12 Eylül 2014 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. DÛHÂ SURESİ (05-11) (193-A)c



b sayfasından devam

5-) Ve lesevfe yu'tıyke Rabbüke feterda;

Elbette Rabbin sana verecek de razı olacaksın! (A.Hulusi)

05 - ve ileride rabbin sana atâ edecek öyle atâ edecek ki rızaya ereceksin. (Elmalı)


Ve lesevfe yu'tıyke Rabbüke feterda zamanı gelince rabbin sana verecek, feterda, ve sen de razı olacaksın. Rabbim zamanı geldiğinde ona neler verdi. Düşünün, Mekke de zor bir ortam, kor bir ortam. Taşlandı, hakarete uğradı, dövüldü, sövüldü, muhasara altına alındı, boykota tabi tutuldu, bir yudum su çok görüldü, canına kastedildi, arkadaşları, ashabı işkenceler altında inletildi, yurtlarını yuvalarını terk etmek zorunda bırakıldılar, etrafına acı çektirildi, sırtına işkembe konacak kadar ileri vardılar ve en sonunda kendisine başka bir yurt aramak zorunda bırakıldı. Taif lere gitti, taşlandı, ayağı kan revan içinde kaldı ve her türlü acıyı gördü, çekti ve en sonunda hicretle yurdunu yuvasını terk etti.

Bütün bunlar oldu, peki ondan sonra ne oldu? Kendisine yer yüzünü dar eden Mekke bir gün geldi fethedildi, bir gün geldi ondan evvel hicretin 7. yılında Mekke’nin reisi Mekke’de ki yaygın açlıktan dolayı Allah resulüne gelip bir şeyler dilendi. O Mekke’nin gururlu adamları Ebu Süfyan ve çevresi Allah resulünden Mekkeli açlar için bir şeyler istemek zorunda kaldı. Allah verdi yani Allah verdi ve o da Hayber’den gelen gümüş külçelerini Mekke’nin yoksullarına dağıtılmak üzere gönderdi.

Dahası Mekke’yi fethetti, dünyanın en kansız fetihlerinden biri olarak. Kendisin yer yüzünü dar eden Mekke’yi fethetti ve Mekke’nin o müşrik uluları Kâbe’nin avlusunda toplanıp, boyunlarını büküp kaderlerine razı oldular. Ve başlarına neyin geleceğini bilmeksizin beklediler ve onlara Haydi dedi İz hebu fe entüm tuleka. Gidin siz salıverilmişlerdensiniz. Yani sizi saldım, sizi bıraktım. Onlar; Sen keriym bir babanın keriym bir evladı olan keriym bir kardeşsin demek zorunda kaldılar. Düşmanları bile takdir etmek zorunda kaldı.

Kendisini kan revan içinde taşlatan Taif eline geçti, Hayber eline geçti. Kendisi vefat etmeden kurduğu devletin sınırları Avrupa büyüklüğüne ulaşmıştı. Vefatından çok değil 30 yıl sonra kurduğu İslam devletinin sınırları, bugün batıda İspanya’ya dayanmış, doğuda Çin’e dayanmış, kuzeyde Rusya ya dayanmış, güneyde ise okyanusa açılmış. Yani Allah verdi, öyle ki daha vefat etmeden yer yüzünün iki süper gücünün başında ki iki imparatora davet mektubu yazmış, yer yüzünün tüm meşhur krallarını davet etmiş ve sözü dinlenilir olmuş. Dahası yer yüzünde onun kadar sevilen bir fani olmamış. Allah şanını yüceltmişti. İşte Ve lel'ahıretü hayrün leke minel'ûla biz bunun şahidiyiz.

Ve lesevfe yu'tıyke Rabbüke feterda rabbin zamanı gelince sana verecek ve sen de rabbinden razı olacaksın.


6-) Elem yecidke yetiymen fe âva;

Seni bir yetim (babasız ve anasız) bularak barındırmadı mı? (A.Hulusi)

06 - O seni bir yetîm iken barındırmadı mı? (Elmalı)


Elem yecidke yetiymen fe âva o seni yetim olarak bulup sana sığınak olmadı mı?


7-) Ve vecedeke dâ(aaa)llen feheda;

Seni dall (Zâtî hakikatini bilmeyen) bulup da hakikate erdirmedi mi? (A.Hulusi)

07 - Ve seni yol bilmez iken yola koymadı mı? (Elmalı)


Ve vecedeke dâ(aaa)llen feheda varlığını kaybetmiş olarak, yani yoksul olarak bulup seni doğru yola yöneltmedi mi?

Şûra/51. (Hayır, Hicr/87 olacak) ayetini hatırlamak lazım. Ve lekad ateynake Seb'an minel Mesâni vel Kur'ânel Azıym. (Hicr/87)Biz sana birbirine benzer yediliyi, yani fatihayı ve azıym olan Kur’an ı verdik. Şûra/52. ayeti; mâ künte tedriy melKitâbu ve lel iymân..(Şûra/52) sen bundan önce kitap nedir, iman nedir bilmezdin diyor bu ayet. Yani burada aslında dalâl şaşırmak manasına. Yanlışı fark etmişti Allah resulü fakat doğruyu bulamamıştı. Onun için Ve vecedeke dâ(aaa)llen feheda yolunu kaybetmiş bulup seni doğru yola yöneltmedi mi buyuruyordu. Daha önce kitap nedir iman nedir bilmezdin diyen Kur’an ona doğru yolu ve sana Allah göstermişti diyor.


8-) Ve vecedeke 'âilen fe eğna;

Seni hiçbir şeyin yok iken (fakr - "yok"lukta) bulup da zenginliğe ("gına"ya) kavuşturmadık mı (El Ğaniyy kulu yapmadık mı, Âlemlerden Ğaniyy olanın kulluğunu yaşatmadık mı)? (A.Hulusi)

08 - Ve seni bir yoksul iken zengin etmedi mi? (Elmalı)


Ve vecedeke 'âilen fe eğna seni muhtaç bulup mala tamahtan müstağni kılmadık mı. Zengin kılmadı mı diye çevirmedim. Çünkü bu manada zenginliği Allah resulü hiç istemedi ki. Fe eğna; aslında ığna, ğına servetin müteradifi değil, eş anlamlısı değil Kur’an da. Servet ayrı mal olarak gelir o. Fakat malsız ğına da mümkindir Kur’an ın ifadesi ile. Onun için Lâ temüddenne ayneyke ila ma metta'na Bihi (Hicr/88) onlara verdiğimiz geçici dünya mallarına gözünü dikme diyor Kur’an da rabbimiz. Dolayısıyla yani biz sana Kur’an ı verdik bir önceki ayetle birlikte hatırlarsak; Biz sana fatihayı verdik, Kur’an ı verdik, aziym olan Kur’an ı. Ve lekad ateynake Seb'an minel Mesâni vel Kur'ânel Azıym. (Hicr/87) biz sana fatihayı ve Kur’an ı verdik, sen onlara verdiğimiz geçici nimetlere gözünü dikme. Yani Kur’an dünyalara bedel, Kur’an servetin en büyüğü, vahiy yer yüzünden daha büyük bir servet. Onun için Kur’an elinde ya sen yer yüzünün geçici nimetlerine gözünü dikme manasına gelen bu ayetle aslında o ğaniy kılınmıştı, gönlü zengindi, dünya malına bakmazdı.

Allah resulünün bu ayeti aldıktan sonra Hz. Aişe şöyle diyor; sevdiği hiçbir şeye bir daha doyasıya bakmadı. Atları severdi, kızıl develeri severdi fakat bu ayetten sonra sevdiği bir şeye sanki ayıpmış gibi gördüğünde gözünü indirirdi diyor.


9-) Feemmel yetiyme fela takher;

O hâlde, yetime hor bakma! (A.Hulusi)

09 - Öyle ise amma yetîme kahretme. (Elmalı)


Feemmel yetiyme fela takher artık yetime asla otoriter davranma. Evet, yetim. Aslında kimsesiz demektir, tek başına yani bakanı olmayan gözeteni olmayana yetim denir.

Efendimiz öyle buyuruyor; Yetin hakkında Allah’tan korkun, Allah’tan diyor. Yine; Ben ve yetimin kefili cennette böyleyiz buyuruyor. Sahih yetimlerden ne çıkar hiç düşündük mü? Bugün biz yetimlerden sokak çocukları, kapkaççılar, caniler, tinerciler vs. çıkarıyoruz. Fakat bizim medeniyetimiz işte bu ayetlerin inşa ettiği İslam medeniyeti yetimlerden fatihler çıkardı. Afrika fatihi Musa Bin Nuseyr bir yetimdi. Endülüs’ün büyük fatihi Tarık Bin Ziyad bir yetimdi. Anadolu’nun ilk iman fatihlerinden Abdullah el Battal Antakyalı bir yetimdi. Biz yetimlerden fatihler çıkarmıştık.

Bugün Çin’de büyük bir yekün tutan, Müslüman Çin’li bir nüfus var, Uygur Türkleri değil, bunlar Çin asıllı Müslümanlar. Bu Müslümanların ilk olarak nasıl ortaya çıktığı anlatılırken meselenin, hikayenin temelinde yetimliğin olduğunu görüyoruz. Eski Çin’de yetimler satılırmış, kimsesi olmayanlar basbayağı böyle satılırmış. Müslümanlar bunu fark edince satılan yetimleri almak için vakıflar kuruyorlar, aldıkları yetimlere darül eykamlar açıyorlar, yetim evleri ve buralarda onları güzel birer Müslüman olarak eğitiyorlar, şimdi milyonlara, belki 200 milyona bali, -ki bir Çin’li Hui Müslüman’dan duyduğum rakam buydu- bir Müslüman nüfusa dönüşüyor. Bunlara Hui Çinlileri, Hui Müslümanlar deniyor.

Evet, yetimden neler çıkarmış meğerse. Yine Ahmed Dahlan isimli Endonezya’lı bir zat Mekke ve Medinede ki tahsilinden 1912 de döndüğünde Cakartanın banliyölerinden biri olan Cokça da bir yetimhane açıyor. Bu yetimhaneyle başlayan bu yürüyüş öyle bir noktaya geliyor ki, bugün Muhammediye hareketi diye bilinen bu hareketin Ahmed Dahlan’dan henüz daha 100 sene geçmeden 30 milyon müntesibi var. 10 milyon camisi var. 3.700 koleji var, 166 üniversitesi bar ve daha neleri neleri, neleri var. yani yetimden ne çıkar dememek. Yetimin velisi Allah’tır deyip eğer yetime sahip çıkarsam velisi Allah olan birine sahip çıkarım demeli. Onun için yetim üzerinde Kur’an ımız daha ilk indiği dönemde duruyor. Çünkü yetimlerin efendisi bir peygamber. Allah resulü de bir yetim. Adeta eğer Allah babasını almışsa, annesini almışsa yani o kimsesiz kalmışsa biraz da ilahi takdirin sırrı gereği kalmıştır. Siz onunla imtihan ediliyorsunuz, o da babasızlıkla imtihan ediliyor. Siz imtihanınızı güzel verin uyarısını içeriyor.

Bu ayetin Allah resulünün Hz. Hatice nin eski kocasından olan oğulluğuna kızması üzerine indiği rivayet edilir bazı kaynaklarda.


10-) Ve emmessâile felâ tenher;

İsteyeni, soru soranı sakın azarlama! (A.Hulusi)

10 - Ve amma sâili azarlama. (Elmalı)


Ve emmessâile felâ tenher isteyeni azarlama yani burada ki isteme aslında her türlü isteme, sail, hatta soranı azarlama manasına da gelir. Çünkü sual hem soru sormak hem istemektir. Se e le soru sordu, istedi ikisi eşit aynı manaya gelir. Dolayısıyla soru soranı azarlama veya isteyeni azarlama.

Fakat Kur’an bu ayette bunu ifade buyururken bunu dengeleyecek bir başka ayette de şöyle buyurur; lâ yes'elunen Nase ilhafa. (Bakara/273) Mü’minlerin vasıflarını sayarken arsızca istemezler insanlardan. Efendimiz bir seferinde sırf bu konuda sahabeden bey’ad istemişti. Hiç kimseden gücünüz yettiği sürece bir şey istememek üzere sizden bey’âd talep ediyorum buyurmuştu. Hatta bir örnek vermişti bu bey’ad talebi sırasında. Eğer siz devenin üzerinde olsanız yere düşen kamçınızı yanındakine şunu bana ver deneyecek şekilde istememek üzere Bey’ad istiyorum demişti.

Bunu anlamak için deveye binmek lazım. Deveyi ıhtırmanın ne zor bir şey olduğunu, yere düşen kamçıyı almak için deve üzerinde ki birinin ne uzun uğraşlar vermesi gerektiğini bilmek lazım. Yani mü’minler her iki şekilde de dengeli bir ahlaki zemine oturtuluyor. Bu konuda hem isteme hem de yardım etme hususunda bir denge kuruluyor.


11-) Ve emma Bi nı'meti Rabbike fe haddis;

Rabbinin nimetini, dillendir! (A.Hulusi)

11 - Fakat rabbinin nimetinî anlat da anlat. (Elmalı)


Ve emma Bi nı'meti Rabbike fe hadis ve en sonunda rabbinin sonsuz nimetini dile getir. Yani rabbinin nimetini dillendir. Buna tahdisi nimet denilir, nimeti anmak, nimeti dile getirmek. Bu bir İslami edeptir, aynı zamanda Allah’a karşı kulluk edebidir. Çünkü nimeti anmayan şükretmez, nimeti hatırlamayan o nimetin şükrünü eda etmez, nimeti unutanı Allah’ta unutur. Dolayısıyla tahdis-i nimet, nimeti dile getirmek o nimete aslında bir şükürdür, nimeti verene bir teşekkürdür.

Rabbimiz bizden ne iyilik isteyecek ki, O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yok ki. Ama biz tahdis-i nimetle, nimeti vereni anmakla aslında Allah’ı zikretmiş oluruz. Zikir de zaten nimetin sahibini unutmamaktır. Unutmayalım teşekkür etmeyi değil, ekmeği verenin hakkıdır. Eğer ekmeği verene teşekkür etmiyorsak ekmeği hak etmiyoruz demektir. Onun için bu ayet bize tahdis-i nimeti, yani nimeti dile getirmeyi, sadece içimizden teşekkür yetmez, aklımızdan bilmemiz yetmez; onu dile getirmek etrafımızda ki insanlara içinde yüzdükleri nimeti hatırlatmaktır. Bu aynı zamanda nimetin kıymetini bilmeyenlere nimetin kıymetini bilmeleri için öğüt vermeyi de kapsar.

Dizi ağrıyan ve bundan şikayetçi olan bir insana Allah diz vermiş, heleki dizin var, var da ağrıyor diye hatırlatmak lazım. Çünkü o unutur. O dizinin olduğunun büyük bir nimet olduğunu unuttu, şimdi ağrıyı görüyor sadece. Oysaki dizi olmasaydı ağrımazdı. Başım ağrıyor, bakarsız velveleye veriyor etrafı oysa ki bir başı var da ağrıyor. Hele ki varsın, var ki ağrıyı hissediyorsun. Veya ağrıyor; sinir sistemin çalışıyor da ağrıyor, önce şükret, sonra şikayet et. Ama önce şükret. Sinir sistemin çalışmasaydı ağrıyı algılayamazdın. Ağrıyı algılamamak çok çok daha büyük bir beladır. Onun için ağrı aslında vücudun alarm sistemi, haber veriyor ben buradayım diye, beni onar diye. Dolayısıyla her şeyin içinde şükredecek bir şey bulmak. İşte tahdis-i nimetin bize hatırlattıkları.

Sadakallahul azıym. Allah hakikati söyledi.

Dûhâ suresinin sonu.
Dûhâ suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder