12 Mart 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. NAHL (70-73)(87-A)







Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde Nahl suresinin 70. ayetine kadar işlemiştik. Bugün 70. ayetle devam ediyoruz. Ancak geçen ders işlediğimiz ayetleri şöyle kısaca bir hatırlayalım. O ayetlerde arıdan söz etmişti Kur’an. Ağaçlardan söz etmişti, hayvanlar dünyasından söz etmişti. Kendisinden zaruri ihtiyaçlarımızı, bir takım hacetlerimizi ve yine güzellik duygumuza hitap eden bir takım geçici ihtiyaçlarımızı karşıladığımız hem bitkiler hem hayvanlar dünyasından örnekler vermişti.

Mesela arıyı örnek vermişti.Arıların ortalama ömrü 60 gün derler. Ortalama ömrü 60 gün olan arının tabiattan aldıklarını nasıl bal yaptığına değinmişti Kur’an. Bununla ne demek istemişti? Geçen ders tefsirini yaptığımız ayetlerde değindik. Her halde şunu demek istemişti. Ortalama ömrü 60 gün olan bir hayvan, küçük bir böcek, bir kanatlı; kendisine verilen, sunulan nimetleri en güzel şekilde değerlendirirken ey insan ya sen, Aklınla, iradenle bu muhteşem imkanlarınla Allah’ın sana sunduğu nimetleri nasıl değerlendiriyorsun. O nimetlere konan bir sinek misin, yoksa onlardan bal yapacak bir arı mısın.

Belki de daha özelde şunu diyordu Kur’an; Onların bile bir gayesi varken, ortalama ömrü 60 gün olan bir kanatlı böceğin bile bir gayesi varken senin bir gayen, bir amacın, bir hedefin, bir yaratılış gayen olmasın mı ey insan bunu düşün dercesine bize tabiattan örnekler veriyordu ve var oluş amacımıza uygun davranıp davranmadığımızı böyle sorguluyordu ve sözü insana getiriyordu.

İşte hemen o ayetin, arıdan söz eden ayetin ardından gelen ayet adeta bütün o misallerle asıl ele alınmak istenenin insan unsuru olduğunu, insan hayatı olduğunu, yani botanik ve zoolojinin konusu olan hayvanlar ve bitkilerin insanı ilgilendiren yanı ile ele alındığını, çünkü merkezde insanın olduğunu biz Kur’an ın tüm sözü döndürüp dolaştırdıktan sonra insana getirişinden anlıyoruz ve işte 70. ayet sözün geldiği nokta.


70-) VAllâhu halekaküm sümme yeteveffaküm ve minküm men yureddü ila erzelil umuri likey lâ ya'leme ba'de ılmin şey'a* innAllâhe Aliymun Kadiyr;

Allâh sizi yarattı... Sonra sizi vefat ettirir (öldürür değil vefat ettirir)! Kiminiz de erzel-i ömür'e (ömrün düşkünlük çağına) bırakılır; bildiklerini artık düşünemeyecek devreye... Muhakkak ki Allâh Aliym'dir, Kaadir'dir. (A.Hulusi)

070 - Hem Allah sizi hâlk etti, sonra sizi vefat ettiriyor, içinizden kimi de erzeli ömre reddolunuyor ki biraz ilimden sonra bir şey bilemez olsun, her halde Allah hem alîm hem kadîr. (Elmalı)


VAllâhu halekaküm sümme yeteveffaküm sizi de Allah yarattı. Sonra canınızı alacak. sümme yeteveffaküm ve minküm men yureddü ila erzelil umuri likey lâ ya'leme ba'de ılmin şey'a  içinizden kimileri ömrün en düşkün çağına kadar ulaştırılır. Artık iyice yaşlanır. Öyle ki bilirken hiçbir şey bilmez olur. Yani doğduğu çağa adeta geri döner. Her doğan gibi doğar, büyürü, olgunlaşır, yaşlanır ve ölür. Yani verilmek istenen şeyi sanırım anlıyoruz. Ey insanoğlu özüne bakarsan evreni paylaştığın diğer canlılardan yapısal olarak bir farkın yok. Sen de fanisin. Sen de diğer canlılar gibi doğuyor, büyüyor, yaşlanıyor ve ölüyorsun.

Tabii burada çok daha önemli bir şey anlatılıyor, o da şu; Hayvanlar ve bitkiler gibi doğup öldüğü, fakat insanın onlardan ayrı bir boyutu olarak misyona sahip olduğu. Farklı bir misyona sahip olduğu dile getiriliyor. Yani öğrenme kabiliyetine dikkat çekiliyor. İnsan ile arı arasındaki fark böyle vurgulanıyor. O içgüdüsel olarak yapar. Hiçbir arı bal yapmayı sonradan öğrenmez.

Tıpkı bir bebenin emmeyi sonradan öğrenmediği gibi. Daha anne karnında biliyordu o emmeyi. Ama bir bebenin emmesi ile bir inek yavrusunun emmesi arasında fark yok. O da içgüdüseldir. Fakat bilmek, öğrenmek, bilgiyi elde etmek, bilgiyi üretmek, bilgiyi kullanmak ve bilgiyi iletmek. İşte bu insan olmanın ayrıcalıklı vasfı. İşte bu irade ile, akılla ilgili bir hususiyet, özellik. Onun için sözü Kur’an bilgiye getirdi.

İnsan doğar büyür ve yaşlanır. O kadar yaşlanır ki bazen, ve minküm men yureddü ila erzelil umuri likey lâ ya'leme ba'de ılmin şey'a hatta öyle ki diyor, bilirken hiç bir şey bilmez hale gelinceye kadar yaşlandırırız onu. Ömrünü uzatırız. Yani bunama dediğimiz, şizofreni dediğimiz hal görününceye kadar. Bilirken bilmez oluncaya, öğrendiklerini artık hatırlamaz oluncaya kadar yaşatırız.

innAllâhe Aliymun Kadiyr ama unutmayın ki Allah her şeyi bilir, sınırsız güç ve kudret sahibidir. Yani insan bilir, Allah’ta bilir. İnsan bilgiyi elde eder, bilmek gibi bir niteliğe sahiptir. Allah da aliym dir, bilir. Fakat Allah’ın bilmesi ile insanın bilmesi arasında ki fark, Allah ile insan arasında ki fark kadardır. Allah bildiğini unutmaz. Ama insan öyle değil. İnsan sonradan elde eder. Allah sonradan elde etmez. Sonradan elde edilen şeyler bir gün kaybedilebilirler. Onun için insan bilgiyi kaybedebilir. Yani bu noktada; Ey insanoğlu sen bilgiyi kaybedebilirsin bir gün gelir. Ama Allah asla kaybetmez. Allah senin bilgini kaybedeceğin zamanı da bilir. Onun için kime kulluk edeceğini ve hayatının amacını iyi tespit et.


71-) VAllâhu faddale ba'daküm alâ ba'din fiyrrızk* femelleziyne fuddılu Bi raddiy rızkıhim alâ ma meleket eymanühüm fehüm fiyhi seva'* efe Bi nı'metillâhi yechadun;

Allâh, yaşam gıdanız konusunda kiminizi kiminizden üstün tuttu... Üstün tutulan kimseler yaşam gıdalarını, sorumlu olduklarıyla hakkıyla paylaşmıyor... (Oysa) onlar onda eşittirler... Allâh nimetini (yaşam gıdalarını, ben kazandım, benim; diyerek, hatta benliklerini de böylece Allâh'a eş koşarak) bilerek inkâr mı ediyorlar? (A.Hulusi)

071 - Allah bazınızı bazınıza rızkta tafdıl de etti, fazla verilenler rızklarını ellerinin altındakilere reddediyorlar da hepsi onda müsavi oluyorlar da değil, şimdi Allahın nimetini mi inkâr ediyorlar? Allah size kendilerinizden zevceler de verdi ve size zevcelerinizden oğullar ve torunlar verdi ve sizi hoş hoş nimetlerden merzuk buyurdu, şimdi bâtıla inanıyorlar da onlar. (Elmalı)


VAllâhu faddale ba'daküm alâ ba'din fiyrrızk Kur’an buradan sözü rızka getirdi ve dedi ki Allah rızkı kiminize diğerinizden daha fazla vermiştir. femelleziyne fuddılu Bi raddiy rızkıhim alâ ma meleket eymanühüm fehüm fiyhi seva' peki kendisine fazla verilenler servetlerine sahip oldukları köleleri ortak etseler de onlar da bu konuda kendileri ile eşit hale gelse olmaz mı? Servetlerine kölelerini ortak etseler de onları da kendileri ile eşit hale getirseler ya. efe Bi nı'metillâhi yechadun.

Tabii o getirseler olmaz mı dan sonra bir tırnak içinde biz; fahval hitap’tan, söz gelişinden şunu anlıyoruz. Buna dahi razı olmazlar. Buna razı olmaları mümkün değil. O halde buna göre hala ortak koşmakla Allah’ın nimetlerini bile bile inkara yeltenmiş olmuyorlar mı.

Evet, burada söylenmek istenen, özellikle vurgulanmak istenen şey, servetin paylaşımından daha çok, ki burada ahlaki bir bağlamda yer almıyor. Ekonomik bir bağlamda yer almıyor. Tevhidi bir anlamda yer alıyor ayet. Öncesi ve sonrası inkar ve iman, tevhit ve şirkle ilgili onun içinde öncelikli konusu bu ayetin sosyal paylaşım, ya da servet eşitliği değil.

Nedir? Müşriklerin iç tutarsızlığı, akidede ki. Şirk koşuyorsunuz Allah’a. Siz dahi kendinizle eşit insanlar olan kölelerle servetinizi paylaşmaya yanaşmıyorsunuz. Onlarla eşit olmaya yanaşmıyorsunuz da, Allah ile denk ve eş olmayan, hiçbir zaman Allah’a denk olmayacak olan bir takım varlıkları nasıl Allah’a ortak ediyorsunuz. Nasıl şirk koşuyorsunuz. Allah’a ait birtakım sıfatları onlara nasıl yakıştırıyorsunuz. Sırf Allah için düşünülecek bir tasavvuru Allah dışında ki bir takım varlıklara; İnsan olsun, melek olsun, peygamber olsun, şeytan olsun, put olsun, ideoloji olsun, herhangi bir fikir olsun fark etmez, Allah dışındaki herhangi bir şeye nasıl yakıştırıyorsunuz.

Mükemmellikleri her türü Allah’a yakışır. Allah dışında ki bir varlığa mükemmellik yakıştırdığınızda, o konu da onu Allah’a ortak koşmuş oluyorsunuz ve bunu nasıl yapıyorsunuz. Siz, eğer size servetinizi kölelerinizle paylaşmanız istense buna yanaşmayacaksınız. Oysa ki siz kölelerinizle aynı çamurdansınız, aynı hamurdansınız, aynı köktensiniz, kökendensiniz. Bir babanın, bir ananın oğlusunuz, kızısınız. Yani onlarla ontolojik bakımdan eşitsiniz. Yaratılışınız aynı.

Fakat buna rağmen siz onlarla eşit hale gelmeyi istemezken var oluşları farklı, mahiyetleri farklı. Biri Halîk, biri mahluk. Biri yaratan, biri yaratılan. Biri ihtiyaç gideren, diğeri muhtaç olan. Biri mutlak, diğeri mukayyet. Biri sonsuz ve önsüz, diğeri sonlu ve önlü olan varlıkları nasıl birbirine ortak kılarsınız. Nasıl tutar da onları Allah’a şirk koşarsınız. İşte ayette dile getirilen şey bu. Ki, bu bizim dile getirdiğimiz ayetin tevhitle, şirkle ilgili olduğu tezi Rum/28. ayette de aynı argüman kullanılarak, aynı mantıkla aynı sonuca varılıyor. Ki en büyük şahidi de bu olsa gerektir.


72-) VAllâhu ce'ale leküm min enfüsiküm ezvacen ve ce'ale leküm min ezvaciküm beniyne ve hafedeten ve razekaküm minettayyibat* efe Bil bâtıli yu'minune ve Bi nı'metillâhi hüm yekfurun;

Allâh sizin için kendi nefslerinizden eşler oluşturdu... Eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar meydana getirdi... Sizi temiz gıdalarla besledi... (Durum bu iken kalkıp) aslı olmayana mı iman ediyorlar? Onlar Allâh nimetine küfür mü ediyorlar? (A.Hulusi)

072 - Allah size kendilerinizden zevceler de verdi ve size zevcelerinizden oğullar ve torunlar verdi ve sizi hoş hoş nimetlerden merzuk buyurdu, şimdi bâtıla inanıyorlar da onlar, Allahın nimetine küfür mü ediyorlar? (Elmalı)


VAllâhu ce'ale leküm min enfüsiküm ezvace Yine Allah size, sizin cinsinizden eşler var etti. O’nun nimetleri sayılmaya çalışılıyor, sayılıyor daha doğrusu ve bu nimetlerden bir tanesi de insanın yalnız kalmayıp ona bir eş takdir edilmesi. Zaten tüm varlık eşli yaratılmıştır.

Eş; zevc kelimesi ile ifade ediliyor. Ezvaç, çoğulu. Eşler demek. Zevç kelimesi hem erkek için, hem dişi için kullanılır Arap dilinde. Öyle seçilmiştir ki, öyle muhteşem bir etimolojisi vardır ki, adeta bu kelimenin dilsel kökeni Kur’an ın kadın ve erkeğe bakışını simgeler. Zevc, eş. Kadın ya da erkek, bir çift demek. Hatta bir lügatı açıp baktığınızda bu kelimenin karşılığında Arap dilinden hangi cümleyi kullanıyor diye şu cümle ile örnek verdiğini görürsünüz. Zevcâ nalim. Ayakkabının eşi, bir çift ayakkabının eşi. Yani karı koca için Kur’an ın kullandı kelime bu. Bir çift ayakkabının eşi.

Şimdi kadın mı üstün erkek mi sorusunu8n ne kadar boşta kaldığı anlaşılmıyor mu. Bir çift ayakkabıdan söz ediliyor, eş; sağ ayakkabı mı, sol ayakkabı mı. Bakınız çok önemli. Peki bunların ikisi de özdeş mi? Eş, bu tamam, ama özdeş mi? Değil. Eş ama özdeş değil. Sağ ayağı sol ayakkabıya, sol ayağı sağ ayakkabıya giyin bakalım özdeş mi? Değişemezsiniz. Fakat eş, eşit. Ama nasıl eşit? Birbirinin yerini tutmayan eşler. Birini diğerinin yerine geçiremeyeceğiniz eşler. Yani ikisi de bir bütünü tamamlayan iki yarımdırlar aslında. O halde ondan öte bir soru gerçekten anlamsız kaçacaktır.

Hangisi üstün? İkisi de birbirini tamamlatan eştir. Ve ikisi de bir birinin yerini tutmazlar. Kur’an ın eşler için, karı koca için kullandığı bu muhteşem ifade, aynı zamanda bize bir felsefeyi de, bize bir düşünme tarzını, bize bir tasavvuru da veriyor.

ve ce'ale leküm min ezvaciküm beniyne ve hafedeten ve eşlerinizden sizin için çocuklar ve torunlar takdir etti. ve razekaküm minettayyibat ve sizi temiz ve güzel şeylerle rızıklandırdı efe Bil bâtıli yu'minune ve Bi nı'metillâhi hüm yekfurun Bütün bunlara rağmen bir yandan asılsız şeylere, yani batıla inanacaklar, öte yandan da Allah’ın nimetlerini inkar edecekler öyle mi?

Bi nı'metillâh Allah’ın nimeti, ama nimetleri diye çevirmekte de bir sakınca yok. Çünkü mastar eğer muzaf olursa, tekili çoğul anlaşılır Arap dilinde. Bu bir dil kuralıdır.

Evet sevgili dostlar burada onu diyor. Kendisine çocuğu falancanın, rızkı talihin, eşi şansın, veya burcunun verdiğini düşünen bir adam, bir insan. İşte onlara bir dikkat. Çocuğu başkasından istemiş, çocuk sahibi olunca da onun verdiğini, onun vesilesi ile aldığını düşünüyor.

İsterseniz bu ibareyi bir daha okuyayım, 72. ayetin son cümlesini: efe Bil bâtıli yu'minune ve Bi nı'metillâhi hüm yekfurun bütün bunlara rağmen bir yandan asılsız şeylere inanacaklar, öte yandan Allah’ın nimetlerini inkar edecekler öyle mi?

Evet, asılsız şeylere inanmak, Allah’ın nimetlerini inkar etmek anlamına geliyor. Çünkü Allah’ın verdiği şeyleri bir başkasına atfetmek. Onun için buna dikkat etmek lazım. Sadece Allah’tan istemek, aslında verilenleri de Allah’ın verdiğine inanmayı gerektirir.


73-) Ve ya'budune min dûnillâhi ma lâ yemlikü lehüm rizkan mines Semavati vel Ardı şey'en ve lâ yestetıy'un;

Semâlardan ve arzdan Allâh dûnundaki, kendileri için bir şeye mâlik olmayan ve kudreti olmayan şeylere tapınıyorlar! (A.Hulusi)

073 – Allah’ı bırakıp da kendilerine Göklerden ve Yerden zerrece bir rızka malik olmayan ve olmak ihtimali bulunmayan şeylere tapıyorlar. (Elmalı)


Ve ya'budune min dûnillâhi ma lâ yemlikü lehüm rizkan mines Semavati vel Ardı şey'en ve lâ yestetıy'un Üstelik Allah’ı bırakıp kendileri için göklerden ve yerden rızkın hiçbir türünü sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere tapacaklar.

Buradaki rızk, tabii ayetin ifade ettiği hakikat açık. Allah’ı bırakıp göklerden ve yerden rızkın hiçbir türünü sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere tapacaklar diyor, ibadet ve kulluk edecekler. Aslında kulluk etmek; sadece önünde yere kapanmak değil. Kulluk etmek, O’ndan bilmektir. Allah’tan geleni O’ndan bilmektir. Kulluk etmek aslında adres tespit etmektir. Adresi şaşıranlar Allah’ın yerine şaşırdıkları adresin sahibini geçirirler.

Onun için burada ifade buyrulan hakikat bir önceki ayette açıkladığım, işte Allah’ın insana verdiği çocuk nimeti, torun nimeti, eş nimeti ve buna benzer birçok nimetleri bir başka şeyin vesilesine atfetmek.

Burada ki rızk; sadece maddi değil, insanın değer verdiği her şeydir. Onun için Kur’an da rızk sadece madde anlamına gelmez. Rezzak ismi şerifi de madde ve mana, insanın değer verdiği her bir şeyi kapsar. Dolayısıyla Kur’an rızk deyince boğazımızdan geçen şeyler aklımıza gelmemeli. İlim bir rızktır, sevgi bir rızktır, iman bir rızktır, hidayet bir rızktır, muhabbet bir rızktır, cesaret bir rızktır, hilkat bir rızktır, kabiliyet bir rızktır, yetenek bir rızktır, akıl bir rızktır. Değeri olan her şey bir rızktır ve Allah bu manada insana rızkların tamamını veren Rezzaktır.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
87. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/03/09/islamoglu-tef-ders-nahl-70-9787/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder