetubu ardından O’da onlara rahmetiyle yöneldi ki tevbe etsinler diye. Yani Allah onlara kendine yöneldikleri için yöneldi. Veya Allah onlara yöneldi ki, onlar da Allah’a yönelsinler. innAllâhe HUvetTevvabur Rahıym; iyi bilin ki Allah, evet, yalnızca O’dur tevbeleri kabul eden, rahmetiyle muamele eden.

Ben ayetin baş kısmını çevirirken 3 grup diye ikinci bir anlam daha söylemiştim. 3 kişi değil de 3 grup ise nasıl bakacağız; Şöyle düşünebiliriz. Şüpheli mazeret belirtenler ki 43 ile 46. ayetlerde ve 90. ayette ifade edilen kişiler, şüpheli mazeret belirten grup bir. 2.si mazeretsiz geri kalıp tevbe edenler. İşte burada görüldüğü gibi bu 3 kişi örneğinde. 102. ve 105. ayetlerde de bunlardan söz ediliyor. 3. sü ise durumları Allah’a kalmış olanlar. 106. ve 118. ayette ifade edilenler.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder