a sayfasından devam.
Rahman, Rahıym olan Allah adına.
Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına. Merhameti kainatı kuşatmış
olan, varlığı merhametle var etmiş olan ve varlığın içerisinde bilinçli ve
iradeli bir biçimde kendisini tercih edenlere çok özel merhamet edecek olan,
Rahym ismi ile tecelli edecek olan Allah’ın adıyla. Her bildiri bir otoritenin
adıyla okunur, sen ilahi bildiri olan kelamı Allah’ın adıyla oku ey kul
demektir zımnen.
1-) Lem yekünilleziyne keferu min ehlil Kitabi
velmüşrikiyne münfekkiyne hattâ te'tiye hümülbeyyinetü;
Ehl-i
Kitap'tan ve müşriklerden hakikat bilgisini inkâr edenler, kendilerine o
beyyine gelinceye kadar (sapkınlıklarından) ayrılacak değillerdi. (A.Hulusi)
1 - Ehli
kitab ve müşriklerden o küfredenler: infilâk edecek değildi gelinciye kadar
kendilerine beyyine. (Elmalı)
Lem yekünilleziyne keferu min ehlil Kitabi
velmüşrikiyne… münfekkiyne hattâ te'tiye hümülbeyyineh bölemedim,
tercüme edeceğim ama bölerek edemedim doğrusu, onun için önce böldüm sonra
bölmeksizin ayeti bitirdim. Toparlamam herhalde biraz zor olacak ama deneyeyim. Lem yekünilleziyne keferu min ehlil Kitab
kafirlerden, inkarda ısrar edenler. Aslında
elleziyne keferu nun vurgusu bu, çünkü mazi. elleziyne keferu onlar küfrettiler yani küfürde direndiler,
küfürde ısrar ettiler, küfrü ahlak haline getirdiler belki. İnkarda ısrar
edenler, küfürde ısrar edenler ister kitap ehline, ister müşriklere mensup
olsunlar yani fark etmez. Kitaplılardan veya kitapsızlardan. Kafirler
kitaplılardan da olur demek bu kitapsızlardan da. Kitaplı kafir olunur mu
diyeceksiniz. Zaten ayetin bize sorgulamak istediği şey de bu. Hem kitaplı hem
kafir. Çok ilginç. Yani kitapsız kafirleri anladık ta kitaplılar niye kafir
oluyor. Aslında zımnen bize sordurmak istediği soru bu.
Hangisinden olursa olsun
kendilerine hakikatin apaçık delilleri hattâ te'tiye hümülbeyyineh gelinceye dek
dışlanacak değillerdi. Alternatif manalar olabilir tabii ki. Çünkü bu surenin
ilk üç ayetini bazı müfessirler Kur’an ın en zor ayetleri ilan etmişler. Tefsir
tarihimizde ve müfessirlerimiz arasında ilk üç ayetin nasıl olduğunun
anlaşılması gerektiğine ilişkin çok derin ihtilaflar zuhur etmiş. Bu
ihtilafların kökeninde de, temelinde de bir kelime yatıyor münfekkiyn kelimesi. Bu nasıl anlaşılacak?
Kur’an ın en zor ayetleri diyen
müfessirlerimiz var. Münfekkiyn kelimesi eksen ihtilafta, yani nasıl
anlayacağız bu ihtilaf Kur’an ın kendisinden kaynaklanmıyor, Kur’an ın bir
kısmının muhkem, bir kısmının müteşabih olduğunu biliyoruz. Fakat Kur’an ın
müteşabihliği asla hatipten kaynaklanmıyor. Çünkü hiçbir hatip anlaşılmasın
diye söz söylemez, anlaşılsın diye konuşur. Ağzını açan anlaşılmayı ister. Men
feteha femehu galebe fehmehu ağzını açan anlaşılmak ister Haydeger in dediği
gibi. Dolayısıyla Allah’ta anlaşılmayı ister anlaşılmasın diye konuşmaz.
O zaman geriye kaldı hatipten
kaynaklanmıyorsa hitap ve muhatap. Hitaptan kaynaklanabilir mi? Bu da ikiye ayrılır. O zaman bu ikiyi
müteşasbih bazında ayıracaksak eğer izafi müteşabihlik ve hakiki müteşabihlik
diye. Hitaptan kaynaklanan hakiki müteşabihlik ahiretle ilgili ayetlerle olur.
Çünkü ahiret mecazi anlatım kullanılmadan anlatılamaacak bir hakikattir. Çünkü
güzelliğin üretildiği merkezdir cennet. Ahiret gaybdır, gaybı müşahede alemine,
şahadet alemine indirmek için mutlaka beşerin konuştuğu dilin içine koymak
lazım. Onun içinde beşerin bildiği
şeylerden yola çıkarak anlatacaksınız. Yani sedirler diyeceksiniz, divanlar
diyeceksiniz, bahçe diyeceksiniz ağaçlar diyeceksiniz sular ırmaklar
diyeceksiniz. Evet tabanından ırmaklar çağlayan cennet.
Ama ne ırmak bizim bildiğimiz
ırmağa, ne sedir bizim bildiğimiz sedire, ne ağaç bizim bildiğimiz ağaca, ne
bahçe bizim bildiğimiz bahçeye benzer. Asla hiçbiri bizim bildiklerimize
benzemez. Biz sadece benzetme yoluyla anlarız.
küllemâ ruziku minhâ min semeratin rızkan
kalû hâzelleziy ruzıknâ min kablu ve utû Bihî müteşabiha. (Bakara/25)
öyle diyor ya rabbimiz bakara suresinde. Ne zaman cennetliklerin önüne cennet
meyveleri ikram edilse, çıkarılsa diyecekler ki bizim gözümüz bir yerden bunu
ısırıyor. Daha önce galiba biz bir yerlerde bunu yemiştik dünyadayken
hatırlayacaklar. Ve cevap şu; Hayır, sizin yediğiniz bu değildi ve utû Bihî müteşabiha. Onlara benzer
gösterildi. Yani sadece bir yönüyle benzettiniz. Belki biçim yönüyle sadece bu.
Ama ne tadı, ne kokusu ne rengi ne muhtevası hatta. Benzemez dolayısıyla o
başka bir şey. İşte müteşabihlik eğer hitaptan kaynaklanıyorsa gaybi
meselelerin anlatımında olur o da mecburdur, zorunludur kul için. Allah için
değil çünkü kul zihni böyle çalışır. Allah zihnin çalışma yasalarını böyle
koymuştur.
İkincisi itibari olan, izafi olan
müteşabihlik ki işte burada da muhataptan kaynaklanan müteşabihliği görüyoruz.
Muhatabın iki şeye uzaklığından kaynaklanır bu da. Ya hatibe uzaklığından, ya
da hitaba uzaklığından. Hatibe uzaklığını nasıl aşar? İman ile ikan ile
ferasetle basiretle ibadetle iz’an ile teslimiyetle irfan ile ihsan ile. İmanla
başlayan bu silsile tamamlandığında tıpkı gaybi meselelerde olduğu gibi iman
ederek aşar müteşabihliği.
İkincisinde ise ilimle aşar. İlim
ve irfanla. Nasıl? Arapça’yı bilecek, dili bilecek, Kur’an ın yapısını bilecek,
üslûb-ul Kur’an ı bilecek, Kur’an ın adetini bilecek. İbn. Aşûr’un
isimlendirmesiyle Adat-ul Kur’an ı bilecek. Yani Kur’an ı çok iyi bilecek.
Ulûm-ul Kur’an ı bilecek, Kur’an ilimlerini. Kur’an ayetlerinin tek tek nerede
durduğunu bilecek. Kur’an ın bütünü içerisinde mesajın bastığı yeri bilecek.
Mesajın başının durduğu yeri bilecek, manayı bilecek, maksadı bilecek, lafzı
bilecek. Bunlar arasındaki koordinatları bilecek. Sünneti bilecek, Kur’an ın
uygulanmasını bilecek. Yani bilgiyle. Eğer bunlarla aşabilirse bazı
müteşabihler muhkeme dönüşürler. Onun için ilim ehli nezdinde muhkem olan,
cahiller nezdinde bazen müteşabih olabilir.
İşte bu çerçeve de düşünecek
olursak bu ayetlerde dibine daldıkça ilim ehli nezdinde muhkemleşir. Burada
münfekkiyn kelimesi ihtişlafın merkezini oluşturuyordu müfessirlerin
ihtilafının. Birincisi kendi inançlarından kopacak değillerdi şeklinde
anlaşılabilir. Yani kopmak manası verilebilir Müfekkiyn e. Çünkü infikâk;
parçalanmak, bölünmek, kopmak, kırılmaktır aslında. Ama bu manayı bağlam
desteklemiyor, iç ve dış bağlam da desteklemiyor.Metin içinde desteklemiyor.
İkincisi onun geleceğini ilan
etmekten geri durmadılar manasını da verenler olmuş zaten yine müfekkiyn e
başka mana. Bu takdir gerektiriyor. Eğer biz tefsirde takdir etmeksizin metne
herhangi zihni bir ilave kelime koymaksızın metnin kendisiyle anlayabiliyorsak
muradı ilahiyi takdir yapmamak lazım. Şahsen fakirin tabi usul de budur. Takdir
son çare olarak düşünülmelidir. Çünkü Kur’an kendi içerisinde bir bütündür ve
kendi kendine yetmektedir bizim onu anlamamız gerekiyor. Onun içine onda
olmayan kelimeler idhal ederek anlamamız değil. Çünkü Kur’an bir şeyi öyle
söylediyse o söylemde de bir mesaj vardır. Temelde usul bu olmalıdır.
Onun geleceğini ilan etmekten
geri durmadılar manasını tercih edenler olmuş ama benim tercihim verdim mana ki
bu İbn ül Cevzi’nin verdiği mana. İbn-ül Cevzi en doğru manayı vermiş diye
düşünüyorum Enfal/42. ayeti ışığında anlamak lazım bunu;
liyehlike men heleke an beyyinetin ve yahya
men hayye an beyyinetin. (Enfal/42) helak olan bir delille helak
olsun, dirilecek olanda bir delille dirilsin diye.
Ne kadar muhteşem değil mi. Yani
delilsiz ne diriliş olur, ne helak olur. Delilsiz hiçbir şey olmaz. Delili
olmayanın çek kuyruğundan diyor yani amiyane tabirle Kur’an. Eğer inkar
ediyorsan delille inkar et. Bilimsellik nedir? İlmilik nedir şimdi. Bu ayet
kapı gibi bize ilmiliğin aslında tarifini yapmıyor mu. Bir şeyi benimsiyorsan,
kabul ediyorsan delil ile kabul et inkar ediyorsan da delil ile inkar et. Yok
inanmıyorum. Niye inanmıyorsun? Keyfim öyle istedi. Yani gâvurluğun da bir
abdesti olur diyor Kur’an, gâvurluğun da bir adam gibisi olur diyor. yani eğer
birileri gâvurluk yapacaksa,kafirlik yapacaksa ki girişinde söyledi delil ile
yapsın, bir delil getirsinler. Biz inkâr ediyoruz delilimiz de şu desinler. Ama
delil getiremiyorlarsa iman etsinler. Zaten delil aramaya kalksa insan iman
ederdi. Delil arama imanın kapısına getirir insanı.
Onun için Kur’an ile kilise
arasında ki farklılık budur. Kilise önce inan sonra düşünürsün. Kur’an ise önce
düşün, sonra inan der. Önce düşün, önce delili bul sonra inan. Onun için biz
delile iman ederiz aslında, bizim imanımız delile imandır, bizim imanımız körü
körüne iman değildir. Kur’an muhatabını körü körüne imana çağırmaz. Zaten
surede budur, beyyine suresi adı üstünde, belge suresi, açık delil suresi.
Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
Beyyine suresini toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder