B sayfasından devam.
37-) Kale lâ ye'tiyküma taamün türzekanihi illâ nebbe'tüküma Bi te'viylihi kable en ye'tiyeküma* zâliküma mimma alemeniy Rabbiy* inniy terektü millete kavmin lâ yu'minune Billâhi ve hüm Bil ahireti hüm kafirun;
(Yusuf) dedi ki: "Yemek vakti gelip rızkınız olan size verildiğinde onu yemeden evvel rüyalarınızın tevilini haber veririm... Bu Rabbimin bana bildirdiklerindendir... Ben o yüzden bir halkın din anlayışını terk ettim ki, onlar, (Esmâ'sıyla) âlemlerin hakikati olan Allâh'a iman etmiyor ve kendilerinin sonsuza dek yaşayacakları gerçeğini inkâr ediyorlardı." (A.Hulusi)
37 - Dedi ki: size merzuk olacağınız bir taam gelecek a her halde o gelmezden evvel ben size bunun ta'birini haber vermiş bulunurum, bu bana rabbımın ta'lim buyurduklarındandır, çünkü ben, Allaha inanmıyan ve hep Âhıreti inkâr edenlerden ıbaret bulunan bir kavmin milletini bıraktım.(Elmalı)
Kale lâ ye'tiyküma taamün türzekanihi illâ nebbe'tüküma Bi te'viylihi kable en ye'tiyeküma Yusuf dedi ki; Yemeniz için ayrılan günlük tayininiz size ulaşmadan ben her ikinize de rüyanızın altında yatan anlamı, o rüyalar henüz gerçekleşmemişken haber vereceğim. Yani endişe etmeyin. Rüyanızı sordunuz, ben onların Te’vilini yapacağım, altında yatan anlamı açıklayacağım size dedi.
Te’vil, êle yeûlü kökünden türetilmiş bir mastar. Evvel de buradan gelir. İlk demektir. Yani bir şeyi ilk haline döndürmek, aslına döndürmek, ilk haline irca, orijinaline döndürmek denir ki, gerçek halini anlamak. Bir olayın yüzeysel durumuna bakmadan onun gerçeğini görmek. Birinin maskesine değil, o maskenin altında yatan gerçek yüzüne bakmak. Bir sözün sadece lafzına değil, o lafzın altında yatan manaya bakmak işte budur. Altında yatan gerçek anlamı aramaya te’vil denilir.
zâliküma mimma alemeniy Rabbiy çünkü bunlar diyor Hz. Yusuf rabbimin bana öğrettiklerindendir. Yani bu bir şeyin, bir olayın, görünen bir şeyin arka tarafındaki görünmez yüzüne bakmak, ya da bir şeyin illetini, gayesini, hikmetini çözmek rabbimin bana öğrettiği bir bilgidir diyor. Yani bilgisinin kaynağını açıklıyor burada. Bu da çok önemli. Doğru bilginin kaynağı Allah’tan bağımsız değildir. Burada verilen mesaj da bu.
inniy terektü millete kavmin lâ yu'minune Billâhi ve hüm Bil ahireti hüm kafirun; Bu çok daha önemli, ama önce şunu bilmeniz şart. Ben Allah’a inanıp güvenmeyen ve ahireti inkarda ısrarla direnen bir toplumla yolumu ayırdım diyor Hz. Yusuf. Onların rüyalarını sormalarını bir bahane olarak kullanıp onların ebedi kurtuluşları için onlara yol gösteriyor ve önce tevhidi onlara öğretmeye çalışıyor. Önce hakikatin kaynağına davet ediyor. Yani bilginin kaynağını gösterdi, Allah. Ondan sonrada o ilginin kaynağına sadakate davet ediyor ve kendisi de o bilginin kaynağına olan şükrünü böyle ödüyor. Bu çok önemli. Kendisine gelen o iki insanın rüyalarını te’vil edip gönderebilirdi. Fakat o te’vili borçlu olduğu Allah’a şükrünü, onları Allah’a davet ederek ödüyor. Çünkü bir şeyin şükrü kendisindendir.
38-) Vetteba'tü millete abaiy İbrahiyme ve İshaka ve Ya'kub* ma kâne lena en nüşrike Billâhi min şey'* zâlike min fadlillâhi aleyna ve alenNasi ve lâkinne ekseranNasi lâ yeşkürun;
"Ben, atalarım İbrahim, İshak ve Yakup'un milletine (tevhid dinine) tâbi oldum... Allâh'a herhangi bir şeyi (nefsim dâhil) ortak koşmamız bizim için olacak şey değildir! Bu hem bizim üzerimize ve hem de insanlar üzerine Allâh'ın fazlındandır. Fakat insanların çoğunluğu (bu hakikati değerlendirip) şükretmezler." (A.Hulusi)
38 - Ve atalarım İbrahim ve İshak ve Ya'kub’un milletine ittiba' ettim, bizim Allaha hiç bir şey şerîk koşmamız olamaz, bu bize ve insanlara Allahın bir fazlıdır, velâkin insanların ekserisi şükretmezler. (Elmalı)
Vetteba'tü millete abaiy İbrahiyme ve İshaka ve Ya'kub ve atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kub’un inanç sistemine uydum. ma kâne lena en nüşrike Billâhi min şey' Allah’a ait herhangi bir niteliği O’ndan başkasına yakıştırmak bize asla yakışmaz.
Hz. Yusuf zindan arkadaşlarına, hapishane arkadaşlarına işte böyle konuşuyor ve devam ediyor. zâlike min fadlillâhi aleyna ve alenNas işte bu. İşte bu ne? Tevhid inancı, tek Allah inancı, yani iman, Allah’ın bize ve tüm insanlığa olan bir lûtfudur. ve lâkinne ekseranNasi lâ yeşkürun; Ne var ki insanların çoğu bunu değerlendirmez.
İşte davet yöntemi değerli Kur’an dostları. Önce “Lâ” diyor. 37. ayette bu var. “Lâ” diyor. Yani Allah’tan başkalarının reddini istiyor Hz. Yusuf zindan arkadaşlarına tevhidi tebliğ ederken. Yanlışı terk etmeden doğrunun bulunamayacağını ima ediyor. Bir önceki ayette. Bu ayette, 38. ayette ise “İllâ” diyor. Yani inşa ediyor. Yıkılmış olan yapıyı temizledikten sonra, enkazı kaldırdıktan sonra yerine, gönül arazisine doğru inancı inşa etmek için “İllâ” yı getiriyor. İşte Tevhid. Zâlike burada o “İllâ” ya tekabül ediyor. “İllâllah”. Tevhidi iman. En büyük lûtuftur Allah indinde Allah’a iman. Çünkü;
Zâlikel Kitâb'u lâ raybe fiyhi hüden lil muttekıyn; (Bakara/2)
Bakara suresinin ilk ayetinde; Bu kendisinde kuşku bulunmayan kitap, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olanlar için bir hidayettir deniliyordu değil mi? İşte bu bir cevaptı. Bu cevap Fatihada ki;
İhdinasSıratal'müstakıym; (Fatiha/6)
Bizi dosdoğru yola ilet talebinin, arzusunun cevabıydı. Çünkü insan Allah’tan bir tek şey isteyecekse o hidayet olmalı. Çünkü Hidayetten büyük, hidayetten daha büyük bir mutluluk yoktur. Hz. Yusuf’un da teklifi o aslında.
39-) Ya sahıbeyissicni e erbabün müteferrikune hayrun emillâhul Vâhıd'ül Kahhâr;
(Yusuf dedi): "Ey zindan arkadaşlarım... Birbirinden farklı özelliği olan rabler mi daha hayırlı, yoksa Vâhid'ül Kahhâr (TEK ve her şey hükmü altında) olan Allâh mı?" (A.Hulusi)
39 - Ey benim zindan arkadaşlarım, müteferrik bir çok ilâhlar mı hayırlıdır yoksa hepsine galip, kahhar olan bir Allah mı? (Elmalı)
Ya sahıbeyissicni e erbabün müteferrikune hayrun emillâhul Vâhıd'ül Kahhâr;
Devam ediyor Hz. Yusuf tebliğine; Ey hapishane arkadaşlarım. Onların akıllarına sesleniyor şimdi. Doğrudan akıllarına, duygularına değil, düşüncelerine sesleniyor. Birbirinden farklı, birden fazla tanrıya inanmak, kulluk etmek mi daha makul, yoksa bütün varlıkları yaratan ve onlar üzerinde hakimiyet ve otorite olan biricik Allah’a inanmak, kulluk etmek mi daha makul. Burada ki Hayrun’u bendeniz makul diye çevirdim ki bu bağlamda en münasip anlam bu olsa gerektir.
Bakınız kültürleri ve konjoktürü nasıl değerlendiriyor Hz. Yusuf davet ederken. Çünkü bu iki insan, zindan arkadaşı, iki hapishane arkadaşı; ikisi de Krala hizmet eden iki kişi. Çünkü onlar bir efendiyi dahi memnun edememiş. Bir ömür belki de Kralın şarapçı başılığını ve ekmekçi başılığı yapmışlar, fakat içinden çıkan bir taşla kellesi tehlikeye girmiş. Şimdi onlara böyle bir misal çarpıcı gelir. Düşünün bunlar üç beş krala hizmet etseydi aynı anda. Bir tanesini dahi memnun edemezken 3 – 5 ini veya 10 – 20 sini nasıl memnun edeceklerdi. Onların kültürlerinden misal getiriyor Hz. Yusuf ve alemi yaratan tek Allah’a iman etmenin gerekli olduğunu akıllarına hitap ederek anlatıyor.
40-) Ma ta'budune min dûniHİ illâ Esmâen semmeytümuha entüm ve abaüküm ma enzelAllâhu Biha min sültan* inil hükmü illâ Lillâh* emera ella ta'budu illâ iyyaHU, zâlikedDiynül kayyimü ve lâkinne ekseranNasi lâ ya'lemun;
"Onun dûnunda olan tapındıklarınız, sadece isim olarak var ki (yani o isimlerin müsemması olarak hiçbir varlıkları yoktur), o isimleri de siz ve atalarınız oluşturdunuz; onların varlıkları hakkında Allâh'tan gelmiş bir delil yoktur. Hüküm ancak ve yalnız Allâh'ındır! Hükmetmiştir, sadece kendisine kulluk edilmesini! İşte geçerli Din (anlayışı) budur... Fakat insanların çoğu bu gerçeğin farkında değildir!" (A.Hulusi)
40 - Sizin ondan başka taptıklarınız bir takım kuru isimlerden ibarettir ki onları siz ve atalarınız takmışsınızdır, yoksa Allah, onlara öyle bir saltanat indirmemiştir, hüküm ancak Allah’ındır, o size kendisinden başkasına tapmamanızı emretti, doğru ve sabit din budur velâkin nâsın ekserisi bilmezler. (Elmalı)
Ma ta'budune min dûniHİ illâ Esmâen semmeytümuha entüm ve abaüküm Onu bırakıp ta taptığınız şeyler başka değil, yalnızca sizin ve atalarınızın Allah’a ait nitelikleri yakıştırdığınız isimlerdir. Yani sizin ve atalarınızın Allah’tan çalıp, Allah’a ait olduğu halde O’ndan alıp bir başkasına hakkınız olmadan yakıştırdığınız isimlerdir. Yani sizin zihninizde, tasavvurunuzda ancak tanrılaştırdığınız şeyler. Yoksa onlarda tanrılıktan en ufak bir şey yok diyor.
ma enzelAllâhu Biha min sültan Üstelik Allah bunlar hakkında delil de indirmemiştir. Çünkü Allah atama hakkını insan kendisinde nasıl görüyor? Siz taptığınız tanrınızı atama hakkını kendinizde görüyorsanız, söyler misiniz siz tanrınızı mı belirliyorsunuz, tanrınız sizi mi. Siz mi yükseksiniz O mu. İnsan kendi belirlediğine nasıl tapar. Tapıyorsanız nasıl belirleme hakkının kendinizde olduğuna inanıyorsunuz. Bu ne biçim çelişki, bu ne yaman, bu ne dehşet çelişki. İnsanın taptığı kendisinden yüce bir varlık olmalı. Siz ise taptığınızı tayin ediyorsunuz.
İşte bu, bu imalar yapılıyor. Üstelik Allah bu konuda hiçbir belge, delil iletmemişken, neden bu söylenir? Çünkü birine tanrılık yakıştırırken Alemin yaratıcısı olan Allah’ın O’na ait bir niteliği ona veriyorsunuz. Peki Allah’tan izin aldınız mı dercesine bu. Allah’a ait bir niteliği Allah dışında bir varlığa yakıştırırken Allah’tan izin aldınız mı. Sizin olan bir şeyi yakıştırmıyorsunuz ki. Allah’a ait bir şeyi yakıştırıyorsunuz.
inil hükmü illâ Lillâh İşte bütün surenin anahtar cümlesi geldi. Nihai yargı yalnızca Allah’a aittir.
İslam tarihinde Harici adıyla bilinen ve Haruriye diye de anılan ünlü bir hizip, fırka bu ayete dayanarak isyan ettiler Hz. Ali’ye ve bir çok müminin, bir çok sahabenin kanını döktüler. Hz. Ali’ye isyan ederken söyledikleri söz bu ayetti. Sen hakeme başvurmakla hükmün Allah’a ait olduğunu inkar ettin. Dolayısıyla artık sen Müslüman değilsin diyorlardı (Haşa) Onların en büyük yanlışı, Kur’an ın bir ayetinin bir tek küçük bir cümlesini bağlamından kopararak, ait olduğu bütünden ayırarak bayraklaştırmış ve siyasallaştırmış olmalarıydı. Böyle yapınca tarihin en büyük cinayetini işleyen canilere dönüştüler.
Oysa ki bu ayete ait olduğu, kendi ait olduğu bütün içerisinde açıkça anlaşılıyor. inil hükmü illâ Lillâh nihai yargı. Onun için nihai yargı diye çevirdim. Bu nihai yargıdan ne anlamamız gerektiğini zaten ayetin devamı veriyor. Ne imiş bu Allah’a ait olan yargı;
emera ella ta'budu illâ iyyaH O size kendisinden başkasına asla kulluk etmemenizi emretmiştir. zâlikedDiynül kayyimü ve lâkinne ekseranNasi lâ ya'lemun; işte bu dosdoğru olan tek dindir. Fakat insanların çoğu bundan habersizdirler. Anlaşılmıyor mu, yalnızca Allah’a ait olan hüküm; Din belirleme, kime kulluk edileceğini belirleme hükmü. Yoksa insanlarında hükmedebileceğini yine Allah kelamında ifade buyurmamış mıdır Kur’an kelamında
ve in hakemte fahküm beynehüm Bil kıst.. (Maide/42) Eğer hüküm verirseniz adaletle hüküm veriniz diyen de vahiy değil miydi. Onun için burada insan oğlu hiçbir halde, hiçbir noktada, hiçbir şekilde hüküm veremez anlamına alınırsa, zaten bu anlamın kendisi de bir hükümdür. Yani insanoğlu kendi kendisine ayetten yola çıkarak bu ayetin bu manaya geldiği hükmünü yine kendisi veriyor. Hariciler en büyük hükmü bu ayetin manasını öznel olarak, sübjektif olarak belirlemekle vermişler, ilk ayete karşı çıkan kendileri olmuşlardı. Yani bu muhteşem bir çelişkiydi veya muazzam bir çelişki. Ama bu çelişkiyi bile fark etmediler.
Oysa insan akşama kadar bu güzeldir, bu çirkindir, bu iyidir bu kötüdür, bu büyüktür bu küçüktür demekle bile hüküm verir. Bunlar hep hüküm cümlesidir. İnsanoğlu bir ömür hep hüküm verir. Fakat adil hüküm vermekle emr olunmuştur, hüküm vermemekle değil ve bir de Allah’ın hüküm verdiği konularda aksine hüküm vermemekle Allah’ın hükmünün üzerine başka bir hükme sapmamakla emr olunmuştu. Yoksa mutlak manada hükmetmemekle değil.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
76. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/12/23/islamoglu-tef-ders-yusuf-030-05776/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder