Sevgili Kur’an dostları, bugün Kur’an ımızın yepyeni bir sitesine, muhteşem bir sitesine daha birlikte giriyoruz. Bu sitenin ismi Yusuf, yani Yusuf suresi.
Yusuf suresi her ne kadar Kur’an ın resmi sıralamasında 12. sure olarak yer alsa da, iniş sıralamasında Mekke döneminin sonlarına düşen bir sure. Hatta bazı müfessirlerin beyanı doğruysa eğer, bu sure tam hicret sırasında, yolculuk sırasında inen bir sure. Ki surenin muhtevası bunu doğruluyor aslında.
Nedir surenin muhtevası; Bir peygamberin, bir güzel insanın hayatından söz ediyor, adını da zaten oradan alıyor. Kur’an da ki en uzun kıssalardan bir tanesini anlatıyor bu sure. Kahramanı Hz. Yusuf, Hz. Yakup ve Hz. Yusuf’un kardeşleri olan bir kıssadan. Küçük bir çocuğun kıskanç kardeşlerinin ihanetine uğrayarak önce öldürülmeye kalkışılması, daha sonra kuyuya atılması, daha sonra kervancılar tarafından alınıp köle diye satılması, daha sonra iftiraya uğraması ve bir iffet sınavından geçmesi, daha sonra zindana atılması ve en sonunda muhteşem final Mısır’a sultan olması.
Çok ilginç, çok farklı, ağzına kadar ibret dolu, hikmet dolu bir kıssa. Zaten Kur’an da bunu açıkça beyan ediyor ve bu kıssada bizim için ayetler, işaretler, hikmetler olduğunu söylüyor. Peki, hicrete çok yakın bir zamanda, ya da bazı müfessirlerin dediği doğruysa tam hicret sırasında böyle bir kıssa sevgili nebiye neden indirilir. Bu soru kıssayı anlamamız için cevabını bulmamız gereken bir soru.
Vahyin ilk muhatabı Hz. peygambere sen Yusuf’sun demektir bu. Sen Yusuf’sun..! Şu anda doğduğun topraklardan sürülüyorsun, hem de kadre uğrayarak. Haksızca, zulmen, mazlum olarak sürülüyorsun. Fakat unutma, bir gün gelecek sana bunu yapanlar önünde diz çökecekler. Yaptıklarına pişman olacaklar. Şunu aklından çıkarma, eğer içinde bulunduğun bu acı, bu zor, bu sıkıntılı günler neler getirecek, akıbeti nedir diye düşünüyorsan Yusuf’un akıbetine bak. Kuyuya atılmaktan korkma ey Muhammed. Zihninin ve kalbinin kuyuda olmasından kork. Kuyuya atılmaktan korkma ey Muhammed, kuyuya atmaktan kork.
Onun için birincisi Resulallah için muhteşem bir ibret. Gerçekten de öyle olmuştu. Tıpkı Hz. Yusuf Mısır yöneticisi olduktan sonra kendisine ihanet eden kardeşlerinin karşısında ezilip büzüldüğünü görünce ..lâ tesriybe aleykümül yevm..(92) Bugün size kınama yoktur, bugün sizi yargılamayacağım, mahcup etmeyeceğim demişti.
İşte sevgili efendimiz de Mekke’nin fethi günü kendisine bin bir zulmü yapmış olan insanlar Kâbe nin önünde toplanmış, bize acaba ne yapacak, bizi nasıl cezalandıracak, bizi öldürecek mi, sürecek mi diye titreşirken, dizleri titreyerek bekleşirken Kâbe nin önünde yüksekçe bir yere çıkmış ve sormuştu onlara; “Bugün size ne yapacağımı zannediyorsunuz ey Mekkeliler.” Bunu sorduğu insanlar, tamam bazıları pişman olmuş, bazıları yelkenleri suya indirmişti ama, bazıları içlerinde bir kini bir dağ gibi taşıyorlar; Mesela bir tanesi diyordu ki yanındakine; “Şu damda Bilal’in ruhundan af dileniyorum.” Rivayet aynen böyle çünkü. “Eşek gibi anıran kim biliyor musun? Kim, dünkü bizim kölemiz işte.” Diyordu. Bir tanesi, bir başkası;”Babam ne iyi etmişte bu günleri görmeden ölmüş.” Diyordu. Böyle kin besliyorlardı.
İşte o gün, işte o insanlara
“Bugün size ne yapacağımı düşünüyorsunuz ey Mekkeliler” diye sorduğunda hep bir ağızdan şu cevap gelmişti.
“Ente kerimün vebnün kerimün ve ahün keriym..!” “Sen, ikram sever birisin, ikram sever bir evlatsın. Keriym, şefkatli, merhametli bir kardeşsin.” Demişlerdi ve o da dönüp: “Bugün size, Yusuf’un kardeşlerine dediğini diyorum ..lâ tesriybe aleykümül yevm.. bugün size kınama yok, bugün sizi yargılamayacağım. İz hebu fe entüm tuleka haydi gidin, sizi salıverdim, salıverdiniz.” diyecekti. Onun için hicretin hemen öncesinde, ya da hicret sırasında indirilen bu sure adeta o güne bir atıftı. Adeta en acı, en hüzünlü, en ıstıraplı günlerde, gelecek aydınlık günlerin müjdesini veriyordu. Tıpkı kuyudaki Yusuf’a rabbimizin gelecek sultanlığı haber verdiği gibi. Adeta Yusuf’la özdeşleşmişti.
Tabii ki sadece Resulallah’ı teselli etmiyordu bu. Aynı zamanda Mekke müşriklerine de bir ihtardı bu sure. Yani onları da Yusuf’un hain kardeşlerine benzetiyordu. İhanet eden o kardeşlerine. Ve diyordu ki; Bir gün özür dileyeceğiniz şeyleri yapıyorsunuz. Öyle ki siz Yusuf’u kuyuya atan konumundasınız. Siz ona kötülük yaptığınızı düşünüyorsunuz ama, aslında siz onun hükümdarlığının, onun hakimiyetinin, onun iktidarının önünü açıyorsunuz. Allah iradesini sizin elinizle infaz ediyor, uygulamaya koyuyor. Bu mesaj veriliyordu.
Tabii bu sure sadece bunlardan müteşekkil değildi. Bu surenin asıl söylemek istediği şey bizce 67. ayetinde, ve yine hemen biraz ilerde 21. ayette de ..vAllâhu ğalibün alâ emrihi.. (21) Allah irade ettiği işi başarıyla tamamlayandır ayetinde olduğu gibi. Tıpkı bu surenin 67. ayetinde ..inil hükmü illâ Lillâh.. (67) Hüküm yalnızca Allah’a aittir ayeti kerimesiyle de bu sure bize bambaşka bir şey söylüyordu. O şuydu; Allah’ın iradesi her zaman galip gelir. Herkes hesabını Allah’ın iradesine göre yapsın Allah’tan bağımsız kimse hesap yapmasın.
Onun için bence bu surenin insana vermeye çalıştığı en büyük ders budur. Ey insanoğlu, kim olursan ol düşmanda olsan, peygamber de olsan, şeytan da olsan kim olursan ol Allah’tan bağımsız hesap yapmaya kalkma. Kim olursan ol Allah iradesi istikametinde seni de alet olarak kullanır. Dolayısıyla ilahi senaryoda kimin rolünü oynadığına bak. Adem’in rolünü mü, şeytanın rolünü mü. Yusuf’un rolünü mü, yoksa onu kuyuya atanların rolünü mü oynuyorsun. Nihayetinde ..vAllâhu ğalibün alâ emrih.. (21) Allah irade ettiği işi mutlaka sonuçlandıracak ve o konuda galip gelen O olacaktır. Surenin belki de asıl vermeye çalıştığı nokta buydu. Ama bunların dışında Bir başka şeyi daha söylüyordu sure:
Allah’tan bağımsız bir başarı tasarlanamaz. Eğer başarı tasarlayacaksanız mutlaka Allah’ı hesaba katacaksınız. Düşünebiliyor musunuz dışarıdan bakınca kuyuya atan mı, yoksa kuyuya atılan mı zarar gördü. Şöyle kısa vadeli bakınca kuyuya atılana acımak lazım. Ama biraz yukarıdan bakarsanız, Allah’ın gör dediği yerden bakarsanız kuyuya atanlara acırsınız. Tıpkı Abdullah İbn Mes’ud’un o ilginç hadisesinde olduğu gibi;
Bu sureyi kim okuyacak Kâbe’nin yanında dediğinde ondan başka kimse kalmamıştı. 3 kez tekrarladı Resulallah, onca iri yapılı, cesaretli sahabi olmasına rağmen yine cılız boyu ile cüce cüssesiyle Abdullah bin Mes’ud kalmış ve ben okuyacağım demişti. Resulallah’ta buyur demişti. Kâbe’nin etrafında Mekke müşriklerine çın çın sesiyle Kur’an okurken tabii ki müşrikler o naif, o nazik, o nazenin bedenin tepesinde bitmişler ve onu oracığa devirmişlerdi. Ağzı burnu kan revan içinde kalmıştı.
Biz bir haberle karşılaşıyoruz, sıhhat derecesi ortalama bir haber. Resulallah Cebrail’i gördüm diyor gülümseyerek geliyordu. Sordum neden tebessüm ediyorsun? Onun ilerisini görüyorum dedi diyor.
Bir sahne daha bu sefer Abdullah İbn Mes’ud altta olan değil, üstte olan. Bu sefer altta olan ona tokat vuran Ebu Cehil. Manzara Bedir savaş alanı Ebu Cehil yaralı, Abdullah İbn Mes’ud yaralı müşrik liderinin yüksekçe göbeğine çıkmış konuşuyorlar. Kim galip geldi diyor Ebu Cehil, gözlerini bir ara açıyor. Abdullah İbn Mes’ud’un cevabı tek oluyor; El Hakkı ya’lu, vela yu’la aleyh. Hakikat galip geldi. Ona galip gelecek te hiçbir güç yoktur zaten diyor.
İşte bu manzarayı gördüğünüzde tebessüm edersiniz. Yüksekten bakanlar, ileriyi görenler, herkes ağlarken onlar tebessüm ederler. Çünkü ona tokat vuranın bir gün onun altında can çekiştiğini görürler. O sebeple bu surenin verdiği büyük derslerden biride işte budur. Nereden bakıyorsunuz sorusudur. Allah’ın gör dediği yerden mi, şeytanın gör dediği yerden mi.
Ve bir ders daha veriyor bu sure, son ders, o da; bir kişi nedir ki, Bir kişi ne yapabilir ki diyenlere; Hayır öyle demeyin, bir kişi çok şey yapabilir. Yusuf’a bakın cevabını veriyor. Ahlakıyla, erdemiyle, liyakatiyle, iffetiyle, çalışkanlığıyla, kendini ispat eder, kişiliğini ispat eder, şahsiyetini ortaya koyarsa bir kişi çok şey yapabilir. Koca bir devleti eline geçirip orada Hakkı ve hakikati haykırabilir mesajını veriyordu bu sure.
Bu girişten sonra şimdi surenin ilk ayetini tefsire geçebiliriz.
Rahman, Rahim olan Allah adına.
1-) Elif Lâââm Raa* tilke âyâtul Kitabil mubiyn;
Eliif, Lââm, Ra... Bunlar Hakikati apaçık ortaya koyan BİLGİnin işaretleridir. (A.Hulusi)
1 - Elif, Lâm, Râ. bunlar işte âyetleridir sana o mübîn kitabın. (Elmalı)
Elif Lâââm Raa* tilke âyâtul Kitabil mubiyn; Bunlar, hakikati beyan eden kitabın, olan biteni açıklayan ayetleridir.
El Mubiyn; ebene, yubinu, ibaneten kökünden türetilmiş, hem geçişli, yani müteaddi, hem geçişsiz, lazım anlamıyla kullanılan bir isim. Yani hem özünde açık, net, anlaşılır kitabın ayetleri, hem de açıklayan, şerh eden, tefsir eden, hakikati insana açıklayan, daha doğrusu yüce hakikatleri insan zihnine indiren, onun seviyesine taşıyan ve ona açık seçik beyan eden ayetler demektir.
2-) İnna enzelnahu Kur'anen 'arabiyyen lealleküm ta'kılun;
Kesinlikle biz (El Esmâ ül Hüsnâ'nın işaret ettiği insanın hakikatindeki mertebeden - İlim mertebesinden bilincine) Arapça Kur'ân (OKUnası, kavranılası metin) olarak inzâl ettik Onu, aklınızla değerlendiresiniz diye. (A.Hulusi)
2 - Biz onu bir Kur'an olmak üzere Arabî olarak indirdik, gerek ki akıl irdiresiniz. (Elmalı)
İnna enzelnahu Kur'anen 'arabiyyen Biz onu Arapça bir hitap olarak indirdik. Burada ki Kur’anen mastarı aslında isimleşmiş haliyle değil de, daha çok fiile yakın bir anlamda çevrilir. O nedenle bendeniz Hitap diye çevirdim, Kur’an diye değil. Çünkü burada kastedilen şey isim hali değil. Burada kastedilen şey okunan bir hitabın, daha doğrusu iletilen bir hitabın içeriğine yönelik bir bilgi ki, bu da Arapça olarak diyor. Aslında Arapça olarak demesi; insan dilinde indirdim anlamına gelmeli, öyle alınmalı. Yoksa Araplar için Araplar anlasınlar diye değil. Nihayetinde diller beşeri bir şeydir ve her dil bir başka dile çevrilebilir.
Bu manada hiç kimse kalkıp ta; Madem bu Kur’an Araplara, Arapça indirildi, o halde bunun muhatabı Araplar diyemez. Yahudi bir fırka olan İseviyyenin dediği gibi. Onlarda şahadet getirirlerdi, fakat bu ayeti delil göstererek Kur’an sadece size indi derlerdi. Biz iman ettik, o vahiydir, iman ettik, Muhammed peygamberdir, fakat bize hitap etmiyor derlerdi. Böyle bir gerekçenin delili olarak kullanılamaz elbette. Ki Kur’an ı hitap olarak çevirimizin daha ayrıntılı bir biçimde Yunus suresinin 15. ayetinde durmuştuk.
lealleküm ta'kılun; Belki bu sayede kafanızı kullanırsınız. Yani insanoğlunun diline indirdik biz hakikati ifadesini. İnsanoğlunun zihnine indirdik. İnsanoğlunun anlaması için, insan diliyle ebedi hakikatleri gönderdik ki üzerinde düşünüp anlayasınız diye.
Demek ki üzerinde düşünülmediği zaman Kur’an; Kur’an olma vasfını ve fonksiyonunu kazanmıyor. Onun için Kur’an şu soruyu sorar;
Efela yetedebberunel Kur'ân.. (Muhammed/24)
Onlar Kur’an üzerinde derin derin düşünmüyorlar mı. Kur’an üzerinde derin düşüncelere dalıp ta ondan tedbir üretmiyorlar mı. Tedebbür, dübürden gelir. Dübür arka, geri demektir. Yani Kur’an ın satır aralarını, sözün gerisini, gerisinde yatan hakikati çıkarıp ta ileriye yönelik ebedi hayata yönelik, ahirete yönelik bir tedbir almıyorlar mı demektir.
3-) Nahnu nekussu aleyke ahsenel kasası Bima evhayna ileyke hazel Kur'an* ve in künte min kablihi leminel ğafiliyn;
Şu Kurân'ı (OKUnası, kavranılası metni) sana vahyederek (hakikatin olan Esmâ mertebesindeki ilimden bilincine yönlendirerek) biz (Esmâ özelliklerimiz itibarıyla biz), ibret verici olaylardan birini en güzel anlatımla sende açığa çıkartıyoruz... Önceden şüphesiz bu bilgi sana kapalıydı! (A.Hulusi)
3 - Sana bu Kur'an ı vahy etmemizle biz bir kıssa anlatıyoruz ki ahsenülkassas senin ise doğrusu bundan evvel hiç hâberin yoktu. (Elmalı)
Nahnu nekussu aleyke ahsenel kasası Bima evhayna ileyke hazel Kur'an Bu Kur’an ı sana vahy etmekle biz, sana aktardıklarımızı en güzel surette, en açık seçik bir biçimde aktarmış oluyoruz.
El kasas; İzini takip etmek, izlemek, peşi sıra gitmek kökünden türetilmiş bir kelime. Taberi, Razi, Zemahşeri gibi büyük müfessirler bunu sadece, yani ahsenelkasas, sadece bu sureye, ya da Yusuf kıssasına, Yusuf hikayesine özgü olarak değil, tüm Kur’an a teşmil etmişler. Onun içinde ben bu yorum çerçevesinde çevirdim bu ibareyi ve en güzel surette aktardık, indirdik manasına gelir diye düşünüyorum.
ve in künte min kablihi leminel ğafiliyn; oysaki sen bu hitaptan önce vahyin ne olduğundan habersizdin. Tabii ki buradaki ğafiliyn, habersiz olma durumu hemen bana bir başka ayeti hatırlatıyor, özellikle Lokman suresinde ki; (Lokman değil şûrâ)
..mâ künte tedriy melKitâbu ve lel iymân.. (Şûrâ/52)
Sen daha önceden ne kitap bilirdin, ne iman bilirdin. Diyen ayeti hatırlatıyor bana. Onun için buradaki ğaflet, Resulallah’ın daha önceden bir vahye muhatap olmamış olmasına delalet eder.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
75. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/12/16/islamoglu-tef-ders-yusuf-001-02975/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder