25 Ağustos 2010 Çarşamba

TEFSİRE GİRİŞ (1- B)

       A sayfasından devam



Yine Kur’an da vahyin 3 şekilde  gönderildiği söylenir. (ŞURA /51) ayette; vahyin gönderiliş şekillerinden birisi rüyada, yani vahyen olarak nitelendirilir. Rüyada gönderilir.

İkinci şekli . ev min veraiy hıcabin... (Şûra/51)) bir perde gerisinden. Vahyin gönderilişinin ikinci şekli budur.

Üçüncü şekli ise ..ev yursile Rasûlen.. (Şûra/51) ya da bir elçi aracılığıyla, bir elçi göndermek suretiyle.

Demek ki vahy  tarihi boyunca insana gönderilen tüm vahiyler bu 3 biçimde gönderilmiştir. 1. si; vahyen diyor Şûra/51ayeti, vahyen. Biz bunu Resulallah’tan gelen rivayetleri de yan yana dizdiğimizde, Resulallah’a Hıra da indirilen ilk 5 ayetin işte bu birinci sınıfa girdiğini anlıyoruz. Yani rüyada Allah tarafından gönderilen bir mesaj olduğunu.

İkincisi bir perde gerisinden ki rabbimizin Musa. (A.S.)a indirdiği vahiy ve onunla konuşması bu ikinci vahye bir örnektir.

3. çeşidine ise Kur’an ın geri kalan tüm ayetlerinin Resulallah’a gönderilişini verebiliriz. İşte bir elçi aracılığı ile indirilen vahy, rabbimizden yani vahyin ana beyni olan levhi mahfuzdan sözsüz bir biçimde bir simgeler yığını halinde alınıp, bir mana halinde alınıp peygamberin kalbine ilka edilmesi, işte 3. türü de vahyin budur ve Kur’an 5 ya da 7 ayeti hariç tamamen bu 3. biçimde indirilmiştir.

Şuûrsuz ve cansız varlıkların tabi olduğu kanunların kendilerine bildirimi de Kur’an da vahiy olarak adlandırılır. Ancak biraz öncede söylediğim gibi  onlara statik vahiy, insana dinamik vahy olarak indirilmiştir. Çünkü statik kadere sahip olan kainatın yasaları, vahyi, statik vahiyle, değişmez vahiyle, sabit bir vahiyle. Dinamik bir kadere sahip olan, daima ameline  göre kaderi de değişen insana da vahiy, dinamik bir biçimde  gönderilmiştir.

Kur’an da yere vahy edildi, göğe vahy edildiği, bal arısına vahy edildiği ifade edilir ki, bu ifadelerden biz şunu anlıyoruz. Bunların tabi oldukları kanunlar, bunların, bu varlıkların, yerin, göğün, bal arısının tabi olduğu doğa yasaları, bir vahy olarak adlandırılıyor. Arının bal yapması işte Allah’ın kendisine tabiat olarak kıldığı bu vahiy sayesindedir.

Biz buradan yola çıkarak şunu da anlayabiliriz, bal arının amelidir, kendisine kanun kılınan vahy sayesinde o vahyi arı bala döndürmektedir. Ve insana da arı örnek gösterilmektedir. Bakınız şuûrsuz bir varlık, kendisine statik bir vahiy gönderiliyor ve bu vahyi bala çevriliyor, yani itiraz etmiyor görevini yapıyor. Ey insan sen şuûrlu bir varlık olduğun halde arı kadar dahi görevini yapmayacak mısın uyarısıdır adeta.

Yine göklere  ve yere vahy edilmesinden kasıtta budur. Ey insan şuûrsuz varlıklar olan gökler ve yerler aldıkları vahyi tamamen uyguluyorlar ve Allah’ a isyan etmiyorlar. Örneğin güneş bugünde “Yoruldum ya rabbi.” demiyor, “doğmayacağım” demiyor, “yanmayacağım” demiyor, “aydınlatmayacağım” demiyor. Ay itiraz etmiyor “başım döndü” demiyor.

O halde ey insan, yerler ve gökler Allah’ın statik vahyine muhatap olan yerler ve gökler bu vahye amade olmuşken, sen, Allah’ın şuûr verdiği, irade verdiği, akıl verdiği, vicdan verdiği ve birde dönüp konuştuğu bir varlık olarak bu kadar ikramın muhatabı bir varlık olarak nasıl Allah’a isyan edersin denilmek istenmektedir.

Vahyin de tanımını kısaca yaptıktan sonra, şimdi vahyin son kitabi olan Kur’an ın tanımı üzerinde durmak istiyorum.

Kur’an nedir:  Allah’ın kendisine en son hitap ettiği Hz.  peygambere indirilen en son mesaja Kur’an adı verilir, Kur’an, melek Cebrail aracılığı ile peyderpey 23 senede yaklaşık Hz. Muhammed (A.S.)ın kalbine indirilen ilahi mesajların tümüne verilen ortak isimdir. O yine kendisine göre bir Ramazan ayında Ramazandan bir gece olan, mübarek bir gece olan, Kadir gecesinde yani, kader  gecesinde, ölçü gecesinde, ilk kez Hıra da indirilmeye başlanmıştır ve bu iniş yaklaşık 23 yıl sürmüştür.

Kur’an kelime anlamı olarak bir araya getirmek toparlamak,  telif etmek, söz dizmek anlamlarına gelir ki qarane kökünden geldiği söylenir dilciler tarafından. İsmi meful manasına mastardır, okunan demektir, yani sizin için Kur’an ın Kur’an olması, okunmanıza bağlıdır, okuyorsanız sizin de Kur’ an ınızdır. Okumayan için Kur’an değildir. Kur’an okumayanın Kur’an ı değildir.

“Garae” okumak  anlamına gelir ikincil olarak. Okumak, yani anlamları yan yana dizmek, kelimelerden anlamlı sözlükler üretmek, kelimeleri yan yana dizerek bir anlam elde etmek ve bunu birbirini ayırmadan kesintisiz yapmak anlamına gelir. Buradan yola çıkarak sunu söyleyebiliriz, okumak sadece ne dediğini bilmeden okumak değil, okumak; anlamak için okumaktır ki ayni kökten gelen istikra kelimesi okumak, anlamak, yaşamak ve  hissetmek manalarına gelir. Aynı kökten gelir. Onun için Kur’an işte bütün bu anlamları içerir. Okumak anlamak, hissetmek ve hayata dökmek yaşamak.

Eşyanın insanın ve hakikatin tefsiridir bu. Yani Kur’an ın kendisi hem müfessirdir, hem müfesserdir. Yani hem tefsir eder, hem tefsir edilir. Tefsir eder neyi? Hakikati tefsir eder. O sözcükler aslında sözcüklerin gerisinde yatan bir hakikati ifade etmek için vardır. Onun için Kur’ an hakikatin, ebedi ve değişmez değerlerin bir tefsiridir.

Kendisi bizatihi müfessirdir. Eşyayı tefsir  eder, varlığı tefsir eder, mahlûkatı tefsir eder ve hepsinden öte Allah’ ı yaratıcıyı tefsir eder. Ve yine Kur’an müfesserdir, tefsir edilmiştir. Kur’an ı ilk tefsir eden de yine Kur’ an ın sahibi olan Allah’tır. O Kur’an da öyle buyurur;

Sümme inne 'aleyna beyaneh. (Kıyamet/19) Sonra yine onu beyan edecek, açıklayacak olan biziz. Yani onu sana açıklamak bizim üzerimize düşer buyuruyor. Onun için Kur’an hem müfessirdir, hem müfesserdir.

Kur’an kendisini bize söyle tanıtır. Biz Kur’an a sen kimsin, nasıl bir kitapsın, özelliklerin nedir diye sorduğumuzda Kur’an ın su cevapları verdiğini görürüz.

1 - Ben Allah ın kelâmıyım der. Bu Allah ın dili demek değildir. Kur’ an “Kelamullahtır”,Lisanullah değildir, Allah ın dili değildir. Vahyin dili, dediğim gibi biraz öncede, sembolsüzdür. Vahiy tamamen konuştuğumuz hecelerden meydana gelen, harflerden meydana gelen, dilden aridir. Ancak Kur’an ın dili Arapçadır. Allah ın dili değil. Onun için Allah her peygambere kendi dili ile hitap etmiştir. Tevrat İbranice, İncil Aramice, İbrahim (A.S.) in suhufları ise Süryanice’ydi.  Ve tabii ki  diğer tüm peygamberler gönderilen bilmediğimiz ve bildiğimiz tüm kitaplarda kendi dillerinde gelmişti. Onun için Kur’an Allah ın kelamıdır, onun manaları tamamıyla Allah tan dır.

2 - Kur’an Arapça bir kitaptır; Kur’an ın dili Arapçadır. Dil manadan ayrılamayacağı için lafızlar anlamdan ayrı tutulamayacağı için Kur’an ın  Arapça olması da Kur’an’ ın kendi beyanı ile tevkifidir, ilahidir.

3 - Kur’an mütevatirdir yani bize kadar yalanlanması mümkün olmayan çok sayıda insanın kafasında, gönlünde, göğsünde ve yazılarında aktarılarak gelmiştir.

İlk nesil Kur’an ı sadırlarına yazıyordu, daha sonraki nesiller, satırlara yazarak bize kadar ulaştırdılar. Kur’an 1.400  yıldan beri hem sadırlar tarafından göğüslerde, kalplerde, zihinlerde; hem de satırlarda kitaplar da bugüne kadar taşına gelmiştir.

İlk indirilen ayetleri  ashabı kiram bir müjde bekler gibi bekliyor. Ayet indiğinde birbirlerine sanki bir define bulmuş gibi müjdeliyorlar ve inen ayeti herkes tabiri caizse bir mücevher gibi yüreğinin en müstesna kösesine saklıyor ve oradan hayatına doğru dönüştürüyordu. İşte Kur’an ın ilk muhatabı olan nesil ayetleri adeta yutarcasına hiçbirini bir kelimesini bir harfini zayi etmeden gözledikleri  bir yolcu bekler gibi aşk ile sevk ile bekledikleri ayetleri en müstesna yerlerinde hıfz ediyorlar, yaşıyorlar hayata  aktarıyorlar ve gelecek kuşaklara taşıyorlardı.

Bu noktada bir misal hatırlıyorum, Resulallah’ın vefatından hemen sonra Ömer ve Ebubekir (r.a.h) Ümmü  Eymen i ziyarete giderler, Ümmü Eymen Resulallah’ın annesinin azatlı cariyesi, Resulünün sevdiği bir annemiz, yaşlı bir kadın,

Ümmü Eymen ağlamaya başlar, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer de ağlamaya başlar ve onu teselli ederler. Derler ki;

- Resulallah bir insandı Allah katına aldı onu,

Ümmu Eymen yanlış anlaşıldığını anlar ve hemen der ki;

- Ben Resulallah’ın vefatına ağlamıyorum, ben asıl vahyin gökten vahyin kesilişine ağlıyorum, artık Allah bizimle konuşmayacak ben ona ağlıyorum. Der.

Vahyin kesilişine ağlamak, vahiy işte süren vahiy, vahyin ilk muhatapları tarafından böylesine canla başla karşılanmış, böylesine müthiş bir muhabbetle karşılanmış ve yaşlı bir kadın, okuması yazması olmayan bir kadın, bugünün normlarıyla, hiç bir şeyden haberi olmayan, cahil bir kadın, vahyin kesilişine ağlıyor, artık Allah bizimle  sıcak bir biçimde konuşmayacak diye ağlıyor. Onun için o insanlar  bu ruh, bu şuûr, bu bilinçle herhalde vahyin  bir tek kelimesini araya vermezler zayi etmezlerdi. Bu şuûr içinde vahyi taşıdılar sonraki nesillere, elden ele, yürekten yüreğe, dilden dile, gönülden gönüle ve kitaptan kitaba aktardılar.

4 - Kur’an apacık bir kitaptır, apacık. Kendisi bunu söyler kitabın mubin, apacık kitap, Kur’an ın apacık olması kuskusuz,  dil sanatları açısından, mecaz, tesbih, istiare taşıyor olmasına engel değildir. Kur’an da ki mütesabih ayetlerin varlığıda Kur’an ın apacıklığına engel değildir. Dikkatinizi çekerim, Kur’an da anlamsız hiçbir kelime yoktur. Kur’an da anlamı belli olmayan hiçbir cümle yoktur. Kur’an da anlamı insan  tarafından bilinmeyecek bir tek ayet yoktur, Çünkü Kur’an ın maksadı anlaşılmak içindir, Allah Kur’an da birşey söylemiş ve söylediğini de insana anlaması için söylemiş, anlamaması için değil..!

Kur’an da ki mütesabihat anlaşılmayacak sözler değil; aksine anlaşılması için üzerinde ciddi bir biçimde durulması, tefekkür edilmesi, tedebbür edilmesi yani maksadının anlaşılması gereken bir ayettir, Onun için Kur’an da anlamı anlaşılmayacak olan ayet yoktur, kelime yoktur, ancak anlamı ilk bakışta anlaşılacak, ilk bakışta anlaşılmayıp üzerinde uzun uzun düşündükten diğer ayetlerle olan bağlantısı tesbit edildikten, onun yaptığı gönderme bulunduktan sonra anlaşılacak tefekkür, tedebbür ve teemmülden sonra anlaşılacak  ayetler vardır. Onun için Kur’an;

Efela yetedebberunel Kur'an. (Nisa/82) Buyurur.

Kuran üzerinde derin derin düşüncelere dalmıyor mu, Kur’an ı tedebbür etmiyorlar mı, Kur’an üzerinde  derin derin tefekkürde bulunmuyorlar mı diye sorar. Niçin ilk etapta anlaşılacak ayetler ve kelimeler olduğu gibi, ilk bakışta anlaşılmayacak bir çok ayet ve lafız da vardır da onun için.

Müteşabihat başka yerlere gönderme yapan dipnotlar gibidir aslında. Kur’an ın diğer ayetlerine, yani tefsiri olan diğer ayetlere gönderme yapan, özlü dipnotlardır. Bu manada Kur’an apaçık bir kitaptır.

Yine Kur’an da çok anlamlı kelimeler olması da Kur’an da mananın anlaşılmamasına mazeret değildir. Her dilde çok anlamlı kelime vardır. Örneğin quru’ kelimesi hem hayız zamanına, hem temizlik zamanına işaret eder. İki anlamı birden  içerir, ancak Kur’an da her kullanıldığı yerde bunun hangi anlama geldiğini bağlamından (siyak-sibak dan) çıkarmak mümkündür. Onun için heva kelimesi hem çıkmak manasına gelir, hem inmek manasına gelir. Ancak kullanıldığı yerde ne için kullanıldığını önüne ve ardına (siyak-sibakına) bağlamına bakarak bulabilirsiniz.

Yine Kur’an da müşterek manalı bir çok kelime vardır, ayn kelimesi, ayn kelimesi bir ayette göz olarak kullanıldığı gibi, bir ayette, bir başka ayette su kaynağı olarak kullanılır. Her dilde öyledir. Bizim dilimizde de su kaynağına; su gözü ya da göz derler. Onun için bunlardan hangisinin anlamını verdiğini öğrenmek için cümledeki yerine bakmanız kafi. Eğer cümlenin tamamını doğru bir biçimde anlarsanız, o gözün su gözü mü insan gözümü olduğunu çıkarırsınız rahatlıkla, bütün bunlarda Kur’an ın anlaşılmamasına gerekçe değildir.

Yine sahabe ve müşrikler Kur’an ı anladılar, Kur’an a iman edenler anladıklarına iman ettiler, inkar edenlerde anladıklarını inkar ettiler. Yani lafızlarının anlamlarını biliyorlardı, bilmediklerini de zaten  soruyorlardı. Örneğin Hz. Ömer ebba kelimesinin anlamını soruyor araştırıyordu, aslında ebba kelimesi ot, çayır manasına gelir, bunu bilmediğinden değil, lakin cennette  cennetlik müminlere müjdelenen bu şeyin cennetteki gerçek mahiyetini bilmiyordu.

Zaten  bilmesi de mümkün değildi çünkü gayba ilişkin bir şeydi, cennete ilişkin bir şeydi, yoksa ebba kelimesinin çayır anlamına gelmediğini bilmiyor değildi Hz. Ömer, lakin cennette cayırın nasıl müminlere müjdelenen bir nimet olacağı üzerinde duruyor,  herhalde farklı bir şey olsa gerek diyor ve hemen arkasından da bu tekellüftür, eğer öğrenmemiz, da daha açıklanması gerekseydi Kur’an bize açıklardı deyip geçiyordu.

Onun için mesela ashabı kiramdan bazıları, bazı kelimeleri bilmedikleri zaman yazdıkları Mushaflara, yazdıkları ayetleri, yazdıkları sahifelere not düşüyorlardı, zuhruf kelimesi, hemen yanına not düşüyorlardı zeheb  manasına gelir, altın manasına gelir diye, yani bu da çok azdı. Onun için onlar Kur’an ı anlıyorlardı. Anlamadıkları çok ender kelimelerin yanına düştükleri o notlardan  anlıyoruz ki, geri tarafını anlamışlardı. Anladıkları için de sormuyorlardı ve müşriklerde anladıkları bir Kur’an ı inkar ediyorlardı.

Lakin bu manada lafzı bilmek, anlamak ayrı, kavramak ayrı, yani ne dediğini anlamak ayrı, ne demek istediğini anlamak ayrı. Ne demek istediğini anlamak için tedebbür ve tefekkür lazım. İşte inanmayanlar ne demek istediğini anlamıyorlardı. Ne dediğini değil. Çünkü dilleri Arapçaydı, eğer o Arapça ile inmemiş olsa idi, Kur’an ın da dediği gibi Araplara Arapça olmayan bir kitap ha! diye sorarlardı, diyor ayet. Çünkü onu anlayasınız diye Arapça indirdik diyor yine Kur’an. Bu manada Kur’an apaçık bir kitaptır.

5 - Mucizedir. Kevni, bir mucize değil, Kelâmi bir mucizedir. Diğer  peygamberlerin tümüne verilen mucizeler kevni  idi. Hatırlayın; İbrahim peygamberin mucizesini, hatırlayın Musa peygamberin mucizesini, hatırlayın Salih peygamberin mucizesini. Onlar kevni idi. Ama bu Kelâmi bir mucizedir. Kevni mucizeler Tarihseldir, sadece gönderildikleri zamanda geçerlidir. Ancak bu mucize bu son mucize zamanlar üstü bir mucizeye dönüştü. Çünkü Kelâmi idi onun için her çağda kıyamete kadar mucize olmayı sürdürecektir.

6 – Evrenseldir. Kur’an ın getirdiği ilkeler bölgesel değildir. Kur’an ilk hitap ettiği toplum, Arap yarım adasında yaşayan küçük bir toplum olmasına rağmen getirdiği hiçbir ilke bölgesel değildir. Evrensel ilkelerdir. Onun için o günden bugüne Kur’an da bölgesel hiçbir şey, hiçbir ilke bulunmamıştır. Hiç kimse bu ilkenin de bölgesel olduğunu iddia ediyorum diyememiştir. Hatta Kur’an a bakarak bölgenin iklimini bile tespit edemezsiniz. Yani bölgenin 45 – 50 dereceye varan sıcaklıkların yaşandığı bir bölge olduğunu dahi Kur’an a bakarak tespit edemezsiniz. Kur’an bu kadar evrensel bir üslup kullanmıştır ve onun için de getirdiği ilkeler zaman ve zeminler üstüdür.

7 – Hayatı kapsayıcı ve bütüncüldür. Hayatı parçalayıcı değildir. Kur’an ın üslubu, Kur’an ın ilkeleri, Kur’an ın getirdiği mantalite, Kur’an ın teklif ettiği hayat biçimi, hayatın tüm alanlarını kapsar. Sadece bireyi değil, toplumu da hedef alır Kur’an. Kur’an sadece insanın aklını değil, kalbini de hedef alır. Ya da sadece duygularını değil, düşüncelerini de hedef alır. Kur’an sadece canlı varlıkları değil, cansızları da içerir. Cansızlar için de bir takım ilkeler belirler.

Kur’an insanın sadece Allah ile olan ilişkisini değil, insanın diğer insanlarla olan ilişkisini de belirler. Kur’an sadece diğer insanlarla  olan ilişkiyi değil, insanın kainatla, insanın doğa ile, insanın tabiatla olan ilişkisini de belirler. Onun için Kur’an bütüncüldür kapsamlıdır. Kapsayıcıdır. Hayatı parçalamadan ele alır ve hayatı bir bütün olarak gözler önüne serer. Hayat hakkında getirdiği teklifte bütüncüldür. Parçacı değildir.

8 – Kur’an; Hidayet, nur ve fûrkandır.

      a)- Hidayettir kendi isimlendirmesi ile, çünkü insana rehberdir. insanlığa rehberdir, bireye rehberdir, topluma rehberdir, aileye rehberdir, tüm insanlığı oluşturan kabilelere, kavimlere, ırklara, cinslere, soylara, boylara hepsine rehberdir.

   b)- Nur dur, bir ışıktır o. Karanlığı aydınlatır. Kur’an girdiği yerde; eğer gönüle girmişse, gönlü, kalbi aydınlatır. Kafaya girmişse girdiği kafayı aydınlatır. Eğer eve girmişse girdiği evi aydınlatır ve orayı dar ül İslam yapar. Eğer bir toprağa girmiş, bir ülkeye girmişse orayı aydınlatır. Bir topluma girmişse o toplumu aydınlatır. O bir nûr dur.

     c) - Fûrkan’dır. Kur’an hakkı batıldan ayıran bir ölçüdür. Kur’an ölçüsü ile insanlar; doğruyu eğriden, iyiyi kötüden, suçu, sevaptan ayırabilirler. Onun içindir ki Kur’an kendi kendisine “Fûrkan” ismini vermektedir. Hakkı batıldan ayıran.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
1. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/03/13/tefsire-giris-1-2/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder