11 Ekim 2014 Cumartesi

İslamoğlu Tef. Ders. BEYYİNE SURESİ (01-01) (195-A)b



a sayfasından devam.


Rahman, Rahıym olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına. Merhameti kainatı kuşatmış olan, varlığı merhametle var etmiş olan ve varlığın içerisinde bilinçli ve iradeli bir biçimde kendisini tercih edenlere çok özel merhamet edecek olan, Rahym ismi ile tecelli edecek olan Allah’ın adıyla. Her bildiri bir otoritenin adıyla okunur, sen ilahi bildiri olan kelamı Allah’ın adıyla oku ey kul demektir zımnen.


1-) Lem yekünilleziyne keferu min ehlil Kitabi velmüşrikiyne münfekkiyne hattâ te'tiye hümülbeyyinetü;

Ehl-i Kitap'tan ve müşriklerden hakikat bilgisini inkâr edenler, kendilerine o beyyine gelinceye kadar (sapkınlıklarından) ayrılacak değillerdi. (A.Hulusi)

1 - Ehli kitab ve müşriklerden o küfredenler: infilâk edecek değildi gelinciye kadar kendilerine beyyine. (Elmalı)


Lem yekünilleziyne keferu min ehlil Kitabi velmüşrikiyne… münfekkiyne hattâ te'tiye hümülbeyyineh bölemedim, tercüme edeceğim ama bölerek edemedim doğrusu, onun için önce böldüm sonra bölmeksizin ayeti bitirdim. Toparlamam herhalde biraz zor olacak ama deneyeyim. Lem yekünilleziyne keferu min ehlil Kitab kafirlerden, inkarda ısrar edenler. Aslında elleziyne keferu nun vurgusu bu, çünkü mazi. elleziyne keferu onlar küfrettiler yani küfürde direndiler, küfürde ısrar ettiler, küfrü ahlak haline getirdiler belki. İnkarda ısrar edenler, küfürde ısrar edenler ister kitap ehline, ister müşriklere mensup olsunlar yani fark etmez. Kitaplılardan veya kitapsızlardan. Kafirler kitaplılardan da olur demek bu kitapsızlardan da. Kitaplı kafir olunur mu diyeceksiniz. Zaten ayetin bize sorgulamak istediği şey de bu. Hem kitaplı hem kafir. Çok ilginç. Yani kitapsız kafirleri anladık ta kitaplılar niye kafir oluyor. Aslında zımnen bize sordurmak istediği soru bu.

Hangisinden olursa olsun kendilerine hakikatin apaçık delilleri hattâ te'tiye hümülbeyyineh gelinceye dek dışlanacak değillerdi. Alternatif manalar olabilir tabii ki. Çünkü bu surenin ilk üç ayetini bazı müfessirler Kur’an ın en zor ayetleri ilan etmişler. Tefsir tarihimizde ve müfessirlerimiz arasında ilk üç ayetin nasıl olduğunun anlaşılması gerektiğine ilişkin çok derin ihtilaflar zuhur etmiş. Bu ihtilafların kökeninde de, temelinde de bir kelime yatıyor münfekkiyn kelimesi. Bu nasıl anlaşılacak?

Kur’an ın en zor ayetleri diyen müfessirlerimiz var. Münfekkiyn kelimesi eksen ihtilafta, yani nasıl anlayacağız bu ihtilaf Kur’an ın kendisinden kaynaklanmıyor, Kur’an ın bir kısmının muhkem, bir kısmının müteşabih olduğunu biliyoruz. Fakat Kur’an ın müteşabihliği asla hatipten kaynaklanmıyor. Çünkü hiçbir hatip anlaşılmasın diye söz söylemez, anlaşılsın diye konuşur. Ağzını açan anlaşılmayı ister. Men feteha femehu galebe fehmehu ağzını açan anlaşılmak ister Haydeger in dediği gibi. Dolayısıyla Allah’ta anlaşılmayı ister anlaşılmasın diye konuşmaz.

O zaman geriye kaldı hatipten kaynaklanmıyorsa hitap ve muhatap. Hitaptan kaynaklanabilir mi?  Bu da ikiye ayrılır. O zaman bu ikiyi müteşasbih bazında ayıracaksak eğer izafi müteşabihlik ve hakiki müteşabihlik diye. Hitaptan kaynaklanan hakiki müteşabihlik ahiretle ilgili ayetlerle olur. Çünkü ahiret mecazi anlatım kullanılmadan anlatılamaacak bir hakikattir. Çünkü güzelliğin üretildiği merkezdir cennet. Ahiret gaybdır, gaybı müşahede alemine, şahadet alemine indirmek için mutlaka beşerin konuştuğu dilin içine koymak lazım.  Onun içinde beşerin bildiği şeylerden yola çıkarak anlatacaksınız. Yani sedirler diyeceksiniz, divanlar diyeceksiniz, bahçe diyeceksiniz ağaçlar diyeceksiniz sular ırmaklar diyeceksiniz. Evet tabanından ırmaklar çağlayan cennet.

Ama ne ırmak bizim bildiğimiz ırmağa, ne sedir bizim bildiğimiz sedire, ne ağaç bizim bildiğimiz ağaca, ne bahçe bizim bildiğimiz bahçeye benzer. Asla hiçbiri bizim bildiklerimize benzemez. Biz sadece benzetme yoluyla anlarız.

küllemâ ruziku minhâ min semeratin rızkan kalû hâzelleziy ruzıknâ min kablu ve utû Bihî müteşabiha. (Bakara/25) öyle diyor ya rabbimiz bakara suresinde. Ne zaman cennetliklerin önüne cennet meyveleri ikram edilse, çıkarılsa diyecekler ki bizim gözümüz bir yerden bunu ısırıyor. Daha önce galiba biz bir yerlerde bunu yemiştik dünyadayken hatırlayacaklar. Ve cevap şu; Hayır, sizin yediğiniz bu değildi ve utû Bihî müteşabiha. Onlara benzer gösterildi. Yani sadece bir yönüyle benzettiniz. Belki biçim yönüyle sadece bu. Ama ne tadı, ne kokusu ne rengi ne muhtevası hatta. Benzemez dolayısıyla o başka bir şey. İşte müteşabihlik eğer hitaptan kaynaklanıyorsa gaybi meselelerin anlatımında olur o da mecburdur, zorunludur kul için. Allah için değil çünkü kul zihni böyle çalışır. Allah zihnin çalışma yasalarını böyle koymuştur.

İkincisi itibari olan, izafi olan müteşabihlik ki işte burada da muhataptan kaynaklanan müteşabihliği görüyoruz. Muhatabın iki şeye uzaklığından kaynaklanır bu da. Ya hatibe uzaklığından, ya da hitaba uzaklığından. Hatibe uzaklığını nasıl aşar? İman ile ikan ile ferasetle basiretle ibadetle iz’an ile teslimiyetle irfan ile ihsan ile. İmanla başlayan bu silsile tamamlandığında tıpkı gaybi meselelerde olduğu gibi iman ederek aşar müteşabihliği.

İkincisinde ise ilimle aşar. İlim ve irfanla. Nasıl? Arapça’yı bilecek, dili bilecek, Kur’an ın yapısını bilecek, üslûb-ul Kur’an ı bilecek, Kur’an ın adetini bilecek. İbn. Aşûr’un isimlendirmesiyle Adat-ul Kur’an ı bilecek. Yani Kur’an ı çok iyi bilecek. Ulûm-ul Kur’an ı bilecek, Kur’an ilimlerini. Kur’an ayetlerinin tek tek nerede durduğunu bilecek. Kur’an ın bütünü içerisinde mesajın bastığı yeri bilecek. Mesajın başının durduğu yeri bilecek, manayı bilecek, maksadı bilecek, lafzı bilecek. Bunlar arasındaki koordinatları bilecek. Sünneti bilecek, Kur’an ın uygulanmasını bilecek. Yani bilgiyle. Eğer bunlarla aşabilirse bazı müteşabihler muhkeme dönüşürler. Onun için ilim ehli nezdinde muhkem olan, cahiller nezdinde bazen müteşabih olabilir.

İşte bu çerçeve de düşünecek olursak bu ayetlerde dibine daldıkça ilim ehli nezdinde muhkemleşir. Burada münfekkiyn kelimesi ihtişlafın merkezini oluşturuyordu müfessirlerin ihtilafının. Birincisi kendi inançlarından kopacak değillerdi şeklinde anlaşılabilir. Yani kopmak manası verilebilir Müfekkiyn e. Çünkü infikâk; parçalanmak, bölünmek, kopmak, kırılmaktır aslında. Ama bu manayı bağlam desteklemiyor, iç ve dış bağlam da desteklemiyor.Metin içinde desteklemiyor.

İkincisi onun geleceğini ilan etmekten geri durmadılar manasını da verenler olmuş zaten yine müfekkiyn e başka mana. Bu takdir gerektiriyor. Eğer biz tefsirde takdir etmeksizin metne herhangi zihni bir ilave kelime koymaksızın metnin kendisiyle anlayabiliyorsak muradı ilahiyi takdir yapmamak lazım. Şahsen fakirin tabi usul de budur. Takdir son çare olarak düşünülmelidir. Çünkü Kur’an kendi içerisinde bir bütündür ve kendi kendine yetmektedir bizim onu anlamamız gerekiyor. Onun içine onda olmayan kelimeler idhal ederek anlamamız değil. Çünkü Kur’an bir şeyi öyle söylediyse o söylemde de bir mesaj vardır. Temelde usul bu olmalıdır.

Onun geleceğini ilan etmekten geri durmadılar manasını tercih edenler olmuş ama benim tercihim verdim mana ki bu İbn ül Cevzi’nin verdiği mana. İbn-ül Cevzi en doğru manayı vermiş diye düşünüyorum Enfal/42. ayeti ışığında anlamak lazım bunu;

liyehlike men heleke an beyyinetin ve yahya men hayye an beyyinetin. (Enfal/42) helak olan bir delille helak olsun, dirilecek olanda bir delille dirilsin diye.

Ne kadar muhteşem değil mi. Yani delilsiz ne diriliş olur, ne helak olur. Delilsiz hiçbir şey olmaz. Delili olmayanın çek kuyruğundan diyor yani amiyane tabirle Kur’an. Eğer inkar ediyorsan delille inkar et. Bilimsellik nedir? İlmilik nedir şimdi. Bu ayet kapı gibi bize ilmiliğin aslında tarifini yapmıyor mu. Bir şeyi benimsiyorsan, kabul ediyorsan delil ile kabul et inkar ediyorsan da delil ile inkar et. Yok inanmıyorum. Niye inanmıyorsun? Keyfim öyle istedi. Yani gâvurluğun da bir abdesti olur diyor Kur’an, gâvurluğun da bir adam gibisi olur diyor. yani eğer birileri gâvurluk yapacaksa,kafirlik yapacaksa ki girişinde söyledi delil ile yapsın, bir delil getirsinler. Biz inkâr ediyoruz delilimiz de şu desinler. Ama delil getiremiyorlarsa iman etsinler. Zaten delil aramaya kalksa insan iman ederdi. Delil arama imanın kapısına getirir insanı.

Onun için Kur’an ile kilise arasında ki farklılık budur. Kilise önce inan sonra düşünürsün. Kur’an ise önce düşün, sonra inan der. Önce düşün, önce delili bul sonra inan. Onun için biz delile iman ederiz aslında, bizim imanımız delile imandır, bizim imanımız körü körüne iman değildir. Kur’an muhatabını körü körüne imana çağırmaz. Zaten surede budur, beyyine suresi adı üstünde, belge suresi, açık delil suresi.


Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
      Beyyine suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder