B sayfasından devam
5-) "HU"velleziy ce'aleş şemse dıyâen vel kamere nûren ve kadderehu menazile li ta'lemu adedes siniyne vel hisab* ma halekAllâhu zâlike illâ BilHakk* yufassılül âyâti likavmin ya'lemun;
O (Allâh'tır) ki, Güneş'i yaşam ışığı (enerjisi) olarak meydana getirdi; Ay'ı nûr (insanda duygusal boyutu düzenleyici kıldı, çekim gücünün etkisiyle hormonal yapı ve amigdala üzerindeki etkileri), senelerin adedini ve hesabı bilesiniz diye Ay'ı menziller sahibi olarak takdir etti... Allâh bunları Hak olarak (Esmâ'sındaki özelliklerle) yaratmıştır. Düşünebilenler için işaretlerini böyle detaylı açıklıyor. (A.Hulusi)
5 - O, odur ki Güneşi bir zıyâ yaptı Kameri bir nur ve buna menzil menzil miktarlar tayin buyurdu ki senelerin adedini ve hesabı bilesiniz, Allah, bunu ancak hak hikmet ile yarattı, bilecek bir kavim için âyetleri tafsil ediyor. (Elmalı)
"HU"velleziy ce'aleş şemse dıyâen vel kamere nûren Güneşi aydınlığın kaynağı ve ay’ı ışık yansıtıcı yapan O’dur.
Burada güneş ve ay’dan bahsedilirken dıyâe ve nûr kalıpları kullanılıyor, isimleri kullanılıyor. dıyâe ve nûr. Mesela Kur’an da dıyâe; çok maddi olan aydınlatma için kullanılır. Özü itibarıyla aydınlatan demektir. Yani bir başkasından ışık alıp yansıtan değil, özü itibarıyla aydınlatan felemma ebaet ma havle yani bir başkasına aydınlık veren. Kur’an da da kullanıldığı gibi Bakara suresinin 17. ayetinde. Fakat Nûr; dıyae’ı da kapsayan, çok daha genel, çok daha manevi, soyut, somut, cevher ya da araz olarak tüm ışık çeşitlerine denilir. Dıyae ise sadece maddi, sadece somut ışık için kullanılır. Onun için bendeniz güneş için dıyae, ay için Nûr ismini böyle çevirdim. Yani güneşi aydınlığın kaynağı, Ay’ı ise aydınlığı yansıtan yaptı.
ve kadderehu menazile li ta'lemu adedes siniyne vel hisab Yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye ona süreler takdir eden O’dur. ma halekAllâhu zâlike illâ BilHakk* yufassılül âyâti likavmin ya'lemun; bunu başka değil mutlak hakikate bir atıf olsun için yapan Allah, bilmek isteyen bir toplum için varlık ayetlerini ayrıntılı olarak açıkladı. Varlık ayetleri..! buradaki de odur zaten yufassılül âyât hangi ayetler; Ayat-ı kainat. Güneş bir ayet, ay bir ayet, onun için Kur’an burada varlığa, kainata Allah’ın bir kitabı gibi bakın diyor.
VenNecmu veşŞeceru yescudan (Rahman/6) Çünkü Allah’a boyun eğmiştir. Allah’ın talimine boyun eğmiştir. Bunlar Allah’ın takdiri önünde eğilmişlerdir. Allah’ın yasasına tabi olmuşlardır demektir.
- Ey Ebu Zer güneş nereye gitti?
- Allah’u ve Resulühu alem. Allah ve peygamberi daha iyi bilir.
- Ya Eba Zer, güneş secde etmeye gitti.
Yani güneş Allah’ın kanununa tabi olduğu için battı. Ya sen? Ya insan..! İşte ders. Resulallah Ebu Zer’e kainat kitabından ders veriyor. Kainat kitabını okutuyor. Eğer doğru okursanız Ayat-ı mestur ile ayat- meknun’un aynı şeyi söylediğini görürsünüz. Hep O’na işaret eder. Mutlak varlığa işaret eder. Hepsinden aynı sonucu çıkarırsınız. inna lillahi ve inna ileyhi raciun (Bakara/156) Sonuç bu. Allah’a aitsiniz. Tüm ayetlerden okuyacağımız hakikat aynı kapıya çıkar.
6-) İnne fiyhtilafilleyli ven nehari ve ma halekAllâhu fiys Semavati vel Ardı le âyâtin li kavmin yettekun;
Gece ve gündüzün dönüşümünde, Allâh'ın semâlar ve arzda yarattıklarında, korunmak isteyenlere nice işaretler vardır. (A.Hulusi)
6 - Elbette gece ile gündüzün birbiri ardınca değişip durmasında ve Allahın Göklerde ve yerde yarattığı kâinatta korunacak bir kavim için bir çok âyetler var. (Elmalı)
İnne fiyhtilafilleyli ven Nehar Çünkü gecenin ve gündüzün birbiri ardınca gelişi, ve ma halekAllâhu fiys Semavati vel Ard ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı her bir şey, le âyâtin li kavmin yettekun; sorumluluk bilinci taşıyan bir toplum için hakikate yapılmış birer atıftırlar.
Şimdi de ayeti bu manada çevirdim. Ayet, işaret demek, belge demek, şahit demek. Her işaret, bir hakikate işaret eder. Eğer parmak işaret ediyorsa, işaret edene değil, edilene bakılır. Ayı gösteriyorsa aya bakılır. Cama değil, camdan bakılır. Camdan bakmayıp ta cama bakıyorsanız, camdaki buğuyu görürsünüz. Camdan bakıyorsanız arkayı görürsünüz.
Bu ayetler, bunlar birer işaret, birer parmak, bir şeyi gösteriyorlar. Onun için Kur’an yalnızca müfesser değildir. Aynı zamanda müfessirdir. Kur’an varlığı tefsir eder. Kur’an kainatı tefsir eder. Kur’an insanı tefsir eder ve Kur’an işaret eder, gösterir. Gösterdiği yere gitmek, bakmak ve orda olmak..! Kur’an ın maksadı işte budur.
Burada ne diyor, gündüz ve gecenin ihtilafından söz ediyor. Ne demek? Varlığı okumak bu işte. Varlık ayetini doğru okursanız çeşitliliğin, farklılığın Allah’ın bir yasası olduğunu görürsünüz. Neden küfür var diye soruyorsanız eğer, imanı anladık ta küfür neden var. İtaati anladık ta isyan neden var. Doğruyu anladık ta yanlış neden var. Hakkı anladık ta batıl neden var diye sorarsanız, Ademi anladık ta şeytan neden var. Sevabı anladık ta günah neden var. Cenneti anladık ta cehennem neden var diye sorarsanız; Gece neden varsa bu da ondan var.
Eğer varlığın yasasını çözebilecek bir akla sahipseniz, eğer iyiyi anlamak istiyorsanız, mutlaka kötünün olması lazım. Eğer imanın bir değer olabilmesi için küfrün olması lazım. Yoksa tek şey seçilmez. İnsan iradesi seçmek için verilmiştir. Seçmek için iki şey lazımdır. Eğer seçmek söz konusu olmasaydı ödül olmazdı. Seçmediğiniz bir şeye nasıl ödül istersiniz. Aksi mümkün olmayan bir şeyin ödülü olmaz. Onun için güneşlerin konulacağı bir cennet yoktur. Güneşin secdesi ödül hak etmez. Çünkü iradeli değildir. Seçmemiştir. Statik kadere tabidir. Yalnızca insanın cenneti vardır. Çünkü seçebilir. Onun için yalnızca insanın gecesi vardır. Yalnızca insan iradeli varlıktır. Onun için isyanı cezalandırılır, itaati ödüllendirilir. İşte burada çeşitliliğin neden Allah yasası olduğunun hikmeti anlatılıyor.
7-) İnnelleziyne lâ yercune Lıkaena ve radu Bil hayatid dünya vatmeennu Biha velleziyne hüm an ayatina ğafilun;
Rücu ederek, hakikati olan Esmâ'nın farkındalığı yaşamına ermeyeceklerini sananlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin olanlar, kozalarında (beyinlerinde oluşan dünyalarında) yaşayıp işaretlerimizi değerlendiremeyenler var ya... (A.Hulusi)
7 - Onlar ki bizim likamızı arzu (veya Ümit) etmezler ve Dünya hayat ile razı olup onunla mutmain olmuşlardır ve onlar ki bizim âyetlerimizden gafildirler. (Elmalı)
İnnelleziyne lâ yercune Lıkaena şu da bir gerçek ki, bizim huzurumuza çıkmaya yüzü olmayanlar, ve radu Bil hayatid dünya vatmeennu Biha ve dünya hayatı ile yetinip onunla kendini tatmin edenler, velleziyne hüm an ayatina ğafilun; üstelik bir de hakikate yapılmış söz konusu atıfları fark edemeyenler var.
8-) Ülaike me'vahümün naru Bima kânu yeksibun;
İşte onlar kendilerinden açığa çıkanın sonucu olarak yanarak yaşayacaklardır! (A.Hulusi)
8 - İşte bunların kesibleri sebebiyle varacakları yer, ateştir. (Elmalı)
Ülaike me'vahümün naru Bima kânu yeksibun; işleye geldikleri bütün bu şeylerden dolayı onların son durağı ateştir.
Bakınız Allah’ın huzuruna çıkmaya yüzü olmayanlardan bahsediliyor. İnnelleziyne lâ yercune Lıkaena bizim huzurumuza çıkmaya yüzü olmayanlar. Evet, bu çok önemli, ve daha; ve radu Bil hayatid dünya dünya hayatıyla yetinip, bu bana yeter deyip, vatmeennu Biha tatmin olanlar. Burayla tatmin olanlar.
Tevbe 100. ayeti tefsir ederken mutluluk, tatminle ilgilidir demiştik. Küçük akıllar küçük şeyle tatmin olurlar. Deliler ve çocuklar bir şekerle tatmin olurlar. Aklın büyüklüğü tatmin olduğu şeyin büyüklüğü ile orantılıdır. Büyük akıllar büyük şeylerle tatmin olurlar. Aklın büyüklüğünün ölçüsü ise Allah’ı bildiği orandadır. Çünkü Allah’ın büyüklüğüne ne kadar vakıf olursa bir akıl o kadar büyük olur. O’na vakıf olan da cennetten aşağısıyla tatmin olmaz. Çünkü büyükten büyük istenir. Büyüğün büyük olduğunu bilmezseniz nasıl büyük isteyeceksiniz. Mümin cennetten aşağısıyla tatmin olmayan adamdır. Dolayısıyla mümin cennetten aşağısına satılmayan adamdır. Yeryüzündeki hiçbir değer bir mümini satın alamaz, mümin budur ve burada da müminin tanımı yapılmaktadır.
Dikkatinizi çekti mi, Allah’la buluşmaya yüzü olmayan derken aslında ahirete imana bir gönderme yapmıyor mu ayet. Neden Allah’la buluşmaya yüzü olmamakla başlıyor tüm kötülükler? Ahirete inanmamakla başlıyor. Çünkü ahirete iman, adalete imanın öbür adıdır. Kitabına uydurduğunuz hiçbir şeyden hesap sorulmayacağına inanıyorsanız, kitabına uydurarak yapmayacağınız şey yoktur. İşte ahiret inancı mutlak ahlakın tek garantisidir. Mutlak ahlak dedim, mukayyet ahlak değil. Peki ahirete inanmayan ahlaklı olamaz mı? İşte o mukayyet ahlaktır. Sadece kendine ahlaklı olur. O ahlakın niyetini de sorgulayamazsınız.
Küçük bir kız çocuğunu sokaktan kurtarıp bir ömür beslemek için evine alabilir. Siz de dışarıdan bakarak bravo dersiniz, ne hayır sever adam. Ama eğer yüreğinden geçirdiği o çirkin ve iğrenç niyeti hesaba katmazsınız. Onu kim bilecek? Allah bilir. İşte o niyeti gözeterek düşünmek mutlak ahlaktır.
Sadece kendi kavmine ahlaklı olanları görürsünüz. İngilizler ahlaklıdır denilir, bu bir yere kadar doğrudur. Ancak Hindistan’da, Hindistan’ı yönetirken Hintlilere karşı da aynı ahlakı koruyamıyorsa bir İngiliz valisi, bu ahlak mutlak olmamıştır. O kendine ahlaklıdır. Peki, mutlak olması için varlığın tamamına karşı o ahlakı bir standart olarak kullanması lazım. Bunun içinde ne gerekli, Allah’ı görür gibi inanmak.
“Ke inneke terahu fein lem tekün terahu fe innehu yerake.”
Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor. Görür gibi inanan ve ahirete de görmüş gibi, mutmain bir şekilde inanan. Evet, işte o zaman ahlak, mutlak hale gelir.
Ülaike me'vahümün naru Bima kânu yeksibun; İşte bunlar, işleye geldikleri bütün bu şeylerden dolayı, son durağı ateş olan kimselerdir. Neden son durağı ateş olur? Çünkü hesap vereceğine inanmayan, ahlaklı davranmaya da inanmaz. Ahlaklı davranmaz. Davranamaz ve sonu ateştir.
9-) İnnelleziyne amenû ve amilus salihati yehdiyhim Rabbühüm Bi iymanihim* tecriy min tahtihimül enharu fiy cennatin na'ıym;
İman edip imanın gereği fiiller ortaya koyanlara gelince; Rableri onlara imanlarının sonucu olan hakikati yaşatır... Naîm cennetlerinde, onların altlarından nehirler akar. (A.Hulusi)
9 - Amma iman edip güzel güzel ameller yapan kimseler, onların rabbi kendilerini imanları sebebiyle hidayetine irdirir, Naîm Cennetlerinde altlarından ırmaklar akar. (Elmalı)
İnnelleziyne amenû ve amilus salihat Ne ki; İman eden ve değer üreten kimselere gelince, amelüs salihat’ı değer üretmek biçiminde çevirdim. Salih amel, değer üretmektir. Usulü meşru, gayesi meşru, niyeti meşru bir değer üretmek. Her değer, zaten üretilen bir şeyin değer olması lazım ki Salih olsun. Eğer kötü bir şeyse ona değer denmez. Onun için ameli Salih değer üretmektir.
yehdiyhim Rabbühüm Bi iymanihim* tecriy min tahtihimül enharu fiy cennatin na'ıym; Rableri onlara imanları sayesinde zemininden ırmaklar çağlayan nimetlerle dolu cennetlere ulaşan yola yöneltecektir.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
67. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/10/21/islamoglu-tef-ders-yunus-001-02067/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder