24 Ekim 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Yunus (001-002)(67-A)




Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)

Göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden ki anlasınlar beni.

Hz. Musa’nın dilinden vahyin ölümsüzleştirdiği bu duaya amin diyerek Kur’an ülkesinin yepyeni bir sitesine, şehrine birlikte giriyoruz. Bu sitenin adı Yunus.

Yunus suresi adını 98. ayette geçen Yunus toplumundan alıyor. Taberi sure isimlerini verirken, kendi yaşadığı çağda sure isimlerinin oturup oturmadığını ele veren bir üslup kullanır. Bazı sure isimleri için aynen mesela taha suresi der. Fakat 310 yılında ölen Taberi’nin kendi çağına kadar surenin adı oturmamışsa o konuda mesela şöyle der. Es sura elleti yüzkeru fiha Yunus. Yunus’tan bahsedilen sure, söz edilen sure der. Biz anlarız ki surenin adı Taberi döneminde henüz daha oturmamış, isimleşmemiş. Bazı surelerin ismini ise hiç vermez. Oradan da anlarız ki o sureye henüz daha isim konulmamış.

Surenin içerik, üslup ve biçim olarak Mekki surelerin klasik, tipik özelliğini yansıttığını görüyoruz. Onun içinde sure Mekke’de nazil olmuş bir suredir. Her ne kadar bazı rivayetlerde sure içinde yer alan bir kaç ayetin Medine’de nazil olduğu söylenmişse de biz bunları 6. surenin başında yaptığımız kriterler, ki koyduğumuz 4 ölçü var idi.

1 – Ses kriteri. Yani fasılalara uyuyor mu. Bu Medine de nazil oldu denilen Mekki bir sure içinde yer alan ayet aynı fasılayı, aynı sesi veriyor mu, vermiyor mu.

2 – Bağlaçlar var mı. Siyak ve sibakı bağlamı, arasında bağlaç varsa nasıl Mekki surenin içinde o ayet bir başka zamanda nazil olabilir. Aynı ses varsa o ayeti oradan nasıl alabilirsiniz.

3 - Yine konu Kriteri. Aynı konuyu işliyorsa içerik olarak o ayeti oradan çıkarınca ora boş kalıyorsa, o ayete nasıl bir başka zamanda indi diyebiliriz. İşte bu kriterleri vurduğumuzda Yunus suresinin içerisinden Medine de indi diyeceğimiz herhangi bir ayetin olmadığı kanaatine varıyoruz.

Bu sure ittifakla, gerek Hz. Osman, gerek İbn. Abbas, gerek Cafer Mushaflarında ittifakla Hud suresi ile İsra suresi arasında yer alıyor. Bu da bize şunu gösteriyor; Mekke döneminin 3. bölümünde, yani son 3 ya da 4 yıllık diliminde nazil olan sureler arasında görüyoruz biz Yunus suresini.

Üslubuna baktığımızda biz Yunus suresinin tipik, belegatı anlamdan daha fazla önceleyen Mekke sureleri ile, yine tipik manayı belegattan daha fazla önceleyen Medine tipi surelerin arasında orta bir form oluşturuyor.

Konusu ise tabii ki vahiy baştan sona bu sure vahiyden söz ediyor. Huruf-u Mukadda ile, o kesik harflerle başlayan tüm sureler gibi bu sure de vahiy konusunu işleyerek söze giriyor. Surenin ilerleyen ayetlerinde vahyin her türü gündeme getiriliyor. Sadece kavli vahiy değil, fiili vahiy, kevni vahiy, ayat-ı hadisat, ayat-ı kainat, ve ayat-ı insan. Hepsi gündeme getiriliyor. Onun için adeta Yunus suresi, ayet suresi, ayât suresi, yani Allah’ın varlığına bir atıf. Allah’ın varlığına, birliğine ve insana vahiyle ikramına bir atıf olan sure diyoruz.

Bu kısa girişten sonra şimdi surenin tefsirine başlayabiliriz. Ama surenin neden söz ettiğini bize çok iyi veren sondan bir önceki ayetini hatırlatmak isterim. Belki sure, sondan bir önceki ayetinde;

Kul ya eyyühenNasu kad caekümülHakku min Rabbiküm de ki onlara, ey insanlık, ey beşer, ey insanoğlu size rabbinizden bir hakikat, bir gerçek ulaştı. femenihteda fe innema yehtediy linefsih bundan sonra, bu hakikatin ulaşmasından sonra kim doğru yolu bulursa o kendisi için doğruyu bulmuş olur. Yani sizin hidayete ermenizden Allah’ın hiçbir çıkarı yok, sizin çıkarınız vardır. O halde idrakinizi, iradenizi, aklınızı kullanın. Allah’ın size verdiği akıl nimetinin şükrünü eda etmek istiyorsanız vahiyle buluşun. Unutmayın ki akıl; sizin içinizdeki peygamber, peygamber; sizin dışınızdaki akıldır. ikisini buluşturun.

ve men dalle feinnema yedıllü aleyha (108) Kim de saparsa, Allah’tan gelen bu gerçeğe sırt dönerse, o kendi aleyhine sapmış olur. Yani Allah’a zarar vermez.

.. ve mâ zalemûna ve lâkin kânû enfüsehum yazlimûn; (Bakara/57)

Bize zulmetmediler, bize kötülük edemezler, bize zarar vermediler, veremezler. Verdikleri tüm zarar kendilerinedir diyen Kur’an ın söylediği gibi işte bu sure bu ayetin muhtevasında gördüğümüz leyt motif, bir dip akıntısı gibi bu surenin tüm ayetleri boyunca akar gider.




1-) Elif Lâââm Ra* tilke ayatül Kitabil Hakiym;

Eliif, Lââm, Ra... İşte bunlar Kitab-ı Hakiym'in (hikmet dolu hakikat BİLGİsi kaynağının) işaretleridir. (A.Hulusi)

001 - Elif, Lâm, Râ. işte bunlar o hakîm kitabın âyetleri. (Elmalı)


Elif Lâââm Ra bunlar harfler. Kur’an da ki bu harflerle, huruf-u Mukadda ismi verilen bu kesik harflerle başlayan tüm surelerde olduğu gibi bu sure de vahiy ile, vahye atıf yaparak söze giriyor. Demek ki bu harflerin ne manaya geldiğini tartışırken, bu ihtilafa girmeyeceğim. Zaten bu konuda ayrıntılı olarak Bakara suresinin başında ki Huruf-u Mukadda’yı işlerken tüm görüşleri serdetmiştim. İsteyen oraya müracaat edebilir. Ancak ben burada çok kısa bir hatırlatmada bulunacağım. Başta İbn. Abbas, Mücahit, Zemahşeri, Razi, Kurtubi ve daha birçokları olmak üzere bu harflerin işlevinin, - manasının demiyorum.- işlevinin vahyin, insanın çıkardığı bu seslerle olağan üstü bir mananın, olağan üstü bir muhtevanın bu normal seslerle, bu insani, beşeri seslerle insana ulaştırıldığını söylüyor ima ediyor. Ama her şeyden öte bunlar Kur’an ın sırrıdır. Hz. Ebu Bekir’in dediği gibi;

- Her kitabın bir sırrı vardır, Kur’an ın sırrı da huruf-u Mukadda, mukaddaat harfleridir.

Biz neticede bu harflere bir mana yüklemiyoruz. Ama bir işlev ifa ettiğini biliyoruz. O işlevin de; Ey insan Allah sana, senin konuştuğun dille konuştu. Allah ebedi hakikatleri sana tenezzül buyurdu. Nüzul, indirdi. Allah sana tenezzül ediyor ve ikram ediyor. Nüzul; insanoğluna misafirin önüne çıkarılan mükellef sofraya denilir Arap dilinde. Nüzüla, işte budur. Allah sana mükellef bir sofra veriyor, vahiy sofrası, tenezzül buyuruyor. Sen Allah’ın vahyine tenezzül etmiyorsan yazıklar olsun manasını taşır.

tilke ayatül Kitabil Hakiym; Bunlar, hikmetle dolu olan kitabın ayetleridir.

Hikmetle dolu olan kitabın ayetleri neler, bunlardan kasıt ne, tilke. Tilke neden müennes olarak geldi derseniz, cemiî olana atıf olduğu için geldi. Bu ayetler mi kastediliyor bunlarla, yoksa Kur’an ın tamamı mı diye bir soru geliyor aklımıza, daha sonraki ayetlere bakıyoruz Kur’an ın tamamının  kastedildiği sonucuna varıyoruz.

Hikmetle dolu olan kitabın ayetleri. Kitab-ül Hakîm. Eğer hikmet bir canlı için kullanılsaydı o zaman diyecektik ki; Hikmetli. Ama bir cansız için kullanıldığından dolayı içinde hikmet taşıyan manasına geldiğini anlıyoruz.


2-) Ekâne linNasi aceben en evhayna ila Racülin minhüm en enzirin Nase ve beşşirilleziyne amenû enne lehüm kademe sıdkın 'ınde Rabbihim* kalel kafirune inne hazâ le sahırun mubiyn;

İçlerinden bir ricale: "İnsanları uyar ve iman edenlere de kendileri için Rableri indînde Kadem-i Sıdk (Esmâ açığa çıkışından gelen bir şekilde tasdik) olduğunu müjdele!" diye vahyetmemiz, insanlar için çok şaşkınlık oluşturacak bir şey mi oldu? Hakikat bilgisini inkâr edenler: "Muhakkak ki bu (adam) apaçık bir büyücüdür" dediler. (A.Hulusi)

2 - İnsanlar için, içlerinden bir ere bütün insanları inzar et ve iman edenleri müjdele: kendileri için rablerinin nezdinde bir «kademi sıdık» var, diye vahy edişimiz hiç işitilmedik bir acîbemi oldu? kâfirler her halde bu bir sâhır dediler. (Elmalı)


Ekâne linNasi aceben en evhayna ila Racülin minhüm en enzirin Nase ve beşşirilleziyne amenû enne lehüm kademe sıdkın 'ınde Rabbihim

Biraz uzun oldu ama bölemezdim, manasını uzunca vermeye çalışayım:

Kendi, aralarından bir kişiye İnsanları uyar, iman edenlerin ise rableri katındaki “dürüstlük yarışmasında” diğer herkesten öne geçtiklerini müjdele diye vahy etmemiz insanların garibine mi gitti, insanları şaşırttı mı..!

Aslında bu ibarenin gramatik yapısı farklı olduğu için farklı tercümesi de mümkündür. Özellikle eğer enne nin isim ve haberini değiştirecek olursak daha farklı bir mana da verebiliriz burada ki o zaman; Bizim bunu yapmamız acayip mi oldu manası da verebiliriz. Bu şaşkınlık verecek bir şey mi manası da verebiliriz. Onun için ben standart mana vermiş oluyorum burada, ama özellikle bu ibarenin dikkatimizi çektiği çok derin bir hakikat var. O da nedir? İmanın tanımını yapıyor burada bu ayet.

Bakınız ne diyor; kademe sıdkın dürüstlük yarışında öne geçmek. Bu çok önemi bir şey. Demek ki dürüstlük yarışında önde olmak, iman o dur. Allah’ın bizden istediği o dur. Onun içinde iman sadakattir. İman sebkattir. Sadakat gösteren sabık olur. Yani hem kadim olur, hem öne geçer. Çünkü sadakat, kalıcı olandır. Ezeli ve ebedi olan sadakattir. Onun için;

ve beşşirilleziyne amenû enne lehüm kademe sıdkın 'ınde Rabbihim işte bu. İnsanları uyar burada. İman edenlerin ise Rableri katındaki dürüstlük yarışında herkesten öne geçtiklerini müjdele diye vahy etmemiz diyor. Demek ki rabbimiz imana böyle bir tanım getiriyor. Dürüst olmayanın imanı ne ola ki. Sıddıyk olmadan mümin olunabiliyor mu acaba. Aslında Allah’a iman; sadık olmak, Allah’a sadakat değil midir. Aslında küfür ihanet değimlidir. Küfreden hain olmaz mı. Allah’a ihanetin öbür adı değil mi, burada söylenen o değil mi. İşte Kademe sıdkın kalıbı üzerinde ne kadar da durulsa yeridir diyorum ve burada Allah imanın bir boyutunu gündeme getiriyor. Sadakat boyutu.

kalel kafirune inne hazâ le sahırun mubiyn; Küfre gömülüp gidenler bir de utanmadan, dikkat edin; inne hazâ le sahırun mubiyn; dikkat edin bu var ya düpedüz bir büyücüdür dediler. El kafirun’u; küfre gömülüp gidenler dedim. Çünkü birine bir şeyi bir vasfı isim olarak verebilmeniz için, o vasfın manasıyla dolu olması lazım. O vasıf onda bir isim halini alması lazım. O vasıfla muttasıf olması lazım. Onun için birine kafir dememiz için onun nankörlüğü bir ahlak haline getirmesi lazım. Allah’a nankörlüğü onun için bu manayı verdim. Ne demişler utanmadan; bu bir büyücü demişler. Kim için; Resulallah için demişler.

Bakınız İslam vahyine karşı tüm inkarcı toplumlar 4 tavır alırlar.

1 - Önce suskunluk. Birinci tavır budur. İttifakla suskunluk. Görmezden gelirler, duymazdan gelirler, aldırmazlık yani mahkum ederler. Susmaya mahkum ederler. Onda başarılı olamazlarsa;

2 – İkinci safhası vardır. O da nedir; Alay. Onda da başarılı olamazlarsa:

3 – 3. safhaya geçerler. O da nedir ki 3. safha, bu da iftira. İşte bu ayet 3. safhanın, 3. taktiğin küfür taktiğinin bir ifadesi.

4 – 4. safha zulüm ve cana kasıt. Artık işkence.

İşte burada 3. safhayı görüyoruz. İftira ediyorlar. Ne diyorlar; Büyücü diyorlar. Sahır diyorlar. İlginçtir, herhangi bir büyüsüne rast gelmişler mi? Çok ilginç Resulallah’ın herhangi bir büyüsünü görmüşler mi? Veyahut ta neyi örnek gösteriyorlar, birine büyücü demeniz için onun epey bir sihir ortaya koyması lazım. Çok ilginç. Neyi örnek gösteriyorlar biliyor musunuz? Resulallah’ın ömrü boyunca olağan üstü bir olayı duysalar, şahit olsalardı eğer, ona büyü diyeceklerdi. Fakat hiç ne duyulmuş ne görülmüş olsa gerek ki baba ve anneyi evladından ayırıyor diyorlar. Tek gösterebildikleri örnek bu. Demek ki olağan üstü bir şeye rastlamıyorlar. Bu da bu Kur’an ın Resulün mucizesi en büyük mucizesi olduğunu gösteriyor.

İşte ona öyle diyorlar, baba ve anneyi evladından ayırıyor. 19. ayet buna bir cevaptır. Bu surenin 19. ayeti onların bu iftiralarına bir cevaptır, böyle okunmalıdır.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder