B sayfasından
devam
9 – ve sonuncusu; Kur’an
tedricen indirilmiş bir kitaptır. Bu da şuna delalet eder. Yani peyderpey.
Hayat çünkü bir süreçtir. Bir süreç olan hayatın kitabı olan Kur’an da bir süreç
içinde indirilmesi gerekliydi. Onun için Kur’an hayatın her boyutuna gönderme
yapar. O bir tek celsede değil 23 yıl boyunca peyderpey, hayatın her bir
alanında yaşanan tüm olayların üzerine indirilmiştir. O hayati bir kitaptır. Hitabi
bir kitap değildir çünkü. Onun içinde O hayatın içine inmiştir. Hayata verilmiş
bir cevaptır Kur’an. Kur’an sadece sorulara cevap değildir, sorunlara bir
çözümdür. İşte bunun için peyderpey indirilmiştir.
Kur’an ı da tanımladıktan sonra
şimdi asıl ilk dersimizin konusu olan tefsire geçmek istiyorum.
Tefsir nedir peki; Tefsir kısaca anlama ve yorumlama faaliyetine
verilen isimdir. Fessera veya sefera kökünden geldiği söylenmiştir.
Hangi kökten gelmiş olursa olsun bir şeyi açmak, kapalı bir şeyin üzerindeki
perdeyi kaldırmak, gizli bir şeyi ortaya çıkarmak, bilinmeyen bir manayı
bilinen hale getirmek anlamına gelir.
Te’vil ise; tefsir kavramı ile yan yana kullanılan bir kavram
olması hasebiyle onu da açıklamamız gerekiyor ki; ilk müfessirler yaptıkları,
meydana getirdikleri eserlere tefsir demezlerdi
TE’VİL derledi. Bu nedenle
Taberi de kendi kitabına Te’vil ismini koymuştu.
Ancak tefsir ile Te’vil arasında
fark var. Evl kökünden türemiş olan Te’vil, Bir lafsın arkasında yatan maksadı
anlamaya denilir. Buradan yola çıkarak Tefsir bir kelimenin lafzı ile
ilgilidir, Te’vil ise bir kelimenin maksadı ile ilgilidir diyoruz. Ve ilerde
yine bu konuya dönmek üzere bu konuyu, tefsir ve te’vil kelimelerini bu kadar
açıklamakla yetiniyoruz.
Kur’an dili Arapça olan bir
dildir. Yani Kur’an Arapça bir metindir. Dolayısıyla bu metnin tabi olduğu bir
dil vardır ve bu dil de dünya dillerinden biridir. Her dil gibi yaprağını
döken, kelimelerini tazeleyen, başka dillerden kelime alan ve her dil gibi
mecazı olan, istiaresi olan, söz sanatları olan bir dildir.
Kur’an anlamlı ve anlaşılabilir
bir metindir. Daha önce de vahiy bahsinde söylediğim gibi Kur’an sadece bir
dilde indirilmiş değil, anlaşılabilir ve anlamı olan bir dilde indirilmiştir.
Onun için içinde anlamsız olan bir tek ayet, anlaşılamayan bir tek kelime
olduğu söylenemez. Çünkü bu Allah’ın muradına terstir. Allah insanla
konuşmasını anlasın diye konuşmuştur, ne dediğini anlasın diye konuşmuştur.
Eğer anlaşılmayacak bir söz söyleseydi Allah, o zaman üzerinde niçin
düşünmüyorsunuz demez ve anlaşılmasını istemesi de teklifi malâyutak yani güç
yetirilemeyecek bir teklif olmuş olurdu. Eğer insandan Kur’an ı anlaması,
okunması, üzerinde düşünmesi ve yaşaması isteniyorsa bu kesinlikle Allah’ın
insana son vahyi olan Kur’an ın da anlaşılmasını gerektirir.
Peki elimizde
bir metin var, bu metnin bir dili var ve bu dilde bilinen ve anlaşılan bir dil
ise bir metin nasıl anlaşılabilir sorusu gündeme gelir. Biz bir metni nasıl
anlayabiliriz .Bu soruyu cevaplandırmak için 4 soru sormamız lazım.
1 – Kim konuşuyor, Yani metnin sahibi kim. Yazılı bir metinse kim
yazdı, sözlü bir hitap ise bunu kim söyledi, kim söylüyor. Ki Kur’an bildiğimiz
gibi önce sözlü bir metin olarak indirilmiştir. Yani indirilen bir söz dür.
Daha sonra yazıya dökülmüştür. Onun için Kur’an öncelikle bir gavldir, sözdür
bu manada. Kim söylüyor. Bu sorunun cevabı gayet net ve açık. Kur’an Allah’ın
Kelâmıdır. Yani Kur’an da ki tüm manalar Allah tarafından indirilmiştir. Bu
konuda hiçbir insanın tereddüdü olmamalıdır.
En büyük şansımız
Müslüman olarak şudur; Allah gönderdiği gibi Kur’an bize ulaşmıştır. Kur’an ı
anlamak isteyen bir insanın en büyük şansıda budur işte. Onun için Kur’an da
geçen bir kelime, Kur’an da geçen bir harf üzerine her türlü yorumunuzu samimi
ve sahih olarak bina edebilirsiniz. Niçin? Çünkü O indiği gibi bize gelmiştir.
Bunda tereddüdümüz yoktur.
Her türlü
yorumu derken şunu kesinlikle demiş olmuyorum. Siz aklınızda ki yorumu Kur’an a
adapte edin, yani Kur’an a ne söyletmek istiyorsanız onu söyletin. Zaten büyük
problem de budur. Onun için ben öncelikle bu problemi def etmek gerektiğine
inanıyor ve Müslümanların Kur’an ı anlamamalarında ki en büyük nedenin de bu
olduğunu düşünüyorum. Yani Kur’an ın ne dediğini Allah’ın maksadını ve meramını
anlamak yerine, anladığınızı Kur’an a rabdetmek, Kur’an a kendi düşüncenizi
söyletmek, bu değildir. Tefsir bu değildir. Te’vil bu değildir. Onun için kim
söylüyor sorusunu sormak ve gönül rahatlığı ile Allah söylüyor demek.
2 – Ne söylüyor? Kim sorusunu söyleyene
cevap verdikten sonra ikinci soracağınız soru; Bir metni, bir sözü anlamak için
budur. Ne söylüyor. Tabii ki Allah’ın söylemesi başkasının söylemesine
benzemez. Allah söylüyorsa insanın söylemesine benzemeyeceği için tüm
duyargalarınızla kulak verirsiniz. Can kulağı ile dinlersiniz. Çünkü Allah’ın
sözü can kulağı ile dinlenilmeyi hak eder. Can kulağınızı verdikten sonra ne
söylüyor diye sorarsınız. Ne söylüyor.
Ne söylüyor
lafza delâlet eder. Bu önemi çünkü anlam ve anlamanın işte karşılığı ne
söylüyor sorusudur. Lafza delâlet eder. manası nedir. Söylediği sözün manası
nedir. Bir dil de söylüyor. O halde ne söylüyor sorusunu iyi bilmek için mutlaka Kur’an ın, Allah’ın söylediği söze mazruf
olan, zarf olan, mazrufa zarf olan Arap dilinin çok iyi bilinmesi lazım. Çünkü birinin
ne söylediğini bilmeniz için onun dilini bilmeniz lazım. Kur’an ın ne
söylediğini öğrenmeniz için Kur’an ın dilini bilmek zorundasınız. Bir Japon
eğer bana bir şey söylerse kimin söylediğini bilsem de ne söylediğini
anlayamam. Ne söylediğini bilebilmem için onun dilinden anlamam gerekiyor. Onun
için ne söylediği tamamen lafızla ilgilidir. Manası nedir, yani zahir budur
işte. Eğer Kur’an ın bir zahiri ve batını varsa İ. Şatıbi nin dediği gibi
Kur’an ın zahiri de tamamen lafzın ne söylediği ile ilgilidir. Anlam ve anlamak
budur. Tefsir de bununla ilgilidir.
Bunu sorduktan
sonra ne söylediğini biliyorsunuz, yani ağzından çıkan söz, sizin anladığınız
bir söz, sizin anladığınız bir dilde söylendi. Yetmiyor:
3 – Niçin söylüyor sorusunu sormanız
lazım. Çünkü anlamak kavramak değildir. Her anladığınızı kavranmış sayılmazsınız,
Ne söylenileni bilebilirsiniz, ama söylenilen şeyin maksadını bilemiyorsanız,
yani ilahi kelâmın maksadı nedir. Bu söylenilen sözün amacı nedir. Niçin
söyleniyor sorusunu sormazsanız, işte müşrikler bu soruyu sormuyordu. Onlar ne
söylendiğini biliyorlar ama söylenilenlerin maksadını anlamıyorlardı. meramı
ilahiyi anlamıyorlardı. Onun içinde Kur’an.
Efela
yetedebberunel Kur'an. (Nisa/82) Yani Kur’an ın maksadı üzerinde
durmuyorlar mı, bu sözün maksadını düşünmüyorlar mı diyordu. Yoksa anlamıyorlar
değildi, iyi anlıyorlardı. Anlıyorlardı
ne söylediğini biliyorlardı. Çünkü o dili konuşuyorlardı. Konuştukları bir
dilde hitap ediliyordu kendilerine. Eğer zaten anlamasalardı; “Ey Muhammed sen
ne diyorsun, biz senin dediklerinden hiç bir şey anlamıyoruz.” Derlerdi. Hiç
böyle bir şey demediler. Aksine gelip dinliyorlardı. Gece yarısı Resulallah’ın okuduğu
Kur’an ı gizlice dinliyorlardı. Anlamasalar dinlerler mi idi.
Ne söylediğini biliyorlar ama niçin
söylendiğini bilmiyorlardı. Yani kelâmın maksadını anlamamışlardı. Niçin
söylendiğini merak etmek bir metnin Te’vil e girer. İşte İ. Şatıbı’nin dediği
manada bir sözün batını budur. Batını niçin söylediğini bilmek, zahirinin ne
söylediğini bilmektir. Zahiri kelimenin
anlamını bilmek, Batıni ise o sözün arkasında kastedilen manayı bilmek
demektir. Tabii ki bu soruya tam cevap verebilmek için bir dördüncü soru daha
sormanız lazım;
4 – Kime,
nerede, ne zaman söylüyor, yani;
bağlamı ne bu sözün. Bu sözün tarihsel ortamı ne. Tarih içerisinde bu söz kime
söylenmiş, nerede söylenmiş, ne vesile ile söylenmiş, ne zaman söylenmiş. Bu
soruyu sormadan niçin söylüyor sorusuna tam cevap bulamazsınız. Onun için
bağlam önemlidir.
Bağlamı da ikiye ayırıyoruz;
a) iç
bağlam,
b) dış
bağlam.
İç bağlam; Kur’an da ki her kelimenin kendisinden
önceki ve sonra ki kelime ile alakası, Kelimenin cümle içindeki yeri, Cümlenin
de kendisinden önceki ve sonraki cümlelerle ilişkisi, o cümlenin içinde yer
aldığı bölümün kendinden önceki bölümlerle ilişkisi. Yani kelimenin ayetle,
ayetin kendisinden önceki ve sonraki ayetlerle, o ayetin ait olduğu surenin
kendisinden önceki ve sonraki surelerle alakası. Ve yine o kelimenin Kur’an da
geçen diğer kelimelerle, akraba kelimelerle alakası, Yine o kelimenin içinde
geçtiği ayetin ve o ayetin anlamının, Kur’an da ki o anlama gelen diğer
ayetlerle ilişkisi nedir. İşte buna iç bağlam denir buna.
Buna ilişkin bir örnek vereyim; zihninizde iç
bağlam bilinmeden nasıl yanlış anlaşılır, ya da Kur’an ın maksadı neden
anlaşılmaz o netleşmiş olsun. Örneğin;
Ve men a'reda
an zikrİY feinne lehu me'ıyşeten danken. (Tâhâ/124) ayeti kerimesi.
(124 olacak 126 değil)
Kim benim zikrimden yüz çevirirse, onun için
dar bir geçim vardır, geçim kıtlığı veririm ona diyor. Zikrimden yüz çevirirse.
An zikriy, zikrimden yüz çevirirse. Şimdi burada ki zikir ne manaya gelir. Eğer
bağlamı bilmezseniz bunu bilemezsiniz. Arap dilinde mastar hem failine, hem
mefulüne muzaf olabilir. “Zikry” deki “y”, benim zikrimden
demektir. Burada failine mi muzaf olmuştur mefulüne mi. İkisi de geçerlidir.
Bunu birbirinden bu lafza bakarak anlayamazsınız.
Failine muzaf olursa ne manaya gelir? Şu
manaya gelir. Benim zikrimden yüz çeviriyorlar. Zikir Allah’ın Kur’an ı dır.
benim hatırlatmam olan Zikir Kur’an’ın isimlerinden biridir biliyorsunuz;
İnna nahnu
nezzelnez Zikra ve inna lehu leHafizu. (Hicr/9) yani kim benim
Kur’an ım dan, benim hatırlatmam olan, hatırlattığım kelâm olan Kur’an dan yüz
çevirirse manasına gelir. ama mefulüne
muzaf olursa o zaman beni hatırlamaktan anlamına gelir yani, estağfurullah
el azim, ya da süphanallah, elhamdülillah, Allahuekber demek Allah’ı
hatırlamak. İşte bunlardan yüz çevirirse manasına gelir.
Bakın ikisi de çok ayrı bir mana, çok farklı. Birinde mef’ul olarak Allah’ı hatırlamaktan,
ikincisinde Allah’ın hatırlattığı Kur’an dan yüz çevirmek anlamına geliyor.
Peki nasıl bileceğiz? bağlamına bakacağız. Hemen bir yukarıdaki ayete
bakacağız. Örneğimizde ki ayet 124 olduğuna göre 123. ayete baktığınızda bunun
Kur’an anlamına geldiğini anlayıveriyorsunuz. Çünkü 123. ayette Kur’an dan
bahsediliyor. İnsana Allah’ın gönderdiği vahiyden bahsediliyor. Ha,
anlıyorsunuz ki burada Allah’ın zikrinden yüz çevirmekten maksat, Kuran’dan yüz
çevirmektir.
Yine bir başka ayet, bir başka örnek vereyim;
ve lirRicali
aleyhinne deracetün. (Bakara/228) Şimdi burada diyor ki hemen bir
üstte ki cümle ve lehünne
mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf kadınların erkekler üzerinde ne
kadar hakkı varsa erkeklerin de kadınlar üzerinde o kadar. Yani birbirleri
üzerinde ki hakları eşit. Onların onlar üzerinde, onların da onlar üzerinde
hakkı var. Ancak burada bir
cümle geliyor arkasından; ve lirRicali aleyhinne deracetün erkeklerin kadınlar üzerinde bir
derece fazla hakkı vardır.
Şimdi bu
ayette ki bir dereceyi
anlayabilmeniz için o ayetin ne hakkında olduğunu unutmamanız lazım. Ayetin
başına bakıyorsunuz ki ayet mutallâkattan bahsediyor. Yani boşanmış kadınlar.
Yani boşanma ile karşı karşıyasınız.
O halde bu derecenin ne olduğunu hemen anlıyorsunuz. Hamile ise o boşanan
kadın, boşanmak üzere olan kadın, rahminde kocası ile müşterek bir değeri
taşıyor. Ortaklaşa bir değerleri var ve onu da kendisi taşıyor. Kocası işte o
boşamak üzere olan kadın üzerinde bir hakkı var. Çünkü o ondan bir değeri
taşıyor, ortaklaşa bir varlıkları var. Onun içinde boşama konusunda kocası son
sözü söyleme, eğer o kadın 3 ay geçmeden bir karar verecekse bu kararda
kocasının, kendisini boşamış olan kocasının vazgeçmesi halinde kocasına dönme
hakkını kullanırken kocasını tercih etmesi isteniyor. Yani öncelik sırasını
eski kocasına ilk kocasına vermesi. Yani yeni bir evlilik düşünüyorsa eğer bu
evlilikte, çünkü hamile, çünkü müşterek bir varlık taşıyor.
İşte bundan dolayı ve lirRicali aleyhinne deracetün boşanmış olan bir kadın eğer yeni
bir evlilik düşünüyorsa ve boşama süresi de bitmemişse, bu sürede önceliği
beraber, ortak meyvelerini taşıdığı kocasına vermesi isteniyor. İşte bunu
anlamanız için mutlaka ayetin boşanma konusunda olduğunu gözden uzak tutmamanız
lazım. İç bağlamdır bu ve dış bağlama geçiyoruz;
b) Dış bağlam sebep i nüzul, işte dış bağlamın en büyük belirleyicisi,
ayetlerin sebep i nüzulünü bilmeden siz ayeti anlamayabilirsiniz. Tabii her
ayet için böyle kesin bir
sebebi nüzulden söz edilemez, ancak eğer kafir Mekke toplumunu bilmiyorsanız, Kâfirun
suresini anlayamazsınız. Eğer siz Mekke tarihini bilmezseniz fil suresini
anlayamazsınız. Eğer Uhut savaşını bilmezseniz Nûr suresini anlayamazsınız.
Yine ifk hadisesini, Hz. Aişe ‘ye iftira hadisesini bilmezseniz Nûr suresini
doğru dürüst anlayamazsınız.
Görüyorsunuz arka planını
bileceksiniz ki ayetin ne dediğini anlayabilesiniz. Yine Maun suresini iyi
anlamanız için, maun suresinde; feveylül lil musalliyn. (Mâûn/4). “Namaz kılanlara yazıklar olsun” ayetinin
ne olduğunu, orada namaz kılandan kastın ne olduğunu bilmeniz için ayetin nerde
indiğini, o surenin hangi dönemde
indiğini bilmeniz lazım. Mekke’de indiğini bilince bu ayette namaz kılanlardan muradın
Müslümanlar değil, namaz kılan müşrikler olduğunu otomatik olarak anlıyorsunuz.
Ama bunu anlamanız için öncelikle o surenin nerede indiğini bilmeniz lazım.
İşte bu da bağlamdır. Yani kim ne zaman deniliyor, kime deniliyor, nerede
deniliyor. Bu çok önemli.
Yine sözün bağlamını bilmeden Kur’an
da ki ayeti bir başka anlama dönüştürmek mümkündür. Bu Yahudilerin de kendi
kitaplarına yaptığı bir şeydi. Onun için …yüharrifunel Kelime an mevadı'ıhi… (Nisa/46) Kelimeleri bağlamlarından koparıyorlar diyor
Yahudiler için Kur’an.
Onlar Tevrat’a bu muameleyi yaptılar.
Onun içinde eğer Kur’an da bazı
ayetleri, ya da ayetin içinden bir cümleyi bağlamından kopardığınızda,
ait olduğu manadan tamamen farklı bir mana verebilirsiniz. O zaman bu
verdiğiniz mana Allah’ın maksadı mı olur, yoksa sizin kafanızda düşündüğünüz
anlamı Kur’an a yamamak mı olur. Bu da tahriftir işte. Onun için Allah’ın
anlatmak istediğini anlamaktır tefsir ve te’vil, sizin söylediğinizi Kur’an a
söyletmek değildir.
Tefsir ve Te’vil in amacı dedim muradı
ilahiyi anlamaktır. Bu uğurda bizden öncekilerin çabası, gerçekten övgüye değer
bir çabadır. Kur’an ın ilk muhatabı olan Muhammed A.S. ve ilk muhatapları olan
sahabe, saadet asrında Kur’an ı iyi anladılar. Çünkü onlar kim için, nerde, ne
zaman indiğini biliyorlardı. Sözün bağlamını biliyorlardı. O ayet indiğinde
hangi olaya telmih yapıyor onu biliyorlardı. Ayetin gönderme yaptığı şahısları
biliyorlardı, zamanı ve zemini biliyorlardı. Onun için de onlar çok fazla
tefsire ihtiyaç duymadılar.
Peygamberin tefsir ettiği ayet
sayısı çok azdır. İbn Teymiye tersini iddia etse de. Her ayeti tefsir ettiğini
söylese de. Çünkü ihtiyacı yok, onlar ayetleri çok iyi anlıyorlardı. Resulallah’a
sordukları ayet sayısı da çok azdı. Çok az ayeti sormuşlardır. Hatta bize koskoca bir kitap dolusu rivayet
nakledilen kendisinden İbn Abbas dahi çok az rivayet edilmiştir. Sadece diyor
Ahmed Bin Hambel ibn Abbas’tan rivayet edilen tefsir sayısı 100 ayet
hakkındadır diyor. Ama gelin görün ki İbn Abbas’tan rivayet edilen tefsir
koskoca bir kitap olmuştur. Onun için biz buradan anlıyoruz ki İlk nesil Kur’an
ı doğru bir biçimde anlıyordu.
Ancak gelelim Kur’an ın muhatabı
olan, modern muhatabı olan bizim neslimize. Biz nasıl anlıyoruz
Bugünkü modern neslin muhatap
olduğu kur’anı nasıl anlıyoruz? Biz, Kur’an ın modern muhatapları Kur’an ı
doğru bir biçimde anlamıyoruz.
1 – Çünkü Kur’an ı bize gönderen Allah’ı tanımıyoruz.
Modernleşmiş bir beyne sahip olduğumuz için, bireyleştirildiğimiz için Allah
ile olan irtibatımızı kopardılar. Allah’ı tanımadığımız için, göndereni
tanımadığımız için Kur’an ı anlamıyoruz.
2 – Konuşulan Kur’an ı
tanımıyoruz. Konuşan Allah ‘ı tanımadığımız gibi konuşulan Kur’an ı
tanımıyoruz.
a – Dil, Dilini tanımıyoruz,
dilini bilmiyoruz. Dilini bilmediğimiz bir metni elbette ki tanıyamayız.
b – Bağlamını tanımıyoruz.
Kur’an ın ayetlerinin ve surelerinin hangi bağlamda nazil olduğunu tanımıyoruz.
İşte bunun için de mealler
yetmiyor. Mealler kafi gelmiyor, Olmuyor meallerle.
Yeni bir dünyanın inşası, yeni
bir medeniyetin inşası ile mümkün. Yeni bir medeniyetin inşası, yeni bir
toplumlumun inşası ile mümkün, Yeni bir toplumun inşası, yeni bir insanın
inşası ile mümkün. Bu da yeni bir hayatın inşası demektir. Bunun içinse yeni
bir bilinç inşa etmek lazım. Kur’an işte bunun tek garantisidir. Kur’an yeni
bir bilinci inşa edecek tek metindir. Bunun için de yöntemimiz şu olmalıdır.
1 – Önce lafızların anlamını
anlamalıyız.
2 – Sonra cümle ile diğer
ayetlerle, ayetlerin diğer surelerle, surelerin ise Kur’an ın bütünlüğü
içindeki yerini iyi fark etmeliyiz.
3 – Kur’an da aynı konuda ki
diğer ayetleri birlikte düşünmek ve Kur’an ın o konuda bütüncül olarak ne
dediğini anlamak zorundayız.
4 – Her bir ayetin ve
cümlenin bağlamını bilmek zorundayız.
5 - O ayeti Peygamber nasıl
anladı ve hayata koydu onu bilmek zorundayız.
İnşallah biz bundan böyle
tefsirimizi işte bu açıkladığımız bu ilkeler üzerinden bina edecek ve Kur’an ı birlikte
bu ilkelerden yola çıkarak yeniden ayetleri, Allah’ın söylediği maksada mebni
olarak, bizim söylettiğimiz değil, Allah’ın söylediği anlamı anlamak için
Rabbim bu ayette ne buyuruyor, ne diyor, ne demek istiyor. Maksadı nedir,
Meramı ilahi nedir diyerek birlikte bu ilkelerle Kur’an ı anlayacağız inşallah.
Hepinize Kur’an la yaşanmış bir
hayat ve Kur’an la verilmiş bir nefes temenni ediyor, Allah ‘a emanet ediyorum.
Esselamün aleyküm.
1. videonun sonu.
1. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/03/13/tefsire-giris-1-2/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder