11 Ekim 2014 Cumartesi

İslamoğlu Tef. Ders. ‘ALÂK SURESİ (01-01 ) (194-A)b



a sayfasından devam




1-) Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak;

Yaratan Rabbinin ismi (ile işaret ettiği hakikatin olan kuvveler) ile OKU! (A.Hulusi)

01 - Oku ismiyle o rabbinin ki yarattı. (Elmalı)


Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak Oku yaratan rabbin adına. Yaratan rabbin adına oku.

Melek gelmişti vahiy meleği Cebrail. Musa’ya gelen, İbrahim’e gelen, İsa’ya gelen, tüm peygamberlere gelen vahiy meleği. Bir adı da Ruh-ül Emin idi, bir adı da ruh idi. Yani söze canını üfleyen, söze hayat üfleyen, hayat soluğu veren demekti. Söz onun soluğuyla canlanıyor ilahi kelâm oluyordu.

Vahiy meleği arayış manasına gelen Hira mağaransın da ki Hiran’ın arayış anlamına gelmesi de gerçekten dikkat çekici. Çünkü daha önce Zeyd B. Amr B. Nüfeyl isimli Hz. Ömer’in amcası Muvahhit, İbrahim’in inanç sistemine inanan büyük bir insan idi ve o da o mağarada itikafa çekilmiş ve İbrahim’in rabbine ibadet etmişti. Allah resulünun peygamberliğine yetişemedi. Kardeşi Hattab tarafından -ki Hz. Ömer’in babası olur- çöle sürülmüş ve orada ölüme mahkum edilmişti.

İşet o arayış anlamına gelen Hira mağarasında Allah Resulü ilk vahyi alıyordu ve ilk vahyi nasıl aldığını kendinden öğreniyorduk.

Melek geldi ve ıkra’ dedi, oku. Ben; Ma ene bi gari dedim. Ben okuma bilmem. Böyle değil, çünkü ma nın haberi nefy ile gelmiş. Tam tercümesi bu cümlenin; Benim okumam mümkün değil.

Melek beni o kadar sıktı o kadar sıktı ki soluğum kesileyazdı ve bıraktı bir daha “oku” dedi. Ma ene bi garik dedim, benim okumam mümkün değil. Melek beni bir kez daha sıktı. Öylesine sıktı ki neredeyse ölüyordum, soluğum kesildi. Ve bıraktı; Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak yaratan rabbin adına “oku” Dedi. İşte vahiy ilk böyle başladı.

Vahyin geliş şekillerine dair Kur’an da ayet yer alır. Biz Kur’an dan öğreniriz vahyin geliş şeklini. O ayeti kerime de vahiy;  Ve ma kâne libeşerin en yükellimehullahu illâ vahyen ev min veraiy hıcabin ev yursile Rasûlen feyuhıye Biiznihi ma yeşa'* inneHU 'Aliyyün Hakiym. (Şûrâ/51)(Sadakallahul azıym.) ayetinde Allah ölümlü bir insanla başka şekilde konuşmaz Ve ma kâne libeşerin en yükellimehullah. Veyahut ta “ma” yı eğer soru olarak alırsak şöyle de çevirebiliriz ilk cümleyi; İnsanın nesi var da Allah onunla konuşacakmış ki.

Evet, ancak şu şekilde konuşur, tabii ki orada yüz yüze konuşacakmış. Yani insan neyini Allah ile yüz yüze konuşmayı bekler ki, dayanabilir mi ki buna, buna tahammül edebilir mi Allah ile yüz yüze kalmayı. Dolayısıyla Allah ile yüz yüze hiçbir ölümlü beşer konuşamaz.

Peki, nasıl konuşur ya? İllâ vahyen, ancak vahiy yolu ile konuşur. Vahiy söz dışı bildirim demektir. Kelimenin kökü iki manayı ifade eder, iki manaya gelir. 1 - Sürat 2 – Hıffet Yani hızlılık ve gizlilik. Hızlı ve gizli olana vahiy denir. Dolayısıyla gizlidir çünkü söz dışıdır. Onun için Meryem suresinde Hz. Zekeriyya ya müjdelenen çocuk üzerine, Hz. Zekeriyya’nın rabbimizden bir ayet istemesi üzerine 3 gün konuşmaması ayet olarak sunulur ve bunun üzerine 3 gün konuşmayacağını topluma şöyle izah edişi fe evhâ ileyhim şeklinde gelir. Yani onlara işaret etti. Ben 3 gün orucum söz konuşmuyorum, söz orucu tutuyorum şeklinde işaretle onlara beyan etti manasına gelir. Bu vahiy yoluyla.

İkincisi ev min veraiy hıcabin perde gerisinden.

Üçüncüsü; ev yursile Rasûlen feyuhıye Biiznihi ma yeşa'  ya da bir elçi aracılığı ile, gönderilmiş bir elçi aracılığıyla. Bu da vahiy meleğinin bizzat gelişi veya görünmesi şeklinde. İşte Allah’ın izni ile o zaman Allah’ın vahy ettiğini o melek de vahy eder. İstediğine tabii ki ma yeşa'. Allah’ın dilediği kimseye. inneHU 'Aliyyün Hakiym Allah yücedir, hikmet sahibidir.

Ayetin böyle bitmesi tesadüf olamaz Allah yücedir vahiy hadisesi gaybidir, gayba ilişkindir. Tüm boyutlarıyla anlamaya çalışmayın anlayamazsınız. Çünkü vahiy başı gökte ilahi bir hitaptır. Bir ucu ile gaybdır. Bir ucu ile tabii ki şahadet alemine dairdir. Gaybi aleme dair ucuyla anlayamazsınız asla, aklınız ermez. O zaman bu meseleyi anlama konusunda söylediğiniz ve düşündüğünüz her şey Allah’ın Aliy olduğu gerçeğinden yola çıksın, yani yüce. Allah’ı asla kişileştirecek bir anlayış sergilemeyin vahyi anlatırken, anlarken, anlamaya çalışırken.

Bu konuda asla Allah’ı mücessem, somut bir şey gibi düşünmeyin Onun için bu bir kasis tabir caizse. Bir de Hakiym var, hikmet sahibidir. Madem öyle Allah niye insanla konuşur derseniz eğer hikmeti vardır, Allah’ın hikmeti gereğidir. Belki bu ayette ki, Şûrâ/51. ayetindeki 3 vahiy çeşidini 3 şekilde formüle edebiliriz.

1 – Görüntü ve ses yok sadece kalbe ilka yoluyla, kalbe ilka ve ilham yoluyla.

2 – Sadece ses var ama görüntü yok. Hz. Musa’ya gelen vahiy böyleydi. Ki bakara/253, Nisa/164 ve3 ‘Araf/143 ayeti kerimeleri bu bağlamda okunmalı.

3 – Hem görüntü var hem ses var. İşte ilk vahiy böyle idi, bu cinse, bu türe giriyordu. Yine Necm suresinde Allah Resulü ile vahiy meleğinin kavuşmasını anlatan 19. ayete kadar ki ayetler işte bunu işliyordu. Ve Belki İsra suresinin ilk ayetini de buna dahil etmek lazım.

İşte bu çerçevede anlarsak Vahiy meleği geldi ve bu ayeti okudu. Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak yaratan rabbin adına OKU.

OKUMAK ne demekti? Burada kıraat emri vardı. Kıratın tarifi Arapça da şudur nutkun bi-kelamin muayyetin mektubin ev mahfuzin 'ala zahri kalbin. Harika, çok hoşuma giden bir tarif olduğu için İbn. Aşûr dan naklen aldım. Dile dökmedir. Ne şekilde? Muayyen bir lisanla dile dökmedir. İster yazılı, ister hafızaya kaydedilmiş olsun. Ama kalpte nakşedilmiş olanı kalbin üstüne yazılı ya da kayıtlı olan bir hakikati hafızadan veya o kalbin üzerinde ki yazıdan okuyarak dile getirme, bir bilinen lisan ile dile getirmeye kıraat denir. Ama anahtar burada kalbe yazılı olanı, kalbe nakşedilmiş olanı. Dolayısıyla Kur’an da vahye dair bir ayeti kerime de ‘alâ kalbik buyurur. Senin kalbin üzerine indirdik.

Demek ki Allah resulünün akleden kalbi vahyin iniş üssü idi. Onun için Ikra ne manaya gelirdi?  OKU. Bunun mef’ulü yok yani tümleci yok. Ne OKU? İşte o yok, cümle tümleçsiz, okuyacağı şey yok. İşte şunu OKU, kitabı OKU, ayeti OKU, sureyi OKU. Böyle bir şey yok, sadece mücerret bir emir var. Fiil ve fail var, ama mef’ul yok. Onun içinde ihtilaf buradan çıkmış. Yorum konusunda farklı yorumlar çıkmış. Kitabı OKUma manasına gelir mi? Ama önünde bir kitap yok ki, üstelik okuma yazma da bilmez. Eğer ayeti OKU deniliyorsa doğrudur, kalbine yazılmış olan, yazılacak olan ayeti OKU manasına elbette ki gelir.

Ama ilet manasına gelir mi? Allah’u alem gelmez. Çünkü bu ayetlerde 3. şahıslardan hiç bahsedilmiyor, bir tek zamir bile yok 3. şahıslara ilişkin. Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak, Halekal'İnsane min 'alak hitap zamiri var “k”. Ama başka bir zamir yok. Dolayısıyla o ve sen arasında gerçekleşen bir diyalog vahiy. O ve sen, başka hiç kimse girmiyor, hiç kimseye bir atıf yok. Dışarılara, insanlara, topluma, vahyi alması gerekenlere. Zaten ilk vahyi dışarı çıkar ve duyur emri Müddessir suresinin ilk ayeti ile verildi;

Ya eyyühel Müddessir, Kum feenzir. (Müddessir/1-2) ey yatan iyi kalk ve uyar. Dolayısıyla biz bu ayetleri ilet manasına geldiği yorumuna da katılamıyoruz.

Peki OKUmak nedir? Yan yana getirmek manasına gelir. ‘icma demektir. Zaten hanımların özel halleri için Kur’an da kullanılan kelimelerden biri de kümu’dur hem temizlik anına, hem de adet anına delalet eder. Aslında ‘icma burada da ortaya çıkıyor. Çünkü ikisine de delalet eder iki mananın da icma ettiği yerdir, bir araya geldiği yerdir, birleştiği yerdir, cem ettiği yerdir. Yine; Karye. Aynı köktendir. Şehre, köye, kasabaya karye denir. Neden? İnsanlar cem olduğu için bir araya geldiği için, bir arada bulunduğu için.

İşte köken olarak kelime bu manaya gelir, aslında ‘icma demektir. Topla, bağ kur, parçalar ve bütün arasında ki bağı kur, ilişkiyi kur, parçaları bir araya getir, yani parçanın bir tanesi inen vahiydir, parçanın öbürü sensin, sen de vahiysin, fiili vahiy. Yer yüzüne önce insanı nazil etti Allah sonra vahyi nazil etti. İki nazil bir araya gelmiştir. İki inzalin kavuşmasıdır vahyin insan tarafından alınması. Şu anda fiili vahye kavli vahiy iniyor Ey Muhammed. İki parça arasında bir ilişki kur. Dahası; Kâinatta vahyin bir parçasıdır, ayât-ı kâinat, kâinata yazılmıştır, o da bir kitaptır o kitabı da OKU. Dahası ayât-ı hadisat; olaylar da ayettir onları da OKU ve bütün bunları yan yana getir, bunlar arasında ki irtibatı kur, hakikatin kaynağını bul. Yani hakikatin parçalarıdır bunlar, parçalar arasındaki ilişkiyi bulmadan hakikati bulamazsın. İşte vahyi böyle oku, vahiy sana eşyayı kâinatı, olayları ve insanı nasıl okuyacağına dair bir yöntem gösterecektir, öğretecektir. Varlık ve bilgi sorusunun cevabıdır bu vahiy. Varlık ve bilgi problemini ancak Allah’ın rehberliği sayesinde çözersin ey insanoğlu ve bunun içinde Allah insanla konuşmuştur OKUmayı böyle yap demektir. Onun için OKUmanın tüm olumlu anlamları da doludur ıkra. Zaten Kur’an da Kur’an ismini bundan dolayı almıştır. OKUmak, OKUnan manasına gelir. OKUnan ama sürekli OKUnan ve OKUmanın tüm anlamlarıyla dolu olan Kur’an, Fû’lan vezninin karşılığı budur aslında. Ait olduğu mananın olumlu anlamlarının hepsiyle dolu olan manasına gelir.

Ikra' Bismi Rabbik Rabbin adına OKU, rabbin adıyla OKU. Herkes her şeyi okuyor bilgi elde ediyor. Aslında bilginin kaynağı OKU maktır. İster okul sıralarından olsun, ister kitaplardan olsun, ister hayattan olsun, ister tecrübe yoluyla olsun, ister tefekkür yoluyla olsun. Tefekkür zihinde OKUmadır. Tecrübe gözle kulakla duyularla OKUmadır, deneyle OKUmadır. Efendim, vahiy Allah’ın indirdiği üzerinden OKUmadır. Dolayısıyla işitmek de bir OKUmadır, görmekte bir OKUmadır, dokunmakta bir OKUmadır. Yani bilginin tüm kaynaklarından bilgiyi biz OKUyarak alırız. Ama kitap, ama olay, ama kâinat, ama eşya, ama tefekkür, ama hayal, ama rüya, ama vahiy fark etmiyor. Dolayısıyla bilgi elde ettiğimiz her şeye aslında OKUyarak alıyoruz. Ama kim adına? Herkes bir bildiriyi bile adına okur. Sen bu ilahi bildiriyi Allah adına OKU, Allah’ın adıyla OKU. Bu emrin karşılığı BismillahirRahmanirRahıym dir. Rahman, Rahıym Allah adına. Onun için Kur’an OKUmaya besmele ile başlarız.

[Ek bilgi; Meselâ karşınızda oturan Hasan adlı bir kimseye: “Hasan namaz kıl” deseniz, Hasan sizin sözünüzün devamını beklemeden o anda kendisine namaz emrini verdiğinizi zannederek namaz kılmaya doğrulsa, sonra onu tutup iyice bir sıktıktan sonra yerine oturtsanız, arkasından yine: “Hasan namaz kıl” deseniz, Hasan da yine sözünüzün devamını beklemeden namaza doğrulsa, yine tutup, sıkıp oturtsanız…!
Aslında Hasan acele etmeyip biraz beklese, sözünüzün devamını beklese, ona şöyle diyeceğinizi görür: “Hasan namaz kıl, çünkü namaz insanı bütün kötülüklerden alı kor.” Aslında Hasan’a namazın önemi anlatılacakken, Hasan o anda kendisine namaz kılma emri veriyormuşsunuz gibi sözünüzün devamını beklemeden namaz kılmaya kalkıyor, siz de onu sıkıp yerine oturtuyorsunuz.
İşte aynen bunun gibi ilk zamanlar Allah’ın Resûlü vahyin ne olduğunu bilmiyordu. Allah sözüne alışık olmadığı için vahyin atmosferine giremiyordu. Çünkü Allah’ın Resûlü, vahiy nedir, Allah sözü nedir, peygamberlik, risâlet, melek nedir? Allah sözünü nasıl gönderir? Bunların hiçbirisini bilmiyordu. Halbuki bu vahyin bir parçasıydı ve Rasulullah Efendimiz biraz sabredip sözün devamını bekleseydi Allah ona Rabbinin adına, Rabbinin namına, Rabbinden gelenleri Rabbin rızasına götürücü olarak oku, buyuracaktı….
Rabbimiz peygamberine oku deseydi, emrini, vahyini sadece bu kadarla bıraksaydı ve Allah’ın Resûlü de Rabbinden aldığı bu vahyi, bu emri ulaştırması gereken toplumuna tebliğ etse ve “Oku!” deseydi, “Okuyun!” deseydi o zaman toplumuyla kendisi arasında hiç bir problem çıkmayacaktı. Yani ResulAllah’la toplumunun arası asla açılmayacaktı. Peygamberle toplumu arasında herhangi bir sürtüşme olmayacaktı. Neden? Çünkü zaten toplumda herkes okuyordu.
Bugün de öyle. Bugün de herkes okuyor. Gerçi bugüne kadar biz zannediyorduk ki bu insanlar okumuyorlar. Okumuyorsunuz diye kızıyorduk bu insanlara. Ama anlıyoruz ki herkes okuyor. ResulAllah’ın toplumunda okuyan, yazan yoktu. Belki toplumun yüzde biri okuma-yazma biliyordu, diğerleri cahildi. Eğer Allah sadece “oku!” deseydi Rasulullah da toplumundan bunu isteseydi, kesinlikle toplumla peygamber arasında bir sürtüşme olmayacaktı.
Çünkü o gün de, bugün de toplum okuyor.
Ayda en aşağı 56 saat televizyonu okuyor, seyrediyor bu insanlar. Gazeteleri okuyorlar, eşyayı okuyorlar, piyasayı, reklamları, vitrinleri, ekranları okuyorlar. Yani uyku hariç sürekli okuyor bu toplum. Aynen bugün olduğu gibi o gün de okuyordu toplum. İnsanlar ne yapmaları gerektiğini, nasıl hareket etmeleri gerektiğini, hayatlarını nasıl düzenlemeleri gerektiğini bu okuduklarında buluyorlardı.
Ne yapacağız? Ne edeceğiz? Nasıl yaşayacağız? Nasıl bir eğitim sistemimiz olacak? Nasıl bir hukuktan yana olacağız? Nasıl giyineceğiz? Nerelerden kazanıp nerelerde harcayacağız? Nasıl bir siyasal yapılanmamız olacak? Nasıl bir hukuk sistemimiz olacak? Kadın-erkek ilişkilerimiz nasıl olacak? Mirasımızı nasıl paylaşacağız? Sabah kaçta kalkacağız? Soframızda neler bulunacak? Nasıl bir hayat süreceğiz? sorusunun cevabını buluyorlardı bu okuduklarından.

Allah’tan gelmeyen, vahye dayanmayan, hayata intibak imkânı olmayan, hayatta bir işe yaramayan, hayatta uygulanma imkânı, uygulanma alanı olmayan, yani okuyandan amel istemeyen, okuyucusunu amele sevk etmeyen bir okuma, okuma değildir.
Allah’ın rızasına götürücü olarak yarın mizana konulacak cinsten olmayan bilgileri okumak Allah’ın istediği bir okumak değildir. Meselâ termodinamiği öğreniyoruz veya cebir denklemleri, kimya formülleri, kurbağanın bağırsağı, Fujiyama yanardağı, Everest tepesinin yüksekliği, A.B.D’nin göllerini, filan ülkenin nehirlerini, bu nehirlerin debilerini, rejimlerini, falan ülkelerin rejimlerini, falan ülkenin iklimini, falan bölgenin yollarını öğreniyoruz. Bunlar bizden hiçbir amel istemeyen, bizi amele sevk etmeyen, yarın mizanımıza konulmayacak boş bilgilerdir. Üstelik de beyinler bunlarla dolduruldukça oralarda Kitap ve Sünnete yer bırakmayacak boş şeylerdir.
Allah’tan gelen bilgileri Allah adına, Allah namına, Allah’a götürücü bir niyetle değil de başka maksatlarla okumak da boştur. Meselâ adam âyet okuyor doktora adına, hadis okuyor diploma adına, Kur’an öğreniyor sosyal bir statü adına, tefsir okuyor bilir desinler adına, feraiz öğreniyor paylaşım konusunda bana müracaat etsinler adına. Onunla yeryüzünde Allah’ın feraiz yasalarını hakim kılmak adına değil, okuduklarını amele dönüştürmek adına değilse bu da Allah’ın istediği bir okumak değildir.
Soruyorum okumaya giden çocuğa: “Evlâdım niçin okuyorsun? Bu okula niye gidiyorsun?” Çocuk diyor ki, “adam olmak için okuyorum.” O zaman diyorum ki ona: “Peki yavrum baban o okulda okumuş mu?” “Hayır” diyor. “O zaman baban o okulda okumamış diye adam olmamış mı? Yani şimdi baban adam değil mi?” deyince yavrucak başını eğiyor. Demek ki o okulda okuyan adam olmuyor. Adam olmak için değil, Müslüman olmak için okunur. Okumadaki temel hedef iyi bir Müslümanlık olmalıdır.
Ama öyle olmamış. İnsanlar Kur’an okumayı böyle anlamamışlar. Nasıl olmuş? Kur’an okumak denilmiş, tamam birisi mücerret tilâvet etmiş, okunan şeyle ilgi kurulmamış, ne olduğu, ne dendiği, ne istendiği anlaşılmaya ve gereği yerine getirilmeye çalışılmamış. Peygamberin kesin nehyine rağmen bu okuma gırtlaktan aşağıya inmemiş, ama buradan yukarısında mest olunmuş, kendinden geçilmiş, güzel de okumuşlar kendilerince, ama bu Kur'an okuma olmamış. Halbuki Kur’an okumak, okuduğun âyet senden namaz istediğinde veya senden şöyle bir hayat programına geçmeni öğütlediğinde hemen onunla ilgi kurmandır, değilse onun adına okuma denmeyecektir.
Biz sadece Kur’an’ı okuyoruz ama onu kendi aramızda ders haline getirmiyoruz. Okuyoruz ama okuduğumuz âyetlerin ne anlama geldiğini, bizden nasıl bir hayat istediğini anlamaya yanaşmadan okuyoruz. Okuyoruz ama okuduğumuz âyetlerle hayatımızı düzenleme kavgası vermiyoruz. Buna da okuma denmez zaten.
Hz. Ali efendimiz buyurur ki: “Anlamayarak yapılan ibadette ve düşünülmeden gerçekleştirilen kıraatte hayır yoktur.”
Öyleyse Okuma = Okuma + Başkasına anlatma + Uygulama, yani okunanı yaşama, okunanla hayatı düzenleme + Samimiyettir diyebiliriz.
Öyleyse namazlarımızda düşüne düşüne, yavaş yavaş, anlayarak Kur’an okumalıyız. Çünkü Allah öyle diyordu:
“Ağır ağır Kur’an oku!” (Müzzemmil/4)
Yavaş yavaş, tertil ile, mânâya nüfuz ederek, düşüne düşüne Kur’an oku. Tedebbürle, tefekkürle oku. Ne denildiğini, ne istendiğini anlayarak oku. Anlamak üzere, yapmak ve yaşamak üzere oku. Allah’ın dediklerini hayata hakim kılmak üzere oku. (Besâiru-l Kur’an-A.küçük)]

elleziy halak O ki yarattı. Elleziy halâka. Şöyle de gelebilirdi; Ikra' Bismi Rabbikel Hâlık yani isim sıfatla gelebilirdi. İsim sıfatla gelmemiş, fiille gelmiş elleziy hâlak. İsim sıfatla, yani rabbikel Hâlık şeklinde gelseydi farklı olurdu tabii ki. Ama fiille gelmiş. Fiille isim arasında ki fark belli. İsim Camid dir, donuktur, sabittir. Fakat fiil hareketlidir. İsim Allah’ın zatına dairdir, fiil Allah’ın fiiline dairdir. Vahiy Allah’ın fiili sıfatlarının tecellisidir ve Allah bir fiil müdahale etmiştir varlığa, kâinata, insana, hayata. Allah’ın hayata müdahalesinin eseridir bunu ima eder başta.

Dahası Elleziy Hâlaka. Fiil, istimrar bildirir ve tabii ki teceddüt bildirir, yenilenme. Tabii ki tekâmül bildirir, çünkü Allah’ın yenilemesi aynı zamanda kemale ulaştırmasıdır. Kemale ulaştırmak terbiye işidir. Terbiye zaten aşama aşama bir şeyi yaratılış amacına ulaştırmak demektir. O zaman burada vahyin maksadı da anlaşılmış oluyor. Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak ile OKU yaratan rabbin adına emri ilahisi aslında ilahi terbiyenin bir unsuru olarak oku. Allah seni terbiye etmek istiyor ey insanoğlu. Vahyi böyle OKU. Vahyi ilahi terbiyenin bir numaralı unsuru olarak OKU. Vahyin amacını doğru OKU ey insan, Allah senin hayatına müdahil oluyor ki, ebedi saadete kavuşasın diye. Eğer Allah rehberlik yapmazsa sen yolda şaşa kalırsın ey insan. Yolu bulamaz, yolu kaybeder yola yatar yolu satar veya şarampole düşersin ey insan. Aslında Cehenneme gitmek, cennete gidememektir ey insan. Allah seni cennet için yarattı. Cenneti de senin için yarattı ve istiyor ki ebedi saadete eresin. Fakat bunun için rehberlik lazımdı, rehberliği de indirdi. O rehberliği doğru OKU ey insan. Allah’ın senin için yarattığını doğru OKU, niçin var olduğunu doğru OKU, amacını doğru OKU, bilgiyi nasıl alacağını doğru OKU, bilgiyi en güzel ve en doğru şekilde nerden elde edebilirsin bunu doğru OKU. Elde ettiğin bilgiyi doğru olarak nasıl üretebilirsin ve nasıl iletebilirsin. Yani epistemolojik sorunlarını, modernlerin ifadesi ile nasıl çözersin, var oluş sorunlarını nasıl çözersin işte Allah sana onu öğretiyor. Ey insan elleziy halak ın çağrıştırdığı bir çok şey var, ilk olarak bunu söyleyebilirim.

Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
           ‘Alâk suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder