Yine
Kur’an da vahyin 3 şekilde gönderildiği
söylenir. (ŞURA /51) ayette; vahyin gönderiliş şekillerinden birisi rüyada,
yani vahyen olarak nitelendirilir. Rüyada gönderilir.
İkinci şekli . ev min veraiy hıcabin... (Şûra/51)) bir perde
gerisinden. Vahyin gönderilişinin ikinci şekli budur.
Üçüncü şekli
ise ..ev
yursile Rasûlen.. (Şûra/51) ya da bir elçi aracılığıyla, bir elçi
göndermek suretiyle.
Demek
ki vahy tarihi boyunca insana gönderilen
tüm vahiyler bu 3 biçimde gönderilmiştir. 1. si; vahyen diyor Şûra/51ayeti,
vahyen. Biz bunu Resulallah’tan gelen rivayetleri de yan yana dizdiğimizde,
Resulallah’a Hıra da indirilen ilk 5 ayetin işte bu birinci sınıfa girdiğini
anlıyoruz. Yani rüyada Allah tarafından gönderilen bir mesaj olduğunu.
İkincisi
bir perde gerisinden ki rabbimizin Musa. (A.S.)a indirdiği vahiy ve onunla konuşması
bu ikinci vahye bir örnektir.
3.
çeşidine ise Kur’an ın geri kalan tüm ayetlerinin Resulallah’a gönderilişini
verebiliriz. İşte bir elçi aracılığı ile indirilen vahy, rabbimizden yani
vahyin ana beyni olan levhi mahfuzdan sözsüz bir biçimde bir simgeler yığını
halinde alınıp, bir mana halinde alınıp peygamberin kalbine ilka edilmesi, işte 3. türü de vahyin
budur ve Kur’an 5 ya da 7 ayeti hariç tamamen bu 3. biçimde indirilmiştir.
Şuûrsuz
ve cansız varlıkların tabi olduğu kanunların kendilerine bildirimi de Kur’an da
vahiy olarak adlandırılır. Ancak biraz öncede söylediğim gibi onlara statik vahiy, insana dinamik vahy
olarak indirilmiştir. Çünkü statik kadere sahip olan kainatın yasaları, vahyi,
statik vahiyle, değişmez vahiyle, sabit bir vahiyle. Dinamik bir kadere sahip
olan, daima ameline göre kaderi de
değişen insana da vahiy, dinamik bir biçimde
gönderilmiştir.
Kur’an
da yere vahy edildi, göğe vahy edildiği, bal arısına vahy edildiği ifade edilir
ki, bu ifadelerden biz şunu anlıyoruz. Bunların tabi oldukları kanunlar,
bunların, bu varlıkların, yerin, göğün, bal arısının tabi olduğu doğa yasaları,
bir vahy olarak adlandırılıyor. Arının bal yapması işte Allah’ın kendisine
tabiat olarak kıldığı bu vahiy sayesindedir.
Biz
buradan yola çıkarak şunu da anlayabiliriz, bal arının amelidir, kendisine
kanun kılınan vahy sayesinde o vahyi arı bala döndürmektedir. Ve insana da arı
örnek gösterilmektedir. Bakınız şuûrsuz bir varlık, kendisine statik bir vahiy
gönderiliyor ve bu vahyi bala çevriliyor, yani itiraz etmiyor görevini yapıyor.
Ey insan sen şuûrlu bir varlık olduğun halde arı kadar dahi görevini yapmayacak
mısın uyarısıdır adeta.
Yine
göklere ve yere vahy edilmesinden
kasıtta budur. Ey insan şuûrsuz varlıklar olan gökler ve yerler aldıkları vahyi
tamamen uyguluyorlar ve Allah’ a isyan etmiyorlar. Örneğin güneş bugünde “Yoruldum ya rabbi.” demiyor, “doğmayacağım” demiyor, “yanmayacağım” demiyor, “aydınlatmayacağım” demiyor. Ay itiraz
etmiyor “başım döndü” demiyor.
O halde
ey insan, yerler ve gökler Allah’ın statik vahyine muhatap olan yerler ve
gökler bu vahye amade olmuşken, sen, Allah’ın şuûr verdiği, irade verdiği, akıl
verdiği, vicdan verdiği ve birde dönüp konuştuğu bir varlık olarak bu kadar
ikramın muhatabı bir varlık olarak nasıl Allah’a isyan edersin denilmek
istenmektedir.
Vahyin
de tanımını kısaca yaptıktan sonra, şimdi vahyin son kitabi olan Kur’an ın
tanımı üzerinde durmak istiyorum.
Kur’an nedir: Allah’ın kendisine
en son hitap ettiği Hz. peygambere
indirilen en son mesaja Kur’an adı
verilir, Kur’an, melek Cebrail aracılığı ile peyderpey 23 senede yaklaşık Hz.
Muhammed (A.S.)ın kalbine indirilen ilahi mesajların tümüne verilen ortak
isimdir. O yine kendisine göre bir Ramazan ayında Ramazandan bir gece olan,
mübarek bir gece olan, Kadir gecesinde yani, kader gecesinde, ölçü gecesinde, ilk kez Hıra da
indirilmeye başlanmıştır ve bu iniş yaklaşık 23 yıl sürmüştür.
Kur’an
kelime anlamı olarak bir araya getirmek toparlamak, telif etmek, söz dizmek anlamlarına gelir ki qarane kökünden geldiği söylenir
dilciler tarafından. İsmi meful manasına mastardır, okunan demektir, yani sizin
için Kur’an ın Kur’an olması, okunmanıza bağlıdır, okuyorsanız sizin de Kur’ an
ınızdır. Okumayan için Kur’an değildir. Kur’an okumayanın Kur’an ı değildir.
“Garae” okumak anlamına gelir ikincil olarak. Okumak, yani
anlamları yan yana dizmek, kelimelerden anlamlı sözlükler üretmek, kelimeleri
yan yana dizerek bir anlam elde etmek ve bunu birbirini ayırmadan kesintisiz
yapmak anlamına gelir. Buradan yola çıkarak sunu söyleyebiliriz, okumak sadece
ne dediğini bilmeden okumak değil, okumak; anlamak için okumaktır ki ayni
kökten gelen istikra kelimesi
okumak, anlamak, yaşamak ve hissetmek
manalarına gelir. Aynı kökten gelir. Onun için Kur’an işte bütün bu anlamları
içerir. Okumak anlamak, hissetmek ve hayata dökmek yaşamak.
Eşyanın
insanın ve hakikatin tefsiridir bu. Yani Kur’an ın kendisi hem müfessirdir, hem
müfesserdir. Yani hem tefsir eder, hem tefsir edilir. Tefsir eder neyi?
Hakikati tefsir eder. O sözcükler aslında sözcüklerin gerisinde yatan bir hakikati
ifade etmek için vardır. Onun için Kur’ an hakikatin, ebedi ve değişmez
değerlerin bir tefsiridir.
Kendisi
bizatihi müfessirdir. Eşyayı tefsir
eder, varlığı tefsir eder, mahlûkatı tefsir eder ve hepsinden öte Allah’
ı yaratıcıyı tefsir eder. Ve yine Kur’an müfesserdir, tefsir edilmiştir. Kur’an
ı ilk tefsir eden de yine Kur’ an ın sahibi olan Allah’tır. O Kur’an da öyle
buyurur;
Sümme inne
'aleyna beyaneh. (Kıyamet/19) Sonra yine onu beyan edecek,
açıklayacak olan biziz. Yani onu sana açıklamak bizim
üzerimize düşer buyuruyor. Onun için Kur’an hem müfessirdir, hem müfesserdir.
Kur’an
kendisini bize söyle tanıtır. Biz Kur’an a sen kimsin, nasıl bir kitapsın,
özelliklerin nedir diye sorduğumuzda Kur’an ın su cevapları verdiğini görürüz.
1 - Ben Allah ın kelâmıyım der. Bu Allah ın dili demek değildir. Kur’ an “Kelamullahtır”, “Lisanullah” değildir, Allah ın dili değildir. Vahyin dili, dediğim
gibi biraz öncede, sembolsüzdür. Vahiy tamamen konuştuğumuz hecelerden meydana
gelen, harflerden meydana gelen, dilden aridir. Ancak Kur’an ın dili Arapçadır.
Allah ın dili değil. Onun için Allah her peygambere kendi dili ile hitap
etmiştir. Tevrat İbranice, İncil Aramice, İbrahim (A.S.) in suhufları ise Süryanice’ydi. Ve tabii ki
diğer tüm peygamberler gönderilen bilmediğimiz ve bildiğimiz tüm
kitaplarda kendi dillerinde gelmişti. Onun için Kur’an Allah ın kelamıdır, onun
manaları tamamıyla Allah tan dır.
2 - Kur’an Arapça bir kitaptır; Kur’an ın dili Arapçadır. Dil manadan ayrılamayacağı için
lafızlar anlamdan ayrı tutulamayacağı için Kur’an ın Arapça olması da Kur’an’ ın kendi beyanı ile
tevkifidir, ilahidir.
3 - Kur’an mütevatirdir yani bize kadar yalanlanması mümkün olmayan çok sayıda
insanın kafasında, gönlünde, göğsünde ve yazılarında aktarılarak
gelmiştir.
İlk
nesil Kur’an ı sadırlarına yazıyordu, daha sonraki nesiller, satırlara yazarak
bize kadar ulaştırdılar. Kur’an 1.400
yıldan beri hem sadırlar tarafından göğüslerde, kalplerde, zihinlerde;
hem de satırlarda kitaplar da bugüne kadar taşına gelmiştir.
İlk
indirilen ayetleri ashabı kiram bir
müjde bekler gibi bekliyor. Ayet indiğinde birbirlerine sanki bir define bulmuş
gibi müjdeliyorlar ve inen ayeti herkes tabiri caizse bir mücevher gibi
yüreğinin en müstesna kösesine saklıyor ve oradan hayatına doğru
dönüştürüyordu. İşte Kur’an ın ilk muhatabı olan nesil ayetleri adeta
yutarcasına hiçbirini bir kelimesini bir harfini zayi etmeden gözledikleri bir yolcu bekler gibi aşk ile sevk ile
bekledikleri ayetleri en müstesna yerlerinde hıfz ediyorlar, yaşıyorlar
hayata aktarıyorlar ve gelecek kuşaklara
taşıyorlardı.
Bu
noktada bir misal hatırlıyorum, Resulallah’ın vefatından hemen sonra Ömer ve
Ebubekir (r.a.h) Ümmü Eymen i ziyarete
giderler, Ümmü Eymen Resulallah’ın annesinin azatlı cariyesi, Resulünün sevdiği
bir annemiz, yaşlı bir kadın,
Ümmü
Eymen ağlamaya başlar, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer de ağlamaya başlar ve onu teselli
ederler. Derler ki;
- Resulallah bir insandı Allah katına aldı
onu,
Ümmu
Eymen yanlış anlaşıldığını anlar ve hemen der ki;
- Ben Resulallah’ın vefatına ağlamıyorum, ben
asıl vahyin gökten vahyin kesilişine ağlıyorum, artık Allah bizimle
konuşmayacak ben ona ağlıyorum. Der.
Vahyin
kesilişine ağlamak, vahiy işte süren vahiy, vahyin ilk muhatapları tarafından
böylesine canla başla karşılanmış, böylesine müthiş bir muhabbetle karşılanmış
ve yaşlı bir kadın, okuması yazması olmayan bir kadın, bugünün normlarıyla, hiç
bir şeyden haberi olmayan, cahil bir kadın, vahyin kesilişine ağlıyor, artık Allah bizimle sıcak bir biçimde konuşmayacak diye ağlıyor. Onun için o insanlar bu ruh, bu şuûr, bu bilinçle herhalde
vahyin bir tek kelimesini araya
vermezler zayi etmezlerdi. Bu şuûr içinde vahyi taşıdılar sonraki nesillere,
elden ele, yürekten yüreğe, dilden dile, gönülden gönüle ve kitaptan kitaba
aktardılar.
4 - Kur’an
apacık bir kitaptır, apacık. Kendisi bunu söyler kitabın mubin, apacık kitap, Kur’an ın apacık olması kuskusuz, dil sanatları açısından, mecaz, tesbih,
istiare taşıyor olmasına engel değildir. Kur’an da ki mütesabih ayetlerin varlığıda
Kur’an ın apacıklığına engel değildir. Dikkatinizi çekerim, Kur’an da anlamsız
hiçbir kelime yoktur. Kur’an da anlamı belli olmayan hiçbir cümle yoktur.
Kur’an da anlamı insan tarafından
bilinmeyecek bir tek ayet yoktur, Çünkü Kur’an ın maksadı anlaşılmak içindir,
Allah Kur’an da birşey söylemiş ve söylediğini de insana anlaması için
söylemiş, anlamaması için değil..!
Kur’an da ki mütesabihat
anlaşılmayacak sözler değil; aksine anlaşılması için üzerinde ciddi bir biçimde
durulması, tefekkür edilmesi, tedebbür edilmesi yani maksadının anlaşılması
gereken bir ayettir, Onun için Kur’an da anlamı anlaşılmayacak olan ayet
yoktur, kelime yoktur, ancak anlamı ilk bakışta anlaşılacak, ilk bakışta
anlaşılmayıp üzerinde uzun uzun düşündükten diğer ayetlerle olan bağlantısı tesbit edildikten, onun yaptığı
gönderme bulunduktan sonra anlaşılacak tefekkür, tedebbür ve teemmülden sonra
anlaşılacak ayetler vardır. Onun
için Kur’an;
Efela
yetedebberunel Kur'an. (Nisa/82) Buyurur.
Kuran
üzerinde derin derin düşüncelere dalmıyor mu, Kur’an ı tedebbür etmiyorlar mı,
Kur’an üzerinde derin derin tefekkürde
bulunmuyorlar mı diye sorar. Niçin ilk etapta anlaşılacak ayetler ve kelimeler
olduğu gibi, ilk bakışta anlaşılmayacak bir çok ayet ve lafız da vardır da onun
için.
Müteşabihat
başka yerlere gönderme yapan dipnotlar gibidir aslında. Kur’an ın diğer
ayetlerine, yani tefsiri olan diğer ayetlere gönderme yapan, özlü dipnotlardır.
Bu manada Kur’an apaçık bir kitaptır.
Yine
Kur’an da çok anlamlı kelimeler olması da Kur’an da mananın anlaşılmamasına
mazeret değildir. Her dilde çok anlamlı kelime vardır. Örneğin quru’
kelimesi hem hayız zamanına, hem temizlik zamanına işaret eder. İki anlamı
birden içerir, ancak Kur’an da her
kullanıldığı yerde bunun hangi anlama geldiğini bağlamından (siyak-sibak
dan) çıkarmak mümkündür. Onun için heva kelimesi hem çıkmak manasına gelir,
hem inmek manasına gelir. Ancak kullanıldığı yerde ne için kullanıldığını önüne
ve ardına (siyak-sibakına) bağlamına bakarak bulabilirsiniz.
Yine
Kur’an da müşterek manalı bir çok kelime vardır, ayn kelimesi, ayn kelimesi bir ayette göz olarak kullanıldığı gibi,
bir ayette, bir başka ayette su kaynağı olarak kullanılır. Her dilde öyledir.
Bizim dilimizde de su kaynağına; su gözü ya da göz derler. Onun için bunlardan
hangisinin anlamını verdiğini öğrenmek için cümledeki yerine bakmanız kafi.
Eğer cümlenin tamamını doğru bir biçimde anlarsanız, o gözün su gözü mü insan
gözümü olduğunu çıkarırsınız rahatlıkla, bütün bunlarda Kur’an ın
anlaşılmamasına gerekçe değildir.
Yine
sahabe ve müşrikler Kur’an ı anladılar, Kur’an a iman edenler anladıklarına
iman ettiler, inkar edenlerde anladıklarını inkar ettiler. Yani lafızlarının anlamlarını biliyorlardı, bilmediklerini de
zaten soruyorlardı. Örneğin Hz. Ömer ebba kelimesinin anlamını soruyor
araştırıyordu, aslında ebba kelimesi
ot, çayır manasına gelir, bunu bilmediğinden değil, lakin cennette cennetlik müminlere müjdelenen bu şeyin
cennetteki gerçek mahiyetini bilmiyordu.
Zaten bilmesi de mümkün değildi çünkü gayba ilişkin
bir şeydi, cennete ilişkin bir şeydi, yoksa ebba kelimesinin çayır anlamına gelmediğini bilmiyor değildi Hz.
Ömer, lakin cennette cayırın nasıl müminlere müjdelenen bir nimet olacağı
üzerinde duruyor, herhalde farklı bir
şey olsa gerek diyor ve hemen arkasından da bu tekellüftür, eğer öğrenmemiz, da
daha açıklanması gerekseydi Kur’an bize açıklardı deyip geçiyordu.
Onun
için mesela ashabı kiramdan bazıları, bazı kelimeleri bilmedikleri zaman
yazdıkları Mushaflara, yazdıkları ayetleri, yazdıkları sahifelere not
düşüyorlardı, zuhruf kelimesi, hemen
yanına not düşüyorlardı zeheb manasına gelir, altın manasına gelir diye,
yani bu da çok azdı. Onun için onlar Kur’an ı anlıyorlardı. Anlamadıkları çok
ender kelimelerin yanına düştükleri o notlardan
anlıyoruz ki, geri tarafını anlamışlardı. Anladıkları için de
sormuyorlardı ve müşriklerde anladıkları bir Kur’an ı inkar ediyorlardı.
Lakin
bu manada lafzı bilmek, anlamak ayrı, kavramak ayrı, yani ne dediğini anlamak
ayrı, ne demek istediğini anlamak ayrı. Ne demek istediğini anlamak için
tedebbür ve tefekkür lazım. İşte inanmayanlar ne demek istediğini anlamıyorlardı. Ne
dediğini değil. Çünkü dilleri Arapçaydı, eğer o Arapça ile inmemiş olsa idi,
Kur’an ın da dediği gibi Araplara Arapça olmayan bir kitap ha! diye sorarlardı,
diyor ayet. Çünkü onu anlayasınız diye Arapça indirdik diyor yine Kur’an. Bu
manada Kur’an apaçık bir kitaptır.
5 - Mucizedir. Kevni, bir mucize değil, Kelâmi bir mucizedir. Diğer peygamberlerin tümüne verilen mucizeler
kevni idi. Hatırlayın; İbrahim
peygamberin mucizesini, hatırlayın Musa peygamberin mucizesini, hatırlayın
Salih peygamberin mucizesini. Onlar kevni idi. Ama bu Kelâmi bir mucizedir.
Kevni mucizeler Tarihseldir, sadece gönderildikleri zamanda geçerlidir. Ancak
bu mucize bu son mucize zamanlar üstü bir mucizeye dönüştü. Çünkü Kelâmi idi
onun için her çağda kıyamete kadar mucize olmayı sürdürecektir.
6 – Evrenseldir. Kur’an ın getirdiği ilkeler bölgesel değildir.
Kur’an ilk hitap ettiği toplum, Arap yarım adasında yaşayan küçük bir toplum
olmasına rağmen getirdiği hiçbir ilke bölgesel değildir. Evrensel ilkelerdir.
Onun için o günden bugüne Kur’an da bölgesel hiçbir şey, hiçbir ilke
bulunmamıştır. Hiç kimse bu ilkenin de bölgesel olduğunu iddia ediyorum
diyememiştir. Hatta Kur’an a bakarak bölgenin iklimini bile tespit edemezsiniz.
Yani bölgenin 45 – 50 dereceye varan sıcaklıkların yaşandığı bir bölge olduğunu
dahi Kur’an a bakarak tespit edemezsiniz. Kur’an bu kadar evrensel bir üslup
kullanmıştır ve onun için de getirdiği ilkeler zaman ve zeminler üstüdür.
7 – Hayatı kapsayıcı ve bütüncüldür. Hayatı parçalayıcı değildir.
Kur’an ın üslubu, Kur’an ın ilkeleri, Kur’an ın getirdiği mantalite, Kur’an ın
teklif ettiği hayat biçimi, hayatın tüm alanlarını kapsar. Sadece bireyi değil,
toplumu da hedef alır Kur’an. Kur’an sadece insanın aklını değil, kalbini de
hedef alır. Ya da sadece duygularını değil, düşüncelerini de hedef alır. Kur’an
sadece canlı varlıkları değil, cansızları da içerir. Cansızlar için de bir
takım ilkeler belirler.
Kur’an insanın sadece Allah ile
olan ilişkisini değil, insanın diğer insanlarla olan ilişkisini de belirler.
Kur’an sadece diğer insanlarla olan
ilişkiyi değil, insanın kainatla, insanın doğa ile, insanın tabiatla olan
ilişkisini de belirler. Onun için Kur’an bütüncüldür kapsamlıdır. Kapsayıcıdır.
Hayatı parçalamadan ele alır ve hayatı bir bütün olarak gözler önüne serer.
Hayat hakkında getirdiği teklifte bütüncüldür. Parçacı değildir.
8 – Kur’an; Hidayet, nur ve fûrkandır.
a)- Hidayettir kendi isimlendirmesi ile,
çünkü insana rehberdir. insanlığa rehberdir, bireye rehberdir, topluma
rehberdir, aileye rehberdir, tüm insanlığı oluşturan kabilelere, kavimlere,
ırklara, cinslere, soylara, boylara hepsine rehberdir.
b)- Nur dur, bir ışıktır
o. Karanlığı aydınlatır. Kur’an girdiği yerde; eğer gönüle girmişse, gönlü,
kalbi aydınlatır. Kafaya girmişse girdiği kafayı aydınlatır. Eğer eve girmişse
girdiği evi aydınlatır ve orayı dar ül İslam yapar. Eğer bir toprağa girmiş,
bir ülkeye girmişse orayı aydınlatır. Bir topluma girmişse o toplumu
aydınlatır. O bir nûr dur.
c) - Fûrkan’dır. Kur’an
hakkı batıldan ayıran bir ölçüdür. Kur’an ölçüsü ile insanlar; doğruyu eğriden,
iyiyi kötüden, suçu, sevaptan ayırabilirler. Onun içindir ki Kur’an kendi
kendisine “Fûrkan” ismini vermektedir.
Hakkı batıldan ayıran.
Devam ediyor C
sayfasına geçiniz.
1. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/03/13/tefsire-giris-1-2/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder