27 Ağustos 2010 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (18-27) (3) c



B sayfasından devam.



18-) Summun bükmün umyün fehüm la yerci'ûn;



Sağırdırlar (algılamaları kilitlenmiştir), dilsizdirler (hakikati dillendirmezler), kördürler (apaçık hakikati algılayamazlar); onlar hakikatlerine dönemezler! (A.Hulusi)



(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.” (Elmalı)





Summun bükmün umyün fehüm la yerci'ûn Sağırlar, dilsizdirler, kördürler, artık dönemezler. Bu adamın tanımı yapılıyor bu ayette. Sağır değil aslında kulağı var, duyuyor ama işitmiyor, bakıyor ama görmüyor, kalbi var ama hissetmiyor. İşte artık dönemiyor.





19-) Ev kesayyibin minesSemâi fiyhi zulümatun ve ra'dün ve berkun, yec'alûne esabiahum fiy âzânihim minessava'ıkı hazeral mevt, vAllahu muhiytun Bilkâfiriyn;



Ya da semâdan (gökyüzü - düşünsel boyuttan) inen yağmur (fikirler), zulmet (karanlığın bilinmezliği) gök gürültüsü (doğru - yanlış çatışması) ve şimşek (bir an için akla düşen hakikat bilgisi) içindedirler! Yıldırımlara, ölüm korkusu (hakikatin açığa çıkmasıyla benliklerinin yok olması) düşüncesiyle kulaklarını tıkarlar (hakikat bilgisine kendilerini kapatırlar). Allâh, hakikati inkâr edenlerin de varlığını meydana getiren Muhiyt'tir (ihâta etmektedir). (A.Hulusi)




019 - Yahut semadan boşanan bir yağmur hali gibidir ki onda karanlıklar var, bir gürleme, bir şimşek var, yıldırımlardan ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, ve Allah kâfirleri kuşatmıştır. (Elmalı)



Ev ke seyyibim mines semai fıhi zulümatüv ve ra'düv ve bark Ya da bu adamın durumunu tarif ederken ayet bir başka sahne açıyor gözümüzün önüne. Ev ke seyyibim mines semai Gökten inen bir sağanak gibi ya da, bu sağanak ta karanlıklar var, gök gürültüsü var, şimşek var. yec'alune esabiahüm fı azanihim mines savaıkı hazeral mevt Gök gürültüsü, şimşek, karanlıklar içerisinde devam eden bu sağanağın altında kalmış bu adam, parmaklarını kulaklarına tıkıyor. Ölüm korkusundan kaçınmak için. mines savaıkı hazeral mevt Yıldırım korkusu ile, ölüm korkusu ile, yıldırım çarpar diye parmaklarını kulaklarına tıkıyor. vallahü mühıytum bil kafirın Allah kafirleri çepe çevre kuşatmıştır.



Bu ayette anlatılmak istenen manzara, gerçekten müthiş bir manzara. Muhatabının kalbinde imansızlığın ne demeye geldiğini ifade etmek için bundan daha güzel bir teşbih bulunamaz. Aslında Arabistan iklimi bu ayette ifade edilen şeylerin çok az görüldüğü bir iklim. Yıldırımlar gök gürültüsü, şimşek ve sağanak çok az bulunan bir iklim. Ama buna rağmen bu hitap tüm insanlığa hitap olduğu için, ömründe en az çok sıcak bir iklimde de olsa birkaç kez böyle bir sağanağı böyle bir şimşeği, gök gürültüsünü, yıldırımı gören, gözlemleyen insana işte o durumu bir örnek gösteriyor. Ve bunun altında inanmayan insanı kulaklarını tıkayarak gerçeği görmemeye gerçekten kaçmaya çalışan biri olarak tarif ediyor. Kulaklarını tıkaması neyi değiştirir ki, eğer karanlıklar altında, korkunç bir sağanak altında, yıldırımların, gök gürültüsünün, şimşeğin hepsinin birden oluştuğu bir ortamda kala kalmışsan, kulakları tıkamanız neyi değiştirir. İşte kafirin durumu böyledir diyor. Gerçeğe sırtını çevirir, başını kuma gömer, gerçeği görmezlikten gelir, ama görmemesi hiçbir şeyi değiştirmez.



Ahireti görmezlikten gelir. Allah’ı görmezlikten gelir, azabı, cehennemi görmezlikten gelir. Ama onların cehennemi görmemesi hiçbir şeyi değiştirmez ve akıbet yine gelir onu bulur.



20-) Yekâdül berku yahtafu ebsarehüm, küllemâ edâe lehum meşev fiyhi, ve izâ azleme aleyhim kamu, ve lev şâAllahu lezehebe bisem'ihim ve ebsarihim, innAllahe alâ külli şey'in kadiyr;



O şimşek (hakikat ışığı) neredeyse göze dayalı müşahedelerini kapsayacak. Onlara her aydınlık geldiğinde, o hakikat ışığıyla birkaç adım ilerler, hakikat ışığı kesilince de içine düştükleri karanlıkta kalakalırlar. Allâh dilemiş olsaydı Semi' ve Basıyr isminin onlarda açığa çıkmasını kısardı. Kesinlikle Allâh her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)



“O şimşek nerdeyse gözlerini (n nûrunu) kapıverecek. Önlerini aydınlattımı ışığında yürürler, karanlık üzerlerine çöktümü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini, görmelerini de alıverirdi. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.” (Elmalı)





Yekadül berku yahtafü ebsarahüm Şimşek neredeyse onların gözlerini alacaktı. Biraz önce ışık körlüğü demiştim, işte onu ima edercesine ayet ışık körlüğüne tutulan insanları ifade ediyor. Yani vahiy kendisini aydınlattığı halde, Allah kendisi ile konuştuğu halde, Allah kendisine mesaj gönderdiği, Kur’an gibi bir nimete sahip olduğu halde, Kur’an ışığından kaçan yarasalar gibi ışık körü olanlar. Hatta Kur’an ı elinde tuttuğu halde, hatta Kur’an ı okuduğu halde Kur’an la aydınlanamayanlar. Kur’an ı hayatına koyamayanlar. Kur’an ı sadece ölülere okuyanlar. Kur’an ı sadece düğünlerde bayramlarda, ölümlerde okuyanlar. Onlar da bu işin içine giriyor. Kur’an gibi bir vahyi, bir ışığı ellerinde tuttukları halde bu ışık onların gözlerini açmıyor. Onlara gerçeği göstermiyorsa işte bu ışık körü demektir.



Yekadül berku yahtafü ebsarahüm şimşek neredeyse gözlerini alacaktı. küllema edae lehüm meşev fıhi ne zaman şimşek gökyüzünü aydınlatıverse yürümeye başlarlar. ve iza azleme aleyhim kamu ne zaman da onun ışığı geçse ayakta kalakalırlar. Yürüyemez olurlar. ve lev şaellahü le zehebe bi sem'ıhim ve ebsarihim eğer Allah dileseydi onların işitme duyularını ve görme duyularını alırdı alabilir di. Yani Allah dileseydi gerçekte onlar şu göze şu kulağa dahi sahip olamazlardı. Sağır ve kör de olabilirlerdi Allah dileseydi. Ama Allah dilemedi, göz verdi kulak verdi. Hatta bu iki organı hiç vermeyebilirdi. Adeta köstebeğe bir işaret var. Köstebeğin gözü olmaz biliyorsunuz tabiat itibarıyla olmaz. Zaten Münafık kelimesinin etimolojik kökeni olan nefeka nın anlamı da köstebek yuvası demektir. Yani gizliden gizliye çalışan, görünmeden yerin altından giden. Gerçek inancını gizleyen. Onun için adeta size bu gözü de vermeyebilirdi, kulağı da vermeyebilirdi. Köstebek gibi yapardı sizi. Ama gözü ve kulağı verdi ki Hakikati göresiniz gerçeği işitesiniz diye.



ve lev şaellahü le zehebe bi sem'ıhim ve ebsarihim* innellahe ala külli şey'in kadiyr. Allah isteseydi eğer görme ve işitme duyularını tamamen giderebilir di. Allah istediğini yapmaya güç yetirendir. Burada söz bambaşka bir noktaya getiriliyor. Şimdi hitap tamamen tüm insanlığa yönelik olarak söyleniyor ve;





21-) Ya eyyühenNâsu'budû Rabbekümülleziy halekaküm velleziyne min kabliküm lealleküm tettekun;



Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize (hakikatinizi oluşturan Esmâ mertebesine) kulluğunuzun farkında lığına erin. Ki böylece korunanlardan olursunuz. (A.Hulusi)



“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız.” (Elmalı)





Ya eyyühen nasu'büdu rabbekümüllezı halekaküm ey insanlar öyle bir rabbe kulluk edin ki sizi o yarattı. Sizi yaratan rabbinize gereği gibi kulluk edin. vellezıne min kabliküm ve sizden öncekileri de yaratan rabbinize kulluk edin. lealleküm tettekun. Belki bu yolla Allah şuuruna ulaşırsınız. Belki bu yolla korunursunuz sakınırsınız. Yani Allah’ın koruması altına girersiniz güvenlikte olursunuz, güvenlikte olmanız için kesinlikle sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize, yalnızca Rabbinize kulluk etmeniz gerekiyor.



Ayette Allah’ın yaratması vurgulanıyor. Bu çok önemli. Çünkü bir başka ayette geçtiği gibi; Yaratmayan Allah olabilir mi? Bir varlık ki Allah olma iddiasını taşıyorsa yaratması lazım. yoktan var etmesi lazım. İşte Allah kendi Rabliğini böyle vurgulamakta bize.





22-) Elleziy ce'ale lekumul'Arda firâşen vesSemâe binâen ve enzele mines Semâi mâen feahrace Bihî minessemerati rızkan leküm, felâ tec'alu Lillâhi endâden ve entüm ta'lemûn;



O sizin için arzı (bedeni) döşek (araç), semâyı (şuuru - beyni) yaşanılan mekân olarak oluşturdu ve semâdan bir su (ilim) inzâl etti (boyutsal açığa çıkış) ve bunun sonucu olarak da size türlü (düşünsel - bedensel) yaşam gıdası verdi. Hâl böyleyken artık ötede bir ilâh edinerek O'na şirk koşmayın! (A.Hulusi)



“O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın.” (Elmalı)





Ellezı ceale lekümül erda firaşev yine Allah kullarına olan lütfünü bağışını merhametini şöyle dile getiriyor. Ellezı ceale lekümül erda firaşev. O Allah ki O Rab ki yer yüzünü size döşek kıldı. ves semae binaa Göğü de size tavan kıldı. Yani yerleri ve gökleri sizin yaşamanız için ne gerekiyorsa öyle donattı. Yerleri ve gökleri sizin emrinize verdi sizi onların emrine vermedi. Sizin yaşamanız için gerekli olan her bir şeyi yerlerde ve göklerde yarattı. Onun için hayat buldunuz. Milyarlarca yıldız milyarlarca gezegen içerisinden eğer dünya da hayat varsa işte bu hayatı Allah’ın bu özel lutfu sayesinde buldunuz ve yaşıyorsunuz.



ve enzele mines semai maen fe ahrece bihı mines semerati rizkal leküm Ve gökten yağmur indirdi. O indirdiği yağmurla sizin için çeşitli meyvelerden rızıklar verdi. fe la tec'alu lillahi endadev ve entüm ta'lemun O halde bütün bunları bile bile O’na eş ve ortaklar koşmayın.



O’na eş ve ortaklar koşmayın derken bu ayetin Medine de indiğini unutmayın. Öncelikle bu ayetlerin birinci muhatabı olan insanlar Müslümanlar, yine Allah’a iman eden Yahudiler idi. Ancak onlara hitaben birinci muhatapları olan Müslümanlar ve Yahudilere hitaben Allah’a ortaklar koşmayın. Yani buradaki anlam hepimizi ilgilendiren bir ortak koşmadır. O da Allah’a ait sıfatları, Allah’a ait özellikleri Allahtan başkalarına vermeyin. Allah’tan umduğunuz ve beklediğiniz şeyleri, Allah’tan başkasından beklemeyin. Allah’a vermeniz gereken mükemmellik özelliğini başkasında aramayın anlamlarına gelir.





23-) Ve in küntüm fiy raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe'tû Bisûretin min mislihi ved'û şühedâeküm min dûnillahi in küntüm sadikıyn;







Kulumuza inzâl ettiğimizden (hakikatinden - Esmâ mertebesinden bilincine açığa çıkandan) şüpheniz varsa, onun benzeri bir sûre ortaya koyun. Eğer (sözünüzde) sadıksanız, Allâh (adıyla işaret edilen Ulûhiyetin) dûnunda (Allâh adıyla işaret edilenin misli veya benzeri olması mümkün olmadığı içindir ki, edinilen veya tahayyül edilen tanrılar ancak onun "dûnu"nda olabilir; onların da ne gayrılığından ne denkliğinden ne eş değerinden ne de kapsamından sözedilebilir. "Dûnu" kelimesiyle işaret edilen varlık vücudunu Allâh Esmâ'sının işaret ettiği özelliklerden alır ama asla varlığı Allâh adıyla işaret edilene kıyasla denk tutulamaz. Bu yüzdendir ki birimin düşündüğü ya da tahayyül ettiği hiçbir şey Mutlak hakikati itibarıyla Allâh adıyla işaret edileni tanımlayamaz. İleride görülecek "leyse kemislihi şey'a - misli olacak şey yoktur" uyarısı Allâh adıyla işaret edilene hiçbir kavramın yaklaşmasının mümkün olmadığını vurgulamaktadır. Tüm bunlar yazdığımız "dûnu" kelimesiyle anlatılmaktadır. Çalışmamızda sık sık göreceğiniz "dûnu" kelimesinin Türkçe'de karşılığı olmadığı içindir ki mecburen bu kelimeyi muhafaza ettik. A.H.) şahitlerinizi getirin!



“Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz.” (Elmalı)





Ve in küntüm fiy raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe'tû Bisûretin min mislihi ved'û şühedâeküm min dûnillahi in küntüm sadikıyn  Eğer kulumuz üzerine indirdiğimiz şeyden şüphe içindeyseniz onun benzeri bir sure getirin hadi. Eğer kuşkulanıyorsanız kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz bu vahiyden hadi onun benzeri bir sure getirin. Ve çağırın Allah dışındaki tüm şahitlerinizi. tabii ki eğer dürüstseniz.





24-) Fein lem tef'alû ve len tef'alû fettekunnaralletiy ve kuduhenNâsu velhıcâretu, u'ıddet lil kâfiriyn;



Bunu yapamazsanız, ki yapamazsınız; yananı insanlar ve taşlar (bilinç yapı olarak ruhanî insan ve taş, yani o ortama göre yaratılmış olan maddesi... Allâhu Â'lem!) olan o ateşten korunun; zira hakikati inkâr edenleri yakar o ateş. (A.Hulusi)



Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının. (elmalı)





Fe illem tef'alu, ki yapamazsınız. ve len tef'alu, kesinlikle yapamayacaksınız. fettekun naralletı vekudühen nasü vel hıcarah durum bu olduğuna göre, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz kendinizi. Bari bile bile Kur’an ın bir benzerini getiremeyeceğinizi. Onun Allah katından gelmiş bir metin olduğunu bile bile ateşe kendinizi göre göre atacak bir takım yanlışlar yapmayın. Kur’an ın kaynağı hakkında kuşkuya düşmeyin. Kur’an ın kaynağının ilahi olduğu hakkında herhangi bir şüphe beslemeyin ki böyle bir şüphe sizi ateşe götürür.



Önce ateşe dönmüş bir hayat, onun arkasından ateşe dönmüş bir memat bir ölüm ve onun arkasından da tamamen ateşin içinde geçecek bir öte dünya gelir. Onun için öncelikle Kur’an ın kaynağı hakkında, ilahi mesajın kaynağı hakkında kuşku duymak Allah’ın gösterdiği yola girmemektir. Allah’ın yolundan mahrum kalmaktır. Allah’ın yolundan mahrum kalmak başka yollara sapmaktır. Sonunda mutlaka felaket olan yollara yani mutluluğu ellerinizle asmak ve feda etmektir. Eğer mutlu olmak istiyorsa insan Allah’ın gösterdiği yolda yürümek zorundadır.



üıddet lil kafirın. Öyle bir ateş ki bu, sadece inkarcılar için, inkarda direnenler için hazırlanmıştır.





25-) Ve beşşirilleziyne âmenû ve amilussalihati enne lehum cennâtin tecriy min tahtihel enhâr* küllemâ ruziku minhâ min semeratin rızkan kalû hâzelleziy ruzıknâ min kablu ve utû Bihî müteşabiha* ve lehum fiyha ezvâcün mutahheratun ve hum fiyha hâlidûn;



İman edip hakikati yaşamayı sağlayacak fiiller ortaya koyanları müjdele, ki onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler (Allâh'ın Esmâ'sının açığa çıkışının seyredildiği ortamda sürekli oluşan ilimler) vardır. Bu rızıktan rızıklandıkça (bu müşahede içinde): "Bu daha önceden de tattığımız gibi bir şey" derler. Bu önce tattıklarına benzer. Orada, sonsuza dek şirk kirinden arınmış eşleri iledirler! (A.Hulusi)



İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedî kalacaklar. (elmalı)





Ve beşşirillezıne amenu ve amilus salihati, İman eden ve Salih amel işleyen kimseleri müjdele. Neyle müjdele? enne lehüm cennatin tecrı min tahtihel enhar kıyısından ırmaklar akan cennetler onların olacaktır. Burada Salih amellerden söz ediliyor. Salih amel bir Kur’an i kavramdır. Bir eylemin Salih amel olabilmesi için şu dört unsuru bünyesinde taşımalıdır Kur’an a göre.



1 – O eylem doğru dürüst bir eylem olmalıdır ki; Araf suresi 56 da salih amelin zıddı fasık amel olarak gösterilir. O halde bir amelin Salih amel olabilmesi için onun fasık olmaması gerekiyor.



2 – Bir amelin Salih amel salih bir eylem olabilmesi için özünde iyilik taşıması lazım. Yani kötünün zıddı olması lazım. Bu da Tevbe suresi 102 den; Yola çıkarak vardığımız bir hüküm.



3 – Bir amelin Salih bir eylem olabilmesi için barışa yönelik olması lazım. Nefret ve savaşa yönelik değil. Bu da nisa-128/129; Ayetlerinden çıkardığımız bir özellik.



4 - Yine bir amelin Salih bir amel olabilmesi için özünde yararlı olabilmesi lazım. Yani o eylemi yapana ve o eylemin tüm muhataplarına yararı olması lazım. Bu yarar sadece dünyevi değil, hem dünyevi hem de uhrevi, hem bu dünyaya hem de öteye yönelik olması lazım. Ki yararsız amel fasıt ameldir. Muhammed suresi 2. ayet ve Ahzap suresi 71. ayetten de biz salih amelin bu özelliğini çıkarıyoruz. Onun için salih amel denildiğinde yararlı iş diye çevirmek manayı tam vermemektedir. Bir amelin Salih olabilmesi için; Doğru dürüst, özünde iyi, barışa yönelik ve yararlı olması şarttır.



küllema ruziku minha min semeratir rizka Orada ne zaman o kimseler rızıklansalar, orada kendilerine bir şey ikram edilse, min semeratir rizka, kalu derler ki; hazellezı rüzıkna min kablü ve ütu bihı müteşabiha Biz daha önce de böyle bir ikrama ulaşmıştık yada daha önce böyle bir rızka kavuşmuştuk derler dünya hayatını hatırlayarak. Belki de bir müfessirin Abduh’un yorumuyla burada söylenmek istenen şudur. Dünyada ki ameller ahirette rızka dönüşmektedir nimete dönüşmektedir. Belki de o insanlar dünyadaki Salih amellerini hatırlamaktadırlar bu sözle ve dünya da bize bunları yaparsak ahirette şuna kavuşursunuz denilmişti diye hatırlarlar belki de bir yoruma göre. Ve devam ediyoruz.



ve ütu bihı müteşabiha Ama diyor Kur’an hayır, daha önce bunlar gibi meyvelerle rızklarla karşılaşmadılar, ve ütu bihı müteşabiha onlara benzer gösterildi. Onlara benzer geldi bu yani aynısı değil ama benzettiler. Dünya da gördükleri tüm nimetler adeta ahirettekilerin çok kötü bir kopyası. Hakikisi orada idi, hakikisini görünce kopyasını hatırladılar. Sadece benzerini hatırladılar. Yoksa bunun gibisi ile dünyada karşılaşmamışlardı.



ve lehüm fıha ezvacüm mütahheratüv ve hüm fıha halidun Orada onlar için tertemiz eşler vardır. Eş hem erkek için hem kadın için geçerlidir. Ki ayette de ezvaç denilmektedir. Sadece erkek ya da sadece kadın anlamına gelmez orada, oraya girmeyi hak etmiş her mümin erkek ve kadın için geçerlidir.



ve lehüm fıha ezvacüm mütahheratun Orada onlar için tertemiz, pırıl pırıl eşler vardır. ve hüm fıha halidun ve onlar orada uzun bir müddet kalacaklardır. Halidun kelimesinin anlamının uzun bir müddet anlamına geldiğini ben Ragıp el İsfahani’nin el müfredatına gönderme yaparak vurguluyorum. Ayrıntısını arayanlar orada delilleri ile birlikte görebilirler. Bu bitimsiz astronomik sonu olmayan bir süre değil, zaten bu manada sonsuz varlık sadece Rabbimizdir. Rabbimiz ezeli ve ebedidir. Ancak burada cennete giren insanların orada gerçekten kendilerinin hesaplayamayacağı kadar uzun duracakları vurgulanmaktadır.





26-) İnnAllahe la yestahyiy en yadribe meselen ma be'ûdaten femâ fevkahâ, feemmelleziyne amenû feya'lemûne ennehulHakku min Rabbihim, ve emmelleziyne keferû feyekulûne mâzâ eradAllahu Bihâzâ mesela* yudıllu Bihî kesiyran ve yehdiy Bihî kesiyra, ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn;



Allâh kesinlikle bir sivrisinek kanadı veya ondan da ufak bir şeyi misal vermekten kaçınmaz. İmanın gereğini yaşayanlar bunun Rablerinden kaynaklanan bir Hak olduğunu bilirler. Bu gerçeği inkâr edenler ise, (misalî anlatımları değerlendirmeyip) "Allâh, acaba bununla ne demek istedi" derler. Bu anlatım çoğunun (fıtratlarının elvermemesinden dolayı) sapmasına yol açar; bir kısmını da gerçeğe hidayet eder. Allâh, onunla (bu tür anlatımla) sâfiyetini yitirmişlerden başkasını saptırmaz! (A.Hulusi)



Muhakkak ki Allah bir sivri sineği, hatta daha üstününü misal getirmekten çekinmez. İman edenler bilirler ki, o şüphesiz haktır, Rabb'lerındandır. Ama küfre saplananlar: "Allah böyle bir misal ile ne demek istedi?" derler. Allah onunla birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir. Onunla ancak o fasıkları şaşırtır. (elmalı)





İnnellahe la yestahyı ey yadribe meselem ma beudaten fe ma fevkaha* Allah bir sineği ya da ondan daha küçüğü misal vermekten haya etmez utanmaz çekinmez. fe emmellezıne amenu fe ya'lemune ennehül hakku mir rabbihim Burada vahyin söylediği hakikatler karşısında vahye inanan bir insanın nasıl bir tavır alması gerektiği vurgulanıyor. Allah’ın vahyine karşı takınmamız gereken edep nedir. Allah bir şeyi söyledi deyince Allah buyurdu deyince, ayette şöyle geçiyor deyince bir insan nasıl bir tavır almalı işte bu öğretiliyor.



fe emmellezıne amenu fe ya'lemune ennehül hakku mir rabbihim İnanan adamlara gelince onlar onun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler.Yani bir sineği dahi, ondan daha küçüğünü dahi Allah Vahyinde misal gösterse iman edenlerin buna karşı tavrı bu Rabbimizden gelen bir gerçektir, tartışmayız derler.



ve emmellezıne keferu. Küfre saplanmış olanlara gelince fe yekulune maza eradellahü bi haza mesela Onlar hemen mantığı işin içine katıp Allah’ı sorgulamaya kalkarlar ve derler ki Allah bununla ne kastetmiş acaba? Yani şimdi bunu ne münasebetle söylenmiş acaba diye Allah’ın vahyine mesajına itiraz yükseltirler.



yüdıllü bihı kesırav ve yehdı bihı kesıra Allah işte bununla bir çoğunu saptırır ve bir çoğunu da hidayete ulaştırır. Gerçekten Kur’an da öyle ayetler var ki o ayetler bazılarını saptırdığı halde bazılarını hidayete ulaştırmıştır. ve ma yüdıllü bihı illel fasikıyn” Fasıklardan, yoldan çıkmış toplumdan başka, yoldan çıkmış olanlardan başkası saptırılmaz.



27-) Elleziyne yenkudûne ahdAllahi min ba'di miysakıhi, ve yaktaune mâ emerAllahu Bihî en yûsale ve yüfsidûne fiyl'Ardı, ülâike hümülhasirûn;



Onlar, Allâh ahdini (Esmâ'sını açığa çıkarmanın farkındalığıyla yaşama istidadının gereğini) dünyaya geldikten sonra yerine getirmezler. Birleştirilmesini emrettiğini (Esmâ hakikati müşahedesini) keserler ve arzda (bedensel yaşam boyutunda) fesat çıkarırlar (bedensel arzular {karındaki ikinci beyin dürtüleri - komutları/nefsi emmare} peşinde ömür tüketirler). İşte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (A.Hulusi)



Onlar ki, söz verip andlaştıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır. (elmalı)





Ellezıne yenkudune ahdellahi mim ba'di mısakıhi Onlar ki Allah’a verdiği sözlerden sonra Allah’la olan sözlerini bozdular. Allah’a verdikleri sözü çiğnediler. ve yaktaune ma emerallahü bihı ey yusale ve yüfsidune fil ard Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi de parçaladılar. ve yüfsidune fil ard ve yeryüzünde bozgunculuk çıkardılar. ülaike hümül hasirun” İşte sonunda hüsrana uğrayacak olanlar onlardır.



Burada bu günkü tefsir dersime son vermeden önce Allah’ın birleştirilmesi gerektiğini parçalarlar, birbirinden koparırlar, ayırırlar üzerinde Birkaç cümle ile durmak istiyorum.



Nedir bu? Bu çok şey olabilir. Allah insan birbiri ile arasında bağ olan bir varlık iken, insan Allah ile olan bağını koparırsa birleştirilmesi gerekeni ayırmış olur. Allah Peygamber arasında bir irtibat vardır. Bu irtibatı koparıp ta dini peygambersiz bir din haline getirmeye çalışan işte bu ayetin muhatabıdır. Din – Dünya arasında bir irtibat vardır. Dini dünyasız, dünyayı dinsiz bıraktığınız zaman Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini siz ayırmış olursunuz.



Akıl ile vahiy arasında bir irtibat vardır. Aklı vahiysiz, Vahiy’i akılsız bıraktığınız da işte Allah’ın birleştirilmesi gerekeni birleştirilmesini emrettiği şeyi ayırmış olursunuz. Ve kutsal ile profan,( Nesneler, dünya ve daha genelde evren içerisinde yer alan her şey için kutsal olan ve olmayan şeklinde yapılan ayrım ) eşya ile kutsal olan arasında bir irtibat vardır, eğer siz eşyayı kutsaldan ayırırsanız o zaman Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini parçalamış ayırmış olursunuz.



Özetle din ile toplum arasında bir irtibat vardır. Eğer toplumu dinsiz, dini toplumsuz bırakırsanız işte o zaman da bu ayetin muhatabı olmuş olursunuz ve o zaman toplum da hüsrana gider bunu yapanlar da sonunda büyük bir mutsuzluğa saplanır kalırlar.



“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”



Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.





Bakara 3. Videonun sonu.
Bakara 3. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder