26 Mart 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. İSRA (001-001)(89-A )








Değerli Kur’an dostları bugün sizlerle Kur’an ülkesinin yepyeni bir sitesinde İnşallah muhteşem bir geziye çıkacağız. Bu sitenin adı İsra. Yani Kur’an ın 17. suresi olan İsra suresi.

Her sure çağın bin bir türlü hastalığına verilmiş ilahi bir şifa reçetesi. İnsanlığın bir çok sorusuna verilmiş ilahi bir cevap. İnsan oğlunun Allah’a yücelttiği dualara indirilmiş ilahi bir icabettir. Onun için yeni bir sure yepyeni bir umuttur, yepyeni bin umuttur.

İşte biz de bu duygularla Kur’an ülkesinin muhteşem bir sitesine daha ayak basıyor ve birlikte o siteyi sokak sokak, ev ev, oda oda, hatta taş taş yoklamaya, görmeye, anlamaya, tatmaya, hissetmeye çalışacağız.

İsra suresi, gece yürüyüşü anlamına gelen adını ilk ayetinden alır. Aslında isra, sara, serv. Kökü, yükselmek, yücelmek, izzet, onur, şeref manasına gelir. Bu kökten türetilmiş tüm kelimelere lisanül Arap gibi, tac ül Aruz gibi, müfredat gibi Arap ve Kur’an dilinin muhteşem lügatlarına baktığımızda göreceğimiz şey, bu kökten türetilmiş tüm kelimelerin ortak anlamı yükselmek, yücelmek. Yani aslında isra gece yücelişi, gece yükselişidir. Yani yatay bir yürüyüş olmaktan daha çok dikey bir yürüyüştür. Belki son tahlilde yolculuğun yolcuya kazandırdığı şeref ve onura tekabül eder. Çünkü Serv kökü şeref ve onur demektir. Hem gelecekteki hicrete, hem de bir iç hicret olan İsra, ya da miraca bir atıftır. Ya da her ikisine de birden. İsrail oğullarından söz ettiği için sure, Benî İsrail suresi olarak ta adlandırılmış.

Surenin iniş zamanı, Mekke’de indiği kesin. Fakat bir takım ayetleri Medine de indi diyenler bu görüşlerine her hangi bir mukni delil getiremiyorlar. Onun için biz surenin tamamıyla Mekke de indiğini, söyleyebiliriz. Medeni olduğu söylenen ayetlere, 6. surenin başında uyguladığımız kıstasları uyguladığımızda o ayetlerin Medine de inmediğini görüyoruz.

Konusuna baktığımızda da Mekke’nin son yıllarına tekabül eder ki, tüm Suyuti gibi, İbn. Abbas gibi, İmam Cafer gibi, Hz. Osman gibi ilk defa Kur’an kronolojisini, Kur’an tarih cetvelini kişilerin cetvellerine göre Kasas ve Yunus sureleri arasında inmiştir.

Surenin konusu nedir diye bir soru soracak olursak kısaca isra ile ilgili ilk ayeti zaten malum. Ama hemen ayetin devamında ki ayetler İsrail oğullarından söz eder. Adeta ilk ayet müteakip ayetlerden bağımsızmış gibi durur, fakat tabii ki derinliğine incelendiğinde Mescid-i Haram’dan, Mescidi Aksa’ya bir gece yücelişi anlamına gelen İsra ile, aslında Mescidi Aksa, yani Kudüs’ün kendilerine emanet edildiği İsrail oğullarının Yahudileşme süreci ele alınır. Ve bu ümmetin Kendisine verilen vahiy emanetine ihanet etmemesi tembih edilerek; Eğer ihanet ederseniz sizde, kendilerine verilen vahye ihanet eden İsrail oğullarının Yahudileştiği gibi Yahudileşirsiniz denilmiş olur.

Yahudilerin uğradıkları askeri ve sosyal felaketler ele alınır müteakip ayetlerde. Aslında bunlarla yükseliş ve çöküşün yasaları ele alınmış olur. Yani bunlar anahtardır. Tarihin yasalarıdır. Allah; her bir şeye kader, yani ölçü, yani yasa, kanun koyduğu gibi Tarihe de yasa koymuş. Toplumlara da yasa koymuştur.  Toplumsal çözülme başladığında, ahlaki çözülme başladığında eğer önlenmezse, önüne geçilmez, tedavi edilmezse bu çözülmenin toplumu nereye kadar götüreceği hangi akıbete götüreceği vahiy tarafından haber verilmiştir. İşte haber verilen şey bu Tarihin yasasıdır ve bu surede İsrail oğulları örneğinde tarihin yasası ele alınmaktadır.

Daha sonra İsrail oğullarının tarihte ki yükseliş ve çöküş dönemlerinin ardından ahlaki ilkeler hatırlatılır. İnsanın Allah ile, insanın yakınlarıyla, insanın toplumla ilişkisinde uyması gerekli olan kurallar birer birer yer alır. 23. ve 37. ayetler arasında, aslında bu konuda ki çok dakik bir terbiye verilerek insanoğluna ahiret inancı ele alınmış olur. Aslında çözülmenin, bozulmanın, toplumsal ve bireysel kokuşmanın temelinde yatan en büyük problemin ahiret inancı problemi olduğu, yani sorumluluğunun, yükümlülüğünün farkına varmayan, kendi eylemlerinin sonucunu ve sorumluluğunu üstlenmeyen bir insan tipinin ancak ve ancak ahirete iman konusunda problemi olan bir zihin sahibi olduğu, yani ahirete iman konusunda problemi olan insanın yer yüzünde kokuşmaya, bozulmaya, çözülmeye sebep olduğu dile getirilir.

Adem ve Şeytanın savaşından söz eder sure ileriki ayetlerde. Orada da yine insanla insanın ebedi düşmanı arasında ki bu kıssadan yola çıkarak insan oğluna; Ey insan ya içinin pozitif taraflarını dinleyecek ve vahye uyacaksın, ya da içinin negatif taraflarını dinleyecek şeytana uyacaksın demeye getirilir ve son söz olarak varlığın anlamının Allah olduğuna dikkat çekilerek sure Allah ile biter. Allah’ın senası, hamd’i ve tabiri caizse rabbimizin vahyiyle kendini tanıtması ile son bulur. Yani bir yerde varlığın anlamı olan Allah ile açılır ve kapanış ta yine varlığın anlamı olan Allah ile yapılır.

Bu kısa girişten sonra surenin tefsirine girebiliriz.



Rahman, rahim olan Allah adına.


1-) Subhanelleziy esra Bi abdiHİ leylen minel Mescidil Harami ilel Mescidil Aksalleziy barekna havlehu linüriyehu min âyâtina* inneHU HUves Semiy'ul Basıyr;

Subhan ki, kulunu gece Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya isrâ (tayy'i mekân) etti... O'na delillerimizi gösterelim diye... Hakikat şu; "HÛ"; Semi'dir, Basıyr'dir! (A.Hulusi)

001 - Tenzih o Sübhana ki kulunu bir gece Mescidi haramdan o havalisini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâya isrâ buyurdu ona âyetlerimizden gösterelim diye, hakikat bu: odur o işiten gören. (Elmalı)


Subhanelleziy esra Bi abdiHİ leylen minel Mescidil Harami ilel Mescidil Aksalleziy barekna havlehu linüriyehu min âyâtina her tür kişileştirmeden, şahıslaştırmadan, indirgemeden uzak, mutlak aşkın ve yüce olan o Allah’ki kulunu, gece vakti Mescidi Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescidi Aksa’ya ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye yürüttü.

Burada Subhan kelimesine verdiğim uzun karşılığı duydunuz. Her tür kişileştirmeden, şahıslaştırmadan uzak, mutlak aşkın ve yüce olan. Aslında bir sureye neden böyle girilir, nedir vermek istediği. Bu bir anahtar kelimedir ve İsra olayını, bir başka yorumda Miracı ele alan, yani sırlarla dolu ruhani bir yürüyüşü, yolculuğu ele alan bir ayet bu olayı aktarmaya neden Subhan gibi bir tenzih sözcüğüyle girer. Ki bu tenzih sözcüğüdür. Allah’ı tüm noksanlardan tenzih etmek. Resulallah’ın zaten Subhanallah’ın manası sorulduğunda verdiği cevap bu.

- Tenzih ilallahu an külli suin. Allah’ın her tür kötülükten uzak bilinmesidir cevabını veriyorlar efendimiz Subhanallah sözcüğünün ifadesinin karşılığı olarak.

Bu bir anahtar kelimedir dedik subhan. Neden böyle bir anahtarla giriyor. Miraç gibi, isra gibi ruhani bir müşahede için konulan bir sınırdır aslında. Burada bir tasavvur inşa ediliyor. Muhatabın tasavvuru inşa ediliyor. Bir sınır konuluyor. Miracı ve İsrayı, yani insanın Allah’a yürüyüşü gibi sırlarla dolu muhteşem ve ruhani bir olayı anlamaya çalışırken ey insanoğlu gözetmen gereken birinci sınır; Allah’ı kişileştirmemek. Allah’ı indirgememek. Allah’ı yaratıklar dünyasına indirgememek zihninde. Tasavvurunda Allah’ı yaratılmışlarla özdeşleştirmemek.

İşte böyle bir uyarı. İlk anahtar. Mirac’ı, İsra’yı, Yani insanın Allah’la buluşması gibi çok gaybi, sırri, sembolik ve ruhani bir olayı anlamaya çalışırken dikkat etmen gereken ilk şey; Allah’ın aşkın, müteal varlığını içkinleştirmemek. Yani yaratıklar seviyesine indirmemektir. Buna çok dikkat etmelisin. Onun için Subhanelleziy diye başlar. Yani aşkın olan, her türlü kişiselleştirmeden uzak olan. Varlıklara, yaratıklara benzemekten uzak olan O Allah’ki. Bu birinci anahtar.

Burada bir Allah tasavvuru inşa ediliyor. Onun için bu sınıra riayet edeceksin ey muhatap, ey vahyin muhatabı. Eğer Miraç gibi, İsra gibi bir olayı doğru anlamak istiyorsan, her ne ki aklına geliyor, o Allah değildir diyen arifin bu sınırını iyi hatırlamak lazım. leyse ke mislihî şey’ (Şura/11) ayetinin bu bir yorumudur aslında. O hiçbir şey gibi değildir. Yani hiçbir şey de onun gibi değildir elbette.

İkinci anahtarımız da var manasını verdiğim yerde, o da nedir? Bi abdiHİ kulunu. Buda ikinci sınırdır. Birinci Subhan sözcüğünde Allah tasavvuru inşa edildi vahiy tarafından, abdiHİ ile de muhatabın insan tasavvuru inşa ediliyor. Yani içkin, aciz, sınırlı, beşer. Onun için kul olduğu hatırlatılıyor. Bu hadisenin kahramanı olan efendimiz (A.S.) ın bir insan olduğu, bir kul olduğu öncelikle. Abduhu ve Resulühu. O’nun kulu ve elçisi olduğu hatırlatılıyor. İkinci anahtar olması da bu yüzden. Yani İsra ve Mirac gibi İnsan Allah buluşmasına tekabül eden sırri, gaybi ve derûni bir müşahedeyi anlamak için ey insan, Allah’ın aşkın varlığını bir kere, bir çıta olarak göreceksin. İkincisi de insanın içkin varlığını, beşeri varlığını, yani ilahi bir varlık olmadığını, sınırlı bir varlık olduğunu. Bunu da ikinci çıta olarak göreceksin. Onun için bu olayı anlarken insanı ilahlaştırmaya, insanı melekleştirmeye kalkmayacaksın. İnsanın insan tabiatını unutmayacaksın. Yani O’nun kulu Bi abdiHİ olduğunu aklından çıkarmayacaksın.

Hatta min âyâtina. Burada bu yorumumuzu destekleyen de bir şey var. Ayetlerimizden bir kısmını gösterdik diyor. min âyâtina yani hepsini değil. Gaybi sembollerimizin tamamını göstermedik, sadece bir kısmını gösterdik. Onun için bu da abdiHİ’yi destekleyen bir başka ibare.

inneHU HUves Semiy'ul Basıyr Zira O, evet sadece O’dur her şeyi işitip her şeyi gören.

Ayetin bu sonuncu cümlesi de 3. çıtadır, 3. sınırdır. Nasıl 3. sınır? Her şeyi yalnızca Allah görür. Peygamber gösterileni görür min âyâtina ayetlerimizden linüriyehu min âyâtina ayetlerimizden bir kısmını gösterelim ona diye. Her şeyi mi? Hayır. Onu sadece Allah görür.

Burada geçen Mescidi Aksa, en uzak mabed anlamına gelir. Ki başından beri İslam tefsir geleneği tarafından Kudüs’te ki Süleyman mabedi. Bugün Hz. Ömer camiinin ve kubbetüs sahranın yani haceri muallak ta denilen o kutsal kayanın da içinde bulunduğu çok geniş bir alan. İşte o alanın çevresi ile birlikte mübarek kılındığı Kur’an da beyan ediliyor. İslam tefsir geleneği en uzak mescidi, ora ile tefsir etmiş. Fakat ender de olsa Hamidullah gibi bir takım muttaki alimler bu el Mescidül Aksa’nın Kâbe’nin simetriğinde ki, göklerin ötesinde ki, meleklerin tavaf ettikleri ve aslında Kâbe’nin onun yer yüzünde ki izdüşümü olduğu uzak mescit. Hakk katında ki, ötelerde ki mescit olduğu yorumunu yapanlarda var.

Kudüs; İlya adıyla bilinirdi Resulallah döneminde. Ki hadislere de ilya olarak geçmiştir. Bu ismi Romalılar koymuşlardı Elya. Elinin şehri anlamına Haddi zatında Kudüs’ün adından yola çıkarak bu ayete herhangi bir mana vermek de zor. Fakat şunu söyleyeyim ki İslam geleneğinde daha ilk nesilden itibaren El Mescidül Aksa’nın kapsamına Kudüs’ün alınmış olması ve Miraç hadislerinde Resulallah’ın Kudüs’ten söz etmesi her halükarda bu yüce ve mukaddes yolculuğun kapsamı dahilinde Mescidi Aksa’nın Kudüs’ünde bulunduğunu hükmetmemizi gerektirir. Fakat El Mescidül Aksa eğer Hamidullah üstadımız gibi alimlerin yorumu doğruysa Kâbe’nin aslı olan gökteki en uzak mescitse o zaman bu ayet sadece İsra’dan değil, aynı zamanda miracdan da söz eden bir ayet olur ki, İsra’yı da kapsamış olur, içine almış olur bu yolculuk.

3 tane sınırla geldi. Sübhan, Bi abdiHİ ve inneHU HUves Semiy'ul Basıyr. Hatta min âyâtina yı da alırsak 4 sınırla geldi. Allah’ın aşkın varlığı, yani;

1. O’nu içkin leştirmeden anlayın bu olayı ey insanoğlu, ey muhatap.

2. si peygamberin insani, beşeri varlığı. Peygamberi beşer üstü bir vasıf vermeden anlayın.

3. Ayetlerimizden bir kısmını gösterdik. Her şeyi gördüğü gibi anlamayın.

4. Her şeyi gören ve her şeyi bilenin, işitenin Allah olduğunu unutmayın.

İşte böyle sınırlarla zihnimize, tasavvurumuza böylesine gaybi bir olayı, sırri bir olayı, bir müşahedeyi nasıl anlamamız gerektiği ima edilmiş oldu.

İsra ve Mirac üzerine çok şey söylenebilir.Mekke’den Kudüs’e yatay bir ruhani seyahat, ya da El Mescidül Aksa’yı, Kâbe’nin anası olan göklerde ki Alem-i Melekût, melekler aleminde ki, meleklerin etrafını tavaf ettiği mescit olarak görürsek İsra ve Mirac ile birlikte insanın ruhani yücelişi, daha doğrusu Resulallah A.S. in ruhani yücelişi olarak niteleyebiliriz. Yani ulvi bir yolculuk.

Bu yolculuk Hicretten bir yıl önce gerçekleşmişti. Sırlarla dolu 2 aşamalı bu ruhani tecrübe konusunda Kur’an da çok sınırlı imalar dışında ayrıntı verilmiyor. En ayrıntılı ayet işte bu. Necm suresinin ilk 19 ayetinin bu konuyla doğrudan alakası bulunmamakta Çünkü Necm suresin ilk 19 ayeti bir çıkış değil, meleğin inişinden söz etmekte. Yaklaşmasından söz etmekte, ağmasından söz etmekte;

Sümme dena fetedella;

Fekâne kabe kavseyni ev edna; iki yay arası kadar, o kadar yakınlaştı ki;

Feevha ila 'abdiHİ ma evha; (Necm/8-9-10) Allah’ın kulu için vahy ettiğini o da ona vahy etti. Yani Cebrail Allah’tan aldığını kuluna iletti. Ma kezebel fuadu ma rea;(11)  gönül gördü, göz değil. Gönül, gördüğünü yalanlamadı. Ma kezebel fuad gönül yalanlamadı, ma rea gördüğünü.

Evet, orada Necm suresinde bahsedilen çıkış değil, iniş. Yani vahiy meleğinin asli suretinde inişi. Onun için doğrudan değil, dolayı bir alakası var. Bu konuda en ayrıntılı Kur’an da yer alan ayet budur ve bu da sadece birkaç ima içerir. Onun için Kur’an bu konuda ayrıntı vermez. Vermez, aslında neden vermez sorusu bu surenin 60. ayetinde cevabını bulur. Yani bu meseleyi Kur’an aslında biz bir fitne kıldık, imtihan vesilesi kıldık der. Onun gördüğünü yani İsra ya da Mirac hadisesini bir takım tartışmacı kimseler için, işin sırrını bilmedikleri halde, işin künhüne vakıf olmadıkları halde, kendilerine bildirilenlerle yetinmeyen bir takım meraklı kimselerin bununla sınandığını, imtihan edildiğini Kur’an açıkça bu surede söylüyor. O nedenle sınavı kaybetmemek için verilenle yetinmek ve gerisine “Allah bilir” demek ve haddini bilmek en doğrusudur.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
89. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/03/23/islamoglu-tef-ders-isra-001-02189/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder