A sayfasından devam
26-) Ve lekad erselna Nuhan ve İbrahiyme ve
ce'alna fiy zürriyyetihimen Nübüvvete velKitabe feminhüm mühted* ve kesiyrun
minhüm fasikun;
Andolsun
ki Nuh'u ve İbrahim'i irsâl ettik... Nübüvvet'i ve Kitabı (Hakikat ve Sünnetulah BİLGİsini) onların zürriyetleri içinde oluşturduk! Onlardan hakikate
eren vardır... (Ama) onlardan çoğu inancı bozuk kişilerdir! (A. Hulusi)
26 -
Hem celâlim hakkı için Nuh u ve İbrahim i gönderdik, zürriyetlerinde de
nübüvvet ve kitabı atâ kıldık öyle iken içlerinden bazısı hidayeti kabul etmiş,
çokları ise yoldan çıkmış fâsıklardır. (Elmalı)
Ve lekad erselna Nuhan ve İbrahiym
doğrusu Nuh ve İbrahim’i de (aynı gaye ile), aynı amaçla göndermiştik. ve ce'alna fiy
zürriyyetihimen Nübüvvete velKitabe ve yine bu ikisine nesiller
verdik ve kitaplar verdik. Onlara zürriyet bahşettik ve onların zürriyeti
içinden peygamberler göndererek onlara kitaplar verdik açılımı. feminhüm mühted
ve kesiyrun
minhüm fasikun fakat onlardan bir kısmı hidayete erdiler, ama
onlardan bir çoğu da yoldan saptılar.
Yine 16. ayette ki gibi mümeyyiz
akla bir atıf var burada. Kategorik değil analitik düşünmemizi istiyor Kur’an.
Nasıl istiyor? Bakın peygamber evladı olmak yetmiyor. Peygamber evladı da olsa,
ki insanlık peygamber evladıdır değil mi. Babanız sizi aklamaya yetmiyor. Çünkü
sorumluluk kişide başlıyor. Sizin defteriniz sizde başlıyor. Onun içinde ey
insan, ey muhatap karşında ki insanları hangi kabileye, hangi kavme, kimin oğlu
olduğuna, kimin kızı olduğuna, kimin babası kimin annesi olduğuna göre değil,
kendi eylemine göre değerlendirir. Seçip ayıran bir akılla yaklaş, mümeyyiz ol.
Seçip ayırıcı ol. Unutma birinin babasının, anasının kusuru çocuğundan
çıkarılmaz. Yine unutma Azer’in oğlu olur İbrahim olur. Put yapımcı bir babanın
peygamber bir oğlu olur. Yine unutma Nuh gibi bir peygamberin de Kenan gibi
kafir bir oğlu olur. Yani babalar ve evlatlar arasında ki o ayırımı unutma.
Onun için mümeyyiz bir akılla yaklaş. Her insan kendi eylemiyle hesaba çekilir
bunu aklından çıkarma.
27-) Sümme kaffeyna 'alâ asârihim BiRusuliNA ve
kaffeyna Bi 'Iysebni Meryeme ve ateynahul İnciyle ve ce'alna fiy
kulubilleziynettebe'uhu re'feten ve rahmeten, ve rehbaniyyete nibtede'uha ma
ketebnaha 'aleyhim illebtiğae rıdvanillâhi fema ra'avha hakka ri'ayetiha*
feateynelleziyne amenû minhüm ecrehüm* ve kesiyrun minhüm fasikun;
Sonra
Rasûllerimizle onların eserleri üzere takviye ettik! Meryem'in oğlu İsa ile de
takviye ettik; Ona İncil'i (müjde olan BİLGİ) verdik... Ona tâbi olanların kalplerinde şefkat, sınırsız
hoşgörü ve rahmet ve Ruhbaniyet (Allâh'a ermeyi) oluşturduk; bu amaçla yaptıkları ruhbaniyet çalışmalarını
ise (çok büyük korku dolayısıyla sırf uhrevî -
ruhanî yaşama dönük çalışma) onlar uydurdular!
(Oysa) onu (Ruhbaniyeti) onlara
mükellef kılmamıştık. Ancak Allâh'ın rıdvanını (cennet
nimetlerini) talep etmek için bunu
başlattılar... (Ama) ona hakkıyla da riayet etmediler! Onlardan iman edenlere
ecirlerini verdik... (Ancak) onlardan (ruhbanlardan) çoğunun inancı bozuktur! (A. Hulusi)
27 -
Sonra onların izleri üzerinde Resullerimizle takip ettik, bir de Meryem in oğlu
Isa ile takip ettik ve ona İncili verdik ve ona tabi' olanların kalplerinde bir
rikkat bir merhamet yarattık, bir de ruhbaniyet ki onu onlar ibda' ettiler, biz
onu üzerlerine yazmamıştık, ancak Allah rızasını aramak için yaptılar, sonra da
ona hakkıyla riayet etmediler, biz de içlerinden iman etmiş olanlara ecirlerini
verdik, çokları ise yoldan çıkmış fâsıklardır. (Elmalı)
Sümme kaffeyna 'alâ asârihim BiRusuliNA
sonra onların izi üzere, onların arkasından elçilerimizi peş peşe gönderdik,
dizdik. Tüm peygamberler aynı kaynaktan beslenmişlerdir. Bu ibarenin zımnen
ifade ettiği hakikat bu. Her peygamber bir zincirin halkasıdır. Bu zincir
Allah’tandır. Onun için her peygamber birbirini tasdik ederek gelir. Filozoflar
gibi birbirlerini yalanlamazlar. Peygamberler birbirlerini tasdik eder,
desteklerler.
ve kaffeyna Bi 'Iysebni Meryem ve
yine onların peşinden Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Meryem oğlu İsa. Erkek perest
Roma’ya tokat gibi bir cevap. Bir peygamberi annesine nispet etmek. Bu Kur’an
ın erkekçi Roma’ya tokat gibi bir cevabı. ve ateynahul İnciyle ve ona İncil’i verdik ve ce'alna fiy
kulubilleziynettebe'uhu re'feten ve rahmeten ve yine ona uyanların
kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik, koyduk.
Hz. İsa’nın onu sevme adına
zehirli sevgiyle sevenlerinin günahından beri olduğunu ifade ediyor bu ayet.
Açayım; Bir peygamberi ona inananlar putlaştırıyorlarsa bunun suçunu o peygambere
yükleyemezsiniz. Göçüp gitmiş, geçip gitmiş, vefat etmiş bir veliyi, bir alimi,
bir üstadı, bir önderi onun arkasından gelenler onu yüceltme adına
tanrılaştırıyorlar veya Allah’a ait bir takım sıfatları ona yıkıyorlarsa, yani
onun üzerinden şirk güdülerini tatmin ediyorlarsa, şirke giriyorlarsa, bunun
suçlusu o değildir. Burada yine mümeyyiz bir aklı öngörüyor Kur’an ve seçip
ayırma yeteneğimizi kullanmamızı istiyor.
ve rehbaniyyeten Ama ruhbanlık
başka. Ruhbanlık diyoruz, aslında rahbanlık dememiz lazım, rahbaniyet dememiz
lazım ama öyle geçmiş, galât olarak geçmiş. Ruhbaniyet değil rahbaniyet. Fakat
ruhbaniyet olarak anılıyor Türkçe de. Galatı meşhur olmuş. Nedir ruhbanlık?
Dünyadan el etek çekip sadece ve sadece kendisini ibadete vermek. Yani insanların
arasından çıkmak, hayatın yükünü sırtından atmak ve çilehaneye geçmek. Hint
fakirliğine soyunmak belki bir yerde. Ruhbanlık bu.
Peki bu var mı İslam’da? Lâ rehbaniyyete fiddiyn (hadis) hükmü
nebevisinden biz bunun olmadığını biliyoruz. Allah resulü reddetmiştir.
Kendisine bir grup sahabe gelmiş,
Selman-ı Farisi, Ebu Zerr-i Gıfari, Osman bin Maz’un gibi seçkin sahabeler ve
demişler ki “Ya Resulallah biz çoluk çocuğumuzu bırakacağız, işi gücü
bırakacağız, bir mağaraya çekileceğiz, kendimizi kapatacağız, gece sabaha kadar
namaz kılıp akşama kadar oruç tutup hayatımızı Allah’a ve ibadete adayacağız.”
Ravi diyor ki “Hiç peygamberi o
günkü kadar kızmış görmedim. Alnında ki damar yekindi, yüzü kıpkırmızı oldu ve
karşısında kilere dedi ki; Ben sizin için güzel bir örnek değil miyim. Ben
ibadet ederim, aynı zamanda uyurum da. İstirahat de ederim. Ben oruç tutarım,
aynı zamanda iftar da ederim. Ben Allah’a kulluk yaparım, aynı zamanda ehlimle,
ayalimle, çoluk, çocukla ilgilenirim. Yani dengeli olmak varken neden böyle bir
yola düşüyorsunuz.” Diye kızdı, azarladı ve reddetti.
İşte buradan da yola çıkarak biz
İslam’da ruhbanlığın olmadığını çıkarıyoruz. Yani Hint dervişliği makbul bir
şey değil. Neden? Çünkü dünya insana emanet edilmiştir. İnsan yer yüzünde Allah’ın
istediği hayatı inşa etmek için var edilmiştir. Yer yüzü emanettir, emaneti
nasıl terk edersin sen. İnsana rabbimiz öğretmiyor mu;
Rabbenâ âtinâ
fiyddünyâ haseneten ve fiyl âhırati haseneten. (Bakara/201) Rabbimiz bize dünyanın güzelliklerini de ver,
ahiretin güzelliklerini de. Onun için bize ait değildir dünyayı, işte kötü
kadına benzetmek, dünyayı cifeye, leşe benzetmek, dünyayı sineğe benzetmek. Bu
Kur’an i bir düşüncenin reddettiği şeydir. Dünya ahiretin tarlasıdır. Tarlayı
nasıl reddederiz, yoksa nasıl hasat yaparız. Cennet hasadı bu tarladan
ekilenlerin biçilmesiyle oluşur. Onun için el kârda, gönül yarda. Elimizde çok
eyle, gönlümüzde yok eyle diye dua ederlermiş aklı başında olanlar.
[Ek bilgi; "Rahbanlyye"
kelimesi, "ruhbanlara ait iş" anlamındadır. "Ruhban" ise,
"rehbere" kökünden, "fu'lân" vezninde, "korkan"
manasına bir kelimedir ve tıpkı 'den gelen
"huşyân" manasındadır.
Bu ifâde, "ruhbanlara ait
olduğunu sanki açıkça ifade etmek için, zamme ile
"ruhhâniyye" şeklinde de okunmuştur. "Ruhban" kelimesi,
"râkib"in çoğulunun "rubbân" (biniciler) oluşu gibi,
"râhib'in çoğuludur.
Ruhbanlık ile kastedilen ise,
bu kişilerin, dindeki fitnelerden kaçarak, dağlara çekilmeleri, kendilerini
bütünüyle ibadete vermeleri, üzerlerine vâcib olan ibadetlere ek olarak, yalnız
yaşamak, sert elbiseler giymek, kadınlardan uzak durmak, mağaralarda ve kuytu
köşelerde kendilerini ibadete vermek gibi, ileri derecede meşakkatli bir hayat
tarzına katlanmalarıdır. Fahruddin
Er-Razi- Tefsir-i Kebir)]
[Ek bilgi-2; RUHBANLIK VE
TARİHÇESİ
Hz. İsa'dan (a.s) 200 yıl
sonrasına kadar Hıristiyanlarda ruhbanlık yoktur. Ancak başlangıcından beri
Hıristiyanlık, bünyesinde ruhbanlık gibi bir sapmanın doğmasına müsait bir
takım özellikler taşıyordu. İnzivaya çekilmek, dünyaya sırtını çevirerek
dervişler gibi yaşamak, hiç evlenmemek, aile hayatı kurmamak, ahlâken mükemmel
olmak için çalışmak şeklindeki ruhbanlığın temel özellikleri ve bu tür
eğilimleri, daha Hıristiyanlığın başlangıcında mevcuttu. Bilhassa, bekâr
kalmak, Hıristiyanlıkta bir kutsallık kazanmıştı.
Evlenmek ve çoluk çocuk sahibi
olmak her ne kadar kiliseye hizmet edenler için uygun görülmüşse de, üçüncü
asra girerken, bu tür eğilimler bir fitne şeklinde gelişmiş ve ruhbanlık adeta
salgın bir hastalık gibi, yayılmaya başlamıştır. Bunun üç tarihsel nedeni
bulunmaktadır.
a) Kadim müşrik toplumlarda,
şehvet, çirkin ahlâk ve dünyaya aşırı derecede meyletmek o derece yayılmış
bulunuyordu ki, Hıristiyan alimler bu zaaflara itidal ile karşı koyacaklarına,
aynı şekilde aşırı bir tepki göstermişlerdir. Sözgelimi bu aşırılık kadının
iffeti konusunda, kadın-erkek arasındaki münasebeti nikah olsa dahi kötü
(necis) telakki edecek kadar ilerdeydi. Yine dünyaperestliğe o kadar şiddetle
karşılık vermişlerdir ki, dünyada bir şeye sahip olmak, ahlâktan yoksun olmak
gibi günah kabul edildi. Yoksulluk ve dünyayı terk etmeye eğilim göstermek,
onlar nezdinde yegâne ölçü addedildi. Ayrıca, müşrik toplumlardaki şehvet ve
lezzet düşkünlüğüne karşı çıkmak, dünya nimetlerinden nefsini faydalandırmamak,
nefsi öldürmek ahlâken üstün bulunurken, kişinin kendi nefsine her türlü
eziyeti yapması, ruhsal yücelişin ispatı sayıldı.
b) Hıristiyanlar güçlü
oldukları düzenlerde, dinlerini yaymak hevesiyle, bu dini kabul eden
toplumların revaç bulmuş inançlarını Hıristiyanlığa sokmaktan çekinmemişlerdir.
Evliya olarak kabul edilen kimselere tapmak, eski tanrılara tapınmanın yerini
alırken, Horus ve İsis putlarının yerine, İsa ve Meryem Ana putları,
Romalıların ekin tanrısının (Saturnaia) yerine "Noel Baba"
konulmuştur. Ayrıca önceki putperest dinlerde ilgi bulan üfürükçülük,
muskacılık vs. gibi hurafeler, Hıristiyan din adamları tarafından deruhte
edilmeye başlanmıştır. Böylece dünyadan elini eteğini çekip sefil, çıplak bir
şekilde kuyu içlerinde yaşayan, dağlar arasında dolaşan derviş kimseler, halk
nezdinde kutsal, ermiş, evliya imajı alırken, Hıristiyanlıkta ideal prototip
olmuşlardır. Bu kimselerin hikaye ve menkıbeleri, olağanüstü marifet ve
kerametleri Hıristiyanlar arasında, bizdeki "Tezkiretul-Evliya" türü
kitapları meydana getirmiştir.
c) Hıristiyanlıkta şeriatın
belirli sınırları olmadığı gibi, tutarlı bir yolu da yoktur. Musevî şeriat terk
edildiğinden ve Kitab-ı Mukaddes kamil bir yol göstericilik yapamadığından,
Hıristiyan alimler, filozoflardan ve diğer milletlerin inançlarından
etkilenerek dinlerine her türlü bid'atı sokmuşlardır. İşte ruhbanlık da bu
bidatlerden birisidir.
Hıristiyan alim ve din
adamları, bu düşünceyi kendi dinlerinin rahiplerinden, Hint Yogi ve
dervişlerinden, kadim Mısır fakihlerinden, İran'daki Maniheistlerden ve Yunan
filozoflarından etkilenerek ortaya koymuşlardır. Böylece nefsi tezkiye etmeyi
ve ruhsal ilerlemeyi, Allah'a yakınlaşmaya vesile olarak kabul etmişlerdir.
Bu dalalete düşen kimseler
sıradan kimseler olmayıp, üçüncü asırdan, yedinci asra kadar (ki Kur'an bu
asırda nazil olmuştur) batı ve doğuda önde gelen Hıristiyan din adamları, önder
kabul edilmiş kimselerdi. (Saint Atanasius, Saint Bastil, Saint Gragory, Saint
Nazianazin, Saint Craysistum, Saint Embroz, Saint Jerom, Saint Agustain, Saint
Benedik, Büyük Gregory) . Bu kimselerin tümü rahiptir ve Hıristiyanlığa
ruhbanlığı sokup onu yayanlar da bunlardır.
Tarihi bilgiler,
Hıristiyanlıkta ruhbanlığın öncülüğünü yapanın Sn. Antony (MS. 250-350)
olduğunu bildirmektedir. Kendisi ilk Hıristiyan rahiptir ve Kayyum bölgesinde,
bugün Darul-Meymun olarak bilinen Pespir'de ilk manastırı kurmuştur. İkinci
manastır ise Kızıldeniz sahilinde Mar Antonius'ta kurulmuştur.
Hıristiyan ruhbanlığının ilke
ve esasları, Sn. Antony'nin ortaya koyduğu öğretiye dayanır. Onun öncülük
etmesiyle Mısır'da ruhbanlık adeta bir çığ gibi büyüyüp, yayılmaya başlamış ve
peşi sıra rahip ve rahibelere her yerde manastır kurulmuştur. Bu manastırlar
yaklaşık 3000 rahibi barındırabilecek kapasitededir.
M.S. 325'te Mısır'da başka bir
Aziz "Pahumius", rahib ve rahibelere 10 adet manastır yaptırmıştı.
Daha sonra Şam, Filistin, Afrika, Avrupa ve diğer bölgelere kadar
yayılmışlardır. Kilise, bu olayı önce şaşkınlık içinde izlemişti. Çünkü
Kilise'ye göre, dünyaya sırt çevirmek, evlenmemek, mal sahibi olmamak ruhani
ideal olarak tasvip görüyor ise de, rahiplerin düşündüğü gibi tüm bunlar günah
sayılmıyordu. Ancak sonuçta, Sn. Atanasius (öl. 373) , Sn. Bastil (öl. 379) ,
Sn. Agustain (öl. 430) ve Büyük Gregory (öl. 609) gibi kimselerin gayretleriyle
bu düşünceler meşruiyet ve resmilik kazanmıştır. (Ebu’l Alâ Mevdudi - Tefhimu’l
Kur’an)]
nibtede'uha ma ketebnaha 'aleyhim illebtiğae
rıdvanillâh onu kendilerine emretmediğimiz halde onlar uydurdu. Yani
Hıristiyan Ruhbanlar, onlar uydurdu. Ama biz emretmedik. Emretmediğimiz halde
onlar uydurdu. Sırf Allah’ın rızasını kazanmak için uydurdular. Evet, dindarlık
gösterisi aslında ruhbanlık bir tür. Gösterişçi dindarlıkta diyebiliriz.
Zararını biliyoruz. Ne diyordu Allah Resulü; Kendisine biri gelmiş; Ya
Resulallah ben şu kadar günde bir Kur’an ı hatmediyorum. Gelen ayetlerin
tamamını gece vakti okuyorum. Hayır, daha uzun, şu kadar? Hayır daha uzun, şu
kadar? hayır daha uzun. Ondan sonra dönüp diyor ki; Ne ısrar ediyorsun be adam
sen usanmazsan Allah usanmaz. Sen usanmadıkça Allah usanmaz.
Yine bir başkasında Allah
Resulünü ibadet konusunda sıkıştırır gibi oluyorlar, o diyor ki; Ben
bıraktığımda siz de bırakın. Yani beni sıkıştırmayın, beni zorlamayın,
götüremeyeceğiniz bir yükün altına girmeyin.
Terazisiz bir aklın eseridir
ruhbanlık 25. ayette ki mizanı hatırlayın, teraziyi. Allah terazi verdik diyor
insanın içine. Yani akıl terazisi. Akıl terazisi olmayanlar ya ahiretten yana
düşerler bu sırattan, ya dünyadan yana. Denge esastır, dengelilik esastır.
Zaten bu ayette bize bunu söylüyor.
fema ra'avha hakka ri'ayetiha fakat
onun gereklerine de hakkıyla riayet etmediler. Yani ruhbanlığı Allah
emretmediği halde kendileri uydurdular, fakat onun gereklerine de riayet
etmediler. Yahudilik ve Hıristiyanlığın içinden ruhbanlığı uyduranlar onun
gereğine de riayet etmediler. Hem uydurdular, hem Allah’a adayacağız dediler
hayatlarını, fakat gereğine de riayet etmediler, ki zaten insan üstüne lazım
olmayan bir yükün altına girdiği zaman sırtı iki büklüm olur ve altından
kalkamaz. Çünkü insanın istiap haddi onu yaratan çok iyi biliyor.
feateynelleziyne amenû minhüm ecrehüm
iman eden kimselere ecirlerini verdik. Yani eğer bundan dolayı bir ecir
kazanmışlarsa onu hiç eksiksiz iman eden kimselere bahşettik. Yani yine denge,
yine mümeyyiz akıl ve yine toptancı aklı ret, burada gördüğümüz o.
ve kesiyrun minhüm fasikun fakat
onlardan çoğu yoldan çıktılar.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
172. videonun tümünü BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder