25 Ağustos 2010 Çarşamba

TEFSİRE GİRİŞ (1 – C)



B sayfasından devam

9 – ve sonuncusu; Kur’an tedricen indirilmiş bir kitaptır. Bu da şuna delalet eder. Yani peyderpey. Hayat çünkü bir süreçtir. Bir süreç olan hayatın kitabı olan Kur’an da bir süreç içinde indirilmesi gerekliydi. Onun için Kur’an hayatın her boyutuna gönderme yapar. O bir tek celsede değil 23 yıl boyunca peyderpey, hayatın her bir alanında yaşanan tüm olayların üzerine indirilmiştir. O hayati bir kitaptır. Hitabi bir kitap değildir çünkü. Onun içinde O hayatın içine inmiştir. Hayata verilmiş bir cevaptır Kur’an. Kur’an sadece sorulara cevap değildir, sorunlara bir çözümdür. İşte bunun için peyderpey indirilmiştir.

Kur’an ı da tanımladıktan sonra şimdi asıl ilk dersimizin konusu olan tefsire geçmek istiyorum.

Tefsir nedir peki; Tefsir kısaca anlama ve yorumlama faaliyetine verilen isimdir. Fessera veya sefera kökünden geldiği söylenmiştir. Hangi kökten gelmiş olursa olsun bir şeyi açmak, kapalı bir şeyin üzerindeki perdeyi kaldırmak, gizli bir şeyi ortaya çıkarmak, bilinmeyen bir manayı bilinen hale getirmek anlamına gelir.

Te’vil ise; tefsir kavramı ile yan yana kullanılan bir kavram olması hasebiyle onu da açıklamamız gerekiyor ki; ilk müfessirler yaptıkları, meydana getirdikleri eserlere tefsir demezlerdi  TE’VİL derledi. Bu nedenle Taberi de kendi kitabına Te’vil ismini koymuştu.

Ancak tefsir ile Te’vil arasında fark var. Evl kökünden türemiş olan Te’vil, Bir lafsın arkasında yatan maksadı anlamaya denilir. Buradan yola çıkarak Tefsir bir kelimenin lafzı ile ilgilidir, Te’vil ise bir kelimenin maksadı ile ilgilidir diyoruz. Ve ilerde yine bu konuya dönmek üzere bu konuyu, tefsir ve te’vil kelimelerini bu kadar açıklamakla yetiniyoruz.

Kur’an dili Arapça olan bir dildir. Yani Kur’an Arapça bir metindir. Dolayısıyla bu metnin tabi olduğu bir dil vardır ve bu dil de dünya dillerinden biridir. Her dil gibi yaprağını döken, kelimelerini tazeleyen, başka dillerden kelime alan ve her dil gibi mecazı olan, istiaresi olan, söz sanatları olan bir dildir.

Kur’an anlamlı ve anlaşılabilir bir metindir. Daha önce de vahiy bahsinde söylediğim gibi Kur’an sadece bir dilde indirilmiş değil, anlaşılabilir ve anlamı olan bir dilde indirilmiştir. Onun için içinde anlamsız olan bir tek ayet, anlaşılamayan bir tek kelime olduğu söylenemez. Çünkü bu Allah’ın muradına terstir. Allah insanla konuşmasını anlasın diye konuşmuştur, ne dediğini anlasın diye konuşmuştur. Eğer anlaşılmayacak bir söz söyleseydi Allah, o zaman üzerinde niçin düşünmüyorsunuz demez ve anlaşılmasını istemesi de teklifi malâyutak yani güç yetirilemeyecek bir teklif olmuş olurdu. Eğer insandan Kur’an ı anlaması, okunması, üzerinde düşünmesi ve yaşaması isteniyorsa bu kesinlikle Allah’ın insana son vahyi olan Kur’an ın da anlaşılmasını gerektirir.

Peki elimizde bir metin var, bu metnin bir dili var ve bu dilde bilinen ve anlaşılan bir dil ise bir metin nasıl anlaşılabilir sorusu gündeme gelir. Biz bir metni nasıl anlayabiliriz .Bu soruyu cevaplandırmak için 4 soru sormamız lazım.

1 – Kim konuşuyor, Yani metnin sahibi kim. Yazılı bir metinse kim yazdı, sözlü bir hitap ise bunu kim söyledi, kim söylüyor. Ki Kur’an bildiğimiz gibi önce sözlü bir metin olarak indirilmiştir. Yani indirilen bir söz dür. Daha sonra yazıya dökülmüştür. Onun için Kur’an öncelikle bir gavldir, sözdür bu manada. Kim söylüyor. Bu sorunun cevabı gayet net ve açık. Kur’an Allah’ın Kelâmıdır. Yani Kur’an da ki tüm manalar Allah tarafından indirilmiştir. Bu konuda hiçbir insanın tereddüdü olmamalıdır.

En büyük şansımız Müslüman olarak şudur; Allah gönderdiği gibi Kur’an bize ulaşmıştır. Kur’an ı anlamak isteyen bir insanın en büyük şansıda budur işte. Onun için Kur’an da geçen bir kelime, Kur’an da geçen bir harf üzerine her türlü yorumunuzu samimi ve sahih olarak bina edebilirsiniz. Niçin? Çünkü O indiği gibi bize gelmiştir. Bunda tereddüdümüz yoktur.

Her türlü yorumu derken şunu kesinlikle demiş olmuyorum. Siz aklınızda ki yorumu Kur’an a adapte edin, yani Kur’an a ne söyletmek istiyorsanız onu söyletin. Zaten büyük problem de budur. Onun için ben öncelikle bu problemi def etmek gerektiğine inanıyor ve Müslümanların Kur’an ı anlamamalarında ki en büyük nedenin de bu olduğunu düşünüyorum. Yani Kur’an ın ne dediğini Allah’ın maksadını ve meramını anlamak yerine, anladığınızı Kur’an a rabdetmek, Kur’an a kendi düşüncenizi söyletmek, bu değildir. Tefsir bu değildir. Te’vil bu değildir. Onun için kim söylüyor sorusunu sormak ve gönül rahatlığı ile Allah söylüyor demek.

2 – Ne söylüyor? Kim sorusunu söyleyene cevap verdikten sonra ikinci soracağınız soru; Bir metni, bir sözü anlamak için budur. Ne söylüyor. Tabii ki Allah’ın söylemesi başkasının söylemesine benzemez. Allah söylüyorsa insanın söylemesine benzemeyeceği için tüm duyargalarınızla kulak verirsiniz. Can kulağı ile dinlersiniz. Çünkü Allah’ın sözü can kulağı ile dinlenilmeyi hak eder. Can kulağınızı verdikten sonra ne söylüyor diye sorarsınız. Ne söylüyor.

Ne söylüyor lafza delâlet eder. Bu önemi çünkü anlam ve anlamanın işte karşılığı ne söylüyor sorusudur. Lafza delâlet eder. manası nedir. Söylediği sözün manası nedir. Bir dil de söylüyor. O halde ne söylüyor sorusunu iyi bilmek için mutlaka  Kur’an ın, Allah’ın söylediği söze mazruf olan, zarf olan, mazrufa zarf olan Arap dilinin çok iyi bilinmesi lazım. Çünkü birinin ne söylediğini bilmeniz için onun dilini bilmeniz lazım. Kur’an ın ne söylediğini öğrenmeniz için Kur’an ın dilini bilmek zorundasınız. Bir Japon eğer bana bir şey söylerse kimin söylediğini bilsem de ne söylediğini anlayamam. Ne söylediğini bilebilmem için onun dilinden anlamam gerekiyor. Onun için ne söylediği tamamen lafızla ilgilidir. Manası nedir, yani zahir budur işte. Eğer Kur’an ın bir zahiri ve batını varsa İ. Şatıbi nin dediği gibi Kur’an ın zahiri de tamamen lafzın ne söylediği ile ilgilidir. Anlam ve anlamak budur. Tefsir de bununla ilgilidir.

Bunu sorduktan sonra ne söylediğini biliyorsunuz, yani ağzından çıkan söz, sizin anladığınız bir söz, sizin anladığınız bir dilde söylendi. Yetmiyor:

3 – Niçin söylüyor sorusunu sormanız lazım. Çünkü anlamak kavramak değildir. Her anladığınızı kavranmış sayılmazsınız, Ne söylenileni bilebilirsiniz, ama söylenilen şeyin maksadını bilemiyorsanız, yani ilahi kelâmın maksadı nedir. Bu söylenilen sözün amacı nedir. Niçin söyleniyor sorusunu sormazsanız, işte müşrikler bu soruyu sormuyordu. Onlar ne söylendiğini biliyorlar ama söylenilenlerin maksadını anlamıyorlardı. meramı ilahiyi anlamıyorlardı. Onun içinde Kur’an.

Efela yetedebberunel Kur'an. (Nisa/82) Yani Kur’an ın maksadı üzerinde durmuyorlar mı, bu sözün maksadını düşünmüyorlar mı diyordu. Yoksa anlamıyorlar değildi, iyi anlıyorlardı. Anlıyorlardı ne söylediğini biliyorlardı. Çünkü o dili konuşuyorlardı. Konuştukları bir dilde hitap ediliyordu kendilerine. Eğer zaten anlamasalardı; “Ey Muhammed sen ne diyorsun, biz senin dediklerinden hiç bir şey anlamıyoruz.” Derlerdi. Hiç böyle bir şey demediler. Aksine gelip dinliyorlardı. Gece yarısı Resulallah’ın okuduğu Kur’an ı gizlice dinliyorlardı. Anlamasalar dinlerler mi idi.

Ne söylediğini biliyorlar ama niçin söylendiğini bilmiyorlardı. Yani kelâmın maksadını anlamamışlardı. Niçin söylendiğini merak etmek bir metnin Te’vil e girer. İşte İ. Şatıbı’nin dediği manada bir sözün batını budur. Batını niçin söylediğini bilmek, zahirinin ne söylediğini  bilmektir. Zahiri kelimenin anlamını bilmek, Batıni ise o sözün arkasında kastedilen manayı bilmek demektir. Tabii ki bu soruya tam cevap verebilmek için bir dördüncü soru daha sormanız lazım;

4 – Kime, nerede, ne zaman söylüyor, yani; bağlamı ne bu sözün. Bu sözün tarihsel ortamı ne. Tarih içerisinde bu söz kime söylenmiş, nerede söylenmiş, ne vesile ile söylenmiş, ne zaman söylenmiş. Bu soruyu sormadan niçin söylüyor sorusuna tam cevap bulamazsınız. Onun için bağlam önemlidir.

Bağlamı da ikiye ayırıyoruz;

a) iç bağlam,

b) dış bağlam.   

İç bağlam; Kur’an da ki her kelimenin kendisinden önceki ve sonra ki kelime ile alakası, Kelimenin cümle içindeki yeri, Cümlenin de kendisinden önceki ve sonraki cümlelerle ilişkisi, o cümlenin içinde yer aldığı bölümün kendinden önceki bölümlerle ilişkisi. Yani kelimenin ayetle, ayetin kendisinden önceki ve sonraki ayetlerle, o ayetin ait olduğu surenin kendisinden önceki ve sonraki surelerle alakası. Ve yine o kelimenin Kur’an da geçen diğer kelimelerle, akraba kelimelerle alakası, Yine o kelimenin içinde geçtiği ayetin ve o ayetin anlamının, Kur’an da ki o anlama gelen diğer ayetlerle ilişkisi nedir. İşte buna iç bağlam denir buna.

Buna ilişkin bir örnek vereyim; zihninizde iç bağlam bilinmeden nasıl yanlış anlaşılır, ya da Kur’an ın maksadı neden anlaşılmaz o netleşmiş olsun. Örneğin;

Ve men a'reda an zikrİY feinne lehu me'ıyşeten danken. (Tâhâ/124) ayeti kerimesi. (124 olacak 126 değil)

Kim benim zikrimden yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır, geçim kıtlığı veririm ona diyor. Zikrimden yüz çevirirse. An zikriy, zikrimden yüz çevirirse. Şimdi burada ki zikir ne manaya gelir. Eğer bağlamı bilmezseniz bunu bilemezsiniz. Arap dilinde mastar hem failine, hem mefulüne muzaf olabilir. “Zikry” deki “y”, benim zikrimden demektir. Burada failine mi muzaf olmuştur mefulüne mi. İkisi de geçerlidir. Bunu birbirinden bu lafza bakarak anlayamazsınız.

Failine muzaf olursa ne manaya gelir? Şu manaya gelir. Benim zikrimden yüz çeviriyorlar. Zikir Allah’ın Kur’an ı dır. benim hatırlatmam olan Zikir Kur’an’ın isimlerinden biridir biliyorsunuz;

İnna nahnu nezzelnez Zikra ve inna lehu leHafizu. (Hicr/9) yani kim benim Kur’an ım dan, benim hatırlatmam olan, hatırlattığım kelâm olan Kur’an dan yüz çevirirse manasına gelir. ama mefulüne muzaf olursa o zaman beni hatırlamaktan anlamına gelir yani, estağfurullah el azim, ya da süphanallah, elhamdülillah, Allahuekber demek Allah’ı hatırlamak. İşte bunlardan yüz çevirirse manasına gelir.

Bakın ikisi de çok ayrı bir mana, çok farklı. Birinde mef’ul olarak Allah’ı hatırlamaktan, ikincisinde Allah’ın hatırlattığı Kur’an dan yüz çevirmek anlamına geliyor.

Peki nasıl bileceğiz? bağlamına bakacağız. Hemen bir yukarıdaki ayete bakacağız. Örneğimizde ki ayet 124 olduğuna göre 123. ayete baktığınızda bunun Kur’an anlamına geldiğini anlayıveriyorsunuz. Çünkü 123. ayette Kur’an dan bahsediliyor. İnsana Allah’ın gönderdiği vahiyden bahsediliyor. Ha, anlıyorsunuz ki burada Allah’ın zikrinden yüz çevirmekten maksat, Kuran’dan yüz çevirmektir.

Yine bir başka ayet, bir başka örnek vereyim;

ve lirRicali aleyhinne deracetün. (Bakara/228) Şimdi burada diyor ki hemen bir üstte ki cümle ve lehünne mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf kadınların erkekler üzerinde ne kadar hakkı varsa erkeklerin de kadınlar üzerinde o kadar. Yani birbirleri üzerinde ki hakları eşit. Onların onlar üzerinde, onların da onlar üzerinde hakkı var. Ancak burada bir cümle geliyor arkasından; ve lirRicali aleyhinne deracetün erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece fazla hakkı vardır.

Şimdi bu ayette ki bir dereceyi anlayabilmeniz için o ayetin ne hakkında olduğunu unutmamanız lazım. Ayetin başına bakıyorsunuz ki ayet mutallâkattan bahsediyor. Yani boşanmış kadınlar. Yani boşanma ile karşı karşıyasınız.

O halde bu derecenin ne olduğunu hemen anlıyorsunuz. Hamile ise o boşanan kadın, boşanmak üzere olan kadın, rahminde kocası ile müşterek bir değeri taşıyor. Ortaklaşa bir değerleri var ve onu da kendisi taşıyor. Kocası işte o boşamak üzere olan kadın üzerinde bir hakkı var. Çünkü o ondan bir değeri taşıyor, ortaklaşa bir varlıkları var. Onun içinde boşama konusunda kocası son sözü söyleme, eğer o kadın 3 ay geçmeden bir karar verecekse bu kararda kocasının, kendisini boşamış olan kocasının vazgeçmesi halinde kocasına dönme hakkını kullanırken kocasını tercih etmesi isteniyor. Yani öncelik sırasını eski kocasına ilk kocasına vermesi. Yani yeni bir evlilik düşünüyorsa eğer bu evlilikte, çünkü hamile, çünkü müşterek bir varlık taşıyor.

İşte bundan dolayı ve lirRicali aleyhinne deracetün boşanmış olan bir kadın eğer yeni bir evlilik düşünüyorsa ve boşama süresi de bitmemişse, bu sürede önceliği beraber, ortak meyvelerini taşıdığı kocasına vermesi isteniyor. İşte bunu anlamanız için mutlaka ayetin boşanma konusunda olduğunu gözden uzak tutmamanız lazım. İç bağlamdır bu ve dış bağlama geçiyoruz;

 b) Dış bağlam sebep i nüzul, işte dış bağlamın en büyük belirleyicisi, ayetlerin sebep i nüzulünü bilmeden siz ayeti anlamayabilirsiniz. Tabii her ayet için böyle kesin bir sebebi nüzulden söz edilemez, ancak eğer kafir Mekke toplumunu bilmiyorsanız, Kâfirun suresini anlayamazsınız. Eğer siz Mekke tarihini bilmezseniz fil suresini anlayamazsınız. Eğer Uhut savaşını bilmezseniz Nûr suresini anlayamazsınız. Yine ifk hadisesini, Hz. Aişe ‘ye iftira hadisesini bilmezseniz Nûr suresini doğru dürüst anlayamazsınız.

Görüyorsunuz arka planını bileceksiniz ki ayetin ne dediğini anlayabilesiniz. Yine Maun suresini iyi anlamanız için, maun suresinde; feveylül lil musalliyn. (Mâûn/4). “Namaz kılanlara yazıklar olsun” ayetinin ne olduğunu, orada namaz kılandan kastın ne olduğunu bilmeniz için ayetin nerde indiğini, o  surenin hangi dönemde indiğini bilmeniz lazım. Mekke’de indiğini bilince bu ayette namaz kılanlardan muradın Müslümanlar değil, namaz kılan müşrikler olduğunu otomatik olarak anlıyorsunuz. Ama bunu anlamanız için öncelikle o surenin nerede indiğini bilmeniz lazım. İşte bu da bağlamdır. Yani kim ne zaman deniliyor, kime deniliyor, nerede deniliyor. Bu çok önemli.

Yine sözün bağlamını bilmeden Kur’an da ki ayeti bir başka anlama dönüştürmek mümkündür. Bu Yahudilerin de kendi kitaplarına yaptığı bir şeydi. Onun için yüharrifunel Kelime an mevadı'ıhi… (Nisa/46) Kelimeleri bağlamlarından koparıyorlar diyor Yahudiler için Kur’an.

Onlar Tevrat’a bu muameleyi yaptılar. Onun içinde eğer Kur’an da bazı  ayetleri, ya da ayetin içinden bir cümleyi bağlamından kopardığınızda, ait olduğu manadan tamamen farklı bir mana verebilirsiniz. O zaman bu verdiğiniz mana Allah’ın maksadı mı olur, yoksa sizin kafanızda düşündüğünüz anlamı Kur’an a yamamak mı olur. Bu da tahriftir işte. Onun için Allah’ın anlatmak istediğini anlamaktır tefsir ve te’vil, sizin söylediğinizi Kur’an a söyletmek değildir.

Tefsir ve Te’vil in amacı dedim muradı ilahiyi anlamaktır. Bu uğurda bizden öncekilerin çabası, gerçekten övgüye değer bir çabadır. Kur’an ın ilk muhatabı olan Muhammed A.S. ve ilk muhatapları olan sahabe, saadet asrında Kur’an ı iyi anladılar. Çünkü onlar kim için, nerde, ne zaman indiğini biliyorlardı. Sözün bağlamını biliyorlardı. O ayet indiğinde hangi olaya telmih yapıyor onu biliyorlardı. Ayetin gönderme yaptığı şahısları biliyorlardı, zamanı ve zemini biliyorlardı. Onun için de onlar çok fazla tefsire ihtiyaç duymadılar.

Peygamberin tefsir ettiği ayet sayısı çok azdır. İbn Teymiye tersini iddia etse de. Her ayeti tefsir ettiğini söylese de. Çünkü ihtiyacı yok, onlar ayetleri çok iyi anlıyorlardı. Resulallah’a sordukları ayet sayısı da çok azdı. Çok az ayeti sormuşlardır.  Hatta bize koskoca bir kitap dolusu rivayet nakledilen kendisinden İbn Abbas dahi çok az rivayet edilmiştir. Sadece diyor Ahmed Bin Hambel ibn Abbas’tan rivayet edilen tefsir sayısı 100 ayet hakkındadır diyor. Ama gelin görün ki İbn Abbas’tan rivayet edilen tefsir koskoca bir kitap olmuştur. Onun için biz buradan anlıyoruz ki İlk nesil Kur’an ı doğru bir biçimde anlıyordu.

Ancak gelelim Kur’an ın muhatabı olan, modern muhatabı olan bizim neslimize. Biz nasıl anlıyoruz

Bugünkü modern neslin muhatap olduğu kur’anı nasıl anlıyoruz? Biz, Kur’an ın modern muhatapları Kur’an ı doğru bir biçimde anlamıyoruz.

1 –  Çünkü Kur’an ı bize gönderen Allah’ı tanımıyoruz. Modernleşmiş bir beyne sahip olduğumuz için, bireyleştirildiğimiz için Allah ile olan irtibatımızı kopardılar. Allah’ı tanımadığımız için, göndereni tanımadığımız için Kur’an ı anlamıyoruz.

2 – Konuşulan Kur’an ı tanımıyoruz. Konuşan Allah ‘ı tanımadığımız gibi konuşulan Kur’an ı tanımıyoruz.

a – Dil, Dilini tanımıyoruz, dilini bilmiyoruz. Dilini bilmediğimiz bir metni elbette ki tanıyamayız.

b – Bağlamını tanımıyoruz. Kur’an ın ayetlerinin ve surelerinin hangi bağlamda nazil olduğunu tanımıyoruz.

İşte bunun için de mealler yetmiyor. Mealler kafi gelmiyor, Olmuyor meallerle.

Yeni bir dünyanın inşası, yeni bir medeniyetin inşası ile mümkün. Yeni bir medeniyetin inşası, yeni bir toplumlumun inşası ile mümkün, Yeni bir toplumun inşası, yeni bir insanın inşası ile mümkün. Bu da yeni bir hayatın inşası demektir. Bunun içinse yeni bir bilinç inşa etmek lazım. Kur’an işte bunun tek garantisidir. Kur’an yeni bir bilinci inşa edecek tek metindir. Bunun için de yöntemimiz şu olmalıdır.

1 – Önce lafızların anlamını anlamalıyız.

2 – Sonra cümle ile diğer ayetlerle, ayetlerin diğer surelerle, surelerin ise Kur’an ın bütünlüğü içindeki yerini iyi fark etmeliyiz.

3 – Kur’an da aynı konuda ki diğer ayetleri birlikte düşünmek ve Kur’an ın o konuda bütüncül olarak ne dediğini anlamak zorundayız.

4 – Her bir ayetin ve cümlenin bağlamını bilmek zorundayız.

5 - O ayeti Peygamber nasıl anladı ve hayata koydu onu bilmek zorundayız.

İnşallah biz bundan böyle tefsirimizi işte bu açıkladığımız bu ilkeler üzerinden bina edecek ve Kur’an ı birlikte bu ilkelerden yola çıkarak yeniden ayetleri, Allah’ın söylediği maksada mebni olarak, bizim söylettiğimiz değil, Allah’ın söylediği anlamı anlamak için Rabbim bu ayette ne buyuruyor, ne diyor, ne demek istiyor. Maksadı nedir, Meramı ilahi nedir diyerek birlikte bu ilkelerle Kur’an ı anlayacağız inşallah.

Hepinize Kur’an la yaşanmış bir hayat ve Kur’an la verilmiş bir nefes temenni ediyor, Allah ‘a emanet ediyorum.

Esselamün aleyküm.


1. videonun sonu.
 bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder