Sevgili Kuran dostları, bugün dersimize Tevbe suresinin 61. ayeti ile devam edeceğiz. Geçen dersimizde 60. ayet, zekatın verileceği 8 sınıfla ilgiliydi ve kısaca onu açıklamıştık. Aslında zekat bahsi de içinde olmak üzere bütün bu pasajların içinde bulunduğu tevbe suresi, hicretin 9. yılında pey der pey 3 ayrı mahalde, 3 ayrı sebebe binaen nazil olmuş ve o yılın özelliklerini yansıtan bir sure. Onun içinde bugün işleyeceğimiz ayetleri anlamak için gayret sarf ederken, anlatırken ve anlarken daima göz önünde bulunduracağımız şey, bu ayetlerin zaman ve zemin içinde hangi yerde durduğu olgusudur.
61-) Ve minhümülleziyne yü'zünen Nebiyye ve yekulune huve üzün* kul üzünü hayrin leküm yu'minu Billâhi ve yu'minu lil mu'miniyne ve rahmetün lilleziyne amenû minküm* velleziyne yü'zûne RasûlAllâhi lehüm azâbün eliym;
Onlardan bazıları da En Nebi'ye (Hz.Rasûlullâh'a) eziyet ederler ve: "O, her duyduğuna (aldığı vahye) inanan biri" derler... De ki: "Size hayır ulaşsın diye (vahye) kulak verendir! Esmâ'sıyla onların hakikati olarak Allâh'a iman eder, iman edenlere inanır ve sizden iman etmişlere de bir rahmettir"... Allâh Rasûlünü incitenlere gelince, onlar için acı bir azap vardır. (A.Hulusi)
61 - Yine içlerinden öyleleri var ki Peygamberi incitiyorlar ve «o her söyleneni dinler bir kulak» diyorlar, de ki: sizin için bir hayır kulağıdır, Allaha inanır, müminlere inanır ve iman edenleriniz için bir rahmettir, Allahın Resulünü incidenler için ise elîm bir azab vardır. (Elmalı)
Ve minhümülleziyne yü'zünen Nebiyye ve yekulune huve üzünün Yine o iki yüzlüler, münafıklardan söz ediliyordu yukardan beri. Özellikle 59-58-57. ayetler. Münafıkların tavır ve tabiatları üzerine bir takım tespitler yapıyordu. İşte onlara atıf olarak bu ayette görülüyor ki, yine o iki yüzlüler aslında; “her sözü dinleyen son bir kulaktır o” diyerek peygamberi rencide eden kimseler vardı. Ne diyorlar, üzünün. Kulak. Tabii ki bunu bir alay konusu yaparak söylüyorlar. Onu tahkir olarak söylüyorlar. Küçümseme ve istihza olarak söylüyorlar. Ama Resulallah’ın kulak olması, iki ayaklı bir kulak olması gerçekte ne anlama geliyor.
Aslında insana verdiği değerin, insanı kaale almanın, insanı önemsemenin bir ifadesi olarak Resulallah, sözü olan herkesin sözünü dinliyordu. Neden mi, çünkü o yıllar önce, Mekke döneminin sonlarında bu konuda kesin bir Kuranî ilkeyle bağlanmıştı. İşte o ilkede müminlerin özellikleri, özellikle akıllı insanların özellikleri sayılırken şöyle buyruluyordu;
Elleziyne yestemi'unel kavle feyettebi'une ahseneh (Zümer/18)
Bu ayette; Onlar sözün tamamını dinlerler fakat en güzeline, en iyisine uyarlar.
Bu harikulade ilke. İnsanlık yaşadıkça yaşayacak olan ve insanlığın en değişmez değerlerinden birini teşkil eden bu harika ilke, Resulallah’a yıllar önce bir talim olarak adeta gönderilmiş, o da bununla amel etmişti. Davranışlarını, tavırlarını bu ilkeye göre belirlemişti. O sözün tamamını dinler, yalnızca güzeline uyardı. Konuşan kim olursa olsun, isterse bir çocuk olsun kendisine seslenen birini duyduğunda başını dönmemek şöyle dursun, yalnızca başını bile çevirmez, yalnızca omuzlarını çevirmez, bütün vücudunu kendisi ile konuşan kimseye çevirirdi. İsterse bir çocuk olsun. Böylesine bir saygı, böylesine insana değer verme. İşte bunun için onu suçlama konusu yaptı ikiyüzlüler. O bir kulaktır. Dediler.
kul üzünü hayrin leküm De ki; Öyle ama sizin için hayırlı bir kulaktır. Tamam kulaktır, dinliyor. Fakat onun dinlemesi sizin hayrınıza. O sizi dinlemeyebilirdi. Ama bu size değer vermediği anlamına da gelirdi o zaman. Onun için siz kendi hayrınıza olan bir şeyini mi eleştiriyorsunuz. Şimdi siz kimi, neyle suçluyorsunuz. Suçladığınız konuyu iyi düşündünüz mü. Siz Muhammed A.S. ı iyi bir insan olmakla mı suçluyorsunuz. Aslında böyle bir paradoksa dikkat çekiyor.
Bu itham sadece Resulallah’ın dinlemesini değil, geçmiş müfessirler arasından her dinlediğine, her duyduğuna inanması biçiminde yorumlanmış. Bir takım rivayetlerin yedeğinde fakat bu bir meziyet olamaz. Her duyduğuna inanmak akıllı insanların işi olmaz, olamaz. Onun için Resulallah her duyduğuna inanan değil, ama konuşanı dinleyen, sözü olanı dinleyen, söze kulak veren bir insan. Onun için böyle bir yaklaşımın doğru olması mümkün değildir.
Fakat bu ithamın altında şöyle bir vahyin kaynağına yönelik şöyle bir itham da yatıyor. Olabilir ki bu yorum doğru bir yaklaşımdır; O vahyin kaynağına yönelik olarak tabii bu itham, O bir takım sanrılar duyuyor, haşa halisünasyonlar görüyor, kendisine vahiy geldiğini sanıyor. Onun içinde gördüğü bu halisünasyonlar tabi,i ki haşa vahiy sanıyor biçiminde vahyin kaynağını inkara yönelik ciddi bir itham olması mümkündür ki, bir boyutuyla da öyle gözüküyor.
yu'minu Billâhi ve yu'minu lil mu'miniyne ve rahmetün lilleziyne amenû minkümyu'minu Billâhi ve yu'minu lil mu'miniyn müminlere ise güvenir. ve rahmetün lilleziyne amenû minküm üstelik içinizden imanda sebat edenler için bir rahmet, bir merhamet pınarıdır. Bir merhamet denizidir. Aslında ayetin bu cümlesi, önceki cümleleri daha bir açıkladı. Neden dinler sorusuna o Allah’a iman ettiği için müminlere de güvenir. Allah’a inanır, müminlere ise güvenir, ki yani peygamber. Kuran diyor ki O Allah’a inanır
Aslında burada ilginçtir iman tem teolojik, akidevi anlamıyla iman etmek hem de ahlaki anlamıyla güvenmek. İki anlamıyla birden ifade edilmiş. Hem iman hem güven, hem inan demektir. İnançtır, ama güvendir de. Kişi Allah’a iman ediyorsa, güvendiği için iman eder. Bu Allah’a güveniyorum demektir aynı zamanda.
Fakat bugünkü insanın, günümüz Müslüman’ının imanı böyle bir iman mıdır. Belki günümüz mümininin em büyük açmazı, en büyük problemi, güvenmediği Allah’a iman ediyor görünmesidir. Bu iman, iman olmamaktadır. Bu iman getirisi olmayan bir imana dönüşmektedir. Bu iman sahibine hayretmemektedir. Çünkü Allah’a güvenmeden. İman iddiasında bulunmak aslında gerçekten çok boş bir iddia olur. “Ya rabbi sana inanıyorum, fakat güvenmiyorum.” Diyen bir insan düşünebiliyor musunuz.
Aslında böyle demiyor ama, tavır ve davranışları tamamen bunu gösteriyor. Güvenmediğini gösteriyor. “Ya rabbi sen benim için en güzelini düşünürsün. Senin rızana ram oldum. Benim için ne takdir buyurmuşsan, ben de onu dilemek istiyorum. Senin, benim için istediklerini ben de istemek istiyorum.” Diyebilmek. Güvenmek işte bu. Onun için Allah’a böylesine iman etmiş bir mümin, müminlere de inanır, güvenir. İnanır ve güvenir çünkü güvenilmeyi ister. Başkalarından güven bekleyen, başkalarına güvenmek durumundadır.
velleziyne yü'zûne RasûlAllâhi lehüm azâbün eliym; Allah’ın elçisini rencide edenlere gelince, onları pek acı bir azap beklemektedir.
Bu ithamın vahyi bir sanrı, bir halüsinasyon, bir yalancı görüntü, yalancı duyum, sahte duyum gibi algılayan, anlayan münafıkların Resulallah’a aslında bir hakaretleri, onu rencide eden vahyin kaynağına yönelik bu itham, onu rencide eden bir itham olarak nitelendiriliyor. Çünkü münafık, maskeli insan, mümin gibi göründüğü halde yüreğinde inkarı taşıyor. Yüreğinde taşıdığı bu inkar, aslında vahyin kaynağına olan güvensizliktir.
62-) Yahlifune Billâhi leküm liyurduküm* vAllâhu ve RasûluHU ehakku en yurduhu in kânu mu'miniyn;
Gönlünüzü hoş etmek için, Esmâ'sıyla onların hakikati olan Allâh namına yemin ederler... Eğer iman edenler olsalardı, (bilirlerdi ki) razı edilmesi gereken (Esmâ'sıyla hakikatleri olan) Allâh ve Rasûlü'dür! (A.Hulusi)
62 - Size gelirler rızanızı celp etmek için Allaha yemin ederler, eğer bunlar mümin iseler daha evvel Allahın ve Resulünün rızasını düşünmeleri icap eder. (Elmalı)
Yahlifune Billâhi leküm liyurduküm Onlar sizi hoşnut etmek için size Allah adına yeminler ederler. Onlar; iki yüzlüler. Sizi hoşnut etmek için liyurduküm bu çok önemli. Kimi hoşnut etmek için, eğer Allah’ı hoşnut etmek için dvransalardı münafık olmayacaklardı. Fakat ilginç olan şu ayette, insanı hoşnut etmek için Allah adına yemin ediyorlar. Burada herkesi kullanmak gibi iğrenç bir tavır sergiliyorlardı. Allah’ın adını sahtekarlıklarında bir imza olarak kullanıyorlar, bir belge olarak. Öbür taraftan Allah adına yemin ederken insanı razı edip Allah’ı düşünmüyorlar. Yani Allah’ın gördüğüne iman eden biri, Allah adına insanı razı etmeye yemin eder mi.
O halde münafıklığın temelinde en büyük problem aslına Allah inancına yöneliktir. Münafığın yüreğinde Allah inancı yaralanmıştır. Onun için münafıktır. Onun için,
İnnel münafikıyne fidderkil' esfeli minennar (Nisa/145)
Ateşin en tabanında, en aşağısında yer bulmıştur Kuran’ın ifadesiyle.
vAllâhu ve RasûluHU ehakku en yurduhu in kânu mu'miniyn; Oysaki daha öncelikli bir görevleri var, Allah’ı hoşnut etmek, O’nun elçisini de tabii ki yürekten inançlarsa eğer.
Çok hoş bir nükte var burada vAllâhu ve RasûluHU ehakku en yurduh sözcüğünün, ibaresinin sonunda bir zamir var. Bu zamir tekil bir zamir. Hu, O. Fakat kendisinden önce iki isim var. Allah ve Resul. Fil kurallarına göre bu zamirin tekil değil, tensiye, ikili zamir olması, yani en yurduhum olması gerekirdi fakat çok ilginçtir, dil kurallarını zorlayan bir yapıda gelen bu ayet, tevhit ilkesi üzerinde ki aşırı hassasiyetin çok tipik örneklerinden biridir. Allah ve Resulü tabii ki daha layıktır, ama kim razı edilmelidir? Allah.
Oradaki Hu tekil zamiri kendisinden önce Resul ve Allah isimleri olmasına rağmen hemen önceki Resule değil, daha önceki, dil kurallarını da aşan bir kuralla, daha önceki yani, dil de akaide, dilde tevhide bağlıdır. Dolayısıyla tevhid kuralı dil kuralının üzerine çıkarak o zamir doğrudan Allah’a gider. Dolayısıyla şunu görüyoruz burada, çok hassas, Kuran tevhit ilkelerini korumada çok hassas. Orada Resulallah’ı da razı etmeyi içine alan bir ikili zamir kullansa ne lazım gelir diyebilirsiniz. Ne olur diyebilirsiniz. Ama bize bir şeyi öğretiyor, bize bir hassasiyeti öğretiyor. Yani insan eyleminin tek amacının Allah olması gerektiği ve peygamberin eylemlerinin amacının da Allah rızası olduğunu. Dolayısıyla peygamberi önder olan müminlerin de tek hedef olarak rızayı ilahi’yi hedef edinmelerini öğütlüyor.
Burada hemen bir şeyi hatırlatıyor bana. Bir sahih hadiste Resulallah’ın kendisini ve Allah’ı aynı zamir içinde anan bir adamı nasıl azarladığını ve bir daha bir zamir içinde Allah ile beni aynı zamirde anma diyerek nasıl azarladığını Hatırlıyorum. Demek ki rabbimizin verdiği bu mesaj üzerinde Resulallah’ta titriyor ve bu konuda etrafındaki insanları uyarıyor.
Ne olur ki sorusu yine sorulabilir. Hiçbir şey olmayabilir. Ama unutmayalım geçmiş toplumlar, geçmiş ümmetler bu konuda gevşeklik gösterdikleri için peygamberlerini, azizlerini, velilerini putlaştırdılar. Aslında bu sevgili efendimizin;
- “Beni yerimden etmeyin, beni insan ve elçi. Kul ve elçi olarak görün.” Fe innema ena abdun ben yalnızca bir kulum. Fe kulu Abdullahi ve rasuluhu..! Deyin ki Allah’ın kulu ve elçisi. (Buhari, hudut, 31 vd) mesajına denk düşüyor.
in kânu mu'miniyn; Evet, tabii ki yürekten inanıyorlarsa. Böyle yapsınlar. Sırf Allah’ı gözetsinler, Allah’ın rızası için yapsınlar.
İnsan bir eylemi yaparken iki soru sorar. Ya el ne der, ya Allah ne der. Eğer Allah ne der yerine falan ne der, insanlar ne der sorusunu onu nakzeder biçimde geçirmişse, Allah’ın ne dediği önemli değil ama insanların ne der dercesine, insanların ne diyeceğini Allah’ın ne diyeceğinin önüne almışsa o insan tanrısını değiştirmiş demektir. O insan eylemlerinin ufkuna Allah yerine insanı yerleştirmiştir. Bu böylesine büyük bir tehlikedir.
63-) Elem ya'lemu ennehu men yuhadidillâhe ve RasûleHU feenne lehu nare cehenneme haliden fiyha* zâlikel hızyül azıym;
Hâlâ bilmediler mi ki, kim Allâh ve Rasûlüyle zıtlaşırsa, onun için sonsuza dek yaşayacağı cehennem ateşi vardır... İşte aziym rüsvalık budur! (A.Hulusi)
63 - Ya, henüz şunu bilmediler mi?. Her kim Allah ve Resulüne yarış etmeğe kalkarsa ona muhakkak Cehennem ateşi var ebedi onda kalmak üzere, işte rüsvalığın büyüğü o. (Elmalı)
Elem ya'lemu ennehu men yuhadidillâhe ve RasûleHU feenne lehu nare cehenneme haliden fiyha yoksa onlar bunu bilmiyorlar mı ki; Kim Allah’a ve O’nun elçisine karşı gelirse işte o, içinde daimi kalmak üzere cehennem ateşine atılır. zâlikel hızyül azıym; en dehşet onursuzluk ta budur.
Zâlikel hızyül azıym; en dehşet onursuzluk, en dehşet..! hızyül azıym; daha nasıl olsun. Neden Allah rızasının yerine insan rızasını geçirmek en dehşet onursuzluk oluyor ki? Diye sorabilirsiniz. Allah rızasının yerine insan rızasını geçirirseniz, kendi hemcinsinizi tanrılaştırmış olursunuz. Bu sadece tanrılaştırdığınıza zulmetmek anlamına gelmez. Bu en büyük zulmü kendinize, yani tanrılaştırana yapmış olur. Kendinize yapmış olursunuz. Çünkü tanrılaştırdığınızın altında ezilirsiniz. Eğer insanı Allah yerine koymaya kalkarsanız zihin ufkunuzda, hayat tasavvurunuzda, bilinç ufkunuzda siz artık kategorik olarak altına düşersiniz.
Dolayısıyla ya taşı, ya eşyayı, ya parayı, ya şöhreti tanrılaştıranlar, kategorik olarak, onur olarak onun da altında dururlar. Çünkü hiçbir zihin tanrılaştırıldığı ile yan yana durmaz. Kendisini mutlaka onun aşağısına koyar. İnsanı tanrılaştıran, kendisini insanlıktan etmiştir. Taşı tanrılaştıran, serveti tanrılaştıran, servetin aşağısına düşmüştür. Onun için bu onursuzluk, bu en büyük bu en dehşet onursuzluk değil de nedir?
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
64. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/09/30/islamoglu-tef-ders-tevbe-061-08064/ bulabilirsiniz,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder