a sayfasından devam
1-) Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak;
Yaratan
Rabbinin ismi (ile işaret ettiği hakikatin olan
kuvveler) ile OKU! (A.Hulusi)
01 - Oku
ismiyle o rabbinin ki yarattı. (Elmalı)
Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak Oku
yaratan rabbin adına. Yaratan rabbin adına oku.
Melek gelmişti vahiy meleği
Cebrail. Musa’ya gelen, İbrahim’e gelen, İsa’ya gelen, tüm peygamberlere gelen
vahiy meleği. Bir adı da Ruh-ül Emin idi, bir adı da ruh idi. Yani söze canını
üfleyen, söze hayat üfleyen, hayat soluğu veren demekti. Söz onun soluğuyla
canlanıyor ilahi kelâm oluyordu.
Vahiy meleği arayış manasına
gelen Hira mağaransın da ki Hiran’ın arayış anlamına gelmesi de gerçekten
dikkat çekici. Çünkü daha önce Zeyd B. Amr B. Nüfeyl isimli Hz. Ömer’in amcası
Muvahhit, İbrahim’in inanç sistemine inanan büyük bir insan idi ve o da o
mağarada itikafa çekilmiş ve İbrahim’in rabbine ibadet etmişti. Allah resulünun
peygamberliğine yetişemedi. Kardeşi Hattab tarafından -ki Hz. Ömer’in babası
olur- çöle sürülmüş ve orada ölüme mahkum edilmişti.
İşet o arayış anlamına gelen Hira
mağarasında Allah Resulü ilk vahyi alıyordu ve ilk vahyi nasıl aldığını
kendinden öğreniyorduk.
Melek geldi ve ıkra’ dedi, oku.
Ben; Ma ene bi gari dedim. Ben okuma bilmem. Böyle değil, çünkü ma nın haberi
nefy ile gelmiş. Tam tercümesi bu cümlenin; Benim okumam mümkün değil.
Melek beni o kadar sıktı o kadar
sıktı ki soluğum kesileyazdı ve bıraktı bir daha “oku” dedi. Ma ene bi garik
dedim, benim okumam mümkün değil. Melek beni bir kez daha sıktı. Öylesine sıktı
ki neredeyse ölüyordum, soluğum kesildi. Ve bıraktı; Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak
yaratan rabbin adına “oku” Dedi. İşte vahiy ilk böyle başladı.
Vahyin geliş şekillerine dair
Kur’an da ayet yer alır. Biz Kur’an dan öğreniriz vahyin geliş şeklini. O ayeti
kerime de vahiy; Ve ma kâne libeşerin en yükellimehullahu
illâ vahyen ev min veraiy hıcabin ev yursile Rasûlen feyuhıye Biiznihi ma
yeşa'* inneHU 'Aliyyün Hakiym. (Şûrâ/51)(Sadakallahul azıym.)
ayetinde Allah ölümlü bir insanla başka şekilde konuşmaz Ve ma kâne libeşerin en yükellimehullah. Veyahut ta “ma” yı eğer
soru olarak alırsak şöyle de çevirebiliriz ilk cümleyi; İnsanın nesi var da
Allah onunla konuşacakmış ki.
Evet, ancak şu şekilde konuşur,
tabii ki orada yüz yüze konuşacakmış. Yani insan neyini Allah ile yüz yüze
konuşmayı bekler ki, dayanabilir mi ki buna, buna tahammül edebilir mi Allah
ile yüz yüze kalmayı. Dolayısıyla Allah ile yüz yüze hiçbir ölümlü beşer
konuşamaz.
Peki, nasıl konuşur ya? İllâ vahyen, ancak vahiy yolu ile
konuşur. Vahiy söz dışı bildirim demektir. Kelimenin kökü iki manayı ifade
eder, iki manaya gelir. 1 - Sürat 2 – Hıffet Yani hızlılık ve gizlilik. Hızlı
ve gizli olana vahiy denir. Dolayısıyla gizlidir çünkü söz dışıdır. Onun için
Meryem suresinde Hz. Zekeriyya ya müjdelenen çocuk üzerine, Hz. Zekeriyya’nın
rabbimizden bir ayet istemesi üzerine 3 gün konuşmaması ayet olarak sunulur ve
bunun üzerine 3 gün konuşmayacağını topluma şöyle izah edişi fe evhâ ileyhim şeklinde gelir. Yani
onlara işaret etti. Ben 3 gün orucum söz konuşmuyorum, söz orucu tutuyorum
şeklinde işaretle onlara beyan etti manasına gelir. Bu vahiy yoluyla.
İkincisi ev min veraiy hıcabin perde
gerisinden.
Üçüncüsü; ev yursile Rasûlen feyuhıye Biiznihi ma
yeşa' ya da bir elçi aracılığı ile,
gönderilmiş bir elçi aracılığıyla. Bu da vahiy meleğinin bizzat gelişi veya
görünmesi şeklinde. İşte Allah’ın izni ile o zaman Allah’ın vahy ettiğini o
melek de vahy eder. İstediğine tabii ki ma
yeşa'. Allah’ın dilediği kimseye. inneHU 'Aliyyün Hakiym
Allah yücedir, hikmet sahibidir.
Ayetin böyle
bitmesi tesadüf olamaz Allah yücedir vahiy hadisesi gaybidir, gayba ilişkindir.
Tüm boyutlarıyla anlamaya çalışmayın anlayamazsınız. Çünkü vahiy başı gökte
ilahi bir hitaptır. Bir ucu ile gaybdır. Bir ucu ile tabii ki şahadet alemine
dairdir. Gaybi aleme dair ucuyla anlayamazsınız asla, aklınız ermez. O zaman bu
meseleyi anlama konusunda söylediğiniz ve düşündüğünüz her şey Allah’ın Aliy
olduğu gerçeğinden yola çıksın, yani yüce. Allah’ı asla kişileştirecek bir
anlayış sergilemeyin vahyi anlatırken, anlarken, anlamaya çalışırken.
Bu konuda asla Allah’ı mücessem,
somut bir şey gibi düşünmeyin Onun için bu bir kasis tabir caizse. Bir de
Hakiym var, hikmet sahibidir. Madem öyle Allah niye insanla konuşur derseniz
eğer hikmeti vardır, Allah’ın hikmeti gereğidir. Belki bu ayette ki, Şûrâ/51.
ayetindeki 3 vahiy çeşidini 3 şekilde formüle edebiliriz.
1 – Görüntü ve ses yok sadece
kalbe ilka yoluyla, kalbe ilka ve ilham yoluyla.
2 – Sadece ses var ama görüntü
yok. Hz. Musa’ya gelen vahiy böyleydi. Ki bakara/253, Nisa/164 ve3 ‘Araf/143
ayeti kerimeleri bu bağlamda okunmalı.
3 – Hem görüntü var hem ses var.
İşte ilk vahiy böyle idi, bu cinse, bu türe giriyordu. Yine Necm suresinde
Allah Resulü ile vahiy meleğinin kavuşmasını anlatan 19. ayete kadar ki ayetler
işte bunu işliyordu. Ve Belki İsra suresinin ilk ayetini de buna dahil etmek
lazım.
İşte bu çerçevede anlarsak Vahiy
meleği geldi ve bu ayeti okudu. Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak yaratan rabbin
adına OKU.
OKUMAK ne demekti? Burada kıraat
emri vardı. Kıratın tarifi Arapça da şudur nutkun
bi-kelamin muayyetin mektubin ev mahfuzin 'ala zahri kalbin. Harika, çok
hoşuma giden bir tarif olduğu için İbn. Aşûr dan naklen aldım. Dile dökmedir.
Ne şekilde? Muayyen bir lisanla dile dökmedir. İster yazılı, ister hafızaya
kaydedilmiş olsun. Ama kalpte nakşedilmiş olanı kalbin üstüne yazılı ya da
kayıtlı olan bir hakikati hafızadan veya o kalbin üzerinde ki yazıdan okuyarak
dile getirme, bir bilinen lisan ile dile getirmeye kıraat denir. Ama anahtar
burada kalbe yazılı olanı, kalbe nakşedilmiş olanı. Dolayısıyla Kur’an da vahye
dair bir ayeti kerime de ‘alâ kalbik
buyurur. Senin kalbin üzerine indirdik.
Demek ki Allah resulünün akleden
kalbi vahyin iniş üssü idi. Onun için Ikra
ne manaya gelirdi? OKU. Bunun mef’ulü yok
yani tümleci yok. Ne OKU? İşte o yok, cümle tümleçsiz, okuyacağı şey yok. İşte
şunu OKU, kitabı OKU, ayeti OKU, sureyi OKU. Böyle bir şey yok, sadece mücerret
bir emir var. Fiil ve fail var, ama mef’ul yok. Onun içinde ihtilaf buradan
çıkmış. Yorum konusunda farklı yorumlar çıkmış. Kitabı OKUma manasına gelir mi?
Ama önünde bir kitap yok ki, üstelik okuma yazma da bilmez. Eğer ayeti OKU
deniliyorsa doğrudur, kalbine yazılmış olan, yazılacak olan ayeti OKU manasına
elbette ki gelir.
Ama ilet manasına gelir mi?
Allah’u alem gelmez. Çünkü bu ayetlerde 3. şahıslardan hiç bahsedilmiyor, bir
tek zamir bile yok 3. şahıslara ilişkin. Ikra' Bismi Rabbikelleziy halak, Halekal'İnsane min 'alak
hitap zamiri var “k”. Ama başka bir zamir yok. Dolayısıyla o ve sen arasında
gerçekleşen bir diyalog vahiy. O ve sen, başka hiç kimse girmiyor, hiç kimseye
bir atıf yok. Dışarılara, insanlara, topluma, vahyi alması gerekenlere. Zaten
ilk vahyi dışarı çıkar ve duyur emri Müddessir suresinin ilk ayeti ile verildi;
Ya eyyühel Müddessir, Kum feenzir.
(Müddessir/1-2) ey yatan iyi kalk ve uyar. Dolayısıyla biz bu ayetleri ilet
manasına geldiği yorumuna da katılamıyoruz.
Peki OKUmak nedir? Yan yana
getirmek manasına gelir. ‘icma demektir. Zaten hanımların özel halleri için
Kur’an da kullanılan kelimelerden biri de kümu’dur hem temizlik anına, hem de
adet anına delalet eder. Aslında ‘icma burada da ortaya çıkıyor. Çünkü ikisine
de delalet eder iki mananın da icma ettiği yerdir, bir araya geldiği yerdir,
birleştiği yerdir, cem ettiği yerdir. Yine; Karye. Aynı köktendir. Şehre, köye,
kasabaya karye denir. Neden? İnsanlar cem olduğu için bir araya geldiği için,
bir arada bulunduğu için.
İşte köken olarak kelime bu
manaya gelir, aslında ‘icma demektir. Topla, bağ kur, parçalar ve bütün arasında
ki bağı kur, ilişkiyi kur, parçaları bir araya getir, yani parçanın bir tanesi
inen vahiydir, parçanın öbürü sensin, sen de vahiysin, fiili vahiy. Yer yüzüne
önce insanı nazil etti Allah sonra vahyi nazil etti. İki nazil bir araya
gelmiştir. İki inzalin kavuşmasıdır vahyin insan tarafından alınması. Şu anda
fiili vahye kavli vahiy iniyor Ey Muhammed. İki parça arasında bir ilişki kur.
Dahası; Kâinatta vahyin bir parçasıdır, ayât-ı kâinat, kâinata yazılmıştır, o
da bir kitaptır o kitabı da OKU. Dahası ayât-ı hadisat; olaylar da ayettir
onları da OKU ve bütün bunları yan yana getir, bunlar arasında ki irtibatı kur,
hakikatin kaynağını bul. Yani hakikatin parçalarıdır bunlar, parçalar
arasındaki ilişkiyi bulmadan hakikati bulamazsın. İşte vahyi böyle oku, vahiy
sana eşyayı kâinatı, olayları ve insanı nasıl okuyacağına dair bir yöntem
gösterecektir, öğretecektir. Varlık ve bilgi sorusunun cevabıdır bu vahiy.
Varlık ve bilgi problemini ancak Allah’ın rehberliği sayesinde çözersin ey
insanoğlu ve bunun içinde Allah insanla konuşmuştur OKUmayı böyle yap demektir.
Onun için OKUmanın tüm olumlu anlamları da doludur ıkra. Zaten Kur’an da Kur’an
ismini bundan dolayı almıştır. OKUmak, OKUnan manasına gelir. OKUnan ama
sürekli OKUnan ve OKUmanın tüm anlamlarıyla dolu olan Kur’an, Fû’lan vezninin
karşılığı budur aslında. Ait olduğu mananın olumlu anlamlarının hepsiyle dolu
olan manasına gelir.
Ikra' Bismi Rabbik Rabbin adına OKU,
rabbin adıyla OKU. Herkes her şeyi okuyor bilgi elde ediyor. Aslında bilginin
kaynağı OKU maktır. İster okul sıralarından olsun, ister kitaplardan olsun,
ister hayattan olsun, ister tecrübe yoluyla olsun, ister tefekkür yoluyla
olsun. Tefekkür zihinde OKUmadır. Tecrübe gözle kulakla duyularla OKUmadır,
deneyle OKUmadır. Efendim, vahiy Allah’ın indirdiği üzerinden OKUmadır.
Dolayısıyla işitmek de bir OKUmadır, görmekte bir OKUmadır, dokunmakta bir
OKUmadır. Yani bilginin tüm kaynaklarından bilgiyi biz OKUyarak alırız. Ama
kitap, ama olay, ama kâinat, ama eşya, ama tefekkür, ama hayal, ama rüya, ama
vahiy fark etmiyor. Dolayısıyla bilgi elde ettiğimiz her şeye aslında OKUyarak
alıyoruz. Ama kim adına? Herkes bir bildiriyi bile adına okur. Sen bu ilahi
bildiriyi Allah adına OKU, Allah’ın adıyla OKU. Bu emrin karşılığı BismillahirRahmanirRahıym dir. Rahman,
Rahıym Allah adına. Onun için Kur’an OKUmaya besmele ile başlarız.
[Ek bilgi; Meselâ
karşınızda oturan Hasan adlı bir kimseye: “Hasan
namaz kıl” deseniz, Hasan sizin sözünüzün devamını beklemeden o anda kendisine
namaz emrini verdiğinizi zannederek namaz kılmaya doğrulsa, sonra onu tutup
iyice bir sıktıktan sonra yerine oturtsanız, arkasından yine: “Hasan namaz kıl” deseniz, Hasan da yine
sözünüzün devamını beklemeden namaza doğrulsa, yine tutup, sıkıp oturtsanız…!
Aslında Hasan acele etmeyip
biraz beklese, sözünüzün devamını beklese, ona şöyle diyeceğinizi görür: “Hasan namaz kıl, çünkü namaz insanı bütün
kötülüklerden alı kor.” Aslında Hasan’a namazın önemi anlatılacakken, Hasan
o anda kendisine namaz kılma emri veriyormuşsunuz gibi sözünüzün devamını
beklemeden namaz kılmaya kalkıyor, siz de onu sıkıp yerine oturtuyorsunuz.
İşte aynen bunun gibi ilk
zamanlar Allah’ın Resûlü vahyin ne olduğunu bilmiyordu. Allah sözüne alışık
olmadığı için vahyin atmosferine giremiyordu. Çünkü Allah’ın Resûlü, vahiy
nedir, Allah sözü nedir, peygamberlik, risâlet, melek nedir? Allah sözünü nasıl
gönderir? Bunların hiçbirisini bilmiyordu. Halbuki bu vahyin bir parçasıydı ve
Rasulullah Efendimiz biraz sabredip sözün devamını bekleseydi Allah ona
Rabbinin adına, Rabbinin namına, Rabbinden gelenleri Rabbin rızasına götürücü
olarak oku, buyuracaktı….
Rabbimiz peygamberine oku deseydi, emrini, vahyini sadece bu
kadarla bıraksaydı ve Allah’ın Resûlü de Rabbinden aldığı bu vahyi, bu emri
ulaştırması gereken toplumuna tebliğ etse ve “Oku!” deseydi, “Okuyun!”
deseydi o zaman toplumuyla kendisi arasında hiç bir problem çıkmayacaktı. Yani
ResulAllah’la toplumunun arası asla açılmayacaktı. Peygamberle toplumu arasında
herhangi bir sürtüşme olmayacaktı. Neden? Çünkü zaten toplumda herkes okuyordu.
Bugün de öyle. Bugün de herkes
okuyor. Gerçi bugüne kadar biz zannediyorduk ki bu insanlar okumuyorlar.
Okumuyorsunuz diye kızıyorduk bu insanlara. Ama anlıyoruz ki herkes okuyor.
ResulAllah’ın toplumunda okuyan, yazan yoktu. Belki toplumun yüzde biri
okuma-yazma biliyordu, diğerleri cahildi. Eğer Allah sadece “oku!” deseydi
Rasulullah da toplumundan bunu isteseydi, kesinlikle toplumla peygamber
arasında bir sürtüşme olmayacaktı.
Çünkü o gün de, bugün de toplum okuyor.
Ayda en aşağı 56 saat
televizyonu okuyor, seyrediyor bu insanlar. Gazeteleri okuyorlar, eşyayı
okuyorlar, piyasayı, reklamları, vitrinleri, ekranları okuyorlar. Yani uyku
hariç sürekli okuyor bu toplum. Aynen bugün olduğu gibi o gün de okuyordu
toplum. İnsanlar ne yapmaları gerektiğini, nasıl hareket etmeleri gerektiğini,
hayatlarını nasıl düzenlemeleri gerektiğini bu okuduklarında buluyorlardı.
Ne yapacağız? Ne edeceğiz?
Nasıl yaşayacağız? Nasıl bir eğitim sistemimiz olacak? Nasıl bir hukuktan yana
olacağız? Nasıl giyineceğiz? Nerelerden kazanıp nerelerde harcayacağız? Nasıl
bir siyasal yapılanmamız olacak? Nasıl bir hukuk sistemimiz olacak? Kadın-erkek
ilişkilerimiz nasıl olacak? Mirasımızı nasıl paylaşacağız? Sabah kaçta
kalkacağız? Soframızda neler bulunacak? Nasıl bir hayat süreceğiz? sorusunun
cevabını buluyorlardı bu okuduklarından.
Allah’tan gelmeyen, vahye
dayanmayan, hayata intibak imkânı olmayan, hayatta bir işe yaramayan, hayatta
uygulanma imkânı, uygulanma alanı olmayan, yani okuyandan amel istemeyen,
okuyucusunu amele sevk etmeyen bir okuma, okuma değildir.
Allah’ın rızasına götürücü
olarak yarın mizana konulacak cinsten olmayan bilgileri okumak Allah’ın
istediği bir okumak değildir. Meselâ termodinamiği öğreniyoruz veya cebir
denklemleri, kimya formülleri, kurbağanın bağırsağı, Fujiyama yanardağı,
Everest tepesinin yüksekliği, A.B.D’nin göllerini, filan ülkenin nehirlerini,
bu nehirlerin debilerini, rejimlerini, falan ülkelerin rejimlerini, falan
ülkenin iklimini, falan bölgenin yollarını öğreniyoruz. Bunlar bizden hiçbir amel istemeyen, bizi amele
sevk etmeyen, yarın mizanımıza konulmayacak boş bilgilerdir. Üstelik de
beyinler bunlarla dolduruldukça oralarda Kitap ve Sünnete yer bırakmayacak boş
şeylerdir.
Allah’tan gelen bilgileri
Allah adına, Allah namına, Allah’a götürücü bir niyetle değil de başka
maksatlarla okumak da boştur. Meselâ adam âyet okuyor doktora adına, hadis
okuyor diploma adına, Kur’an öğreniyor sosyal bir statü adına, tefsir okuyor
bilir desinler adına, feraiz öğreniyor paylaşım konusunda bana müracaat
etsinler adına. Onunla yeryüzünde Allah’ın feraiz yasalarını hakim kılmak adına
değil, okuduklarını amele dönüştürmek adına değilse bu da Allah’ın istediği bir
okumak değildir.
Soruyorum okumaya giden çocuğa:
“Evlâdım niçin okuyorsun? Bu okula niye gidiyorsun?” Çocuk diyor ki, “adam
olmak için okuyorum.” O zaman diyorum ki ona: “Peki yavrum baban o okulda
okumuş mu?” “Hayır” diyor. “O zaman baban o okulda okumamış diye adam olmamış
mı? Yani şimdi baban adam değil mi?” deyince yavrucak başını eğiyor. Demek ki o
okulda okuyan adam olmuyor. Adam olmak için değil, Müslüman olmak için okunur.
Okumadaki temel hedef iyi bir Müslümanlık olmalıdır.
Ama öyle olmamış. İnsanlar
Kur’an okumayı böyle anlamamışlar. Nasıl olmuş? Kur’an okumak denilmiş, tamam
birisi mücerret tilâvet etmiş, okunan şeyle ilgi kurulmamış, ne olduğu, ne
dendiği, ne istendiği anlaşılmaya ve gereği yerine getirilmeye çalışılmamış.
Peygamberin kesin nehyine rağmen bu okuma gırtlaktan aşağıya inmemiş, ama
buradan yukarısında mest olunmuş, kendinden geçilmiş, güzel de okumuşlar
kendilerince, ama bu Kur'an okuma olmamış. Halbuki Kur’an okumak, okuduğun âyet
senden namaz istediğinde veya senden şöyle bir hayat programına geçmeni
öğütlediğinde hemen onunla ilgi kurmandır, değilse onun adına okuma
denmeyecektir.
Biz sadece Kur’an’ı okuyoruz
ama onu kendi aramızda ders haline getirmiyoruz. Okuyoruz ama okuduğumuz
âyetlerin ne anlama geldiğini, bizden nasıl bir hayat istediğini anlamaya
yanaşmadan okuyoruz. Okuyoruz ama okuduğumuz âyetlerle hayatımızı düzenleme
kavgası vermiyoruz. Buna da okuma denmez zaten.
Hz. Ali efendimiz buyurur ki:
“Anlamayarak yapılan ibadette ve düşünülmeden gerçekleştirilen kıraatte hayır
yoktur.”
Öyleyse Okuma = Okuma + Başkasına
anlatma + Uygulama, yani okunanı yaşama, okunanla hayatı düzenleme +
Samimiyettir diyebiliriz.
Öyleyse namazlarımızda düşüne
düşüne, yavaş yavaş, anlayarak Kur’an okumalıyız. Çünkü Allah öyle diyordu:
“Ağır ağır Kur’an oku!” (Müzzemmil/4)
Yavaş yavaş, tertil ile,
mânâya nüfuz ederek, düşüne düşüne Kur’an oku. Tedebbürle, tefekkürle oku. Ne
denildiğini, ne istendiğini anlayarak oku. Anlamak üzere, yapmak ve yaşamak
üzere oku. Allah’ın dediklerini hayata hakim kılmak üzere oku. (Besâiru-l
Kur’an-A.küçük)]
elleziy halak O ki yarattı. Elleziy
halâka. Şöyle de gelebilirdi; Ikra' Bismi Rabbikel Hâlık yani isim sıfatla
gelebilirdi. İsim sıfatla gelmemiş, fiille gelmiş elleziy hâlak. İsim sıfatla,
yani rabbikel Hâlık şeklinde gelseydi farklı olurdu tabii ki. Ama fiille
gelmiş. Fiille isim arasında ki fark belli. İsim Camid dir, donuktur, sabittir.
Fakat fiil hareketlidir. İsim Allah’ın zatına dairdir, fiil Allah’ın fiiline
dairdir. Vahiy Allah’ın fiili sıfatlarının tecellisidir ve Allah bir fiil
müdahale etmiştir varlığa, kâinata, insana, hayata. Allah’ın hayata
müdahalesinin eseridir bunu ima eder başta.
Dahası Elleziy Hâlaka. Fiil,
istimrar bildirir ve tabii ki teceddüt bildirir, yenilenme. Tabii ki tekâmül
bildirir, çünkü Allah’ın yenilemesi aynı zamanda kemale ulaştırmasıdır. Kemale
ulaştırmak terbiye işidir. Terbiye zaten aşama aşama bir şeyi yaratılış amacına
ulaştırmak demektir. O zaman burada vahyin maksadı da anlaşılmış oluyor. Ikra' Bismi
Rabbikelleziy halak ile OKU yaratan rabbin adına emri ilahisi aslında
ilahi terbiyenin bir unsuru olarak oku. Allah seni terbiye etmek istiyor ey
insanoğlu. Vahyi böyle OKU. Vahyi ilahi terbiyenin bir numaralı unsuru olarak
OKU. Vahyin amacını doğru OKU ey insan, Allah senin hayatına müdahil oluyor ki,
ebedi saadete kavuşasın diye. Eğer Allah rehberlik yapmazsa sen yolda şaşa
kalırsın ey insan. Yolu bulamaz, yolu kaybeder yola yatar yolu satar veya
şarampole düşersin ey insan. Aslında Cehenneme gitmek, cennete gidememektir ey
insan. Allah seni cennet için yarattı. Cenneti de senin için yarattı ve istiyor
ki ebedi saadete eresin. Fakat bunun için rehberlik lazımdı, rehberliği de
indirdi. O rehberliği doğru OKU ey insan. Allah’ın senin için yarattığını doğru
OKU, niçin var olduğunu doğru OKU, amacını doğru OKU, bilgiyi nasıl alacağını
doğru OKU, bilgiyi en güzel ve en doğru şekilde nerden elde edebilirsin bunu
doğru OKU. Elde ettiğin bilgiyi doğru olarak nasıl üretebilirsin ve nasıl
iletebilirsin. Yani epistemolojik sorunlarını, modernlerin ifadesi ile nasıl
çözersin, var oluş sorunlarını nasıl çözersin işte Allah sana onu öğretiyor. Ey
insan elleziy halak ın çağrıştırdığı
bir çok şey var, ilk olarak bunu söyleyebilirim.
Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
‘Alâk suresini toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder