a sayfasından devam
Rahman, Rahiym olan Allah adına.
Özünde merhametli, işinde merhametli Allah’ın adıyla.
1-) VedDuha;
Kasem
ederim duhaya (Güneş'in dünyayı aydınlatmaya
başladığı saatlere), (A.Hulusi)
01 - O
duhâya. (Elmalı)
VedDuha kuşluğa yemin olsun, ağaran
güne yemin olsun, sabahın en parlak anına yemin olsun. sabahın parlak
aydınlığına yemin olsun. “vav” vavı kasem, yemin “vav” ı. Fakat “vav” yemin
için konulmuş bir edat değil. “vav” aslında özü itibarıyla bir bağlaç. Fakat
burada yemin vurgusuna sahip. Tabii ki VedDuha ile uksimu Bi’d-Duha arasında
fark var. Olmasın mı yani sabahın parlak aydınlığına ben yemin ederim ile,
sabahın parlak aydınlığına “vav” ile yemin olsun vurgusu taşıyan vavı kasem
elbette ki bir farklılık arz ediyor.
Aslında yemin “vav” ıyla
indirilen 16 sureden biri bu ve bu “vav” ile başlayan tüm sureleri alt alta
dizip okuduğumuzda çıkardığımız sonuç şu oluyor. Kendisiyle yemin edilen
muksemun Bih olan mesela burada Duha, kendisiyle yemin edilendir. Muksemun Bih
tir. Kendisiyle yemin edilen şeyler somut, müşahhas, fiziki şeyler. Fakat
Muksemun aleyh, yani kendisi üzerine yemin edilen şeyler ise metafizik, manevi
ve soyut hakikatler. Dolayısıyla burada nedir kendisi üzerine yemin edilen? 3.
ayet. Mâ
vedde'ake Rabbüke ve mâ kalâ yani rabbin terk etmesi ve rabbin
darılması hadisesi soyut bir hadise. Yani manevi bir olay fiziki bir olay
değil. Ama yemin edilen Duha fiziki bir hadise yani güneş ışığının yer yüzüne
günün ilk vaktinde en yoğun bir biçimde geldiği an tasvir ediliyor. Bir sonraki
VelLeyli izâ
seca da öyle, karanlığın dibini bulup sakinleşen gece şahit olsun,
kuşluk şahit olsun, sabahın aydınlığı şahit olsun, karanlığın dibini bulup
sakinleşen gece şahit olsun.
Gece de zamanın bir parçası
olarak somut bir şey. Ama rabbin darılması ve terk etmesi soyut bir hakikat.
Onun için bu yeminlerin niteliği de Kur’an da bu. Duha arasında akşamın
mukabili olarak geçiyor Kur’an da. lem yelbesû illâ 'aşiyyeten ev duhaha.
(Nazi’at/46) bu ayette olduğu gibi. Yani onlar yer yüzünde sadece bir akşam ya
da bir sabah kaldık zannedecekler. Yani o kadar bereketsiz geçecek ki
cehennemle sonlanmış bir hayatın sahibi için ömrü, onlar bu dünyada 70 -80 - 90
yıl yaşayacaklar ama tüm hayatlarını bir akşam ya da bir sabahtan ibaret
zannedecekler, çünkü bereketsiz olacak. Onun için bu ayette de olduğu gibi
akşamın zıddı olarak geçiyor.
Yine udhiye diyoruz. Neye
diyoruz? Kurbana. Eydül edha diyoruz Kurban bayramına, Arapçası bu, Kur’anca sı
bu. Neden? Öteden beri gelenekte kuşluk vakti kesildiği için kurbanlar udhiye
denilmiş, yani kuşluktan alınmış ışıkla beraber kesildiği için. Bu gece kurban
kesilmeyeceği anlamına gelmiyor, bu geleneksel olarak insanların o dönemde
tabii sokak lambası yok, elektrik yok, başka imkanlar yok. İnsanlar ellerinde
ki bıçaklarla bir birlerini yaralamasınlar, yada zarar vermesinler diye gün
ışığıyla birlikte Kur’an kestiklerini bize hatırlatıyor. Yani bir geleneği
hatırlatıyor bu yoksa gece kurban kesmekte herhangi bir sakınca olduğundan
değil.
Yine hepside Allah’a isnat
etmezler yemini, çok ilginçtir, Mekki dir ve burada kasem “vav” ıyla başlayan
tüm surelerin Mekki olmasından çıkardığımız sonuçta şudur muhatabın dikkatini
sureye çekmek. Muhatabın dikkatini somut gerçeklerden maddi olmayan manevi
hakikatlere çekmek, muhatabın zihnini miraca çıkarmak yani şu katı maddeler
dünyasından yükseltmek. Ey insan katı maddeler dünyasında çakılıp kalma. Allah
sana öyle bir yetenek vermiş ki aş bunları, zihnen miraca çık, yüksel, yücel
manasına geldiğini biliyoruz.
Zariyat suresi hariç hepsinde rab
ismi kullanılmış Allah’ın bu 16 surenin hepsinde Zariyat hariç, bu da çok
önemli. Demek ki Allah’ın rububiyetiyle ilgili bir probleme çözüm olarak iniyor
bu sureler.
Klasik tefsir yemin edilen yani
muksimu Bih olan unsurların azametine yormuş bu yemini. Böyle olsaydı bizce ki
isabetsiz bu namaz vaktine yemin edilirdi. Duha namaz vakitlerinden bir vakit
değil. En azından namaz vakitlerinden bir vakte yemin edilirdi. Onun içinde azamet
ifade etmese gerektir. Yani yemin edilen vaktin büyüklüğüne, ululuğuna,
azametine delalet eder demek biraz zor görünüyor. Yine biraz önce de söylediğim
gibi kendisine yemin edilen unsurların metafizik ve manevi unsurlar olduğunu
görüyoruz bu yeminde.
Cahiliyeden sonraki sabaha da bir
atıf var gibidir aslında. Yani sabahın parlak vaktine yemin etmekle, uzun
cahiliye gecesinin ardından gelen sabaha yemin olsun veya sabah şahit olsun.
Çünkü cahiliyenin karanlık gecesi insanların aslında yüreğinde ki karanlığı
ifade ediyordu. Yoksa insanlar gündüzü de geceyi de görüyorlardı. Fakat eğer
karanlık, eğer gece akıldaysa o aklın sahibine güneşi 24 saat batırmasanız dahi
gecedir. O aklın sahibinin içindedir gece. Akıl kararmışsa, yürek kararmışsa,
kalp kararmışsa gece onun içindedir. Siz gündüzü onun önüne getirseniz ne
değişir ki. Yine eğer aydınlığı içine koymuşsanız, eğer insanın güneşi
içindeyse, ışık yüreğinden doğuyorsa, o insanın dışı karanlık olsa ne yazar ki.
İçinden aydınlanan dışını aydınlatır.
Burada problem içinden
aydınlanma. Onun için de burada cahiliye karanlığının arkasından vahiyle gelen
vahyin aydınlığı, vahyin ışığı. Buna dikkat çekildiğini düşünüyoruz. Zaten
Kur’an da vahye bir biçimde dolaylı ve dolaysız atıfla başlamayan bir sure
bulmak hemen hemen imkansızdır.
Amme cüzü tefsirinde Muhammed
Abduh, güneşin yeşerttiği gibi vahiy güneşi de yer yüzünü yeşertir diye bir
tefsir yapmış. Doğrusu Nil’in kenarından yapıldığı belli bu tefsirin. Doğrudur
Nil’in kenarında oturuyorsanız güneş yeşerten bir şeydir, ama çölün içinde
oturuyorsanız güneş kavuran bir şeydir. Evet, VedDuha konusunda söylenecek çok
söz olmakla birlikte şimdilik bu kadar, yani VedDuha insanlığın kararan
gecesinden vahyin aydınlığı ile çıkılan sabah şahit olsun.
[Ek bilgi-1; Burada
"Duha" kelimesi gecenin mukabili olarak kullanılmıştır. Bu nedenle,
"duha"dan kasıt apaçık gündüzdür. Bunun benzeri, A'raf Suresi 97-98.
ayetlerde de geçmiştir: "O memleketin halkı, geceleyin uyurlarken ansızın
azabımızın gelmeyeceğinden emin miydiler? Yoksa o memleketlerin halkı
güpegündüz eğlenirlerken azabımızın birden bire gelmeyeceğinden emin
miydiler?" (A'raf 97-98) .
Bu ayetlerde "duha" kelimesi, gecenin mukabili olarak kullanılmıştır. Bunun için "duha"dan maksat, kuşluk vakti değil, mutlak gündüzdür.(Tefhimu-l Kur’an E.A. Mevdudi)]
Bu ayetlerde "duha" kelimesi, gecenin mukabili olarak kullanılmıştır. Bunun için "duha"dan maksat, kuşluk vakti değil, mutlak gündüzdür.(Tefhimu-l Kur’an E.A. Mevdudi)]
2-) VelLeyli izâ seca;
Sükûnet
vaktinde geceye ki, (A.Hulusi)
02 - Ve
dindiği zaman o geceye kasem olsun ki. (Elmalı)
VelLeyli izâ seca karanlığın dibini
bulup sakinleşen gece şahit olsun. Seca; essecvu. Bu kök sağılıp sakinleşen
deve için kullanılıyor. Evet, sütü sağıldığı zaman sakinleşen deve için
kullanılıyor ve başka bir yerde de kullanılmıyor Kur’an da. Gecenin en sakin
zamanı, en sükûnetli zamanı. Neden acaba öyle deniliyor? Yani Duhan ın
arkasından gece geliyor. Bunda bir nükte var tabii ki yani hiçbir gündüz ebedi
değildir şu dünyada. Yani hiçbir kolaylık sonsuz değildir. Hiçbir iniş sonsuz
değildir, bir yokuş vardır. Hiçbir güzellik sonsuz değildir şu darı dünyada,
mutlaka onu gölgeleyen bir şey vardır. Hiçbir sevinç sonsuz değildir, bir keder
vardır, bir hüzün vardır, bir acı bir elem vardır.
Dolayısıyla bu dünyayı tasvir
ediyor aslında. Bu hayatı tasvir ediyor, içinde yaşadığımız hayatın kılçıksız
olmadığını, mutlaka inişleri çıkışları, yokuşları olduğunu, ama bütün bunlarla
beraber hayatın güzelliğini, gecenin de bir ayeti ve ışığı olduğunu, gece var
diye ışıktan vazgeçmememiz gerektiğini, gündüzün ışığının nasıl güneş ise,
gecenin ışığı da ay olduğunu yani vahiy sadece gündüz değil gece de insanın önünü
aydınlatır, rehberlik yapar mesajını alıyoruz. VelLeyli izâ seca ile.
Kur’ân ın hiçbir tarafında
mücerret olarak yalınkat geceye yemin edilmez. Mutlaka bir vasıfla yemin
edilir. İzâ seca, Velleyli izâ 'as'ase.
(Tekviyr/17) yani nerede gece gelmişse hep mutlaka bir zaman zarfıyla takyid (Kayıt ve şarta bağlanma) edilerek gelmiş. Bunun ifadesi de şu;
gece sizi korkutmasın, gece görecedir, gece asli değildir, asli olan ışıktır.
Işık kaynağı olandır, gece ise ışığın yokluğu halidir. Onun için geceyi mazeret
kılmayın vurgusuna sahiptir.
3-) Mâ vedde'ake Rabbüke ve mâ kalâ;
Rabbin
seni terk etmedi ve darılmadı! (A.Hulusi)
03 - veda' etmedi rabbin sana ve darılmadı. (Elmalı)
Mâ vedde'ake Rabbüke ve mâ kalâ
rabbin seni ne terk etti ne de sana darıldı. Aslı galeta demişler. Bir önceki
rabbüke ma vedde’ake, ve mâ kalâke. Fakat fasıla gereği düştü iddiasında
bulunan müfessirlerimiz olmuş. Oysa böyle bir iddia pekte isabetli değil. Bir
kez rabbükenin hitap zamiri kalâ içinde geçerli. Orada geldiği için burada
gelmesine gerek yok.
İkincisi eğer fasıla için, ses
için ayet sonlarındaki ses için sırf bazı kelimeler veya zamirler düşseydi,
değişseydi aynı surenin en sonunda yer alan 11. ayet Ve emma Bi nı'meti Rabbike fe haddis fe haddis diye bitiyor. se
sesi ile bitiyor. Oysa ki ondan önceki ayet “r” sesi ile bitiyor. Tenher. Ondan bir önceki 9. ayet “r”
sesi ile bitiyor takher. Bu ayette
“r” sesi ile bitmesi lazım onun içinde bu kelimenin eş anlamlısı olan he haddis
değil, fe habbir olması lazımdı. Yani haber ver, an dile getir haber ver
şeklinde. Bu manaya gelen fe habbir olurdu. Eğer sırf ayet sonunda ki ses için
bazı harfler düşmüş olsaydı. Onun için bu iddiayı pek tutarlı görmediğimiz için
değinip geçiyoruz.
Vahyin bazen kesilip bazen
gelmesi bir hikmete mebni olarak dile getiriliyor aslında. Başta ki duha şahit
olsun, kuşluk şahit olsun. Günün en aydınlık vakti şahit olsun ve
sakinleştiğince, dibini, bulduğunda gece şahit olsun. Bu üçü arasında bir
irtibat olması lazım. Rabbin seni ne terk etti, ne de darıldı. Bu üçü arasında
hangi irtibat bulabiliriz;açık irtibat aslında.
Vahyin doğal ara vermeleri var,
fetretleri var. Dolayısıyla bu fetret garibine gitmesin gündüz de aralıksız
değil. Nasıl ki senin dinlenmen için rabbin geceyi yaratmışsa insanoğlunun
dinlenmesi için, yine aynı gerekçe içinde vahye doğal bir ara takdir etti.
Böyle gece gündüz akacak hali yok. Veyahut ta geçmiş insanlık tarihinde
vahiyler neden bazen kesildi. İşte fetreti,ü vahiy fetret dönemi diyoruz o
büyük fetrete. Hz. İsa dan Allah Resulüne kadar bir fetret var. Uzun bir dönem
peygamber gelmiyor, vahiy gelmiyor, bu fetretin sebebi nedir diye soracak
olursan aynı şeydir, Allah’ın yasası böyledir. Yani hiçbir şey sürekli
değildir, bazen Allah keser değerini öğretmek için, bazen de yağdırır manasına
geliyor.
4-) Ve lel'ahıretü hayrün leke minel'ûla;
Elbette
sonsuz gelecek yaşam senin için şimdikinden hayırlıdır. (A.Hulusi)
04 - ve
her halde sonu senin için önünden daha hayırlı. (Elmalı)
Ve lel'ahıretü hayrün leke minel'ûla
sonrası senin için öncesinden daha hayırlı olacak. Yevm ve dâr sız gelen her
ahiret kelimesi Kur’an da gelecek, akıbet, sonrası manasına gelir, hem dünya
için hem ahiret için kullanılır. Dolayısıyla burada da öyle kullanılmıştır.
Yani hem dünyada ki geleceğin hem ahirette ki geleceğin öncesinden daha güzel
olacak müjdesini içeriyor, bu ayet bir müjdedir.
Muhammedi davetin geleceğinin
daha parlak olacağına dair bir müjde. Ki biz bu müjdenin aslında geriden gelen
şahitleriyiz. Bırak darılmayı ve bırakmayı, yani kim diyor rabbin sana darıldı
ve rabbi seni bıraktı diye. Onu bir kenara koy geleceğin, geçmişinden daha
parlak olacak diyor ayeti kerime.
Rivayetlere göre bazıları vahyin
doğal bir kesintisi sırasında ümmü cemil olduğunu söyleyen bir rivayet var
mesela. Ebu Leheb’in karısı. Şeytanın seni terk etti demiş (haşa) Allah
resulüne. Veya Mekke de rabbi onu terk etti, Muhammed’in rabbi kendisini terk
etti diye bir şayia çıkmış. Öyle olsaydı Mâ vedde'ake Rabbüke ve mâ kalâ yerine Mâ veddehau
rabbuhu şeklinde gelirdi. Yani cevap olarak bunu söyleyen 3. şahıslara cevap
olarak. Rabbi onu terk etmedi şeklinde. Ama sanırım Allah resulünün bu doğal
ara sırasında kendi içine böyle bir tereddüt doğsa gerek ki, acaba rabbim vahyi
kesti mi şeklinde bir tereddüt Allah resulüne hitap zamiriyle hitap ediliyor
Allahu alem.
[Ek bilgi; Yani senin için
her gelecek bir öncekinden hayırlı olacaktır. “Ey Peygamberim âhiret senin için
dünyadan daha iyidir, öyleyse hiç yaşama dünyada, hemen ölüver,” diyemeyiz.
“Hiç durma dünyada” diyerek bu âyetin Rasûlullah’ı ölüme dâvet ettiğini
söyleyemeyiz. ,,, Düşünün, bir kadın mutfakta doğradığı soğanın acısıyla ağlasa
bile onun için üzücü ve yorucu olmaz. Niye? Çünkü bu kadın doyuma gidiyor da
ondan. Az sonra doyacak ve tüm çektiklerini unutacak. Veya meselâ fakir
birisinin doyuma ulaşma adına, ehlinin, çoluk-çocuğunun rızkını kazanıp,
karınlarını doyurup, akşam yüzlerini güldürme adına gündüz çalışarak yorulup
terlemesi zor gelmez ona. Niye? Çünkü ehlini ve kendisini doyuma götürüyor da
ondan. (Besâiru-l Kur’an-Ali Küçük)]
Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
Dûhâ suresini toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder